Koleksiyoncu: The Collector ' Filminin Konusu : Koleksiyoncu: The Collector is a movie starring Mithat Esmer. This is a documentary about a passionate collector. A man who has been collecting for 70 years, collecting everything one can imagine. A man who lives in his own house...
Ise yarar bir sey(2017)(7,6-668)
Oyun(2006)(7,6-125)
11'e 10 kala(2009)(7,2-1402)
Gözetleme Kulesi(2012)(7,1-1473)
the magus'un habercisi olan, arka kapağında yazdığına göre bir çok yayınevinden geri çevrilmiş bir kitap.. yavaş bir tempoyla başlıyor kitap hatta fred'in anlattığı bölümü okurken arasıra sıkıldım diyebilirim.. ancak kitabın ikinci kısmı yani miranda'nın günlüğü ile birlikte john fowles olayın kontrolünü ele alıyor.. sınıf çatışmasından dem vuruyor, resimlerden bahsediyor, shakespeare'e (özellikle the tempest) ve eski tanrılara göndermeler yapıyor, dönemin tartışılan konusu atom bombaları ile güç ve güce sahip olma hakkında yorumlar yapıyor miranda ve fred'in diyaloğu vasıtası ile..kitaba göre miranda ailesinin aksine kendi kendini geliştirerek sınıf atlamış, zeki, güzel ve yetenekli sanat öğrencisi.. bazı bölümlerde yaptığı espriler ile de espri anlayşının mükemmele yakın olduğunu gözlemleyebiliriz (ki kendisinden hoşlanmamı sağlayan yönüydü bu) miranda entelektüel birikimi ve zekası ile fred'e göre oldukça güçlü duruyor.. ancak fred'in de güçlü olduğu yanları var.. miranda'ya karşı olan fiziksel güç ve para üstünlüğü.. ama kitaba fred gerçekten tam bir hödük.. hiçbir şeyden anlamıyor ve hatta düzgün ingilizce bile konuşamıyor..işte kitap bu noktada güçten bahsediyor.. zaten kitabın asıl anlatmaya çalıştığı şey de zayıf zihinlerin sahip olduğu güçlerin dünyada yaşayan diğer canlılar üzerinde nasıl kötü bir etkiye sahip olacağıdır.. bunun miranda ve fred arasında tartışılmaya çalışıldığını ancak fred'in yetersiz altyapısı sebebiyle miranda'nın neredeyse sinir krizlerine girdiğini görüyoruz.. atom bombasına sahip olan devletlerin diğer devletleri nasıl ezebileceği (sağlıklı bir zihnin atom bombası atmak gibi bir kararı veremeyecek olması) ile ekonomik ve fiziksel güce sahip olan zayıf bir zihnin, gücsüz diğer bir insanı nasıl tutsak edebileceği arasında analoji kurulmuş..filmde ise bu derinlikte bir konu işlenmemiş.. miranda'nın zekası ve espri anlayışından zerre eser yok.. fred'in hödüklüğü bile tam belli değil.. ikili arasındaki sınıf çatışması bile sadece catcher in the rye üzerine konuşurlarken anlatılmaya çalışılmış.. yine de film gerilim türünde başarılı bir örnek teşkil ediyor..
(koparnick - 24 Temmuz 2008 23:02)
o güzelim kitabı bitirip üstünüzde hala şok ve hüzün duygusuyla filmi de varmış bi de onu izleyim derseniz yavan ve tatminkar olmaktan uzak bir uyarlama izlersiniz.filmi kitabının yanında alkolsüz bira gibi kalmıştır...... filminde ne caliban ın iktidarsızlığı, ne miranda nın karateri, yaşama sevinci ne de miranda ve caliban arasındaki sınıfsal ve dünya görüşü farklarından eser vardır. filmde miranda yı aşkları, o değişken, 20 yaşın tüm tereddüt ve hevesleriyle ayrı bir karakter olarak göremezsiniz. caliban ı ise kitabın 2. bölümünden farklı olarak miranda nın gözünden göremezsiniz. zaten filmdeki caliban da kitapta miranda nın tariflerinden daha farklı; daha sinematografiktir... bir norman bates bozmasıdır......hele son bölümlerdeki miranda nın hastalanmasından itibaren tam bir hayal kırıklığına dönüşür film..........yani.... the collector... j. fowles in büyücü den sonraki en güzel kitabı olabilir..... karakterleri, fowles in diyalog yazmadaki üstün yeteneği, olayların farklı karakterlerin gözünden tamamen farklı şekilde okuyucuyu da o yönde yönlendirerek anlatılmasıyla ve tabi finaliyle........ çok güzel bir romandır.....filmiyse kitabı okuyup beğenenlerde büyük hayal kırıklığı yaratacak niteliktedir...........not: the magus un m. caine li berbat uyarlaması da dikkate alınırsa sanırım fowles romanları sinemalaştırılmaya pek uygun değiller.... (fransız teğmenin karısı nı okumadım izlemedim...)
(pam - 3 Ağustos 2009 14:05)
william wyler'ın yönetmenliğini yaptığı, john fowles'un aynı adlı romanından uyarlanmış ingiliz gerilim filmi. terence stamp koleksiyoncu rolünde gençliği, güzelliği ve centilmenliği ile göz doldurur. samantha eggar kaçırılan kızdır, müthiş performansıyla o yılın golden globe ödülünü götürmüştür. film ayrıca o yıl 3 dalda oscara aday olmuş ama hiçbirini alamamıştır. müziğini maurice jarre yapmıştır.
(usak - 10 Aralık 2002 13:09)
--- spoiler ---tom ve jerry'e pek benzeyen film. tuzaklar vb bana aynen tom ve jerry izliyormuşum gibi his verdi.--- spoiler ---gerilimse evet insanı gerilime sürükleyen bir film. bu filmi izlemek zaman kaybı olmadığı gibi izlememek de pek büyük bir kayıp değil. canınız sıkılıyorsa izleyin gerilin.
(dragut rais - 29 Ekim 2011 23:44)
sarsıcı bir john fowles kitabı daha...kitap, aşık olduğu kızı kaçıran koleksiyoncu bir adamı anlatıyor ama kitaptan edindiklerimiz ve hissettiklerimiz muhteşem bir akış içinde sürekli değişiyor.--- spoiler ---para mutluluk getirmiyor; sınıf farkları hep sabit kalıyor... bununla ilgili fred'in parayı kazandığında gittiği bir restoranda, üzerine dikilen bakışları, fred'in duygularını betimleyen bir bölüm vardı, çok anlamlıydı. insanın büyüdüğü ortam, kişiliğini etkiliyor ama tamamen değil. insanın kendini eğitmesi mümkün. bunu, miranda'nın babasının, miranda'ya bu iki kötü kişiden nasıl bu kadar iyi bir kişi doğdu, gibisinden bir cümle söylemesiyle anlayabiliriz. bu da benim hep savunduğum, "insanın özü neyse odur, çevresel faktörler bunu yalnızca saklar ya da ortaya çıkarır" tezimi doğrular nitelikte...ilk bölümde, fred'in bakış açısıyla olayları okuduğumuzda stockholm sendromu'nun gerçeğe döneceğini, fred'in zavallı aşık bir adam olduğunu, hatta miranda'nın kendisine bu kadar iyi davranan bir adama niye böyle kötü davrandığını anlamakta zorlanıyoruz. çünkü fowles, muhteşem anlatımıyla, bizi empati yapmaya, kahramanları içselleştirmemiye sevk ediyor. biraz da miranda'nın başına birşey gelmesin korkusuyla, sanırım fred'in iyi bir insan olmasını çok istiyoruz.ikinci bölümde, tamamen miranda karakterine bürünüp, kapatılma duygusunu, öğrenmeye aç bir insanın hayattan kopuşunu, sanat ve yaratmak üzerine kafa yoran genç bir bireyin özgürlüğünün çalınmasını hissediyoruz. miranda, g.p ile olayları anlatmaya başladığında, kendi düştüğü durumla fred'in durumunu özdeşleştirdim biraz. ikisi de kör kütük aşık ve başka şeyleri göremeyecek durumda gibi geldiler. fred'in sınıf farkını görmezden gelmesi, miranda'nın yaş farkı meselesine eskiden çok takarken, aşkı için artık umursamaması gibi noktalar...bunlar ne olursa olsun "aşk" varsa mantık yoktur düsturunu savunuyor gibi. fred'in en büyük zayıflığını miranda'nın ona yaklaşmak için adım attığı gecede görüyoruz. burada fred'in ve miranda'nın bakışı inanılmaz zıt ve büyük bir yabancılaşma yaşanıyor. fred'in kafasında kurdukları, manyaklıkları, takıntıları burada baş gösteriyor ve kırılım noktası yaşanıyor. zaten miranda hasta olduğunda fred, eski duygularına tekrar kavuştuğunu söylüyor. çünkü o geceden, o kırılım noktasında sonra, aşık olduğunu zannettiğimiz fred'i değil, aşık olduğunu zanneden fred'i daha net görüyoruz.duygusuz ve cahil bir insanla konuşmanın ne kadar cinnet geçirtici bir eylem olduğunu feci halde hissettiriyor fowles, miranda karakteri ile. kendini geliştirmek yerine, sadece paranın satın alabileceği şeylere yönelip, karşısındaki o şekilde mutlu edebileceğine inanan fred'in tutumu, zaten bize kendisinin asla değişmeyeceğini işaret ediyor.ve o son: hazin.psikopatça, manyakça... rahatsız. miranda ne yapsa, fred'i aldatabilirdi, onu etkileyebilirdi diye düşündüm ama sanırım hiç bir şey. bir insanın karşısındakini kandırmak uğruna bile oynayamayacağı şeyler vardır. miranda'nın da dediği gibi; ne kadar senin seviyene düşmeye çalışırsam çalışayım, senden hep bir basamak yukarıda olacağım...--- spoiler ---muteşem ötesi bir kitap, psikolojik gerilim, iki farklı karakterin iç dünyasına yolculuk...
(black rose immortal - 25 Haziran 2014 09:07)
(bkz: john fowles)her ne kadar sürpriz olmasa da yine de arka kapağında sonunun yazması sinir bozan kitap.. bakınız kitabın sonunu soylemek diye bağırası geliyor insanın kitaba..
(locke - 11 Temmuz 2001 14:55)
herşey kelebek koleksiyoncusu olan gayet mülayim bir adamın, koleksiyonuna, ona kelebeklerden bile daha güzel ve çekiciy gelen bişeyi katmak istemesiyle başlar..
(kolonyali mendil - 19 Ağustos 2001 18:17)
bir john fowles romani; ilk defa okudugum bir yazar. kitabın ilk başlarında biraz burun kıvırmıştım ama ilerledikçe fikrim değişti. hatta büyücü* isimli romanını da aldım, okuyacağım.--- spoiler ---kolay okunan bir kitap ama basit değil. saplantısı dışında bir derinlik olusturamamış, sahip olduğu tek hobisi de bu saplantıya hizmet eden tuhaf bir adamın hikayesi. tuhaf dedim ama aslında bu insanlardan çok var, tuhafın ne olduğundan da emin değilim artık. yaptıklarına bakınca zebercet in eyleme geçmiş hali gibi. her şeyin çift kutuplu olduğu bir kitap; derinlik, sığlık, adam kendi içinde sıkışırken kadının fiili olarak kıstırılmış hali. belki de bu alıkoyma eylemi adamın bilinçsizce yaptığı bir kendini özgürleştirme girişimidir.--- spoiler ---
(loe - 13 Nisan 2017 17:13)
kitabin ilgin bir ozellligi; kacirilan miranda'nin yazdiklarinin koleksiyoncunun anlattiklarinin arasina hapsedilmis olmasidir. kitap koleksiyoncu ile baslar, miranda'ya gecer ve koleksiyoncuyla biter. boylece miranda'nin hapsolmuslugu kitabin yapisiyla da vurgulanir.
(tinca - 7 Nisan 2005 20:29)
"koleksiyonculugun her turlusu kotudur" diyen kitap. buyuk yazarlik, iki kisinin ayni durumla ilgili dusuncelerini, kendi dunyalarindan yola cikarak bu kadar inandirici bir sekilde anlatabilmek olmali.
(koyumavi - 30 Ocak 2002 15:37)
Yorum Kaynak Link : the collector