The Book of Eli (~ Tanrinin kitabi) ' Filminin Konusu : Amerikan yapımı filmi Albert ve Allen Hughes kardeşler yönetmiş. Kardeşler bu filmle ''From Hell'' (Cehennemden Gelen) filminden beri ilk defa biraraya geliyorlar.Başrollerini ise Denzel Washington , Gary Oldman , Mila Kunis , Paylaştığı '' The Book of Eli'' Distopik bir gelecekte geçen aksiyon / Gerilim türünde bir yapım.Filmde Güneş patlaması sonrası kavrulmuş dünyada sağ kalanların yaşam mücadelesinde Eli (D.Washington) adlı bir adamın yok olmanın eşiğine gelen insanlığı kurtaracak olan bir kitabı koruma mücadelesini anlatıyor.
American Gangster(2007)(7,8-365800)
Training Day(2001)(7,7-351104)
Man on Fire(2004)(7,7-302873)
Flight(2012)(7,3-318006)
The Equalizer(2014)(7,2-293702)
John Q(2002)(7,1-113600)
Deja Vu(2006)(7,1-272293)
Safe House(2012)(6,8-192105)
Unstoppable(2010)(6,8-184174)
2 Guns(2013)(6,7-181480)
The Bone Collector(1999)(6,7-139215)
The Taking of Pelham 123(2009)(6,4-174677)
fragmanlarını izlediğim de (bkz: mad max) i anımsatan film.
(webaslan - 27 Ocak 2010 20:00)
--- spoiler ---(bkz: elinin körü) --- spoiler ---
(assassin - 27 Ocak 2010 23:55)
30 sene boyunca yürüyüp yürüyüp, alcatraz'a ulaşamamış bir beceriksizin hikayesi.
(deep in dark - 5 Şubat 2010 14:55)
spoiler var bu entry'de, izlemeyenler okumasın.fakat okuduktan sonra "evet ya gitmiyim hakkaten" diyebilir ve zamandan kazanabilirsiniz, bunu belirtmek de boynumun borcu.**"dünyayı incil kurtaracak ve bir ayet ezberlemekle başlayacak her şey" anafikirli film. tamamen bu.eğer film eli'ın vurulup düştüğü yerde bitseydi bu anafikri "kılıç* kimdeyse süleyman odur" şeklinde verecektik ve iyi olacaktı. çünkü o zaman hiçbir din propagandası yapılmamış, aksine, din kitlelerin afyonudur temelli çok güzel bi altmetin oluşacaktı. ayrıca bu metni veren adam da mussolini okuyan bir adam olduğu için, (bkz. carnegie'nin ilk göründüğü sahne. kendisi mussolini okumaktadır) filmin mesajı çok daha güzel görünecekti. kitabın kitleler üzerindeki etkisi afyonlu olan, kitabı taşıyan eli'a kurşun işlemezken taşımayan eli'ın kütük gibi vurulması da süleyman'lı anafikrin temeli.ama ne oldu? eli oradan kurtuldu bi şekilde, iman gücüyle. "dağları deldim, bir başıma, çölleri aştım, bir tek ben, dımdımdım" diye şarkılar söyleyerek.ayrıca kitabını korurken de çok "önemli" mesajlar verdi bize. mesela neymiş, bize karışıldığı zaman şiddet kullanabiliriz, bir sakıncası yok. fakat gözümüzün önünde bir adam öldürülüp bir kadına tecavüz edildiği zaman (tecavüzü hatırlamıyorum ama olmuştur kesin) "seni ilgilendirmez, yoluna devam et" demeliyiz. sonra tanrı nasıl olsa bunu yapan damı karşımıza çıkaracaktır.gerçi eli buna sonradan üzülüyor, "kitabı korumaya o kadar takmışım ki onun emrettiği şekilde yaşamayı unutmuşum" diye. bunu, yolda kendisiyle gelmeye çalışan birini kurtardıktan sonra söylemesi inandırıcı değil. açıkça, senin işine yarayanı kurtar, yaramayanı kurtarma demektir bu. adamın kör olması, her şeyi koklayarak halletmesi hadisesi yüzünden filmin sonuna kadar anlaşılmıyor, burası tamam. ama saçma abi, anlamsız, 6. his'te adamın ölü olduğunu anlamamızdan bile daha anlamsız. hadi orda bir geriliyorsun, ohaaa adam ölü müymüş, azından mı öpmüş filan diyosun, sahneleri tekrar düşünüp "evet lan nası fark etmedim" filan diyosun. burda hiçbi şey yok. dünyanın en bi bambaşka sniper'ı lan bu. neresi kör. ya, dine bu kadar anlam yükledikten sonra kalkıp bir de "medeniyetler çatışması" ayağı yapılmasını kesinlikle anlamıyorum. çok keskin nişancı, çok iyi bıçak kullanır, on kişilik haydut ablukasından sırf incil taşıyıcısı olduğu için burnu kanamadan kurtulur... (bkz: hasiktir diyorum)hiçbir şeyin olmadığı dünyada envai çeşit ağır silahın olması enteresan bir şey olmuş. "bu ne saçmalık" diye giresim var, fakat öte yandan insan dediğinin ha işte böyle bir yaratık olduğunu göstermesi açısından o kadar da anlamsız değil gibi sanki. insanlar suyun derdindeyken yeniden bir dünya kurma çalışmaları ağır silahlarla başlıyor. çünkü insan olmak böyle bir şey.fakat allahını seversen, 30 yıl olmuş. 30 yıl, mevcut kaynakların kullanılıp tükenmesi için çok uzun. fakat o kaynakların tekrar bulunup üretime geçilmesi için fevkalade kısa. ha bir de ilk iş cımbız ve ağdayı tekrar icad etmiş bunlar. ablaların hiçbirinde kıl tüy problemi yoktu. bir de çok trendy'ydi o abla, wow dedim, iyi bumuşsun o kot pantolonu sen. tam bedenine göre bir cesetten mi topladın desem, yaşı tutmuyor. bilemedim artık. bir de ray ban iyi stoklamış malları bak herkese yaradı. motorola marka megafonlar da mesela, çok etkileyiciydi. "motorola forever" olmuş. nükleer savaşı bile tın'lamayan markalar olması bağlamında çok etkilendik. galiba apple ipod da bunlardan biri.şimdi aklıma geldi, dünyayı yok edecek çapta olmayan çernobil faciası yüzünden bir sürü garip doğum oldu, dna'lar bozuldu. bu filme konu olacak çapta bir nükleer patlamada, kalanların nasıl sağ kaldığı zaten tamamen saçma sapan bişey, sonra doğanlar nasıl o kadar düzgün tipli?son olarak, incil'in kuran'ın yanına koyulması jest değil sanki. "tamam o kadar gözlerine soktuk, bari diğerlerinin kitaplarına da köşede bir yer verelim de yine uçmasın bizim kuleler" filan gibi bişey. o kadar kutsal olan, 30 yıl boyunca her gün kör kör okunup ezberlenen, sırtında taşırken sana kurşun işlememesini sağlayan, kalan insanların liderinin peşinde koştuğu kitap hangisi? incil. ha ben olayın incil-kuran dengesinde değilim, kesinlikle. burada hinduizm propagandası yapılsaydı ona da takacaktım, sorunum anafikrin din eksenli olmasıyla. dünyanın anafikrinin din olduğu mesajıyla. bence gayet iyi bişey yapmışlar savaştan sonra kutsal kitapları yok ederek. (aslında sadece incil'in yok edilişine doğrudan atıf var ama tüm kitapları yaktıklarını düşündüm ben.) lüzumu yok tekrar aynı şeyleri yaşamanın, niye peşine düşüyorsunuz ki.tekrar edeyim, bu film eli'ın vurulduğu yerde bitseydi hem çok daha sorgulatıcı bir film olurdu, hem de carnegie ile vermek istediği "dinin kötü ellerde ağır silah olarak kulanılması" hadisesi mesajı çok daha doğrudan verilirdi. işte o zaman güzel bir film olurdu, hem de -eğer maksat insanları dine döndürmekse-çok daha iyi sağlanırdı bu. böyle olmamış. üzgünüm sayın yönetmen, yarı finale gelemiyorsun.
(dagny taggart - 7 Şubat 2010 09:45)
vatikan sponsorluğunda çekilmiş gibi duran, pek çok açıdan iyi bir film çıkartma ihtimali olan başlangıcına rağmen düz bir mucize filmi olmayı seçmiş, bittiğinde bir öğrencinin fazla basit bir soruyla karşılaştığında "acaba bir şey var da ben mi farkedemiyorum?" tepkisi gibi tepki verdirten film.
(kisiliksiz - 8 Şubat 2010 01:36)
--- spoiler ---biraz s.t.a.l.k.e.r., biraz fallout 3, biraz i am legend, biraz madmax, biraz da children of men (yani kayık sahnesi bu kadar mı benzer arkadaş (!) ) karışımı, yine bilinen medeniyetin sona erip joker'e selam edercesine milletin birbirini yediği, dinin kucaklayıcı ve kurtarıcı rolünü postmodern bir cleric ya da ruhban eliyle dünyaya kazandırmanın yolculuğunu ve zorluğunu anlatan, denzel washington' un zerre oyunculuğunu görmediğim, izlenilmesini tavsiye etmediğim,uzun metrajlı güneş gözlüğü reklamı.--- spoiler ---
(yusufozalper - 8 Şubat 2010 08:41)
--- spoiler ---keşke türkçe ismi "eli'nin körü" olsaymış. hem adam ama, hem de film yarrak gibi, o açıdan.--- spoiler ---
(alibeyler - 8 Şubat 2010 09:13)
ilk yarı kült olacak diye giderken ikinci yarıda tepetaklak olan film. inanç gibi bir olaya girip eliyi peygamberimsi bir duruma koyuyorsa daha çok mucize gösterip ikilemde bırakmasa ya da hiç girmese o konulara daha derli toplu bir iş olurdu. bunun yerine sinemalarımıza gelip gelmeyeceği belli olmayan post apokaliptik the road'ı tavsiye ederim.filmden verebileceğim bir not, dikkat edin gary oldman dracula'daki yaşlı haline gitgide benzemeye başlamış. hatta gönderme olsun diye birkaç yerde tıslıyor ve kız haç işareti yapınca hafiften geri kaçıyor.
(asden - 8 Şubat 2010 11:07)
yahu bu film için bir şey söylemeyecektim fakat buna kötü diyen filmden anlamıyor mealinde bir şeyler okudum ve kendimi tutamadım. aslında doğru söylemiş bunu yazan arkadaş. bu filme kötü diyen filmden gerçekten anlamıyor çünkü bu film kötü değil: çok kötü, berbat. 2010'un postman'i olmaya aday bir film. en kötü film seçilirse hiç şaşırmam. ben bu filme kanyon'da gittim. 35 dakika reklamımızı izledik güzel bir şekilde. kanyon sağolsun evde kumanda cihazımız olduğundan yeterince reklam izlemediğimizi düşünmüş olmalı bir ayda izlemediğim reklamı bir günde izledim sayelerinde. arkadaşların sinema ücretini de ben ödediğim için üç kişilik eleştireceğim filmi. çünkü niye? bana girdi ücret. ha sanki film güzel olsaydı üç kere mi mutlu olacaktım, öyle bir şey de yok. herşey paylaşınca güzel. filmi albert and allen hughes kardeşler yönetmiş. bunlar ikiz kardeş ve 12 yaşından beri film çekiyorlarmış. fakat filmografilerine bakıyorsun bir tane kayda değer film yok. 12 yaşından beri ne filmi çekiyorlar acaba bu a.koduumun bebeleri? sünnet filmlerini mi çekiyorlar, doğum günlerini mi kayda alıyorlar diye düşünmeden geçemiyorsun. bazı insanlar filmi fallout 3 oyununa benzetmiş (filmin senaryo yazarı gary whitta pc gamer editörü belki bu neden videogame'e benzediği konusunda açıklayıcı olmuştur), bazıları çakma mad max demiş, i am the legend'i çağrıştıran da bir şeyler var, fahrenheit 451'e göndermeler var, spaghetti western'lere atıflar var, blade’den sahneler var bu var. diğer bir deyişle filmden başka her şeye benziyor. beni ürküten şey amerikan toplumunun ve sinema endüstrisinin geleceği oldu bu filmle ilgili. zira türkiye'de izlediğimiz filmlerin çoğu hollywood yapımı filmler. amerikan halkındaki bu denyoluk katsayısı artmaya devam ettikçe, korkarım ki bundan daha kötü filmler gösterime girecek. illa filme gitmek istiyorsanız gidin tabii, filme gittiniz diye kolunuzu kesecek, kafanızı amerikan barın kenarına vuracak değilim...spoiler'a başlamadım henüz bu sahneler trailer'da vardı. --- spoiler ---post-apocalyptica bir sahne düşünün. nükleer savaş sonrası gibi veya nükleer bomba patlamış da her tarafa küller saçılmış gibi. ama nükleer savaş çıkıp çıkmadığı da belli olmasın. filmin sonuna kadar da ne olmuş niye insanlar manyaklaşmış öğrenemeden izle. sanki biri dünyanın renk paleti ayarlarına girmiş, “desaturate all” komutu vermiş gibi bir ortam. dünyanın canlılığı rengi gitmiş, her yer gri olmuş, her yer kahverengi siyah beyaz bok rengi olmuş. denzel washington, filmdeki adıyla “eli” bu nükleer savaş /güneş patlaması ortamında ayakta kalmayı başarmış bir hafızdır. kedi yağını dudak parlatıcı olarak kullanmak ve kentucky fried chicken marka kolonyalı mendille gusül abdesti almak gibi tuhaf alışkanlıkları olan eli, 31 senedir sırt çantasıyla yollardadır. süleyman demirel’in “yollar yürümekle aşınmaz” sloganını duyduğundan mıdır tanrı eli’ye bizzat vahiy yoluyla “yürü ya kulum” dediğinden midir bilinmez eli batı’ya doğru ha babam yürümektedir. (burada medeniyet batı’dadır gibi bir mesaj verilmek istenmiş miydi bilemiyorum ama ben aldım mesajı)eli, güneş patlamasını merak edip çıplak gözle izlediğinden görme özürlü, ve doğal olarak güneş gözlüklü olarak yaşantısına devam etmek zorundadır. ancak göremiyor olması onu yavaşlatmamış, aksine diğer duyularını güçlendirmiş ve gönül gözünü açarak onu hızlandırmıştır. eli adeta bir ayı gibi 30 metre ötedeki canlıların kokusunu alabilmekte, bir deve gibi tek matara suyla kilometrelerce yol alabilmekte ve kendisinden 50 metre ötede güç bela nişan almaya çalışan insanları alınlarının çatından vurarak indirebilmektedir.eli, gündüzleri yürümekte (bkz: blade daywalker), geceleri ise lpg taktırdığı şarzlı ipod’undan dinlediği al green şarkıları eşliğinde hatim indirerek kılıcını bilemektedir. madem ki ipod’u var, incil’in audiobook versiyonunu veya dijital versiyonunu download etmek yerine neden takoz gibi kitabı sırt çantasında taşımayı tercih etmektedir sorusunu ben de sordum ama cevap bulamadım.g.tünü güneşe veren eli, en ufak bir sapma yapmaksızın batıya doğru ilerler. bu arada karşılaştığı darp ve tecavüz gibi vakaları “bırak oğlum senin meselen değil, yolundan saptığına değmez, stay on the path, it’s not your concern, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ve tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın” gibi çeşitli rasyonalizasyon mekanizmaları geliştirerek görmezden gelir (belki de gerçekten görmüyordur günahını almayalım şimdi.)bu arada insanlık insanlığından çıkmıştır. su kaynakları mafyanın eline geçtiğinden ve herkesin maddi gücü kfc refreshing towel satın almaya yetmediğinden herkes leş gibi kokmaktadır. yamyamlık almış yürümüştür. etraf motorsikletli/katil/tecavüzcü/hırsızlardan geçilmemektedir. motorsikletli haydutlar insanları soymakta ve tecavüz ettikleri masum insanlardan temin ettikleri kitapları carnegie (gary oldman) adındaki acımasız ama karizmatik kasaba liderine sunmaktadır. carnegie’nin işlettiği kasabada dolar değişim aracı olmaktan çıkmış, yeni para birimi amerikan şaşal’ı olmuştur. su kaynaklarını elinde tutan carnegie’nin antika kitap toplamak, diktatör liderlerin hayatı hakkında yazılmış biyografileri okumak ve metresinin saçını şampuanlamak gibi tuhaf hobileri vardır. tesadüf bu ya, orpheum isimli kasaba’nın en popüler western barının (barın adı carnegie hall olsaydı bence daha şık olurdu) da sahibi olan carnegie de “tavuk suyuna çorba”, “da vinci kodu”, “bu dinciler o müslümanlara benzemiyor” tarzındaki best seller kitaplardan ziyade “the holy bible: king james version 2.0” gibi kutsal metinlerin arayışı içindedir. ona göre kutsal kitabın içindeki cümleleri kullanarak kitleleri ikna edecek, toplumun aklını alpp kendine bağlayabilecektir. (burada sanıyorum dinin istenirse kötü amaçlara da alet edilebileceği mesajı verilmeye çalışılmış, hatta filmin bir yerinde carnegie “it is not a book, it is a weapon” diyordu. ben de zannettim ki, eli filmin bir yerinde kitabı haydutlardan birinin kafasına vurarak pekmezini akıtacak, ama meğersem dinin mecazi anlamda silah olduğu kastedilmiş. yönetmenlerin bu vurgusu için de ayrıca kendi adıma teşekkür ederim. )ipodunun şarjını doldurmak için kasabaya inen hafız, burada engineer (tom waits) lakaplı bir eleman tarafından işletilen emanetçi dükkanına gider. akümülatör benzeri bir aygıtı mühendis’e gösterir ve dayı şarzı bitti bunun, sen şarz edersen sana bir zippo, üç tane kfc marka kolonyalı mendil, bir tane kürt poşusu ve taze sıkılmış kedi yağı veririm der. mühendis başta bu trampa teklifine pek sıcak yaklaşmaz ama eli, “bak bu kedi yağını dudağına sürüyorsun cildi yumuşatıyor, kfc’nin ıslak mendilleriyle de skini taşağını siliyorsun çok ferahlatıcı, refreshing bir his veriyor, zippoyla da kıllarımı tütsülüyorum ben…yani.. değişik oluyor…diyerek mühendisi bir şekilde takasa ikna eder. (aslında filmdeki tüm olayların örgüsüne bakınca, eli, i-podunu bir an önce şarj edebilmek için aslında rahatlıkla engelleyebileceği bir ırza geçme ve cinayeti görmezden gelmiş oluyor. acaba burada verilmek istenen mesaj neydi tam olarak? )neyse, bizim hafız eli, ipodu şarj oluncaya kadar mad max film setini andıran kasabanın post-nuclear strike spaghetti western barı olarak tanımlayabileceğimiz orpheum bara gitmeye karar verir. amacı matarasını doldurmaktır, kesinlikle belasını aramamaktadır dostum. ama bela kahramanımızı bir şekilde bulur. ne şekilde bulduğunu da anlatayım. eli, barda duran radyasyona maruz kalmış dejenere iran cinsi bir kediyi “pissst lan, fuck off” diyerek kovar. bunu fırsat bilen motorsikletli çetenin lideri, hey dostum, o kedi var ya, o kedi…o kedi 2-3 seneden beridir buradaydı, senden daha fazla hak ediyordu burada durmayı, o kediye yanlış yapan bize yanlış yapar diyerek kavgaya ortam hazırlar. daha önce bir çifte tecavüz edip öldürürken şahit olduğu çete liderinin hayvan sevgisini nedense pek inandırıcı bulmayan eli, adamın kafasını tutar bara geçirir. daha sonra etrafını saran insanlara önce incil’den ayetler okur, akabinde çeşitli uzuvlarını keser. carnegie, eli’nin mekanına gelip tüm adamlarını haşat etmesinden çok etkilenir ve ona bir gece bedava konaklama kazandığını müjdeler. ayrıca konukseverliğinin bir nişanesi olarak akşam, metresi claudia’nın (jennifer beals) kızı solara’yı (mila kunis), eli’yi hoşnut etmesi için odasına gönderir. burada, benim dikkatimi çeken bir şey, herkesin sapsarı dişlerle, sivilceli suratlarla ve cüzamlı ciltlerle dolaştığı bir ortamda solara’nın cilt bakımına gösterdiği özen ve bu konuda elde ettiği başarı oldu. sanki l’oreal paris güzellik enstitüsü piyasa penetrasyonunu artırsın diye solara’yı amerika’ya yaz stajı için yollamış da orpheum barda esir düşmüş gibi. carnegie, claudia’yı ve solara’yı tabiri caizse adeta birer seks kölesi gibi kullanmaktadır. solara’yı ikna etmek istediğinde, annesine zarar vermekle tehdit eder. annesine bir şey yaptırmak istediğinde solara’ya zarar vermekle tehdit eder. ana –kız, carnegie’nin bu ucuz numarasına rağmen köleliği sürdürür. (bkz: stockholm sendromu)eli, odasına gelen solara’ya elini sürmez. üstelik, 31 (yazıyla otuzbir) yıldır ömrü yollarda geçmesine rağmen. solara der ki, ne istersen yaparım. eli’de yine tık yoktur. solara konuyu şöyle özetleyeyim der, şayet sen beni skmezsen carnegie anamı skecek. tam böyle söylemez, ama bu mealde bir şeyler mırıldanır. eli’de yaprak kımıldamamaktadır. aslında bu noktada eli’nin kör olduğunu ve isminin de neden “eli” olduğunu anlamam gerekirdi. (bkz: eli short for elizabeth)… eli, solara’yı badem gibi ayıklamak yerine ona incil’den ayetler okumayı, sex yerine companionship’i, pompa yerine friendship’i tercih eder. neyse, ertesi gün carnegie, dün gece nasıl geçti, neler konuştunuz eli’yle diye sorar. solara da sanki sabaha kadar oral seks yapmışlar gibi konuşmaya pek fırsat olmadı gibi manidar bir cevap verir. daha sonra eli’den öğrendiği ayetleri hemen annesine satmaya çalıştığı için carnegie aradığı özel kitabın bizim eli’nin sırt çantasında olduğunu öğrenir. solara’yı çağırır. kitap nerede? diye sorar. solara, bu soruya “eli’nin köründe” diye cevap verir. carnegie, solara’nın saygısızca kendisini terslediğini düşünerek sinirlenir ama aslında solara doğruyu söylemektedir. kitabın sırrı gerçekten de “eli’nin köründe” gizlidir. carnegie adamlarından redridge’e talimat verir ve “please shoot this guy” der. fakat eli, ilahi bir görev peşinde olduğundan redridge arkasından sıkmasına rağmen kurşunları bir türlü isabet ettiremez. (bkz: bulletproof monk) fakat bizim kör hafız, attığını vuran yaman bir nişancıdır, turnayı gözünden kediyi götünden vurmakta hünerlidir. kör ve zenci bir clint eastwood düşünün, ama atsız olanını. (bu arada anti parantez filmin bir yerinde bir ara oldu. filmdeki su sıkıntısı beni de etkilemiş olmalı, su almaya gittim. filmden çıkanların %80’i de benim gibi su almıştır herhalde. fakat 0,33 litrelik suyun fiyatı 2,5 tl. suyun litresi 7,5 tl’ya geliyor. 95 oktan kurşunsuz benzinin avrupa yakasındaki pompa fiyatı 3,64 tl/lt. kendimi bir an için eli gibi hissettim. ama su gerçekten serinletti, kan gibi geldi, her kuruşuna değerdi. mecburen. ) neyse eli yollara düşer. solara da peşinden gelir, çünkü her nedense annesi solara’nın; yanında yarım metrelik bir machete taşıyan, kedi yiyerek beslenen, 31 senedir münzevi hayatı yaşayan ve “kitabı al, batıya yürü” şeklinde gaipten talimatlar duyan kör bir hafızın yanında daha güvende olacağına bir şekilde kendini inandırmıştır. eli solara’nın kendisine eşlik etmesini başta kabul etmezse de solara temiz su kaynağını gösteririm diyerek eli’yi ikna eder. eli, prensipleri olan bir adamdır. bu nedenle yola çıkarken yanına hiçbir suretle bir mataradan fazla su almaz. sadece elini yüzünü yıkamakla yetinir ve su kaynağının orada solara’yı kilitler. kendini bir şekilde kurtarmayı başaran solara, hep batıya gitmesine ve bayağı mesafe kat etmesine rağmen eli’nin çok önceden karşılaştığı tecavüz/gasp çetesiyle karşı karşıya gelir. eli bu arada her nasılsa geri döner. ok atmak suretiyle solara’ya saldıran adamlardan birini boynundan, diğerini ise çükünden vurarak öldürür. eli ve solara birlikte ilahi göreve devam ederler. yolda ruh hastası yaşlı bir karı-koca’nın çiftlik evini ziyaret ederler. victoria işi porselen ve silah koleksiyonu yapan manyak çiftin; çayın yanında insan pastırması atıştırma teklifini nazikçe refüze ederler. tam çıkacaklarken carnegie ve adamları çıka gelir. eve mermi yağdırmaya başlarlar. eli sazı, yani tabancayı yine ele alır ve görmeden yaptığı uzun mesafeli atışlarla uzun namlulu silahlarla nişan alıp ateş etmeye çalışan adamları bir şekilde alınlarının tam ortasından vurmayı başarır. bu arada karşılıklı makineli tüfek ateşi devam ederken, carnegie’nin ekibinden ben diyeyim iki kişi, siz deyin 4 kişi kocaman bir makineli tüfeğin kurulumunu gerçekleştirirler fakat herhangi bir yara almazlar. neticede yaşlı karı-koca ölür. carnegie, kutsal kitabı ele geçirir ve eli’yi karnından vurup öylece bırakır. solara’yı da alır kasabaya dönerlerken, solara psikopata bağlar ve şoförü boğma teliyle öldürüp araca birkaç takla attırdıktan ve el bombasını da gelen araçlardan birinin altına yuvarlayıp aracı havaya uçurduktan sonra eli’nin yanına geri döner. bu arada carnegie’nin arabasında ancak kasabaya dönecek veya solara’nın aracını takip edecek kadar benzin kalmıştır. kitaptan öğreneceği sihirli cümlelerle imparatorluğunu ilan etme saplantısı içinde olan carnegie tercihini kasabadan yana kullanır. kasabaya dönünce büyük bir hevesle kitabı açar ve burada farkına varırız ki kitap braille alfabesiyle yazılmış bir kitapmış ve eli ise körmüş filmin twist’i diyeceğimiz sahne burası ve filmin sonuna doğru öğreniyoruz. allaha şükür, carnegie “luke, i am your father” da diyebilirdi. aynı derecede mantıklı olurdu. bu arada ekstra bilgi: braille alfabesiyle yazılan bir incilin aslında 10 fasikülden oluştuğunu ve kütüphanede bir rafı tamamen kaplayacağını da öğrenmiş bulunuyorum. carnegie kör olan metresi claudia’yı çağırır ve kitabı okutmaya çalışır. claudia unuttum okuyamıyorum, adamlar barın altını üstüne getiriyor, ayrıca bacağın da ziki tutmuş diyerek carnegie’nin moralini iyice bozar. eli ve solara ise batıya doğru gitmeye devam ederler ve milli kütüphaneye dönüştürülen alcatraz hapishanesine ulaşırlar. her ne hikmetse tevrat, kuran, bhagavad gita, cevab veremedi gibi türlü türlü dini kitap vardır ama incil’in bir nüshası bile kütüphanede yoktur. burada eli, başlar hatim indirmeye, lombardi isimli philantrophist de “ulan sakın bu herif uyduruyor olmasın” diye en ufak bir kıllanma olmaksızın vahiy gelmiş gibi söylediklerini el yazısıyla yazar. sonra bunlar matbaada bastırılır ve sanıyorum insanlık kurtulur. --- spoiler ---
(powerbroker - 8 Şubat 2010 19:02)
herkesin aç-sussuz olup da ray ban taktığı tek film.
(eidos - 9 Şubat 2010 19:36)
ilk yarısı muhteşemdi de, ikinci yarıyı samanyolu tv'ye çektirmeseler iyiymiş.
(starborn - 15 Şubat 2010 16:22)
bu film için vatikan destekli film, incil propagandası diyenlere alternatif düşünce tekniği uygulamayı kendime farz görüyorum.şöyle ki;--- spoiler ---- hani filmin sonunda abi incili kuranın yanına koyuyor ya, buradan kuranın daha iyi korunduğunu, nükleer savaştan 30 sene sonrasında bile, hem de hristiyan bir ülkede var olduğu düşünemez miyiz?- hani film boyunca millet birbirini sikiyor çok afedersiniz, sonra da yiyor ya. belki film, bir dine ait olursan toplum bilincin olur mesajını vermiyor mu acaba?- hani adam incili ezberdern yazırıyor ve sozlugumun afacan yazarları bu konuda adam için "hatip, hafız" diyerek taşak geçiyor ya, hz.muhammed de kuranı çevresindekilere yazdırmıştı değil mi. demek ki senaristler buradan da esinlenmiş olabilirler mi hafız.- adam iç sesini dinleyerek batıya gidip alcatraza ulaşıyor. neden batı, neden alkadraz düşündük mü hiç? kıyamet gününde günes batıdan doğacak doğudan batacak ya hani. bu da sadece islamiyetin kıyamet alametlerinde yazıyor ya. demek ki senarist buraya da gönderme yapıyor olmasın sakın. ve ne hikmetse kitabı taşıdığı yer kitabın en güvende kalabileceği yer. orası da denizin ortasında bir kalenin odasında, diğer kutsal kitapların yanı.--- spoiler ---sozlugumun çok kıymetli yazarları, lütfen iki satır yorum okuyarak gelip sıvamayın buralara. kendi pencerenizden ve nasıl anlamak istiyorsanız onu yazın.
(nanu - 21 Şubat 2010 01:11)
fallout ortamını bir sinema filmine uyarlaması dışında herhangi bir çekiciliği olmayan bir film. gary oldman'ın oyunculuğu bile yetmiyor daha ne diyeyim. denzel washington en az oscar aldığı training day'deki kadar kötü. yan karakterlerin hepsi iğreti duruyor. fakat dahası da var...dahası şu: distopik filmlerin izlediği iki yol var amerikan sinemasında. birinci yol kolay olanı seçmek. distopya ortamını yalnızca fon olarak kullan, bol aksiyon koy, görsel ve işitsel efektleri abartarak gişeye oyna. i am legend bu yaklaşımın ürünü örneğin. sinema tarihine geçmezsiniz ama para kazanırsınız. zor olan ikinci tercih ise atmosferi gerçekçi kılmak ve hikayeye bağlı kalmaktan geçiyor. bunu başardığınızda film boyunca o karabasanı izleyici de yaşıyor. dark city, blade runner ve son gözdem the road ilk aklıma gelenler.the book of eli ise arada kalmışlardan. bir yandan atmosferi gerçekçi kılmak için çok çaba gösterilmiş, diğer yandan aksiyon sahneleri ile gişeye göz kırpılmış. ne var ki film bu haliyle ne isa'ya ne musa'ya yaranabilmiş. aksiyon severler için fazla durağan, distopya sevenler için yetersiz kalmış. incil üzerinden hristiyanlık propogandası eleştirisi ilk bakışta haksızlık gibi görünüyor. fakat kitap vurgusu fahrenheit 451'deki gibi merkezde olmadığı için ister istemez bu eleştiriler haklılık kazanıyor. hikayede gary oldman'ın kitap üzerinden egemenliğini pekiştirme ve geliştirme düşüncesi çok verimli bir alan oysa. maalesef yeterince odaklanılmadığı için bu nokta atıl kalıyor.güzel olma potansiyeli taşıyan bir hikayenin heba edildiği örneklerden biri olarak hatırlanacak bir film.
(gulhs - 23 Nisan 2010 12:43)
yapılan yorumlara bakarak izlemekten vazgeçtiğim ilk film olma başarısını göstermiş yapım. 4 sayfa yorum var, memnun olan adam yok.edit : izledim, gideri var, çok da kötü değil.
(kimlanbu - 9 Mayıs 2010 12:57)
kadim dostum gary oldman adlı şahsın yine,yeni,yeniden izlenebilir kıldığı bir film daha.bir diğer kadim dostum denzel washington ı biraz durgun gördüm ama sıcak falan normaldir.
(nikolai luzhin - 21 Mayıs 2010 21:40)
filmi izleyip çoğunluğun aksine beğenen bir avuç insandan biriyim sanırım.* ama izleyip de zevk almayanları da anlayabiliyorum artık. çünkü güzel film bak kesin izle diyerek felaket sonrası temalı filmleri tavsiye ettiğim bir çok insanın bu tür filmlerden zevk almadığını öğrendim. bu arada onlar da bu tür filmleri pas geçmeyi öğrendiler tabi. bu kadar spesifik bir tür için bu normal. ben de action crime adventure severim ama mafya filmleriyle aram hiç iyi değildir mesela. yani herkes her filmi sevmiyormuş. bunu ilk kez, waterworld gibi güzel bir filmin gişede sefilleri oynadığını öğrendiğimde anlamıştım. filmi beğenmeyenlerin de din, kfc, bilmem ne... gibi filmi 3 kez izleyen şahsımın neredeyse hiç takılmadığı konulara fazlaca kafa yormuş olmarını, atmosferin içine giremeden izlemelerine bağlıyorum. bu yüzden filmde ne arayacaklarını bilmiyor olmaları kuvvetle muhtemel. bizim* filmde salyaları akıtarak beklediğimiz şeyleri , burası saçma olmuş diye yorumlayabiliyorlar. senaryo gereği adam bir yere gitmek üzere yollara düşmüş. 30 yılını ve hatta hayatını buna adadığına göre yaptığı işe inanmış. ya bir garden of eden kit taşıyor ya da bir waterchip arıyor. insanlığın geleceği için uğraştığı kesin. motivasyonu başka bir şeyde bulmuş. taşıdığı şeyin incil olması bende farklı fikirler uyandırmıyor(zaten daha önce de bahsedilmiş, alcadrazda kitaplık sahnesinde, kuran' dan tutun torah'a bilmem kimin saintlerine, bilmem ne jewlerine kadar bir sürü dini kitap mevcut), aksine yolculuğunda kilometrelerce boş arazide karşılaştığı karakterlerin %90 ı gibi looting(tabi ki ölenlerin üzerini arayacak wastelandin kuralı bu), su, hatta yamyamlığa merak saranlardan farklı olarak, ona mistisizm ve ermişlik katıyor. olaya farklı açılardan baktığımız kesin sanırım.filmin içeriği hakkında söylenenlerin de çoğuna katılmıyorum. "dinin olmadığı yerde herkes tuttuğunu siker" değil, wastelandde herkes tuttuğunu siker derler aslında. millet su içemiyor hepsinde güneş gözlüğü var denmiş. böyle bir dünya için ikisi de essential*dır. o ray ban değildir, sadece iyi bir göz koruyucusudur. bilmem farkında mısınız ama körlerin bu ortamda ömürleri geometrik bir ivmeyle kısalır*. kötü adamların evi tararken birden bire swat kesildiği söylenmiş. küçük bir eve bazukayla dalıp evin yarısını havaya uçurarak bir yaşlı kadını öldürmek mi swatlık ya da ayakta sap gibi dikilen yaşlı adamı mitralyözle(ev kalbura dönüyor zaten) öldürebilmek mi swatlık. ya da bir metreden önündeki adamı vurmak mı anlayamadım! kitabı ışık olan yerlerde okuduğundan bahsedilmiş. filmde zaten kitabı toplamda 3 kere okuyor. gündüzleri yolda olduğundan yanlızca geceleri okuyabiliyor. filmin başında girdiği viranede ateş yakıyor ateşte kedisini kızartıp yiyor, müziğini orda dinliyor, e bırak da kitabı da orda okusun. zaten orda oturduğu için kitabı da orada okumuş oluyor, tersi değil. 2. gece lambayı redridge yakıyor zaten bizimki de içeri ansızın birinin girmesini engellemek için elinde kitap ve silahla yere çökmüş vaziyette. 3. gece de nükleer bacalarda konaklıyorlar. orada da bariz olarak ateşin başında değil zaten.--- spoiler ---bir çift laf da adamın kör olmadığını ya da vurulduktan sonra kör olduğunu düşünenler için söylemek isterim. filmi ilk izleyişimde kafama 1-2 saniye de olsa takılan ayrıntılar olmaktaydı. filmin sonunda netleştiler yalnız. daha önce yazılmış mı emin değilim ama ilk dakikalarda eli o viraneye gelmeden önce yolda bir arabanın yanında duruyor, arabaya yönelip önce elindeki torbayla hafifçe arabanın kapısına vuruyor. kapıyı açıp gaz pedallarını felan yokluyor! gereksiz bir sahne gibi görünüyor aslında. tabi biz elinin kör olduğunu düşündüğümüzde yürürken daha önce bakmadığı arabadan gelen ceset kokusunu farkedip birden başını çevirdiğini, arabaya yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol etmek için torbayı arabaya çarptırdığını ve cesetin ayaklarında ayakkabı olup olmadığını kontrol etmek için elleriyle yokladığını anlıyoruz. viranede içinde ceset olan kapıyı açtığında ceseti gördüğü için değil de tutmakta olduğu kapı yere kapaklandığı için korktuğunu görüyoruz. kuşun* sesini duyduktan sonra neden hiç gökyüzüne bakmadan okuyla vurduğunu, yaşlı çiftin evine girerlerken neden ilk basamağa ayağıyla vurduğunu/çarptığını anlayabiliyoruz. sabah olduğunu anlayıp uyanabilmek için neden hep güneş vurabilecek yerlerde uyduğunu görebiliyoruz.--- spoiler ---ulan ne savunmuşum be yuh..fallout esintili slow motionları ve renk tonları ve hatta çaresizliğin soundtracki *de filme süper uyan ayrı bir hava katmış. denzel washington da iyi uyum sağlamış filme. beğendim.bu kadar.
(melodica - 31 Mayıs 2010 21:57)
izlemeyi düşünenleri için özet --- spoiler ---kör bir adam incilin son nüshasını taşıyor--- spoiler ---(bkz: ben yandım eller yanmasın)
(rhan - 1 Haziran 2010 00:45)
--- spoiler ---kanımca filmin en güzel sahnelerinden biri, redridge'ın ölmeden önce arabadan inip güneş gözlüklerini çıkarması ve son kez güneşe çıplak gözle bakarak gülümsemesiydi. resmen hasret giderdi güneşle, gülümsedi ve öldü....--- spoiler ---
(rosencruz - 19 Haziran 2010 15:27)
--- spoiler ---gary oldman'in denzel abi'yi karnindan vurup uzerine egildiginde gordugumuz "signal tam koruma" reklam sloganli bembeyaz ve kusursuz disler, bize denzel abi'nin 31 yil boyunca muntazaman fircalamis olabilecegi disleri icin gereken dismacunu ve disfircasi stoklarini nukleer savas olmadan once biriktirdigini gosteriyor.--- spoiler ---dis sagligi tabi...onemli birsey;agiz sagligi...
(deus - 6 Temmuz 2010 09:24)
(bkz: hafız)
(terra incognita - 10 Temmuz 2010 03:36)
Yorum Kaynak Link : the book of eli