Only Lovers Left Alive (~ Sadece Asiklar Hayatta Kalir) ' Filminin Konusu : Jim Jarmusch'un 2013 yapımı Only Lovers Left Alive filmi, yüzyıllardan biri birbirine aşık olan iki vampirin öyküsünü anlatıyor. Filmin başrollerinde Tom Hiddleston (Adam) ve Tilda Swinton (Eve) yer alıyor. Eve'in sorunlu kızkardeşi Ava rolünde ise Mia Wasikowska seyircilerle buluşuyor.
Night on Earth(1991)(7,8-48926)
Down by Law(1986)(7,8-42648)
Dead Man(1995)(7,7-82430)
Stranger Than Paradise(1984)(7,6-30264)
Mystery Train(1989)(7,6-22710)
Paterson(2016)(7,4-52439)
Broken Flowers(2005)(7,2-91011)
Coffee and Cigarettes(2004)(7,1-54277)
Permanent Vacation(1984)(6,4-7269)
The Limits of Control(2009)(6,3-18125)
tanrının ölümüyle birlikte göksel olan her şeyi kendi boyutuna indiren insan nicedir vampirleri de insanlaştırmıştı zaten. artık öyle şatosunda piyano çalıp bakire kanıyla banyo yapmadan güne başlayamayan lord vampirlerin devri geçmişti. hala romantiklerdi, erotiklerdi, şuydu buydu ama "mitik" değillerdi. yani bundan böyle, mikro ölçekte insanüstü güçleriyle bireysel olarak bizlere hala baskın çıksalar da, makro ölçekte oyunu insanların kuralına göre oynamayı kabul etmişlerdi. bizim okullarımıza yazılmaya, bizim ürettiğimiz teknolojilerden istifade etmeye başlamışlardı çoktan. bu film de işte yine bu yolu takip ediyor. ama bir farkla; muadillerindeki gibi küresel sorunlardan çakmayan, "dünya skime kilise götüme" modunda saf romantizm veya saf ekşın arayan vampirlerden ziyade insanın hal-i pür melaline değinen vampirlerin öyküsü bu film. ve bu ilginç de bir noktadan yakalanmış: vampirlerin de dahil olduğu farazi ekosistemde vampirler besin zincirinde insanların bir üst basamağı olduğundan; insanların eski, saf, kanı tertemiz köylüler olmaktan çıkıp moderniteyle birlikte kirlenmesi vampirler için bir gıda krizine yol açıyor ister istemez. buna bir de yüzyılların bilgeliği eklenince, gidişatın felakete doğru olduğunu görüp müdahale edememenin verdiği "aydın mutsuzluğu" da giriyor devreye. ve bu mutsuzluk, insanın kültürel olarak da domine ettiği küresel dünyanın vampirlerin yeni nesillerini dahi dejenere etmeye kadar varmasıyla katmerleniyor. parfümün dansı'nın pan'ı gibi, vampirler (kadim gelenekler diye okumak gerek diyor sanki film) de unutuldukça güçsüzleşiyor. kısacası her şeyi ters yüz eden modernite vampir-insan ilişkisini de aynı yönde etkiledi: eskiden saf, dindar köylüye "kötü"yü örnekleyen vampirler bugün insanlıktan çıkmış insanlara insanlığı hatırlatmakla mükellef. filmin, kurtuluş için hala bir umut varsa bunun sanatta, sanatın da ortadoğuda filizleneceği yönündeki öngörüsü/niyet okuması de bu "gelenek" vurgusunu güçlendiriyor sanki.lakiiin... kendine böyle bir misyon edinmiş bir film evet, kağıt üzerinde güzel. ama "film" olarak olmuş mu, bence olmamış. vampir gençliğin dejenasyonu, "çılgın baldız gelir işleri karıştırır" eksenli hollywood klişesiyle verilmek zorunda değildi mesela. ya da bir ayağı geçmişteki her ama her filmde ısrarla tekrarlanan "schubert ipnesi de verdiğim parçayı nası havada kaptı" yollu esprilere gerek yoktu. tabii bunlar eğlenceyi arttırabilmiş olabilir ama şahsen ben gülmedim. salonda da sırf entel görünmek için gülmekte inat eden 4-5 kişi harici kimse kahkahadan altına sıçmıyordu. görsellik de iyi değildi açıkçası. ne ortadoğu ortadoğu tadı verdi, ne detroit kapitalizmin meskeni olduğunu hissettirdi. lan güzelim yasmine hamdan bile, ki sabah yataktan kalktığında kaşı gözü kaymış, ağzı yüzü şişmiş haline bile aşık olurum ben onun, afedersiniz götünde dildo kırığı kalmış gibi saçma sapan hareketler yaparak şarkı söylüyordu.bence iyi bir fikir olarak kalmış bu film. lisedeki herkesi tanıyan hafif kilolu merve gibi, güzel değil ama tanışmaya değer.
(sakarkral - 30 Eylül 2013 19:00)
jim jarmusch'un bu vampir denemesi, filmekimi'nin ilk gong sesi olmuştur benim için.-- hafif spoiler etkisi--filmin bir sahnesinde, detroit'in ıssız sokaklarında gece arabayla dolaşmaya çıkan adam ve eve, gökyüzüne bakarak, dünya'dan 50 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegenden bahsederler. gezegen; devasa büyüklüktedir, elmastan yapılmadır ve gong şeklinde ses vermektedir. işte bu da, aynı o gezegen hikayesi gibi bir film. alakalı alakasız, anlamlı anlamsız, hem uzak, hem yakın, hem devasa, hem değil... (kulağa çok karışık geldiğini biliyorum, ama ben ademle havva'nın yalancısıyım).gelgelelim filme... baştan sona tezatlıkların varlığını iyi dengelemiş jarmusch usta; siyah bir adem ile beyaz bir havva. yeryüzünün iki ayrı ucuna dağılmışlar. bir uç; daha sıcak ve mistik olan tanca'da, diğeri soğuk ve karanlık olan detroit'te. beyaz havva dış dünya ile iletişim halinde, siyah adem ise tüm iletişimini neredeyse koparmış ve tüm inancını kaybetmiş durumda. ama aşkları her şeye rağmen; tüm zıtlıklarına, tüm farklılıklarına, bütün yaşadıklarına rağmen hala devam ediyor. ve bu iki aşık vampir, yüzyıllık yaşamlarını zaman zaman döküp saçıyorlar bize de, ve bazı tanıdık isimler geçiyor cümlelerinden; tesla, schubert, einstein, darwin, shakespeare... nihayet, yüzyıllık deneyimleri neticesinde; üzerinde yaşadıkları dünyayı ve kaynaklarını durmadan tükettikleri için, insanları eleştirirlerken buluyoruz onları, kaçınılmaz olarak. "zombi"ler dedikleri, biz yaşayan ölüleri, yargılarlarken; havva'nın kardeşinin yaptığı hatanın, kendilerine ayna tutarak, eleştirdikleri tüketime ve zombiliğe birebir gönderme yapması, ve adeta kendi kurdukları tuzağa düşmeleri, bence jarmush'un filmde yaptığı en ince ve güzel eleştiridir. çünkü ölümlü ya da ölümsüz, yarınına devam etmek isteyen herkes bencildir ve bu içgüdüyle tüketmesi gerekiyorsa da, mutlaka tüketecektir.son tahlilde; yüzyıllardır yeryüzünde hayatta kalmayı başarıp, yüzlerce felakete şahitlik edip, belki binlerce insanla tanışıp, bunca değişime ortaklık edip, akıl sağlığını koruyup, hala aşık kalabilmek ne kadar efsane ise, vampir olmak da o kadar efsane... ikisi de o kadar namümkün. yine de unutmamalı; aşk eski bir yalan, ademle havva'dan kalan. bırakalım, bunun kanını biraz da vampirler içsin.kıssadan hisse: en çok, jarmusch'un her iki şehirdeki gece çekimlerini, filme cuk oturan oyuncukları ve ve ve mükemmel film müziklerini beğendiğimi söylemeliyim. baştan sona tüm müzikler arşivlenebilecek güzellikte. bunlar da hediyesi;1234567
(dolls - 30 Eylül 2013 23:23)
coppola'nın dracula'sını ayrı bir yere koyarsam beğendiğim tek vampir temalı film olabilir. insanlarda kablo nefreti uyandırıyor. verdiği sosyal mesajlar çok isabetli, ancak yekten söylemek yerine biraz daha üstü kapalı olsaydı daha çok hoşuma gidecekti.uzun zamandır şöyle bir düşüncem vardı: 18. yüzyılda yaşamış olan müzik üstadları, günümüzde yaşıyor olsalar elektro gitar çalıyor olurlar diyordum. filmde, benim bu düşüncemle paralel giden bir fikir yer aldığı için mutlu oldum diyebilirim.filmde iki gariplik var bence. biri, adam'la eve'in çıplak uyuduğu sahne. her ne kadar vampir de olsalar öyle yamuk bir şekilde uyunamaz yahu. diğeri de aşağıda.(bkz: elif şafak okuyan vampir)
(norman stansfield - 5 Ekim 2013 22:28)
--- spoiler ---scientist diyaloğu halen favorim olan film."and they're still bitching about darwin. still."--- spoiler ---
(slade junkie - 6 Ekim 2013 21:41)
tilda swinton'ın o süzülerek yürüdüğü ve kan almaya gitttiği ünlü sahne bana in the mood for love'daki bir diğer ünlü makarna almaya gitme sahnesini anımsattı. kadının yürüyüşü, dar sokaklar ve elbette filmin adı, temposu, karanlığı gibi unsurların da katkısıyla...
(rozi - 12 Ekim 2013 18:23)
filmekimi bünyesinde ancak en ön sıradan yer bulabildiğimiz için boynum koparak da olsa izlediğim ve oldukça keyif aldığım film. vampir temalı adam gibi bir drama filmine hasret kalmışız, kendi adıma en son lat den ratte komma in filminden benzer bir tat almıştım. iki film arasında konu bakımından dağlar kadar fark var elbette, ancak son on yıldır popüler kültür tarafından istikrarla ırzına geçilmekte olan vampir miti açısından değerlendirildiğinde her ikisi de başarılı, kendilerince konsepte farklı yorum katan yapımlar. bundan sonra çok hafiften spoyler.--- spoiler ---rockçı vampir muhabbeti lestat ile denenmişti daha evvel, fakat tom hiddleston bambaşka bir boyut getirmiş olaya. filme gitme sebebimdir zaten kendisi, açıkcası beklentim fazlasıyla karşılanmış olarak da çıktım salondan. tilda swinton, john hurt ve jeffrey wright da ayrı ayrı başarılılar rollerinde. oyunculuklar dışında filmin en fazla keyif veren yönü göndermelerdi şüphesiz. lord byron, franz kafka, nikola tesla, william shakespeare, franz schubert, jack white ve dahi elif şafak mevcuttu filmde; vampirler gibi kadim ve ölümsüz varlıkların konu alındığı, neredeyse tamamen diyaloglar üstüne kurulu bu gibi bir filmden beklenebilecek her türlü göndermeye doymuş olduk. iki saat boyunca en ön sıranın en solunda oturarak izlediğimden filme dair aklımda kalan en net görüntü de tom hiddleston'ın diyagonal görünümü oldu. bir de finalde udu eline alınca bir coşkun sabah tadı yakalaması. tilda da şarap gibi kadın. diyaloglar dolu ve düşündürücü. müzikler desen harika. bir başyapıt değil belki ama izlenir mi, kesinlikle.izleyin.--- spoiler ---
(bruce parkus - 16 Ekim 2013 01:00)
coşkun sabah'a selam çakan garipleme.
(puskinskaya - 17 Şubat 2014 15:41)
şu ana kadar izlediğim mükemmele en yakın film. bundan sonra en sevdiğiniz film anketlerinde gözüm kapalı bunu yazabilirim. yıllar boyu anne rice ve vampirler görüşme hayranı olarak gotik dünyanın kapılarında dolanan ben filmden lestat öldü adam çok yaşa diye bağırarak çıktım. filmde herşey o kadar tadında ki. bir adım daha fazla yapsalar emo olurlardı biraz daha eksik tadını vermezdi. müzikler, hikaye, filmdeki mistik hava tam anlamıyla oturmuştu. bundan sonra sevgili jarmush andy warhol filmi çekse izlerim. --- spoiler ---tom hiddleston sandman olmalı bence. yeni çekilen filme cast arayışındalardı sanırım bu filmi izledikten sonra adı geçmiştir. tilda swinton inanılmaz bir güzellik. tanrıça kavramını çok güzel yansıtmış. hem anaç ama aynı zamanda tutkulu. muhtemelen dönüştükleri zamanki mevcut yaş farkı aslında çok güzel verilmiş. çok beklentisi olan adam ve hoşgörülü eve. christopher marlowe'ın öldüğü sahnede nefesimi tutup eve'in kafasını kaldırmasını bekledim. eğer kan ağlasaydı sanırım ayağa kalkıp alkışlayacaktım. filmden şikayet edebileceğim tek şey bu sanırım. kız kardeş ava çok tatlı ama sanki biraz yüzeyseldi diğer karakterlerin yanında. ama insan hayatına adapte olmuş polisten korkan vampirler olaya gerçekçilik katmış. her gün haberleri okurken nefret ediyoruz ya insanlığımızdan, bunun yüzyıllar sürmesi bu hale getirir insanı muhtemelen. bunu anlatırken ergen sinirine kolay düşebilirlerdi. çok güzel nefret etmişler insanlıktan. hayran kaldım.--- spoiler ---
(catidakihatun - 17 Şubat 2014 19:06)
tom hiddleston'ın jared leto'ya, john hurt'ün ise ian mckellen'a benzediği; neyse ki tilda swinton'ın yine tilda swinton olduğu film.--- spoiler ---adam ve eve'in karizmasından gözleriniz acıyabilir.--- spoiler ---
(bozuk sut - 24 Şubat 2014 15:31)
çok hoş filmdir efendim. çok güzel. çok başka. --- spoiler ---ud çalan vampir var abi filmde. hem de tanca'da ud çalan vampir. hem de yanında dünyanın en güzel kadınıyla beraber. hem de kalan bir kaç yudum kanı mataradan paylaşıyor bu vampirler. matarayı da marlowe'dan almışlar. marlowe'da vampir burda. marlowe'un bilal diye öğrencisi var falan. daha ne olsun allasen.--- spoiler ---
(kafamla beraber - 24 Şubat 2014 18:41)
--- spoiler ---bu filmde adam & eve = yin - yang dir. tam anlamıyla hem de. adam ne kadar intihara meyilli, karamsar, içe dönük, depresifse eve de bir o kadar dışa dönük ve hayatın güzelliklerinden zevk alan, yüzyıllardır yaşıyor olmasına rağmen birçok şeyle ilk defa karşılaşıyor gibi heyecan duyan, adam'ın dengeleyicisi konumunda bir karakter. bu ruh halleri giyimlerine de yansımış haliyle (eve yoğun olarak beyaz adam ise siyah giyiniyor.) adam intihar için kendisine istediklerini tedarik eden ian'a ahşap kurşun siparişi veriyor. verdiği hammedelerden birinden yani dalbergia retusa'dan yapılan kurşun tedarik ediliyor ve adam'a ulaşıyor. ne var ki eve kurşunu buluyor ve kısa sürede tatlıya bağladıkları, ufak çaplı bir tartışma yaşıyorlar. filmin sonunda ise adam'ın detroit'teki evinden apar topar kaçmak zorunda kaldıkları için arkasında bıraktığı tüm enstrümanlarının yerini doldurması adına eve tanca'dan adam'a çok beğeneceği bir enstrüman hediye ediyor. udu kucaklayan ve arkasını okşayan adam'ın ağzından şu sözler dökülüyor. "dalbergia retusa". işte bu detay bile eve'in adam'a oranla dünya nimetlerinden olumlu yönde yararlanma konusunda ne kadar başarılı olduğunun bir ispatı. genel olarak film yozlaşmış dünyanın ücralarına çekilmiş iki bilge vampir ve yüzyıllardır süren aşkları üzerine. insanların ellerindeki değerleri geçmişten bugüne nasıl harcadıkları ya da bertaraf ettiklerinin anlatımı kimilerince kör parmağım kör gözüne gibi algılanabilir ama bence güzel yedirilmiş senaryoya. müzikler, mekanlar ve atmosfer, adam ve eve'in leziz diyalogları benim için oldukça doyurucuydu. yalnız her kitleye hitap eden bir film olmadığı açık. birçok sahnedeki göndermeleri anlamak için bilim, sanat, edebiyat alanlarında ciddi anlamda birikim gerekiyor. misal shakespeare'in eserlerinin aslında christopher marlowe tarafından yazıldığı iddiasının varlığından haberi olmayan bir seyirci neyin mücadelesini veriyor bunlar yaov diye düşünebilir. yine bir kısım seyircinin hazzetmemiş olduğu haşarı karakter baldız eva beni çok eğlendirdi. eva: yeees, adam is gonna take us out. (eveet adam bizi dışarı çıkaracak)adam: no, adam is not gonna take you out. (hayır adam sizi dışarı çıkarmayacak) (çıkardı) :)adam eva'ya hayır demekten usanmadı eva da reddedilmekten. son olarak o müthiş dans sahnesi ve çiftin uyku pozisyonları eritti beni. ne kadar estetik sahnelerdi öyle.şişirme hollywood filmlerinden bunalıp şöyle derin bir nefes almak için mutlaka izlenmeli bu film.--- spoiler ---son olarak tilda swinton 1- seni çok kıskanıyorum. (allah her kadına tilda swinton karizması versin.)2- öyle büyüleyici bir oyuncusun ki kıskansam bile keşke ölsen diyemiyorum. ve tom hiddleston: 1- aşığım sana, 2- kedi canını senin, sen dev bir kedisin, big cat you, maşallah hocam, inşallah hocam3- her iş elinden gelmese de olur delirtme beni
(glorious - 18 Nisan 2014 00:05)
yine izledim, yine bayildim. ama itiraf edecegim, jim jarmusch, tilda swinton gibi isimlerle damgalanmis olmasina ragmen, vampir filmi oldugunu duydugumda bir burun kivirdim once. fakat gercekten oyle gunumuz hype dizi/vampir filmlerinden degil. --- bu noktadan sonra biraz spoiler alert. asagida konu ve karakterler hakkinda az biraz baslangic bilgisi var.. filmin ilk 20 dakikasini ogreneceksiniz, ona gore..--- vampirlik temasi sadece bir arac olarak kullanilmis. filmin merkezinde, olumsuz, yuzyilardir yasayan, yuzyilardir birbirine asik bir adam and eve var. guzel olan herseye hayranlar, hoslarina giden birsey gorduklerinde, bir sure gulumseyerek kendilerini memnun eden seyin (muzik, kisi, siir.. her neyse) butunuyle tadina variyorlar. ciftimizin daha depresif olan bireyi adam, gittikce "zombilesen" insanlardan umidi kesmis durumda. kendi vucutlarini, dunyayi zehirledikleri yetmez gibi bu zombi kitlesinin, zaten cok az sayida olan sanat, bilim dehalarini da katlettigine inaniyor. ciftin daha umutlu bireyi eve ise hala insanliga inaniyor ve bugunun hayatini, teknolojisini (iphone'a karsi tvden goruntulu telefon sahnesi hostu) daha bir kabullenmis. adam'i depresyondan cikartmak icin yanina gitmekten baska care kalmayinca, guzelim tanca'yi birakip detroit'e gidiyor. o kavusma sahnesi, bence filmin en etkileyici saniyeleriydi. hakkini verip anlatamayacagim, izleyin, filmi bitirin, sonra tekrar o sahneye donup izleyin, o kadar guzel. onun disinda, muzikler sahane geldi filmi izlerken. sonra dinledigimde ayni etkiyi yaratmadilar bende ama filmle cok uyumluydular. bir de detroit'i adam'in gozunden gormek entersandi: eskiden sanata onem veren, zevkli binalarla donatilmis, cok guzel bir sehrin gunumuzdeki ghetto hali ve zombi insanlarin curutucu etkisi. filmin cok etkileyici bir karesi icin: michigan theater hall simdi bir otopark.kisacasi, izlemediyseniz, izleyin.
(meva - 4 Mayıs 2014 22:08)
geceleri güneş gözlüğüyle boş sokaklarda yürüme isteği uyandıran film.
(damdanakan - 4 Mayıs 2014 22:27)
filmi izledikten sonra aklima bu kadar uzun yasasaydim tarihe yon vermis bi cok yazar, ressam, muzisyen, bilim adami ile tanismis olma ihtimalim geldi. dusunsenize camus ile cafe de flore'da sarap icip monet'nin bahcelerini gezmis olabileceginizi.
(manuk - 17 Haziran 2014 18:40)
lat den ratte komma in filminden sonra vampirler bu kadar naifti. mystery train 'nin aurasını kendi ölülüğünden canlandırarak ortaya koyan film.funnel of lovekasbah rockers"`caprice no. 5 in a minor`" - `charles yang`"`can't hardly stand ıt`" - `charlie feathers`"`trapped by a thing called love`" - `denise lasalle`"`soul dracula`" - `hot blood`"`under skin or by name`" - `white hills`"`red eyes and tears`" - `black rebel motorcycle club`bill laswell - little village"`hal`" - `yasmine hamdan``öldüm...
(solarise - 21 Haziran 2014 00:31)
uzun süren bir bekleyişin ardından izledim filmi. net olarak söyleyebilirim ki jim jarmusch'un başyapıtı olmuş. filmle ilgili uzun uzun yazmak istesem de hala sindiremedim , midemde kocaman bir ağrı bıraktı.bildiğin üzüldüm , neden vampir değilim ben diye. o kadar özendim ki adam'ın yaşamına. yüzyıllar boyunca yaşasam dedim , yazılmış bütün kitapları okuyabilsem , çekilmiş bütün filmleri izleyebilsem , ne kadar enstrüman varsa çalabilsem , ne kadar dil varsa öğrenebilsem. varsın vücuduma değmesin gün ışığı , varsın güneşi göremeyeyim. adam'ın evine o kadar özendim ki , o dolu dolu olmasına rağmen aslında bomboş oluşuna , adam'ın kablo takıntısına. sonsuza kadar öyle yaşayabilirim , hiçbir şey yapmadan , sadece okuyarak , çalarak ve öğrenerek. her gece olmasa da arada dışarı çıkıp , kuytu köşede ne kadar bar varsa güneş gözlüğümü takıp , insanların arasına karışarak.film biter bitmez kendimi balkona attım , bir sigara yaktım. film üzerimde inanılmaz bir boşluk ve amaçsızlık bıraktı. ne kadar zamanımın kaldığını ve yapmak istediklerimi düşündüm. herhalde hiçbir zaman sığdıramayacağım ömrüme. sanırım yenilgiyi ilk defa kabul ettim. evet , ömren yenik başladım malesef hayata. bir film insanın hayatına yön verebilir hatta başlı başına değiştirebilir. jarmusch , benim hayatımı değiştirdin. o kadar sakinim ki iki gündür , o kadar boşum ki. ha son olarak ; ''excuse moi''
(hplovecraft - 25 Haziran 2014 16:28)
--- spoiler ---yüzlerce belki binlerce yıl yaşa, müziğin edebiyatın membalarından iç, 21. yüzyıla geldiğinde takılıp kalabildiğin son müzikal era 1960'lar... aslında bu adam'ın halet-i ruhiyesini özetleyen durum. 21. yüzyıl gereksizliği ve boşluğu, kablolarla birlikte bağlarımızı da kaybediyor oluşumuz.--- spoiler ---
(wiggin - 4 Temmuz 2014 10:21)
jim jarmusch’un yazıp yönettiği filmin başrollerinde tilda swinton, tom hiddleston ve john hurt var.--- spoiler ---adam ve eve, tıpkı adem ile havva gibi (aslında isimler mark twain’in kitabından alınma) doğumları belirsiz iki vampirin (ki vampir diye filmde hiç geçmese de) yüzyıllardır yaşadıktan sonra günümüzde onlara kamera doğrultmamız ile ortaya çıkmış bir film.hayalimdeki en güzel vampir hikayesini kaleme almış jarmusch. bütün önemli olaylara tanık olunmuş, sürekli öğrenilmiş, schubert’e beste verilmiş, kimisi zamanında marlowe olarak yaşamış ki efsanelere göre shakespeare’in yazdıklarının asıl sahibi olduğu iddiası mevcut. başlangıcı yok, finali yok, intikam yok, kovalamaca yok, kazıklar haçlar yok, sadece let me in filmindeki gibi davet edilmeyen eve girmeme düsturu mevcut. jarmusch’un kendisine has senaryosu, yormadan akış filmi. değişik bir başarı ancak yadsınamaz. iyi oyuncu da olması gerekiyor gerçekten de, hikaye ne kadar iyi olursa olsun taşıyabilecek oyuncular gerekiyor, mesela eve’in kardeşini oynayan aktrisin rolünün o kadar da uç olduğunu sanmıyorum, bizi onun olduğu kısımlarda filmden çıkarıyor.ilk başlarda daha çok aksiyon sahnesi varmış ama daha da çok koy diye tavsiye alınca jarmusch hepsini kaldırmış, iyi karar.--- spoiler ---
(feritezgi - 27 Ağustos 2014 00:28)
bu filme dudak büken; beyin kıvrımları olmayan kapasitesizler twilight falan izlesin.
(femmefatale - 5 Ekim 2014 00:08)
izlerken 90 kere falan durdurup muazzam detroit ve tanca manzaralarını tekrar tekrar seyrettiğim, çok güzel detaylarla bezeli bir filmdir. tilda swinton filmi kötü olamaz diyerek izlemeye başladım, ilk başta konu bir iter gibi oldu, ama müziklere, manzaralara ve hikayeye öyle kaptırdım ki film bittiğinde neredeyse alkış tutacaktım.--- spoiler ---ana karakterlerin isimleri eve ve adam'dır mesela. dünyanın iki ayrı ucundayken birbirlerine olan ihtiyaçları öyle büyür ki yeniden kavuşurlar. yan karakterlerden biri bilge ingiliz yazar christopher marlowe'dur, hani şu doctor faustus'u ve daha nicelerini yazan, william shakespeare ile arasında ölümcül bir hüsumet olan ve henüz 29 yaşında iken süikastle öldürülen.keza eve, uçak bileti almak için acenteye bilgi verirken kamera eve'in elindeki sahte pasaportlara zoom yapar. adam'ınkinde isim stephen dedalus'tur. james joyce'un alt benliği ve roman karakteri. eve'inkinde de daisy buchanan yazar, scott fitzgerald'ın the great gatsby'deki meşhur karakteri.--- spoiler ---
(sister blister - 12 Kasım 2014 22:00)
Yorum Kaynak Link : only lovers left alive