Süre                : 1 Saat 56 dakika
Çıkış Tarihi     : 10 Kasım 2016 Perşembe, Yapım Yılı : 2016
Türü                : Drama,Gizemli,Bilim Kurgu,Heyecanlı
Taglar             : Yabancı temas,dilbilim,dilbilimci,Doğrusal olmayan zaman çizelgesi,Anne kız ilişkisi
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Lava Bear Films , FilmNation Entertainment , 21 Laps Entertainment
Yönetmen       : Denis Villeneuve (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Eric Heisserer (IMDB)(ekşi),Ted Chiang (IMDB)
Oyuncular      : Amy Adams (IMDB)(ekşi), Jeremy Renner (IMDB)(ekşi), Forest Whitaker (IMDB), Michael Stuhlbarg (IMDB), Nathaly Thibault (IMDB), Leisa Reid (IMDB), Mark O'Brien (IMDB), Tzi Ma (IMDB)(ekşi), Julia Scarlett Dan (IMDB), Abigail Pniowsky (IMDB), Frank Fiola (IMDB), Russell Yuen (IMDB), Ruth Chiang (IMDB), Julian Casey (IMDB), Max Walker (IMDB), Pat Kiely (IMDB), Joe Cobden (IMDB), Larry Day (IMDB), Philippe Hartmann (IMDB), Genevieve Sirois (IMDB), Kathleen Stavert (IMDB), Andrew Shaver (IMDB), Christian Jadah (IMDB), Carmela Nossa Guizzo (IMDB), Bineyam Girma (IMDB), Mustafa Haidari (IMDB), Shawn Campbell (IMDB), Anana Rydvald (IMDB), Tammie Sutherland (IMDB), Daniel Esteban (IMDB), Michael Nangreaves (IMDB), Brittany Teo (IMDB), Hal Roberts (IMDB), Leslie Baker (IMDB), Karen Belfo (IMDB), Chloë Bellande (IMDB), Robert D. Morais (IMDB), Laurean Adrian Parau (IMDB)

Arrival (~ Gelis) ' Filminin Konusu :
California Çölü'nde, Derin Uzay Araştırma İstasyonu'nda 40 metrelik bir parabolik radar ile çalışan Zane Ziminski uzayın derinliklerinde hayat ışığı arayan bir bilim adamıdır. Araştırmaları sırasında shock sinyalleri saptar ve bunları DAT kasetlere kaydeder. Nasa'nın ilgisini çeken bu kasetler, gelişmelerin sadece başlangıcı olur çünkü Meksika'da bir yerde bu sinyallere uzaya doğru cevap verildiği anlaşılır. Uzaylılar var mı? Varsa nerdeler, Dünya'da mı?

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Arca CinemaGiovani Award-Best Film in Competition, Future Film Festival Digital Award
Academy Awards - Oscar:En İyi Ses Kurgusu
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Sound


2017 Top 10 / 10
  • "(bkz: ey edip adanada pide ye)"
  • "bilim- kurgunun efekt pornosu yerine beyinle hasıl olduğunda ne derece muhteşem bir tür olabildiğinin ispatı film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    bir bilimkurgudan ziyade insan ve dil ilişkisi üzerine felsefi bir film.

    --- spoiler ---

    filmin en güzel mesajlarından biri de kullandığı dilin insanın düşünce yapısını değiştiriyor olması. lousie heptapodların dilini öğrenip o dilde düşünmeye başladıktan sonra zaman ötesi bir görüye ve düşünce yapısına sahip oluyor.

    bu da demek oluyor ki günlük hayatta kullandığımız dil, kavram ve ifadeler yapabileceklerimizin sınırını çiziyor, düşünce yapımızı belirliyor.

    ---
    spoiler ---


    (lesanspapier - 12 Kasım 2016 12:00)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmi izleyen bizler filmin içindeki askerler gibi zamanı doğrusal olarak algılamaya çalışıyoruz. o yüzden filmin başında gördüklerimizin hikayenin de başında yer aldığını varsayıyoruz. mesela lousie askeri üsse ilk geldiğinde doktor ona hamile misin diye sorunca verdiği cevap çocuğunu kaybetmiş bir annenin değil de daha hiç çocuğu olmamış bir kadının cevabına çok daha yakın. ya da louise ve ıan konuşurken louise'in bekar olduğunu belirttiği an kocasından ayrılmış bir kadından çok hiç evlenmemiş bir kadının vereceği bir cevap. aynı şekilde, forest whitaker'ın karakteri ve diğer askerler de sürekli gelecekte neler olacağını öğrenmeye çalışıyorlar, öğrenememekten çok korkuyorlar. çünkü onların da zaman anlayışı doğrusal, her şeyin bir başlangıcı ve sonu var.

    heptapod dilini konuşanlar içinse zaman doğrusal bir yapıda değil. filmin yönetmeni de heptapod dilini konuşanlardan bir tanesi. film yapılırken iletmek istediği düşünce, hikaye ya da her neyse film dili sayesinde bir anda hepsi ifade edilebiliniyor. film yapılırken her sahne bir öncekinden ve bir sonrakinden haberdar. filmin son hali de heptapodların çizdiği bir sembol gibi, her şey tek bir işaret içinde, başı ve sonu bir arada. yani bir nevi arrival film aracının, film dilinin potansiyelleri, yapabildikleri üzerine bir film.

    ayrıca blade runner 2049 için heyecanlandıran filmdir arrival

    ---
    spoiler ---


    (oleo - 13 Kasım 2016 16:41)

  • comment image

    arrival merkezine aldığı tasavvuf/zen öğretisini yeni bir boyuta taşıması ve özünde insanların uzaylılarla iletişim kurma hikayesini anlatmasından dolayı türün diğer tüm filmlerinden ayrışıyor. (yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.)

    genelde felsefi bir esasa dayanan filmlerde, filme esin kaynağı olan bakış ya yüzeysel ele alınır ya da olduğu gibi anlatılır. arrival'da ise merkezindeki tasavvuf/zen öğretisine yeni bir açılım getiriliyor.

    uzaylı filmlerine bakarsak, uzaylıların dünyamızı ziyaret ettiği tüm filmlerdeki esas problem, onların dost canlısı olup olmadığıdır. uzaylılar da geldikleri ilk anda bunu belli ederler. arrival, bu açıdan da bilim-kurguya da yeni bir soluk getiriyor.

    --- spoiler ---

    kahramanın yolculuğu

    filme joseph campbell’in hero’s journey monomitinden bakalım.

    yola çıkış
    kahraman olarak dr. louise banks’in önderliğindeki insanoğlunu; ona rehberlik eden öğretmen olarak da uzaylıları düşünebiliriz.
    monomite uygun bir şekilde uzaylılar dünyayı ziyaret ederek insanoğlunu maceraya çağırır. (maceraya davet)
    dr. louise banks, yetkililer kendisine ilk ulaştıklarında onları reddeder, sonra da bu yolculuğa çıkması kaçınılmaz olur. (davetin reddi ve yola çıkış)

    yolculuk
    bu yolculukta kahramanımız defalarca sınanır, karşısına evine dönmek isteyen askerlerin sabotajı ya da diğer ülkelere inen gemilere yapılan saldırılar gibi engeller çıkar. (sınanmalar)

    eve dönüş
    finalde kahramanımız dr. louise banks, uzaylıların dillerini öğrenerek çin genelkurmay başkanını uyarır ve bir saldırının önüne geçer. evine de kahraman olarak döner. (ilahi yardım ve yaşamak için özgür)
    her kahraman evine daha kompleks bir halde yani kendini geliştirmiş olarak, dersini almış olarak döner. peki dr. louise banks önderliğindeki insanoğlunun bu yolculuktan aldığı ders nedir?

    ---

    öğretiler: zaman

    filmin başında dillerin, düşünce biçimimizi şekillendirdiği üzerine bir laf duyarız. şimdi dilimize bir bakalım:

    dillerin çoğu, “yapan” ve “yapılanın” yani özne ve nesnenin ayrı olduğu bir ikilik üzerine kurulmuştur. (arrival, bu ikiliği çözmek ve eylemle bir olmak üzerine bir şey söylemiyor.)
    tüm dillerde gelecek zaman, şimdiki zaman ve geçmiş zaman gibi yapılar vardır. bu da bize zamanın doğrusal olduğunu söyler. (işte arrival tamamen buna odaklanır).
    bu düşünce yapısında geçmişi hatırlayabildiğimiz halde gelecek henüz gerçekleşmediği için belirsizdir.

    jaco van dormael’in mr. nobody filmi de tam da bunun üzerinedir. 5 yaşındaki nemo’nun annesine ne dediğini hatırlayalım:
    geçmişi hatırlıyoruz da neden geleceği hatırlayamıyoruz? anneye bunu sorduğunuzda “nedenini sormayı bırak, bu çok karışık” der.
    peki ya gelecek de geçmiş de aynı anda gerçekleşiyorsa? zaman doğrusal değil de çok boyutluysa?

    " … sonunda buda, meditasyonu 2 boyut olarak anlattı: şartlı boyut (samskrita) ve şartsız boyut (asamskrita).
    şartlı boyutta, doğum, ölüm, önce, sonra, içerisi, dışarısı, küçük ve büyük vardır.
    şartsız boyutun dünyasında doğum ve ölüme, gelmelere ve gitmelere, önceye ve sonraya bağlı değiliz.
    şartlı boyut tarihi esasa aittir. denizdeki dalgadır.
    şartsız boyut ise nihai esasa aittir. denizin kendisidir."
    kaynak: the heart of the buddhas teachingthich nhat hanh (harmony; 1st broadway books (july 22, 2015); location 1213; kindle edition)

    arrival’da kahramana yol gösteren rehberimiz yani uzaylılar, zamanın doğrusal olduğunu düşünmemizi sağlayan dillerimizden kurtulmamız gerektiğini söyler.

    dr. louise banks, uzaylıların dillerini çözmeye çalışırken onlar gibi düşünmeye başlar ve bu da onun geleceğe dair anılar görmesini sağlar. dili tam olarak çözdüğünde de geleceğe ait bir anısı yardımıyla çin genel kurmay başkanının savaş çıkarmasını engeller.

    yani kahraman, ruhani rehber yardımıyla zamanın doğrusal olmadığı üzerine dersini almıştır. yeni öğrendiği dil sayesinde düşünme şekli tamamen değişmiştir. bu da onun, doğrusal olmayan zamanda geleceği görebilmesini sağlamaktadır.

    wake forest üniversitesi tıp fakültesi’nde profesör olan robert lanza 2007 yılında “biocentrism” diye bir kavram/alan sürer. (biocentrism hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için lanza’nın beyond biocentrism: rethinking time, space, consciousness, and the ıllusion of death kitabına bakabilirsiniz.)
    biocentrism’de zamanı bir müzik cd’si olarak düşünebiliriz. şarkıların hepsi her zaman o cd’dedir. değişen tek şey bizim oradan hangi şarkıyı dinlediğimizdir. yani cd’deki tüm anlar aynı anda gerçekleşir.

    öğretiler: kucakla

    filmdeki kahramanımız dr. louise banks, uzaylıların dillerini çözerek zamanın doğrusal olmadığını öğrenir ve kendi geleceğine ait anılar görür. işte şimdi dünyanın en eski sorularından birine geldik: geleceğini görsen, sana neler olacağını bilsen; bunu değiştirmek ister miydin?

    bu sorunun arrival’daki cevabına geçmeden önce bu soruyu soran diğer filme bir bakalım. marc foster’ın stranger than fiction filminde karakterimiz harold, kendisinin yaşayan bir roman karakteri olduğunu öğrenir. romanın yazarının kendisini öldürmek istediğini öğrenince de buna engel olmaktan vazgeçer.

    profesör hilbert: neden kitabı değiştirdin?
    kay eifel: çünkü bu kitap öleceğini bilmeyen bir adamın ölmesi üzerine. ama adam öleceğini biliyor ve yine ölüyorsa, kendi isteğiyle ve buna engel olabileceğini bilmesine rağmen yine de bunu yapıyorsa, o zaman bu adam hayatta tutmak isteyeceğin türden bir adam değil midir?

    stranger that fiction’daki harold, kendi geleceğini kendi nihai geleceği olarak kabul ediyor. bunu değiştirme imkanı olmasına rağmen bunu değiştirmiyor. çünkü harold, bu geleceğinin onun için daha anlamlı olduğunu düşünüyor. yani film diyor ki, tanrı size geleceklerinizi değiştirme imkanı verse bile; siz yine de sizin için önceden seçilen yolu seçerdiniz.

    şimdi arrival’a geçelim. arrival’daki kahramanımız dr. louise banks, filmin sonlarına doğru şöyle diyor: “bize düşen tek şey, yaşayacağımız her anı kucaklamak olmalı. neler olacağını bilsek bile, bizim için ne kadar zor olsa da her ana sıkıca sarılmalıyız”.

    tasavvuf anlayışının merkezinde “kucaklama” düşüncesi vardır. bu düşünceye göre olan her şey benim misafirimdir. bana düşense onları kucaklamaktır.

    "insanın bedeni, bir konuk evine,
    çeşitli düşünceler de ayrı ayrı konuklara benzer.
    arif, o neşeli ve gamlı düşüncelere razıdır,
    adeta gariplerin hatırını hoş eden halil peygambere benzer.
    onun kapısı da konuğu ağırlamak için daima kâfire de açıktı,
    mümine de, emin olana da açıktı, haine de.
    bütün konuklara güler yüz gösterirdi.
    delikanlım, bu denen bir konuk evidir.
    her sabah, oraya koşa koşa bir yeni konuk gelir.
    sakın bu, benim boynumda kaldı deme.
    şimdicik yine uçar, yokluk âlemine gider.
    gayb aleminden gönlüne ne gelirse konuktur, onu hoş tut."
    mesnevi v. cilt; 3644 – 3646 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 630)

    "her gün, gönle gelen düşünce o gün,
    sabah çağı gelen konuğa benzer,
    ev sahibine hükmeder, huysuzlukta bulunur.
    ev sahibi olmanın şanı, konuğu görüp gözetmek,
    ağırlamak ve nazını çekmektir.
    konuk evine her gün nasıl bir yüce konuk gelirse
    onun gibi her an da sana bir fikir gelir.
    canım, fikri bir adam say.
    çünkü adam, fikirle değerlidir, fikirle diridir.?
    gam fikri, neşe yolunu vurursa gam yeme.
    o, hakikatte başka neşeler hazırlamadadır.?
    o, hayrın aslından yeni bir sevinç,
    yeni bir neşe gelsin diye evi, başkalarından sıkıca süpürür."
    mesnevi v. cilt; 3676 – 3680 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 630)

    "senin de gönlüne yeniden yeniye belâlar geldikçe
    o belâları güle güle karşıla.
    ey yaradanım, beni o belânın şerrinden sakla bekle.
    o yüzden gelecek ihsanları bana haram etme,
    beni o lütuflara kavuştur."
    mesnevi v. cilt; 3693 – 3695 (doğan kitap, çeviren: veled çelebi, sf. 631)

    kahramanımız dr. louise banks, tasavvuftaki anlayışı bir adım ileri götürüyor. gelen her şeyi ne geleceğini bilsem bile kucaklamalıyım diyor.

    sonuç

    martin scorsese bir filme başlamadan önce kendisine şöyle sorarmış: söyleyecek bir sözüm var mı? arrival, söyleyecek sözü olan, bir bilim kurgu hikayesini hem felsefi hem de bilimsel açıdan yeni bir yere taşıyan bir film. belki de bu yılın en iyi filmi.

    ---
    spoiler ---

    yazının tamamını blog'umdan okuyabilirsiniz.


    (bernie rhodenbarr - 13 Kasım 2016 23:28)

  • comment image

    film, izleyenlerin ufkunu açmak için çekilmiş resmen, farklı bir pencereden bakmanızı sağlıyor hayata. flashbackler, flashforwardlar hiç bitmesin istedim izlerken.

    zaman kavramının olmadığı bir yaşamı, geçmişe ve geleceğe hakim olma ihtimalinin nasıl olabileceğini hissettirmeye çalışmış yapımcılar.

    --- spoiler ---

    hayatında ilk defa sarıldığı adama "sana sarılmanın ne kadar güzel bir his olduğunu unutmuşum" diyor kadın, bizimkiler böyle bilimkurgu olmamış diyor. sadece bu cümle için 10 kitap yazılır.
    ---
    spoiler ---


    (tangocharliejuliett - 19 Kasım 2016 20:17)

  • comment image

    sahalarda görmek istediğimiz türden bir bilimkurgu (blog | medium | email - maillist)

    uzayda geçmemesine, 15 dakikalık kesintisiz aksiyon sekansları sunmamasına, uçurumdan düşenleri warp içinde giden gemilere ışınlamamasına “rağmen”, bilimkurguyu neden sevdiğimi bana 120 dakikada gösteren bir hikayeydi arrival. (star trek sana söylüyorum, star trek beyond sen anla).

    yüzeyde basit bir soruyla başlıyor: “bize tamamen yabancı bir şeyle nasıl iletişim kurabiliriz?”

    o kadar yabancı ki, iletişim kurmak istemeyebilir veya iletişim kavramından bile bihaber olabilir. yahut askeriyenin “dost mu düşman mı” sınıflandırması yapabilmek için gerekli olan “amacınız ne?” sorusunu anlamayabilir.

    zira sırf içgüdüye dayalı, “amaç” kavramı lugatında olmayan bir canlı, neden yıldızlarası seyahat edemesin? biz hep insan-merkezli düşündüğümüz için, sahip olduğumuz şeyleri (iletişim, amaç, farkındalık, vb) o seviyede bir gelişmenin önkoşulu olarak görüyoruz.

    (aslında bu varsayımı bana ilk sorgulatan, nick bostrom’un paperclip maximizer hikayesi olmuştu. ingilizceniz yoksa şu yeni google translate’i bir test sürüşüne çıkarın bakalım. ya da biraz bozulmuş ve basitleştirilmiş ama türkçeleştirilmiş bir versiyonu sayfanın aşağılarındaki "yz bilinci mavi kutu" başlığında.

    neyse, bu hikayenin önemi şu: bir yapay zeka sürekli kendini geliştirebilir ama bu evrim onu amacını sorgulamaya zorlamayabilir. daha “bebekken” (v 0.1) kendisine insan tarafından bir amaç verilmiş ama aradan 100 versiyon geçse de bu amacı üstünde düşünmeyecek, onun farkında bile olmayacak. dolayısıyla bizi ziyarete gelen “uzaylı” da, hiçbir kötü niyeti olmamasına rağmen, kendi yaratıcılarını öldürmüş ve şimdi de bizim gezegenimizi bir ataş (ataç kelimesi yanlışmış meğer) fabrikasına dönüştürmeye gelmiş olabilir).

    ***

    hiç iletişim kurulamayan bir uzaylı hikayesi de gayet ilginç olabilirdi aslında (insanlar üzerindeki etkisine yoğunlaşarak) ve arrival neredeyse o şekilde başlıyor. konuşarak iletişim kuramamanın yarattığı huzursuzluğu, abd sağında etkin olan “talk radio” figürünü kullanarak anlatıyor film. fakat hikayenin asıl çıktığı kapı sapir-whorf hipotezi. (bu kadar karizmatik hipotez ismi olamaz, bence sırf ismi yüzünden bunu “teori” veya “kanun” rütbesine çıkarmak lazım).

    bu hipotez, konuştuğumuz dilin beyin tarafından kullanılan bir araç olmasının ötesine geçip, bizzat beyni şekillendirmesi hakkında. dahası, değişik diller beyni değişik biçimlerde şekillendiriyor. aslında, teknik olarak bu hipotez kesin doğru, zira hemen her yaptığımız şey beyni şekillendiriyor (belli nöron patikaları güçleniyor, alternatifleri çürüyor). ama pratikte, hipotezin iddiası bu şekillendirmenin karakterimize ve dünya görüşümüze etki edecek kadar büyük olması üzerine.

    çok genel bir seviyede bir örnek: insanlar ikinci dillerini konuşurlarken (çiftdille yetişmişlerden bashetmiyorum, epey sonradan başka bir dil öğrenmiş olanlardan bahsediyorum), bu onlara çok doğal gelmediği için beyinlerinin mantık ve planlama tarafını daha fazla kullanıyorlar. fakat sapir-whorf hipotezi bu etkinin de bir adım ötesine geçiyor ve diyor ki, “ikinci dil konuşurken yaşanılan farklılık, anadiline de etki ediyor ve bu etki tek boyutlu değil, kullandığın dilin özelliklerine bağlı”.

    distopyaları seviyorsanız, bu fikir size yabancı gelmeyecektir. orwell, dilin kullanımı konusunda çok hassastı ve 1984'teki ingsoc’un (yeni ingiliz sosyalizmi) temelinde, dilin, eleştirel düşünceyi imkansız kılacak bir şekilde yeniden tasarlanması yatıyordu. ayn rand da komünizmi -ve daha genel olarak kollektivizmi- eleştirmek için “ben” kelimesinin olmadığı bir dil hayal etmişti.

    ***

    bu fikirlerin büyük bir prodüksiyona konu olması bile yeterince heyecan verici ama arrival daha da iyisini yapıyor ve bunu zaman algımıza bağlıyor: konuştuğumuz dilin, sadece karakterimizi değil, zaman kadar temel bir algı çerçevesini değiştirmesi fikri, benim için ideal bilimkurgu harcı. hem “yeterince” bilimsel (mesela çince’de zaman yukardan aşağıya doğru akıyormuş, dolayısıyla bizim gibi solda sağa akan bir ok gibi düşünmüyor insanlar) hem de oldukça yaratıcı (spoiler olmasın diye ayrıntısını vermiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, katil uşak değil onun gençliğiymiş).

    fakat her iyi bilimkurguda olduğu gibi, burada da hikaye, heyecan verici ve yaratıcı bir fikirden ibaret değil. fikrin kendisi, öykücülük tekniğini ilerletmek ve daha derindeki hikayeyi anlatmak için kullanılmış (bunun memento’yu ve tabii ki interstellar’ı hatırlatması kaçınılmaz).

    zira “uzaylıyla iletişim” bilimkurgusunun altında iki katman daha var: ilki, “birbirimizle iletişim” hakkında. burası sosyal mesaj kısmı ve biraz aceleye geldiğinden bence filmin zayıf noktası. fakat onun da altında, asıl vurucu kısım olan kişisel bir hikaye bulunuyor. burada işlenen kader, seçim, kayıp gibi temalarla, seyirci olarak karakterlere bağlanıyoruz ve en sonda, filmin diğer katmanlarıyla organik bir ilişki kuruluyor. sanırım bu yüzden, film bittiğinde çoğunluk hemen kalkıp gitmek yerine koltuklarında kalıp fısır fısır konuşmaya başlamıştı (ya da “iki film birden gecesi” vardı da ben bilmiyordum)

    arrival, değişik açılardan ınterstellar, gravity ve contact’ın bir karışımı bir film. ve her iyi kokteyl gibi, parçalarına kıyasla daha lezzetli.


    (immanuel tolstoyevski - 20 Kasım 2016 12:49)

  • comment image

    bu filme bilimkurgu değil diyen arkadaşlar haklılar , çünkü film benim günlük monoton hayatımı anlatan yarı otobiyografik bir eser.

    lan mürekkep balığı kılıklı uzaylılar acayip yerçekimi teknolojileri , geleceği görebilme kabiliyetleri ve devasa uzay gemileri ile dünyaya gelmiş ve insanlık ile irtibat kurmaya çalışıyor , millet gelmiş bilimkurgu denemez diyor. ne diyeyim mahmut mu diyeyim.

    bak imdb'de ne denmiş "drama- mystery -sci-fi" fazlası var eksiği yok.

    (bkz: ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi)


    (essek kulakli midas - 4 Aralık 2016 19:09)

  • comment image

    film sadece bir sci-fi'dan öte, dilbilim, iletişim ve kader üzerine düşünmemize sebep olan felsefi bir film. bunları çok dramatik öğelerle tartışmaya açmış.

    --- spoiler ---

    başka bir gezegenden gelen, fiziksel yapısı bizden bambaşka olan ve doğal olarak
    bildiğimiz biçimlere hiç benzemeyen bir biçimde iletişim kuran bir canlıyla nasıl iletişim kurarız sorusuyla başlıyor film. iletişimin gücünden dem vuran bu kısımlar bence çok etkileyiciydi. film boyunca iletişim yolları, destekleyici teknikler, yanlış iletişimin katastrofik etkisi gibi konulara vurgu yapılmıştı. hepsi üzerinde düşünülmesi gereken konular.

    bırakın farklı milletlerden, ırklardan gelen insanları, aynı dili kullanan iki kişi arasındaki iletişim bile gerçekten çok zorlu bir alan. bizim düşünüp söylediğimiz bir cümle, karşıdakinin zihninde ne uyandırıyor, nasıl bir duygu ve düşünce yaratıyor bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil. karşımızdakinin geçmiş deneyimleri, bugünkü yaşamı, duygusal dünyasının oluşturduğu zihinsel filtreden geçen cümlemiz, kişide bir düşünce ve yanıt oluşturuyor. o yanıt bize ulaştığında bizim filtremizden geçiyor ve döngü sürüyor. biz ne söylüyoruz, karşımızdaki ne anlıyor noktası tüm insan iletişiminin en büyük sorunlarından birisi. erich fromm da bu iletişim probleminden bahseder. insanın yalnızlığı için bulduğu çare iletişimdir ama iletişim bahsettiğim filtreler yüzünden yanıltıcıdır. fromm iki insanın salt akıl yoluyla birbirine erişemeyeceğini, sevginin ayrı bir kanal yaratarak bu sorunu aşmamızı sağlayabileceğini düşünür. filmde louise koruyucu elbisesini çıkarıp uzaylılara yaklaşır, onlara birey olarak adım atar, elini uzatır. uzaylılara isim verir, bir nevi arkadaş olurlar, yani sevgi devreye girer ve iletişim sorunu çözülmeye başlar. filmin uzaylılarla iletişim üzerinden dramatik şekilde kurguladığı hikayesi bana bunları düşündürdü film boyunca.

    ikinci vurgu dilbilim üzerineydi. yine mühim bir mevzu. bir süre önce ekşi sözlük'ün en sevilen başlıklarından olan türkiye'den siktir olup gitmek başlığına bir entry yazmıştım. "öncelikle, rüyalarımı gördüğüm, duygularımı anlattığım anadilimi terk etmem maalesef mümkün değil" diye başlamıştım söze. dil, düşünce ve duygu birbiriyle sıkı sıkıya bağlı antiteler. düşünce, duygu ve kültür, dili etkiliyor. başkasının mutsuzluğundan mutlu olmak anlamına gelen ve almanca bir kelime olan schadenfreude'nin türkçe bir karşılığı olmaması bunun bir göstergesi.

    aynı şekilde dil de düşünce ve duygu üzerine etkili. konuştuğumuz dilin içeriği, yapısı ve gramerinin düşünme şeklimiz üzerinde etkileri olduğu düşünülüyor. nasıl bir kültür, schadenfreude kelimesinin ortaya çıkışına neden oluyorsa, bu kelimenin bu kültürün içindeki insanlarca kullanılması da insanların düşünce şekilleri üzerine etki yapıyor. filmde adı geçen sapir whorf hipotezi kabaca bunun üzerine kurulu. bilinçdışımız anadilimizle şekilleniyor, psikanalitik teoride çok önem verilen dil sürçmeleri dilin bilinçdışıyla ilişkisinin güzel bir göstergesi. sadece bu da değil, terapide cümlelerin kuruluş şekli, grameri, seçilen kelimeler hep önemlidir. dilin yapısı ve içeriği, zihin yapısıyla çok sıkı bağlarla bağlıdır. filmde insana yabancı bir dilin kullanımının etkisi, geleceği görmek gibi fantastik bir yeti ortaya koyacak şekilde dramatize edilmiş. evet, belki bu olasılıksız gözüküyor ama şu bir gerçek, dilin yapısı ve düşünme/algılama şeklimiz birbirini etkileyen iki unsur.

    gelelim filmin en dramatik öğesine: geleceği görmek. geleceğinizde olacakları bilseniz hayatınızdaki seçimleri değiştirir miydiniz? senaryo bunu anlatmak için çok üzücü bir yol seçmiş olsa da bence izleyiciyi vurucu bir yolla düşündürmek iyi bir fikir. geleceği görmek muhakkak seçimlerimizi etkilerdi ama çocuğumuzun öleceğini bilsek onu dünyaya getirmekten vazgeçer miydik? bu mevzularda sulugöz bir insan olduğum için ağlayarak izlediğim anne-çocuk sahnelerinde hep bunu düşündüm. çocuğumla geçireceğim bir gün için, bir ömür yas tutmaya razı geleceğime kanaat getirdim. belki sadece bilgiye dayanan bir gelecek tahmini olsaydı, yani louise ileride doğacak çocuğunun geleceğine dair salt bilgiye dayalı bir öngörüde bulunabilseydi, farklı bir seçim yapardı. ancak öngörülerinde çocuğuyla ilgili gelecek, duygusuyla var oluyordu. onu doğurduğunu, ilk kez kucağına alışını, onunla oynadığı oyunları yaşayarak, deneyimleyerek öngörüyordu. şimdi size sorsam: gelecekte bir kişiye aşık olacaksınız ve sonunda çok acı çekeceksiniz, bunu yaşamak ister misiniz? çoğunluk cevap olarak hayır der. ancak zihninizde o aşkı deneyimleyecek, duygusuyla yaşatabilecek bir öngörü oluşturabilsem, büyük kısmınız evet cevabı verir. çünkü hayatta güzel duyguların getirisi olan olumsuz duygular da var, hepimiz bunu biliyoruz ve bu bilgiyle, buna rağmen yaşıyoruz. insanlar ilişkilerinin bitebileceğini, boşanabileceklerini, sevdiklerini yitirebileceklerini bile bile yaşıyor. yani aslında hayatın bize attırdığı yazı-turaların sonucunu %100 bilemesek de %50 biliyoruz ve yine de yaşıyoruz, deneyimliyoruz. zaten hayatın güzelliği de burada.

    ---
    spoiler ---

    arrival'ın tekrar tekrar izlenip, bambaşka açılardan yakalanacak bir film olduğunu düşünüyorum. çok katmanlı bir yapısı var. film bence iyi bir sci-fi'ın yapması gereken her şeyi yapmış, zihin açıcı ve bilimkurgu teması üzerinden insanlığın temel meseleleri hakkında bol bol düşündürüyor.

    dipnot: filmi sevenler için bir de okuma önerisi vereyim, bunu seven şunu da sevecektir diye düşünüyorum: the three body problem


    (femme noir - 9 Aralık 2016 12:44)

  • comment image

    arrival ve interstellar gibi filmleri anlamak için önce lineer ve dairesel zaman akışı arasındaki farkı anlamak gerekiyor.

    biz lineer zamanı algılayabildiğimiz için dairsel zaman bize anlaşılmaz, paradoksal geliyor. örneğin bir torun anne ve anneanne düşünün. torun zamanda yolculuk yapıp anne doğmadan öncesine gidiyor ve anneannesini öldürüyor. bu durumda lineer zaman akışına göre düşünürsek anneanne öldüğü için annenin ve dolayısıyla torunun da doğmaması gerekirdi. ama torun zamanda yolculuk yapıp anneannesini öldürdüğünde ne annesi ne de kendisi doğmamış (yok) olurlar. bunun nedeni lineer zaman akışının neden-sonuç ilişkisine bağımlı olmasıdır. lineer zaman akışında hiçbir an hiçbir andan bağımsız değildir. biri diğerinin neden ve sonucudur. ama dairesel zaman akışında her an kendi başına ayakta durur. bu yüzden anneannesini öldüren torun yok olmaz. bunun yerine bir paralel evren yaratır. yeni oluşan evrende anneanne öldüğü için anne ve torun da meydana gelmez.

    lineer zaman akışında anların birlikte (neden-sonuç), dairesel zaman akışında tek başlarına ayakta durması geometriyle anlatılabilir. lineer zaman akışının geometrik şekli sayı doğrusu, dairesel zaman akışının çemberdir. bu çizgilerde bir "an" çizgilere çizilen bir teğet doğrusu ile bulunur. sayı doğrusuna teğet doğrusu çizilirse kesişimleri lineer zaman akışının kendisidir. yani her an birbirine bağlıdır. çembere teğet doğrusu çizilirse kesişim, çemberdeki sonsuz noktadan yalnızca biri olur. böylece o noktanın merkez olduğu yeni bir çember çizilir ve yeni paralel evren oluşur. bu yüzden interstellar ya da arrival gibi senaryosu dairesel zaman akışı üzerine yazılmış filmlerde paradoksal bir durum söz konusu değildir.

    hem özgür iradeye sahip olmamız hem de tanrı'nın olacakları önceden bilmesi (kader) dairesel zaman akışıyla açıklanabilir. boethius felsefenin tesellisi'nde bu durumu söyle açıklar: "bizim yanlışımız tanrı'nın zamanla ilişkisini bizimki gibi sanmaktır. tanrı olmuş, olmakta ve olacak olan her şeyin farkındadır."

    edit: beğenildiği için genişletip yazısını yazdım: arrival ve interstellar ekseninde bilimkurgu janrı ve zaman


    (dreamare13 - 26 Aralık 2016 23:20)

Yorum Kaynak Link : arrival