Süre                : 2 Saat 41 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Ocak 2017 Pazar, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Drama,Tarih
Taglar             : Portekizce,Japonya,Dini zulüm,Jesuit papazı,işkence
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  SharpSword Films , AI-Film , CatchPlay
Yönetmen       : Martin Scorsese (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Jay Cocks (IMDB)(ekşi),Martin Scorsese (IMDB)(ekşi),Shûsaku Endô (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Andrew Garfield (IMDB)(ekşi), Adam Driver (IMDB)(ekşi), Liam Neeson (IMDB)(ekşi), Tadanobu Asano (IMDB), Ciarán Hinds (IMDB)(ekşi), Issei Ogata (IMDB), Shin'ya Tsukamoto (IMDB)(ekşi), Yoshi Oida (IMDB), Yôsuke Kubozuka (IMDB), Kaoru Endô (IMDB), Diego Calderón (IMDB), Rafael Kading (IMDB), Matthew Blake (IMDB), Benoit Masse (IMDB), Tetsuya Igawa (IMDB), Shi Liang (IMDB), Panta (IMDB), Takuya Matsunaga (IMDB), Miho Harita (IMDB), Hairi Katagiri (IMDB), Masayuki Yamada (IMDB), Michié (IMDB), Hiroko Isayama (IMDB), Yasunari Takeshima (IMDB), Yuri Ishizaka (IMDB), Ryo Sato (IMDB), Ruo Satô (IMDB), Yoriko Dôguchi (IMDB), Kisetsu Fujiwara (IMDB), Yasushi Takahashi (IMDB), Sanjûrô Kobayashi (IMDB), Mangorô Satô (IMDB), Keiko Morikawa (IMDB), Jin Maki (IMDB), Naoto Yokouchi (IMDB), Kansai Eto (IMDB), Shun Sugata (IMDB), Kazuhiko Ozaki (IMDB), Nana Komatsu (IMDB), Ryô Kase (IMDB) >>devamı>>

Silence (~ Silencio) ' Filminin Konusu :
Tam olarak aynı noktada 23 yıl önce Pia (Helene Luise Doppler) adında genç bir kız tecavüze uğrar ve ardından cinayete kurban gider. 13 yaşındaki Sinikka (Anna Lena Klenke) da aynı şekilde öldürülür. Bu iki cinayet arasında bir bağlantı var mıdır? İlk soruşturmayı yönetmiş olan emekli detektif Krischan Mittich (Burghart Klaußner), iki olay arasında bir bağ olduğuna inanmaktadır. 23 yıl önce katili bulma çabası başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da dedektif ve genç arkadaşı geç gelen huzuru sağlamak için çalışırlar...


  • "lucia'nin soyledigi icin (bkz: ilk dinleyişte aşık olunan şarkılar)"
  • "ağır hristiyanlık propagandası yapıyor gözükse de, bariz bir şekilde tanrının varlığını sorgulayan film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    muhteşem bir lucia şarkısıdır. aşk acısı çekenlere tavsiye edilmez. acıtır.

    stop me
    say you wanna stop me
    say you wanna stop me now
    but i’m leaving
    yes i'm gonna leave you
    yes i'm gonna leave your life
    if it's just 'sorry'
    i don’t want your sorry
    i don’t want your sorry now
    is too late, you know
    is too late you know
    wasted time

    say
    do you wanna play for love?
    do you wanna play for love?
    say
    do you wanna play for love?
    do you wanna play for love?

    your silence
    your silence
    your silence...aaaah
    silence
    your silence
    your silence

    wake me…
    say you wanna wake me
    say you wanna wake my life
    but i know you
    yes i wanna know you
    yes i wanna know your life
    if is just teasing
    i will be your teaser
    i will be your teaser now

    is too late, you know
    is too late you know
    wasted time

    say,
    do you wanna play for love?
    do you wanna play for love?
    say,
    do you wanna play for love?
    do you wanna play for love?

    your silence
    your silence
    your silence…aaaaa
    silence
    your silence
    your silence

    say, you wanna know me
    you wanna know me
    and try to let it out x 4
    and try to let it out x 2


    (acemiyazar - 20 Ağustos 2012 16:25)

  • comment image

    sarah mclachlan'in super $arkisi . 4-5 ayri trance mix'i bulunuyor ve bunlar da ayri ayri guzelliklere sahipler . "delerium'un silence'ini dinleyiniz" ise en buyuk temennilerimden .

    "heaven holds a sense of wonder"


    (set - 21 Mart 2001 11:51)

  • comment image

    şarkı güzeldi kız güzeldi ta ki lucia adındaki kızın soy adının popescu olduğunu öğrenene kadar. şimdi her gördüğümde şarkı değil aklıma haydi oğlum popescu geliyor. futbol gene beni sanat ve sanatçıdan uzaklaştırdı. entel olamıyorsam sebebi futbol yemin ediyorum. bir de fular yakışmıyor.


    (benden iyi mi bileceksin pezevenk - 30 Ekim 2013 01:15)

  • comment image

    "padree padree" diye ikide bir günah çıkartmak için çıkıp gelen kichijiro'nun, night on earth'de roberto benigni'nin canlandırdığı taksi şoföründen esinlenildiğini düşündüğüm film*.

    tadanobu asano abimizin duruşu yeter. filmde görsellik namına pek bir şey yok. zaten çekimler japonya'da değil, taiwan'da yapılmış. ayrıca filmin her hâlinden martin scorsese'nin zerre japonya sevgisi beslemediği belli.

    --- spoiler ---

    filmin sonunda, taraf değiştiren misyonerler için "içlerinden inanmaya devam ettiler" mesajı veriliyor. ancak bu mesaj, o misyonerlerin japonya'da ölümüne sebep oldukları onbinlerce insan için verdikleri telkin ile çelişiyor. madem o şekilde içinden gizli gizli inanmak ile oluyordu, neden onbinlerce hristiyan olmuş japon'a "inancınızı her şekilde inkar edin ama içinizden sessiz sessiz inanmaya devam edin" diyerek o insanların işkencelerini ve ölümlerini engellemediler? yani kendi yaptıklarının hristiyan japonlar tarafından yapılmasına izin vermediler?

    cevap basit: kilisenin gücünün artması için tanrı ile kul arasındaki gizli inanç yetmez. kilisenin gücünün artması için halkın inanç kontrolünün papazlar ve kiliseler aracılığı ile vatikan'a (merkeze) geçmesi gerekir. zaten feodal japonya da bu sebeple hristiyanlığın ülkelerinde yayılmasına karşı önlem almak zorunda kaldı.

    kısaca filmin sonundaki o minik çarmıh ile verilen mesaj, davalarından dönmüş misyoner papazların ikiyüzlülüğünü göstermekten başka bir işe yaramıyor. içten içe tanrı ile halk arasında inanmak ile olacak olsaydı, öyle telkinde bulunsaydınız da onbinlerce insan boş yere öldürülmeseydi.

    ---
    spoiler ---

    puan: 7/10


    (hiko seijuro - 22 Ocak 2017 22:34)

  • comment image

    oyunculukları övmeye geldim. "japonlar oynamış abi". shin'ya tsukamoto (mokichi), yôsuke kubozuka (kichijiro), tadanobu asano (çevirmen), ıssei ogata (ınoue chikugonokami)...vd.

    scorsese ne anlatmış peki? yani filmin esas mevzusu bu değil ama "japonlara bu konuda ben de kırgınım".

    gelelim zurnanın zırt dediği yere: insanın zalimliği karşısında tanrının suskunluğu... yüzyıllardır. yüzyıllardır şu veya bu sebeple birileri işkence görüyor, insanı insanlıktan istifa ettirecek vahşetle öldürülüyor. tanrı sadece izliyor. inananlar "artık çalışmak zorunda olmayacakları, kötü muamele görmeyecekleri" bir cennet uğruna b.ktan hayatlarına razı oluyor; başlarına gelen her fenalığa dayanıyor ve o cennete kavuşmak umuduyla bedenlerini ölüme teslim ediyor. onlara bu cenneti vaddedenler ne yapıyor peki? filmde papazların seçimleri bir cevap olabilir mi? peki insanın insana zulmü nasıl sona erecek? ınsanın doğası değişmediği sürece hiçbir zaman. yönetmenimiz bu konuda tanrının yapacak bir şeyi olmadığını söylüyor. doğada her şey kendi meşrebince var olup yaşamını sürdürüyor ve tanrının sesi belki de filmin başında ve sonunda duyduğumuzdur sadece.


    (dalsiz zerdali - 26 Ocak 2017 09:57)

  • comment image

    ağır hristiyanlık propagandası yapıyor gözükse de, bariz bir şekilde tanrının varlığını sorgulayan film.


    (izel45 - 1 Mayıs 2017 13:20)

  • comment image

    martin scorsese'nin, bir japon hristiyanı olan shusaku endo’nun 1966’da yazdığı kitaptan uyarlayarak çektiği 2016 yılı filmi (ilk filmleştirilmesi 1971'de masahiro shinoda tarafından olmuş).

    film 17.yy japonyasının yemyeşil, yağmurlu, çamurlu dağları, fakir dağ köyleri ve okyanus kıyılarında geçmektedir. iki cizvit rahip, misyonerlik yaparken dinini inkar edip japonlaştığı haberini aldıkları ve inanamadıkları sevgili hocalarını bulmak üzere japonya'ya giderler. baş roldeki rahip hocasınınkine benzer bir süreçten geçer.

    filmde hristiyanlığın ana sorunsalları incelenir. bunlardan ilk ve en temeli acıdır; hem bedensel, hem de ruhsal acı. şöyle ki: katolik kilisesi isa'nın tanrının oğlu olmasına rağmen çarmıha gerilerek acı çekmek zorunda kalmasını şöyle açıklar: tanrı oğlunu insanlara karşı duyduğu sevgiden ötürü onların acılarını paylaşsın diye yollamış ve isa onları sonsuz kurtuluşa götürsün diye kendi dünya yaşamını, bedenini feda etmiş (bu ayrım önemli; isa ölümlü değildir ve insanlara da kendisi gibi ölümsüzlüğü vaad eder), günahlarını üstüne alarak onlar için çarmıha gerilmiştir ( bilindiği üzere, kuran hristiyanlarla girdiği diyalogda her ikisini de, yani hem isa'nın tanrının oğlu olduğu, hem de çarmıha gerildiği tezini reddeder).

    ruhsal olan acı da en az bu denli ağırdır: incil'in ünlü pasajında isa tanrının yüzünü görmeye duyduğu özlem ve çektiği acıların nedenini anlamaya çalıştığı bir anında rabbine şöyle seslenir: “neden beni unuttun? niçin düşmanlarımın baskısı altında yaslı gezeyim?” (mezmurlar 42:9). filmin misyoner rahibi rodrigues de kendini aynı çıkmazda bulur. dualarına rağmen kendisi ve onun peşinden gidenler düşmanların baskısı altında acı çekmektedirler; tanrı (burada isa kast edilir) sesini duymakta mıdır?

    (bu kısım ağır spoiler içerir) üçüncü sorunsal, ihanettir. yine incile göre yehuda isa'nın saklandığı yeri romalılara bildirerek ona ihanet etmiştir. filmde hem ihanet teması hem dışardan (yani maruz kalma), hem de içerden (görünüşte de olsa dinden dönmek zorunda bırakılırlar) bakılarak işlenir. hristiyanlığını saklayacak derecede ürkmüş, gelli gitli, ayyaş ve ezik japon kichijiro , güvenilmez, zayıf kişilikli olarak resmedilir; rodrigues'e ihanet ederek yerini japon engizisyonuna bildirir. rodrigues de hem onu affedebilmek konusunda yaşadığı zorlanma, hem de insanların onun yüzünden öldürülmesine bir son vermek için kendisi de inkar etmek zorunda kalarak kendisi de bizzat ihanet eder. kitabın orjinalinde olmadığı halde, scorsese ölürken rahibin eline verdiği bir çarmıhla onun kalbinde ihanet etmemiş olduğunu vurgular. misyonerlerin kendilerini ne derece ihanet etmiş olarak gördüklerine gelince, kahramanın peşinden gittiği hocada bu ihanet duygusunun olmadığı ve kendisini daha olgunlaşmış, tanrıya daha yaklaşmış olarak hissettiği izlenimini elde ederiz. ancak baş kahramanın durumu biraz askıda bırakılmış. döndükten sonraki içsel yaşantısına, düşüncelerine filmde yer verilmemiş, donuk bir karakter olarak resmedilmiş.

    film hristiyan çevrelerde tartışmalara neden olmuş, bazıları filmin acı, feda ve merhamet duygularını sergileyişini överken, daha ortodoks olanlar rahiplerin ihanetlerinin filmde hoş görülmesini eleştirmişler. bunlar dünya hayatının önemsizliğini ve acı çekilecek diye dıştan dahi olsa dinden dönmenin sonsuz hayatın kaybına neden olacağını iddia ediyorlar.

    scorsese verdiği röportajda filmi çekmeden önce kitap üzerinde otuz yıl düşündüğünü, yakını bir piskoposun cesaretlendirmesiyle filmi çektiğini, filmin kendisi için bir hac yolculuğu olduğunu, misyonerlik yaşantısını içerden göstermek istemiş olduğunu ifade ediyor. "the last temptetation of jesus christ"ı da çektiği hatırlanırsa, hristiyanlık teması scorcese için önemlidir. misyonerlerin yaşantısına çocukluğundan beri ilgi duymuş olduğunu, misyonerlik faaliyetlerinin daha başarılı olması için içine gidilen kültürün daha iyi tanınması ve saygı gösterilmesi gerektiğini ve hristiyanlığın temelindeki sevgi, merhamet, feda özelliklerinin sözel öğreti ve sembollerle değil, davranışlarla gösterilmesi gerektiğini ekliyor.

    film hristiyanlığı anlama açısından önemli. misyonerin içsel çatışmalarını anlatmakta yeterliye yakın. görsel olarak örneğin coppola'nın kıyamet'te yaptığını beklemiyorsanız, doyurucu olmasa da etkileyici. filmde japon tarafının vurguladığı dinler arası ilkesel benzerliklerin vurgulanması, farklı kültürlerden öğrenilebileceklerle insanlığını ve hatta inancın derinleştirilip, kültürelin ötesindeki tam evrenselliğe kanat açılması imkanının derinleştirilmesini beklerseniz (film buna dokunduğu için bir beklenti yaratıyor) güdük kalıyor. hocanın ağzından insanların bilincinin uzun yıllar boyunca kültürel olarak biçimlendiğine ve japonların isa algısının henüz batılılarınki gibi olamadığına ve olamayacağına değiniliyor!

    günümüze dönersek; milli gurur, tarihsel köklere, geleneklere bağlılık, asimile edilememe deyince akla gelen iki ülkenin ilki japonlar, ikincisi iranlılardır. bugün batı müttefiki ve refah seviyesi yüksekliğinde dünyanın ikincisi japonların ancak %40'ı kendilerini organize bir dine bağlı olarak görüyor. en yaygın olan geleneksel dinleri, doğaya dayalı şintoluk, ardından %35'le budizm geliyor. kendilerini hristiyan olarak tanımlayanların nüfusun %2,3'üne mukabil gelmesine bakarsak, misyonerlerin japonya da başarısız olmuş ve film de de gösterildiği üzere kısmen kendilerinin asimile olmuş olduğunu söylememiz gerekiyor. öte yandan batıda yenilerde şintoluk ve 19. yy'dan beri budizme duyulan ilgiyi ve giderek artan katılımı da hesaba katarsak, varın kilisenin derdini siz düşünün.

    not: ilgilenenlere; zizek'in "batı budizminin" yayılmasını, liberal ekonomik sistemde varolmaya uygun insan tipinin üretilmesindeki başarısıyla ilişkilendiren bir makalesi var.


    (ayserap - 28 Mayıs 2017 12:46)

  • comment image

    genel kanının hristiyanlık propagandası olduğu yönündeki görüşe şaşırarak, bakış açısının ne denli fark yarattığını bir kez daha anlıyorum bu film ile.
    cem yılmaz ve şener şen'in başrolünü üstlendiği av mevsimi isimli filmde bakış açısını değiştirmek, filmdeki gizemi çözüyordu. sanırım bakış açımızı değiştirerek, en azından geliştirerek ve sonucunda da dönüşerek pek çok sorunu çözebiliriz. filme dönecek olursak;

    --- spoiler ---

    benim için hristiyanlık propagandası yerine, ağır bir din eleştirisi içeriyor. 17. yüzyıl japonya'sına hristiyanlık getirmeyi misyon edinen rahiplerin ve hristiyanlığı seçen budistlerin uğradığı zulme vurgu yapıyor film "ancak" sıklıkla da şunu söylüyor; "onlar inancı için değil, senin (misyoner rahip) için acı çekiyorlar." doğa ile bütünleşmiş, budizmi ilkesellik kabul etmiş, buda'yı tanrı değil öğretici bilmiş naturalist bir toplumun tanrı fikrini soyut anlamda asla anlayamayacağını üzerine basa basa anlatıyor. filmde, engizisyon görevlisi ve rahip arasında geçen her diyalog müthiş. "her çiçek, her toprakta tomurcuk açmaz, burası bataklık." cümlesi, coğrafyaya göre hüküm süren dinlerin, hüküm sürme nedeninin başkahramanının jeopolitik nedenler olduğunu da ayan beyan göze sokuyor.

    ---
    spoiler ---

    bu film ile anladım ki, uzun yıllardır elimi eteğimi çektiğim din eleştirilerinden ve insanları kendimce kurtarmaya çalışma çabalarımdan sonrasında da, hala ve hala dinlerden dolayı acı çeken dindarların acısı ile acı çekiyorum. film, içimde uyuyan acıyı müthiş şekilde dürterek uyandırdı. dindarların, dinlerinden dolayı başka dindarlara yaptığı zulümden acı çeken dinsizlerin olduğu, ironik bir dünyada yaşadığımızı hatırlattı. sadece bir film deyip geçemediğimi, dünya tarihinde bir yerlerde bu zulümlerin yaşandığını, zulümlerin hala devam ettiğini ve masum insanların hala acı çekmesinin umurumda olduğunu gösterdi. kurtarılmayı bekleyen koskoca bir insan ırkının; kurtulmak, özgürleşmek, acısızlaşmak yerine acıya bile isteye koşa koşa gitmesi, her ne kadar özgür olmasa da özgür irade ile verdikleri kararlardan acı çekmeleri acımı tetikliyor olsa da, bu gibi gerçeklerden kurgulanmış filmlerden daha çok olması gerektiğini düşünüyorum.


    (allahsiz kitapsiz cahil kadin - 30 Mayıs 2017 09:43)

Yorum Kaynak Link : silence