Big Fish ' Filminin Konusu : William Bloom, babası kanser nedeniyle ölüm döşeğinde olduğu için, aile evine geri döner. Gezgin bir satıcı olan babasını yakından tanımak için, efsanevi bir kişiliği olan adamın gençliğinde yaşadıklarına dair öyküler toplamaya başlar. Babasının yaşadıklarına dair efsaneler ve mitler, bir puzzle’ın parçaları gibi yerine oturacak ve anlaşılması güç olan adamın yaşamını zaferleriyle ve zaaflarıyla ortaya dökecektir.Daniel Wallace’ın kitabından uyarlandı. Tim Burton’ın her zaman olduğu gibi nefes kesici bir filme imza attığı söyleniyor.
Edward Scissorhands(1990)(7,9-413643)
Ed Wood(1994)(7,9-157138)
Moulin Rouge!(2001)(7,6-248900)
Beetlejuice(1988)(7,5-226512)
Batman(1989)(7,5-307698)
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street(2007)(7,4-317943)
Sleepy Hollow(1999)(7,4-301891)
Batman Returns(1992)(7,0-252099)
Big Eyes(2014)(7,0-79684)
Miss Peregrine's Home for Peculiar Children(2016)(6,7-136794)
Mars Attacks!(1996)(6,3-193839)
Dark Shadows(2012)(6,2-225881)
baba ile birlikte izlenildiğinde daha da vurucudur bu film. hele bir de size anlatacak o kadar çok hikayesi olup, bir türlü açılamayan, ancak siz uyurken sevgi dolu bir öpücük kondurabilen, iki duble içtiken sonra ağzı biraz laf yapmaya başlayan babanız varsa, tokat gibi gelir insana. filmin doğası gereği, bitiminde baba-oğul sarılıp ağlamanız gerekirken, ağzınızdan film hakkında bir laf bile çıkmaz, taş olur kalırsınız. ama anlatılmak istenilenler hem sizin, hem de babanızın gözlerinde sulanan bir gözyaşı olur. filmin bir babaya neler ifade ettiğini "oğlum gecenin bir vakti izletme böyle filmler bir daha" derken ve eliyle gözlerini silerken fark edersiniz.
(yonur - 9 Mayıs 2007 16:46)
daha çok sıcak olan yaralarımı deştiği için son 20 dakikasını ağlayarak izlediğim kocaman balık babamı çook özleten masal.. bana bir masal anlat baba, ırak'ta askerlik yap kulağındaki duyma kaybın çocukken geçirdiğin ateşli hastalıktan değil ırak'ta girdiğin operasyonda bomba etkisiyle olsun, komiserliğin hala bakırköy'de konuşulsun hep kahraman kal babacım.. tim burton a olan sevgimi pekiştiren yanımdayken kıymetini bilmediğim babam için vicdan azabı çekmeme neden olan film.
(hermia - 5 Aralık 2008 21:13)
din hakkında atıp tutan insanlara bir replikle çok şey anlatan filmdir, masaldır.tabii anlayana!- - - - - ed bloom: josephine, bilmem biliyor musun, kongo'daki afrika papağanları sadece fransızca konuşur.josephine: gerçekten mi?ed bloom: onlara ingilizce öğretmek olanaksızdır. ama ormanda dolaşanlar onların çok güzel fransızca konuştuklarını duyar. o papağanlar her konuda konuşurlar. politika, sinema, moda. din hariç her konuda.josephine: neden din hariç?ed bloom: din hakkında konuşmak kabalıktır. kimi inciteceğin belli olmaz.- - - - - (bkz: din hakkında konuşmanın ayıp sayılması/#13853534)edit: sayfa düzeni.
(schizomehmet - 4 Ocak 2009 09:05)
babamla aramızdaki iletişim, 3,5 yaşında olduğum zamandakinden çok ileri değil hala.zaten ilk önce 'anne' demiştim, çok iyi hatırlarım. bu konuda bile ikinci plana itmiştim onu. bunun sebebi ikimizin de sahip olduğu ketumluk ya da babamın otoriter tavrı olabilir, bilemiyorum. ama bildiğim, okuyup adam olana kadarki dönemde: "oğlum dersler nasıl gidiyo?", "iyi baba işte, idare eder.", ve sonrasında: "oğlum işler nasıl?", "iyi baba işte, idare eder" diyaloğundan çok öteye gidemeyen bir iletişim bu. yani türkçe bilmemiş olsam, turistlerin yanında taşıdığı 'pratik türkçe' kitapçığında yazan basit cümlelerle bile rahat rahat geçinebilirdim babamla, o derece. ama ihtiyacım olmadı tabi o kitapçığa.bir kaç arkadaşımla bunu paylaşınca gördüm ki aslında bu tip baba-oğul ya da baba-kız iletişimsizliği çok yaygınmış. tanımıyoruz abicim babamızı. çok iyi bilmiyoruz annemizle nasıl tanışmış, onu tavlamak için ne dümenler kurmuş, nasıl sevmiş, ne derece sevmiş. başından ne enteresan olaylar geçmiş. doğumumuzda ne yapmış, nasıl heyecanlanmış.. askerlik, iş, güç konularında belki ne badireler atlatmış.masal anlatmak için aslında öyle ahım-şahım bi hayal gücüne ihtiyaç yok ve herkeste az-çok bi hayal gücü var. ve bakıyorum 'konuşmak' için doğan insan çok hayatımızda, otobüste, markette, kafede vs. ama varsa yoksa siyaset, varsa yoksa futbol gibi samimiyetten uzak yüzeysellikler..belki de fırsat vermiyoruz babamıza.. bıraksak belki ne masallar anlatacak bize. belki nasıl abartacak sevdasını, belki annemiz için 'mecnun' olmuş da haberimiz yok.. belki askerde öldü sanılacak, birden çıkıverecek ortaya. belki iş hayatında iflastan son anda yırtacak sivri zekasıyla, ne bileyim.diyeceğim o ki, izleyin bu muhteşem filmi, keyfini çıkarın bi güzel. ama hemen sonra gidin babanızın yanına ve bu fırsatı verin ona. dinleyin onu, hayal gücüne sınır koymayın, sözünü kesmeyin bence.ben filmi izledikten sonra bunu yapmayı çok istedim ama yine yapamadım. aradım babamı, sadece hal hatır sordum.. "nasıl işler oğlum" dedi, "iyi işte baba, idare eder" dedim her zamanki gibi. ama eminim ki benim babam da çok büyük bir balıktı, herkesin babası gibi, yürekten inanıyorum buna.
(faceofsun - 17 Nisan 2010 22:25)
yetişkinlere yer yer neşeli, yer yer hüzünlü bir tim burton masalı daha. ama bu sefer biraz farklı. biraz farklı dedik ama tim burton tarzı sıradışı varlıkların ve tasarımların olmadığını düşünmediniz herhalde? hayatı boyunca başından geçen fantastik olayları anlatmaktan zevk alan bir baba ve anlatılanların sadece babasının hayal gücü ve yalanları olduğunu düşünen kızgın bir oğul. filmin çoğunluğunda baba edward'ın hayat hikayesini seyrederiz. izleyici olarak biz bile edward'ın anlattığı öykülerin doğruluğundan zaman zaman şüphe ediyoruz ta ki filmin sonundaki mezarlık sahnesine kadar.ufak ufak notlar :şair norther'ın yaratıcılığı spectre kasabasında yaşamanın verdiği rahatlıkla körelmiş ve 12 senede ancak 3-5 anlamsız satır karalayabilmiştir. aşırı rahatlığın insan beynine yaramadığını çıkartabilir miyiz?sirk patronunun karl'ı işe alırken "istem dışı kölelik" ve "insafsız sözleşme" kavramlarını kullanarak gösterdiği dürüstlük takdire değerdir.ayrı bir makale konusu olabilecek "erkeğin tüm uğraşına karşılık kız tarafının tek yaptığının seçim yapmak olması" olayına değinilen bölüme geldik. erkek olmanın zorlukları gözler önüne serilir. edward'ın azmine hayran kalmamak mümkün değil. ilk görüşte aşık olduğu kıza erişebilmek için sirkte işe girer. aslanın ağzına kafasını sokar. yemek yemeden ve uyumadan günlerce çalışır. kurtadama dönüşen patronu tarafından parçalanma tehlikesi atlatır. bıçaklanır. vurulur. sirkte 3 yıl gece gündüz bedavaya çalıştıktan sonra kızın adını ve okuduğu yeri patrondan öğrenebilmiştir. gidip kızı bulan edward görür ki kız nişanlanmış bile. uğraşıp çabalayan, zeki, yakışıklı adamın yerine bir gerzeğin gelip hatunu götürmesi olayı burada da yaşanmıştır. ama allah'tan kızcağız edward'ın çabalarına değer vermiş ve nişanlısının moron olmasının da sebebiyle "sadece arkadaş kalalım" moduna girmemiştir. kız böylece dilimizden kurtulur.diğer yazarların da farkettiği gibi film gerçekten de forrest gump ile benzerlikler gösterir. edward da forrest gibi hayat öyküsünü anlatır. ortak noktalar; alabama'lı olmaları. hayata karşı çok iyi niyetli ve aşırı iyimser oluşları. amerikan futbolu ve diğer alanlardaki başarıları. gün gelip de vietnam'a gönderilmeleri şeklinde sayılabilir. ayrıca duygusal senfonik müzikleri unutmayalım.filmdeki son öykü bu sefer ölüm döşeğindeki babaya oğlundan geliyor. oğul o güne kadar kullanmadığı hayal gücünü harekete geçirmek zorunda kalır. bu babanın huzur içinde ölebilmesi için oğlundan son isteği. hayal gücünüzü zincirlemeyin, sınırlamayın ve asla hafife almayın.
(reonox - 12 Aralık 2010 21:45)
sizi, bulunduğunuz mekandan ve zamandan koparıp, başka bir gerçeklikte büyüleyen bir film. içindeki çocuk ruhunun büyümesini engelleyerek, hayallerini gerçekliğinde yaşatmayı başarabilmiş, anılarını masallara, ömrünü efsaneye dönüştürebilmiş iyi niyetli bir insan, aşık bir koca ve sevgi dolu bir baba olan ed bloom'un bize anlattığı kendi hayat hikayesi...babanın anlattığı gerçeklik, oğlu tarafından gerçek üstü, aşırı, abartılı, absürt ve hatta yalan olarak yorumlanıyor. o evlat, hayalleriyle süslediği anılarının oluşturduğu hafızasının, babasının hayatı için önemini ve hatta babasının benliğini oluşturan en önemli yapı taşlarından biri olduğu gerçeğini uzun bir süre yadsıyor. oysa ki hafıza, olanı olduğu gibi hatırlamak değildir ve hiçbir zaman da böyle olmamıştır. insanın sahip olduğu anılar, zamanla eksilir, fazlalaşır, değişir ve en önemlisi de insanın ta kendisi, o anıları şekillendirir. aslında, yaşananlarla değil de, yaşananları zihnimizde hatırladığımız ve anlamlandırdığımız şekilde büyütürüz bugünümüzü ve biriktiririz geçmişimizi. bir adamın hayat hikayesini, kendi hafızasının içinden dinliyoruz, onun ne yaşadığını değil de, onun nasıl yaşadığını izliyoruz : "ne kadar büyük bir dünyan varsa, o kadar büyük bir balık olursun." izlediğimiz her görsel, anlatılan her anı, her insanın başına gelebilecek sıradan olaylar aslında; ama o olaylara ed bloom'un ruhu ve gözüyle baktığınızda, her özellik, her güzellik, her aykırılık daha fazla, daha abartılı, daha masalsı hale bürünüyor. işte o ruh, sıradanlığı sıradışılığa dönüştürüyor. ed bloom, anlarını ve anılarını süsleyen, keyiflendiren, masallaştıranlardan sadece...ve tim burton... herkes bir masal anlatabilir ve o masal, dinleyenin hayalinde kendiliğinden canlanıverir. ama bu nasıl bir yetenektir ki, bir insan bir hayali bu denli güzel görsele dökebilir, özellikle de bir gerçeğin masal halini, nasıl bu denli etkileyici ve inandırıcı anlatabilir, seyirciye aktarabilir...mükemmel bir film.
(sustum oturdum yerime - 4 Aralık 2011 20:58)
türklerin bu filmden etkilenme ihtimalleri daha yüksek. çünkü hamurunda bu derece masal barındıran başka bir millet yok. masalları severiz. imkansıza inanırız.gabriel garcia marquez'in yüzyıllık yalnızlık*'ına getirilen eleştirilerden biri de bu. marquez'in romanının içinde çok sağlam bir temel var, ama marquez'in bunu masalsı öğelerle süslemeye çalışması sonucu ortaya çıkan eser, klasik bir masal çarpıcılığında ve canlılığında değil. bu da, marquez'in beslendiği kültürde, masal ögelerinin çok fazla olmamasına bağlanıyor.böyle bir alaka kurdum. tebrikler bana.
(utkin graznikov - 14 Temmuz 2012 01:41)
yarısına gelmeden uyumak için seçtiğim film. fakat evdeki hesap çarşıya uymadı ve saat 4:30'a geliyorken salya sümük entry giriyorum...(bkz: ibne tim burton)
(ashvalanor - 28 Nisan 2013 04:24)
ancak ve ancak yolda yürürken kafasını kaldırıp pencereden bakan çocuklarla göz göze gelip çocuklara göz kırpanların seveceği film. en bi güzel filmlerden.
(fiberoptikkablosunatakilanadam - 14 Mayıs 2013 00:43)
oyle bir film ki bu, eger yaralarinizla cakisirsa konusu, cok yuceltebilirsiniz, eger alakasi yoksa kisilik unsurlarinizla, o zaman da buyuk ihtimalle ciciii ciciii diye seversiniz ama iste sonra ortalama filmler klasmanina atabilirsiniz. film beni benden aldi itiraf etmek lazim; belki tavsiye uzerine gittigim icin, belki etkilenmeyi amacladigim icin; belki de korkunc hava kosullarini yenerek ulastigim icin ona. bircok olaganustu guzel ayrinti yaninda unutulmaz sozlerden biri olarak su (hatirladigim versiyonuyla) gecebilir film tarihine eger daha once raslanmamis ise: most of the time, what we think of as evil is just lonely (kotu olarak adlandirdiklarimiz cogu zaman sadece yalnizdir- kotuyle oyun oyna ve artik seni isirmiycak). pearl jam'den the man of the hour parcasi ise filmi golgede birakacak bir etki yapmakta insana.
(yummy - 10 Ocak 2004 05:58)
fantaziyle gercegin, paranoyayla inanmanin guvenmenin sinirlarinda gidip gelmenin oykusu..bir babayla oglunun olume dek suren inatlasmasinin oykusu.."when you see the love of your love, time stops..but when it starts again, it is much faster than you can catch up with it"..bazi sakalar vardir, o kadar cok duyarsiniz ki ustuste artik gulmezsiniz, hic komik gelmez; ama aradan uzun zaman gecer hic ummadiginiz bir zaman ve yerde yeniden duyar ve kahkahalar atmaya baslarsiniz..bir adam dusunun ki hep hikayeler anlatiyor ve en sonunda o hikayelerdeki adam oluyor..oyle bir sey iste..bu arada billy crudupun da guzeller guzeli bir adam oldugunu soylemeden gecmeyelim..
(griselda - 24 Ocak 2004 05:09)
eğer tim burton olsam bu filmden sonra başka film çekmezdim. ya da herhangi bir yönetmen olsam, daha iyisini nasılsa yapamam diye mesleği bırakırdım.işte öyle bir film.
(efebb - 10 Kasım 2013 18:30)
küçük prens tadında bir tim burton filmi.
(bruthuss - 19 Nisan 2004 05:12)
bence beetlejuice ve edward scissorhands ile beraber burton'ın en iyi üç filminden biridir. ama bana öyle geliyor ki senaristleri ve romanın yazarını daha çok kutlamak gerekir. hikaye ve senaryo o kadar iyi ki, roland emmerich çekse bile bi şeye benzerdi. ayrıca bu filmi beğenmeyen eleştirmenlere bi çift lafım var. (bkz: fuck you)
(yorb - 16 Mayıs 2004 17:25)
tolkien'in hayatından esinlenmeler olduğunu düşündüğüm film. bugün tolkien'in ölüm yıldönümü olduğuna göre bunu yazmak için daha uygun bir gün olamazdı. tolkien, güney afrika'nın bloemfontein şehrinde dünya'ya gelmiş. bu kelime hollanda dilinde (felemenkçe'nin hollanda lehçesi) çiçek şelalesi anlamına geliyormuş. filmdeki ana karakterin adıysa ed bloom. bloom ise çiçek açmak demek (thank you captain obvious). çok zorlama bir çıkarım gibi durabilir ama yine de bir benzerlik olarak dikkatimi çekti; ki gerçekten böyle bir esinlenme olup olmadığını da bilemeyiz. tolkien doğduktan bir süre sonra iklim zorlukları sebebiyle tolkien ailesi baba tolkien'i geride bırakarak ingiltere'ye geri döndü. baba arthur'un geri dönmesini beklerken bir süre sonra ölüm haberini aldılar. anne mabel bunun üzerine çocuklarını alıp sarehole adlı küçük bir köye yerleşti. bütün bu ayrıntıyı niye anlattım: bu köy küçük tolkien için masalsı bir yerdi ve hayatında derin izler bırakmıştı. hepimizin yakından bildiği hobbitlerin yaşadığı shire'ı yaratırken de bu köyün kendisinde bıraktığı izlerden esinlenecekti.peki filmle ne alakası var? sarehole köyü'nün yakınındaki moseley bataklığı tıpkı köyün kendisi gibi eserlerini yaratırken ilham aldığı ve kendisini derinden etkilemiş yerlerden biriydi. filmdeyse ed'in oğlu will eşiyle birlikte -ed'in bozulan sağlığından dolayı- alabama'ya geri dönerken(bu arada tersten de olsa bir babayı kaybetme durumu var, tolkien'in hayatına benzer şekilde) uçakta babasının ona anlattığı ve hiç inanmadığı hikayelerden birini anımsar: hikayeye göre ed küçükken arkadaşlarının gazıyla bataklığın ortasındaki cadı'nın(helena bonham carter) evine girmiştir ve cadı da ona cam gözüne bakmasını söyleyerek nasıl öleceğini göstermiştir. will tabi babasının hikayelerinin hiçbirine inanmaz. kendisine hiçbir şey hakkında doğru şeyi söylediğini düşünmemektedir. yani bir anlamda babasını ve babasının renkli dünyasını anlamamaktadır. tolkien de yaşadığı dönemde ciddiyetsiz ve faydasız eserler vermekle suçlanmış ve eserlerinin çok sevilmesine rağmen ''nasıl olur da bir oxford profesörü masal kitabı yazar?'' gibi eleştiriler de almıştı. ed bloom'un yaşadığı maceralardan etkilenip onları güzel hikayeler anlatmak için kurguladığı şekilde tolkien de shire köyünü yaratırken olduğu gibi yaşadıklarını ve gördüğü ilginç şeyleri eserlerinde kullanıyordu. ed'in uzun boylu karl'ı bir dev olarak, yolculuğu sırasında rastladığı spectre kasabasını insanların gereğinden fazla misafirperver olduğu fantastik bir yer olarak anlatması gibi, tolkien de gençliğinde yaşadığı birmingham'daki ''perrott'un divaneliği''* adı verilmiş bu kulelerden etkilenmişti. samwise gamgee'nin soyismi olan gamgee ise yerel bir pamuk markasıydı.bir de aşk konusu var. ed bloom gerçek aşkı olduğunu düşündüğü sandra'yı adını öğrenebilmek için üç yıl sirkte çalıştıktan sonra bulup aşkını itiraf ettiğinde karşılık göremez çünkü sandra başkasıyla nişanlıdır. tolkien de 16 yaşındayken hayatının aşkı edith'le tanıştı fakat annesinin de ölümüyle gözetimine verildiği peder morgan görüşmelerine izin vermedi. o da eğitimine devam etti ve 21 yaşını doldurduğunda hiç aklından çıkaramadığı edith'i tekrar buldu. üstelik tıpkı filmdeki gibi edith de tolkien onu tekrar bulduğunda bir başkasıyla nişanlıydı. bu yine de evlenmelerine engel olmadı, ed ile sandra'ya engel olmadığı gibi. (ed ile edith benzerliğine değinmiyorum bile.)tolkien'le edith evlendiği sırada 1. dünya savaşı çoktan başlamıştı. kısa süre sonra tolkien de orduya katıldı. savaş tolkien'in üzerinde büyük etkiler bıraktı ve hayatının büyük kısmını oxford'da geçirdi. ed bloom da evlendikten hemen sonra orduya katılmış, savaştan döndüğünde aynı şekilde hayatını toparlamaya çalışmıştı.filmin sonundaysa babasının hikayelerini will tamamlar ve onun son hikayesini bizzat kendisi anlatır. düş gücünün önemini kavramış ve babasının ona çok yabancı dünyasına aşina hale gelmiştir. j.r.r tolkien'in bıraktığı notların da oğlu christopher tolkien tarafından incelendiği ve babasının yarım kalan hikayesini oğlunun nihayete erdirdiği malumdur. ayrıca tıpkı tolkien'in notları olduğu gibi filmde will de babasının deposundaki eşyaları babasının anlattığı her şeyin uydurma olmadığına dair delil olarak incelemiştir.not: tim burton filmi çekerken bu benzerliklerin belki de farkında değildi. film abd'li yazar daniel wallace'ın aynı adlı romanının sinema uyarlamasıdır. her ne kadar j.r.r. tolkien'in hayatından esinlenildiğini düşünsem de benzeyen yanları kadar benzemeyen yönleri de bulunabileceğinden böyle bir esinlemenin olup olmadığını yazarın kendisinden başkası söyleyemez. tesadüf bile olsa bir de bu açıdan bakmış olduk: fena mı?
(gonulsuzlerin haydar - 2 Eylül 2014 17:35)
tim burton'ın şu ana kadar çekip çekeceği en az masalsı ve en gerçekçi filmi. filmin ana fikri ise kanımca 'hayatın kendisi sıkıcıdır, onu süsleyin, bezeyin, masallaştırın ki (hem anlatırken hem kendi kafanızda) hayatınıza renk gelsin'dir. aynı tim burton'ın filmlerindeki gibi....
(aksamgunesi - 12 Haziran 2004 02:14)
-bir buz dağına benziyorsun baba, sadece %10 luk kısmın gözüküyor, gerisini görmeme izin vermiyorsun.-nasıl yani, çeneme kadar mı görüyorsun?filmi özetleyen bir diyalog bence...
(bruthuss - 22 Kasım 2004 14:43)
"saldırgan ve kaba insanlar, aslında sadece yalnızdır ve eşlik edilmeye ihtiyacı vardır" sözüyle beni benden alan film. yine tim burton, yine tim burton, durduramıyoruz, engel olamıyoruz.
(eeeeh - 11 Mayıs 2005 17:18)
filmi izleyen herkesin içinde ortak imgeleri ve sözcükleri yaratan harika bir film. masal, ılıklık, çocukluk, büyü, naiflik, yumuşaklık...ama tek bir kelime ile anlatılsa masalsı olurdu sözcüğümüz... hayatı güzelleştirmenin öykülerle, gerçekliğe kattıklarımızla mümkün olduğunu öyle güzel anlatmış ki..--- spoiler ---jessica lange kadar aşık bakan bir kadın ve hayatının aşkı için mücadele edip de onu kazanan ve hep layık kalan bir adam.. filmdeki aşk öyküsü fazlasıyla etkileyiciydi.. masalsı bir aşktı evet salya sümük izlettiren şeydi filmi. hele küvet sahnesi...ebeveynlerimizi yargılarken ne kadar sert olabildiğimizi de yüzüme çarptı. "bırak anlatsın hikayeleri işte neden gerçeği arıyorsun" diye öfkelenir bulunca kendimi oğula, herkesin kendinde olmayana nasıl da özendiğini ve değer bilmediğini fark ettirdi. çocukların ne kadar nankör olabildiğini gösteriyor çünkü...ve sonunda gözyaşlarıyla vardığımız nokta onlara benzeyen öykülerimiz oluyor...ya erken ya geç gelinen kentleri, ne zaman ve nasıl öleceğimi bilmek isteyip istemediğimi düşündürdü...küçük jenny karakterine, balığı yakalamak için yüzükle gitmek gerektiği sözüne, çıplak ayakla da olsa, canınız çok acıyarak da olsa gitmeniz gereken zamanda bir kentten ne olursa olsun ne kadar güzel olursa olsun gitmeniz gerektiği fikrini ifade ediş biçimine hayran bıraktı.aşık olunan anda zamanın duruşu ve hızlanışı ise bir mucizeydi.. masalın en güzel yeriydi... aşık olunan an için bir sirkten daha büyülü bir mekan da düşünülemezdi. metafor olarak bakıldığında sirke daha da büyüyor fikri...uzun zamandır izlediğim en ama en güzel filmdi... insanın hayatında izlememiş olmaması gereken filmlerden biri... mutlaka ne yapılıp edilip izlenmeli.. hayatta bir pencere açıyor.. masalları öylesine özlemişken hala gözyaşları dökmenizi sağlayabileceği gibi, hikayelerinizle, öykülerinizle yaşayacağınızın umudunu da yaşatıyor...dolu bir hayatı yaşayıp aşka o hayatta sağlam ve temel değeri verip o hayatı güzel öykülerle anlatmayı başarabilirseniz cenazenizde gülümseyen yüzler görürsünüz...--- spoiler ---mutlu bir filmdi bu... ağlamamız kendi hayatımızın eksikliğinden....
(pati - 4 Ocak 2006 14:56)
defalarca izlenebilir filmler listesinde olan bir tim burton klasiği.. kanımca filmin tek eksiği johnny depp'dir.*
(suyunrengi - 15 Ocak 2006 00:13)
Yorum Kaynak Link : big fish