Oyuncular
  • "“biliyorum bazı uzaklıkların hiç mektup beklemediğini..”*"
  • "yusuf kurçenli'nin yönettiği, türkan şoray ve kadir inanır'ın başrolleri paylaştığı çekimlerine 18 aralık'ta amasra'da başlanan, konusu bir aşk olan film. (bkz: türkan ile kadir)"
  • "ya keşke olup içimize otururlar ya da yara olup kabuk bağlamazlar."
  • "özellikle uyumadan önce her kelimesini özenle seçip, her defasında beynimin sol lobuna zarfladığım, henüz kağıt kalem yüzü görmemiş düşüncelerimdir onlar"
  • "filmin başrol oyuncularından biri de botox'dur (afişte yazmaz)."
  • "zamanında içe akıtılması yerine kağıda akmış gözyaşlarıdır onlar, sonrasında kururlar, sararırlar, atsan atılmazlar, satsan satılmazlar, her bahar temizliğinde karşınıza çıkarlar."
  • "insanın bizzat şahşen kendisi ile ikilem yaşadığı durum. durun! peki durduk.. (bende kaldı)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    sanma ki sadece sizin için zordu sadece özlemek.beklemek…

    önceleri…
    zordu 13m2 odada tek başına durabilmek
    yemekleri üç kişilik yapmak
    yemeğin tuzunu,etini,kıvamını ayarlamak
    ders arası yemek yapmak bulaşık,çamaşır yıkamak,temizlik yapmak
    etrafında konuşulan şeyi tam olarak anlayamamak
    harry potter in gelişini beklemek
    çektiğim fotoğrafların hikayesini anlatamamak
    kısıtlı dolapla idare etmeye çalışmak
    sizleri görebilmek ama dokunamamak

    sonra…
    13m2 odada tek başına durulurmuş,yalnızlık insana iyi bile gelirmiş
    yemekler 3 kişilik yapılırmış,tadından yenmezmiş
    ders arası koşuşturmak iyiymiş,insan hem kendini işe yarar hisseder hem de zayıflarmış
    etrafında konuşulan şeyi tam olarak anlamaya başlamak çok eğlenceliymiş hem de onlar seni anlayamıyorken
    harry potter kolisi görevliden alındıgında kuş gibi uçarmış insan,beklemeye değermiş
    çekilen fotografların sayısı,anlatılcak hikayelerin sayısının artması da güzelmiş dönünce uykusuz geceler,kopacak çeneler var demekmiş
    kısıtlı dolapla yaşanır ve hatta bi sırt çantasıyla dünya bile gezilirmiş
    sizlere dokunamanın çaresi yok hala…

    ama
    sende gayet iyi biliyosun ki varılacak hedefler oldukça;bitmez gidilicek yollar…bugun ben yarın sen gidicez bi yerlere dönücez yine gidicez…


    (la mariposa - 24 Aralık 2007 01:23)

  • comment image

    herseyin yolunda gittigini hissettigim, dusundugum, fark ettigim, kabul ettigim an diyelim, bunlarin herhangi biri oldugunda iste, o cok eski durtu harekete geciyor ve basima belalar aciyorum yine. sonra, butun o belalar yasanirken, birileri kayboluyor hep; birinin gercekten nasil bir insan oldugu ile tanisma anlari o gercekligi belki sonsuza dek yitirme anlarina donusuyor. genclik gunlerinden miras arabesk sarkilar, siirler hatirlaniyor uyumadan once: “ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim”den “bence artik sen de herkes gibisin”e geciliyor. yazilmasi gereken milyon tane falan final paperi varken, hep sil bastan hayatla hesaplasiliyor uykusuz gecelerde. gerceklesmemis olasiklarla, “butun mumkunlerin kiyisinda” olmanin, sonra butun o mumkunlerden kiyiya vurmanin deneyimi ile…

    kiyisinda durdugum, kiyisinda olup karaya vurdugum olasiklardan birine donustugunu dusunuyorum arkadasligimizin. bir olasilik olarak cok gercek degildi belki zaten en bastan. benim mutsuz hikaye bagimlisi kimyam ile senin mutlu olabilen, oyle oldugunu varsaydigim, kimyan pek uyusmayacakti.. yine de bir ihtimal, birbirimize anadilimizde kendimize dair bir oyku anlatabilirdik, karanlik bir sarkiyi paylasabilirdik sanki… ve sanki o ihtimal, bu uzak kuzey sehrinde cok uzun kislarda karlar altinda son yasam belirtisini yitirmis gibi. uzucu olan, kabul etmesi zor olan sey, bu yitirisin seninle benim aramdaki hikayenin kendi dinamikleri tarafindan degil, baska hikayelerin yolculuklari ile belirlenmis olmasi.

    yillar once, ama cidden yillar once, cok sevdigim bir adama:
    “sana dokunmak isteyen butun kadinlara saril
    onlar benim kizkardeslerimdir” demistim.
    yillar sonra, cok yillar sonra, kardeslik hikayelerinin dokunmayi istedigimiz adamlardan daha onemli olup olmadigini bilmiyorum hala. ikisi arasinda tercih yapmak zorunda olmayi reddediyorum kendimce. o adamlara dokunmak istemenin de, yasanan butun sacma sapan seylerden sonra ‘kavga etmeye degmez’ demenin de ne anlama geldigini bildigimi sandigim icin belki. ve belki butun bunlarin tercih yapmak zorunda olmamizi gerektirmedigini dusundugum icin.

    cok disiplinli olamadim ben zaten hic, melankoli bagimlisiyim, cogu kez hicbiryere varmayan “icyolculuklarini” gundelik sorumluluklar ekonomisinin kati kurallarina karsi savunmayi tercih ettim. giris-gelisme-sonuc paragraflari yerine mektup yazmayi tercih ettim…ama benim mektuplarim ya cok erken yola ciktilar ya da gecikerek yazildilar cogu kez. o yuzden, butun bunlari, gecikmis bir “bak bitti iste sinavlarin, kutlarim cok” diye de okuyabilirsin istersen…ya da yazar olamayacagini kabul etmek zorunda oldugu icin doktora yapan kimse’nin belki de senle hic ilgisi olmayan geceyarisi sacmalamalari diye de…belki hepsi dinledigim karanlik sarkilar yuzundendir. belki bu karanlik sarkilarin bazilarini paylasmak bazi olasiliklari kiyiya vurmus olu baliklar olmaktan kurtarir diye dusundugum icin…


    (sweethereafter - 1 Mayıs 2008 01:48)

  • comment image

    eli kalem tutmuş, burnu mürekkepli selüloz kokusu almış her ağlak, kendi halinde meczup beşerin ömründe hakikaten varolmuş namelerdir bunlar. bazılarının kını bile yoktur, bazıları da öylece atıverilir dipsiz çekmecelerin en derinlerine.


    (muglak - 11 Temmuz 2008 01:26)

  • comment image

    "hiç sevgili olmayacak sevilene mektup:

    yazının başka bir yerinde söylenmesi gerekeni yine gelip başta söyleyelim: sevmişim ben seni onu farkediyorum şimdi. aynı anda şunu da farkediyorum bunu farketmek için geç kalmışım ha ne olurdu erken farketseydim seni sevdiğimi; hiçbir şey olmazdı sanırım. benim kalbim hep başkalarıyla meşguldü seninle tanıştığımızdan beri. hiç düşünmedim seninle bir ilişki hiç bakmadım o şekilde sana ha baksaydım da aramızda bir şeylerin olmayışının tek sebebi ben değildim yine bir şey olmazdı galiba.

    üç gündür iş çıkışı marmarisde sahilde oturuyorum yalnız başıma saatlerce tek düşündüğüm şey;"şu anda yanımda kim olsun isterdim." eski sevgililerimi düşünüyorum yok hiçbiri değil istediğim olmuyor hepsinin yüzü silikleşiyor, hepsini kollarımın arasından bırakıyorum gidiyorlar. sonra bir dönem evlenmeyi bile düşündüğüm aşık olduğuma inandığım kişiyi düşünüyorum. zaten bütün sır onu tanımlama şeklimde gizli gibi sadece bir dönem aşık olduğumu düşündüğüm birisi artık benim için hepsi bu. hiçbir şey hissetmiyorum, tek hissettiğim denizden gelen rüzgarın verdiği ürperti ama o da o kadar etkisiz ki onu düşünürken ki durgunluğuma, hissziliğime çok bir etki etmiyor.

    bunları düşünürken bir çocuk geldi abi bir liran var mı diye soruyormuş. yok ama gidip bana şu köşedeki büfeden bi kahve alırsan sana 10 lira veririm dedim aldı geldi hakikaten. kahve alsın diye verdiğim 5 lirayı alıp kaçmak daha az para kazandıracaktı sanırım. neyse..

    ha sonra kahvemi içerken sütlü niye değil lan bu diye düşündüm önce. biliyorum farkındayım konuyu değiştiriyorum yine oyalanıyorum hep her zaman yaptığım gibi. yok ben bunu yazamayacağım diyorum vazgeçiyorum sonra yine başlıyorum yazmaya hadi devam edelim bakalım.

    sonra niye kimbilir sen geliyorsun aklıma. düşünüyorum evet o yanımdayken mutluydum hep. of neyse yazamıyorum sonra yazarım belki. "
    kasım 2009-marmaris kemeraltı sahili.


    (ricky rubio - 5 Nisan 2010 15:03)

  • comment image

    yusuf kurçenli'nin yönettiği, türkan şoray ve kadir inanır'ın başrolleri paylaştığı çekimlerine 18 aralık'ta amasra'da başlanan, konusu bir aşk olan film. (bkz: türkan ile kadir)


    (uzum - 25 Aralık 2002 15:18)

  • comment image

    günün birinde bir kitap arası, bir defter arkası veya anıların depolandığı çekmeceden çıkan mektuplardır. kimileri vazgeçildiği için kalmışlardır unutuldukları yerde. baziları ise kalem ele alındıgı andan itibaren suya yazılmıs mektuplardir, asla gönderilmeyeceği halde iç çekilircesine yazılan, konuşmuşcasına rahatlatan gecelerden size artakalan kagıt parçaları...


    (charming - 14 Ocak 2003 00:11)

  • comment image

    "sen bunu aldığında
    -ki mektup denemez buna-
    umarım bağışlarsın kederimi, haylazlığımı,
    umutsuzluğumu, dalgınlığımı; yani
    benden geçtiğinde anlamı sarsılan ne varsa...
    umarım her şey olacağına varıyor der,
    ve kabullenirsin
    kum nasıl çizmişse incecik bir camı."*


    (suyunrengi - 14 Mart 2011 22:13)

  • comment image

    özellikle uyumadan önce her kelimesini özenle seçip, her defasında beynimin sol lobuna zarfladığım, henüz kağıt kalem yüzü görmemiş düşüncelerimdir onlar


    (sephya - 9 Temmuz 2011 17:33)

  • comment image

    "ölmene katlandım, gitmene de katlanırım" gibi bi türkan şoray repliği içeren, tam o anda bütün sinemayı göz yaşlarına boğan ** muhteşem film...

    türkan şoray ın ilk defa bir filminde öpüşme sahnesi geçen film. kadir inanırın film çekimlerinde muhtemelen "ulan 40 sene bekledim $u bal dudaklardan yemek için oh be yawrum" diyerek türkan şoraya yumulduğu film. *

    türkan şorayın 40 yaşında gibi güzel olduğu* film

    bundan önceki kült filmleri olan selvi boylum al yazmalımın bi şekilde ilintili, devamı sayılabilicek, türkan şoray (gülfem*) ve kadir inanır (cem) yaklaşık 30 yıl önce yarım bıraktıkları bi işi tamamladıkları film...


    (dashersw - 29 Mart 2003 23:37)

  • comment image

    "...
    yazmayı göze alabilirdim artık. yepyeni bir kandırmacaydı belki de bu; ama sonu ne olursa olsun değişik tutkulara ya da yol almalara biraz da beklenmedik bir kapı aralığıydı. hüsranla biten ilişkilerimizin tarihini biraz da kendimiz için, benzerlerimiz için yaşayabiliyor olmalıydık. elimde bulunan bu hikayeler işte hep bu serüvenin, deyiş yerindeyse bu bir türlü tamamlanamamış serüvenin izdüşümleri. bir dergiye başvurmayı düşünmedim değil. ama bu çok iyi bildiğin güvensizlik duygusu var. bir de aynı eksikliğin yıllara karşın kendisini için için hissettirebiliyor olması: bir gece vaktidir bir kez daha, evin ışıkları söndürülmüştür ve ay ışığı diyelim içeri vuruyor, oncasına bilinen eşyaları bir başka türlü aydınlatıyordur. bir eski şarkının kalıntıları çalınır kulağınıza... anlatmakta güçlük çekersiniz...

    bütün bunlar onca zamana karşın pek çok şeyin gerçek anlamda değişmediğini, dahası değişmeyeceğini kanıtlıyor. ama yağmur yine de bambaşka bir şekilde yağıyor bu akşam. bir yaz daha bitti. kimi tutkuların, sanrıların ya da zorlanmış cinselliklerin yeni bir uykuya yatırılması demektir bu. yepyeni kandırmacaları da göze alarak kendimi eskisinden çok daha güçlü hissettiğimi söyleyebilirim öyleyse. her sabah aynı kısırdöngüye uyanmaksa bambaşka bir mesele.

    oncasına sevdiğim istanbul'a her geçen gün biraz daha az uğruyorum artık. birkaç mekan ya da dostla kısa bir süreliğine beraber olmak yetebiliyor şimdi bana. büyük şehirde, büyük yaşantılar ve hesaplar adına beni bekleyen hemen hemen hiçbir şey kalmadı. biraz bencil, biraz da tutarsız bir dünyayı savunduğum iddia edilebilir. ama bu küçücük dünya hiç kuşku yok ki onların karşılıklı ödünlere dayalı anlaşmalarından çok daha onurlu. doğup büyüdüğüm bu topraklarda, istanbul'unkinden enikonu farklı bir denizin yakınlarındayım şimdi. arada sırada nedenini anlayamadığım bir küçük pişmanlık yayılıyor benliğime. yeni bir geriye dönüşü göze alabilmek, alışkını olmadığım insanların arasına bambaşka kılıkları kuşanarak karışıp karışamayacağımı düşünmek istiyorum. ama bunun için vakit çok geç artık, biliyorum. bu gönüllü sürgünlüğümü başka yerlere taşıyamam. böyle olunca da yaşadığım bu günlerin değişik renklerini kendime göre keşfetmeye çalışıyorum. bu renkleri ve seçenekleri o zamanlarda da çok gereksinmiştik. yıllar önceydi. konuşabiliyordun...

    burada hayat, yaşanan her anı olabildiğince anlamlandırmaya çalışarak geçiyor anlayacağın. küçük ayrıntıların şiirinden başka bir şey kalmadı ne de olsa bizlere. ve her şey elbette insanın elde edemeyeceklerini yolun bir yerinde iyiden iyiye anlayabilmesinden kaynaklanıyor. artık hani neredeyse yerlisi olduğum bu kıyı kasabasının kendine göre en korunaklı yerinde yaşıyorum.. evimi yaptırdığım tepenin kıyıya uzanışını izliyorum kimi akşamlar; sessiz gecelerde sonsuzluğun çağrısını her geçen gün biraz daha çok duyar oluyorum. dalgalar kıyıya vuruyor denizin bir başka seçenek olduğunu anımsatırcasına. burada da yapılacak hiçbir şey kalmayabilir. işte o zaman sonsuz bir erinç olarak gördüğüm bu betimsizliğe bir daha dönmemek üzere açılacağım. ama buna henüz çok vakit var. yeni insanlar ve olasılıklarla yaşıyorum arada sırada; bir günün, dolayısıyla da bir küçücük yaşantının şiirini hep birlikte bulmaya çalışıyoruz. bu günler biraz da ömrün süresince hayaliyle yaşadığın ve bir benzerini burada açtığım kitapçı dükkaında geçiyor. bu iş biraz oyalanma, bir nebze de olsa rızkını çıkarma, ama daha da önemlisi kendinden bir şekilde de olsa bir uzaklaşma anlamında.

    ama her şeye karşın, az önce söylediklerimden de anlayabileceğin gibi, kimi yalnız geceleri, arada sırada, sabahın ilk ışıklarına kadar uzatmak zorunda kalabiliyorum. böylesi zamanlardaysa imdadıma, buraya gelirken yüklendiğim bir sürü kitap ve plak yetişiyor. turgut uyar'a, edip cansever'e ve tezer özlü'ye sık sık döndüğüm oluyor. amalia rodrigues'i ya da leo ferre'yi dinlemek hala çok güzel inan. gustav mahler'se ara sıra yazdıklarımla sanki her keresinde bir başka anlam kazanıyor. sözcükler ve ezgiler diyorum, o zaman da kendi kendime; onca insanın geri dönemeyeceğini bir kez daha anlıyorum. bir sözünü hatırlıyorum sonra, içkili zamanlarımızda, 'boşver, boşver, at arkaya!' deyişini. oysa, düşünüyorum da sonuçta asıl sen oldun arkaya atamayan. bir gece vakti, dünyayı tüm bilincin ve kararlılığınla belki de son kez 'yüreğinde algılayarak' terk edişini artık alışkın olduğum bir hüzünle hatırlıyorum. yalnızlığın çağrısını çok farklı bir şekilde hissetmiş, böylesi bir gecenin sabahınıysa benden çok daha anlamsız bulmuştun sanki. bu durumda ayrılığımız elbette kaçınılmaz olacaktı. suskunluklara, yenilgilere ve oncasına düş kırıklığına karşın izini burada hala sürebildiğim küçük ayrıntılar ve etkilenmeler var ne de olsa. sana hiçbir zaman gönderemeyeceğim bu mektubu yazmam, nasıl olsa bildiğin, yaşadığın olayları anlatmam gibi örneğin. bu uğraşımla sanırım her şeyi, günün birinde tam anlamıyla bitirmeyi düşündüğüm o uzun yazıya bağlıyorum; yaşadıklarımı tüm açıkyürekliliğimle, hiçbir uzlaşmaya girmeksizin anlatabileceğim o uzun yazıya. ama bunun için daha bir çok irdeleme göğüslemem ve zamanın acımasız akışında kimi açmazların etkisinden bu zorlu yolun bir yerinde enikonu kurtulmuş olmam gerekecek. böylesi bir çabanın kimlere ne ölçüde seslenebileceğini bu aşamada düşünmenin hiçbir anlamı yok. dahası bu yüreklilik sınavında yeniden başarısız olabilirim. geçmişte, daha başka durumlarda olduğu gibi, bir yazının bir yerlerine gizlenebilirim o zaman da, sözcükleri, ezgileri ve oncasına çağrışımı bir kez daha düşünebilirim: bir yazının sürekli olarak kendini yazdırdığı bir süreçtir bu artık. seneler geçer, geride kalan onca sözcüğe karşın nerede olduğunuzu bir türlü kestiremezsiniz. ama sonuç ne olursa olsun, yaşadıklarınızın tümü bir özleme tutsaklıktır, bunu çok iyi bilirsiniz. 'parantez kapanır', bir nokta konur. hayat, o insanlar için, olanca hızı ve umursamazlığıyla devam etmektedir..."* *


    (suyunrengi - 7 Kasım 2011 21:03)

  • comment image

    beni sana mektup yazmaya iten sebep ne bilmiyorum. muhtemelen ben bu mektubu sana bile yazmıyorum. bir mektup yazdığımdan bile emin değilim.

    havanın bulanıklığından, dinlediğim şarkılardan veya yalnızlıktan olabilir; neyi ne için yaptığımı, neyi ne için yazdığımı bilmiyorum işte. zaten bir anlamı yok. çünkü sen bu mektubu sana yazdığımı hiç bilmeyeceksin, sen bu mektubu kime yazdığımı da hiç bilmeyeceksin. aslına bakarsan ben senin gerçekte kim olduğunu hiç bilmediğimden ben de bu mektubu sana yazdığımı hiç bilmeyecek gibiyim. kızgın ya da öfkeli değilim (muhtemelen ikisi aynı şey değil, bunun böyle olmadığını sen de bir gün öğrenebilirsin.), belki kırgın olabilirim, bir sebepten (evet, belli değil.). dünyaya böyle gelmiş olmam olası, kırgın bir çocuk olarak. belki çok uzun zaman öncesinden kırılmış, yaşlanmış ve unutamamış bir ruh olarak.

    bunlardan yoruldum. böyle olmak (ben olmak) beni yordu. iyileşemedim. hep daha çok kırıldım, hep daha küçük parçalara bölündüm. parçaları topladım, birleştirdim, hep daha çok eksik kaldı. bu döngü böyle sürdü. varlığımın dünyayı daha iyi bir yer haline getirmesini beklemiyordum, getirmedi de.

    bunları düşündüğümü kimse asla bilmeyecek. bu mektubu sana yazdığımı da... dedim ya, senin kim olduğun hakkında en ufak bir fikrim yok ve sanırım bu hep böyle olacak.

    yalan söylediğimi ve bildiğini biliyorum. bir şekilde beni duyabildiğini...


    (mainzeria - 21 Mart 2013 16:09)

  • comment image

    bugün sana yazıyorum, senin için yazıyorum. günlerdir acı içinde kıvranırken, acımı, yazmaktan başka bir şeyin azaltmayacağını kavramış bulunuyorum. o yüzden, biraz sonra, her dokunuşum akabinde oluşan her harf senin…

    ama sen bunlara değer vermiyorsun. basitliğin, sığlığın ve paranın fethettiği tüm hayatlarda olduğu gibi senin hayatında da, sözlere – gerçeklere değer verilmiyor. bunu bu kadar acı bir şekilde tecrübe etmek de seninle olan hayatımızda bana düşen paydı demek ki.

    oysa ki, beni altı yıl önce göz alıcı cesaretiyle etkileyen, nefesimi kesen adam bunlara önem vermeliydi. bir değil, iki değil, üç değil, dört değil, beş değil, altı yıldır han dediğim yere han diken, gel dediğim her yere gelen, ben istemeden aklımdan geçen tüm isteklerimi karşılayan sensin. yıllarca, her türlü nazıma katlanıp, “arama artık beni” diye bitirdiğim her hezeyanıma kulak tıkayıp hiçbir şey olmamış gibi tekrar arayan bunu yıllarca defalarca kez benim her türlü muhalefetime karşı yapan sensin. ancak masallarda ortaya çıkan beyaz atlı prens gibi düğün arifesinde ortaya çıkıp; “söylemeden ölmek istemiyorum, seni seviyorum” diyerek cesaretiyle yüreğimi yerinden oynatan yine sensin. bilmiyor musun ki, bu kalp o günden sonra eskisi gibi atmıyor artık.

    ne olursa olsun beni sevmekten vazgeçmeyeceğini, bunu hiçbir şeyin değiştirmeyeceğini söylediğin ve yıllar boyu da aynen böyle davrandığın için, kıpırtısız bir denize sırt üstü uzanır gibi bıraktım kendimi kollarına. ne zaman ki; “ilk gün ne diyorsa altı yıl sonra bugün de aynı şeyi söylüyor ve yapıyor” dedim o gün yok oldun dünyamdan. çarşaf gibi dingin denizim birden dalgalanmaya başladı ve ben daha “neler oluyor” diyemeden kendimi köpüklerin arasında dibe çekilirken buldum. bugüne kadar hep çıktım dipten, yine çıkarım. bu sefer eskisinden çok daha yorgun, çok daha güçsüz, çok daha eksiğim…

    çünkü artık sen yoksun. yıllar yıllar boyu hep aynı saatlerde çalan şu telefonun artık çalmıyor oluşunu hatta hiç çalmayacak oluşunu kabul etmek ne zor biliyor musun? tüm zorluklardan, ertesi gün senin arayacağını bilerek sıyrılmak ne kolaydı oysa. aldığım en derin nefestin sen. benimle birlikte ölene dek baki kalacağını düşünerek ne büyük aptallık yapmışım meğer. senin de bir gün tükenebileceğin, istemeyebileceğin hatta seni aradığımda açmayacağın, aklıma bir an dahi gelmedi. yemin ederim. bir an dahi bunların olabileceğini düşünsem, inan bu kadar yanmazdım şimdi…

    sen ki, beni elleriyle besleyen adamsın. gözlerimin içine bakmaya kıyamayansın. koskoca bedeni ve bedeninden büyük şöhretiyle benimle köşe bucak saklanıp, liseli aşıklar gibi sokak arasında buluşan, onca işin arasında, sadece benim yanımda olmak için şehir şehir gezen sensin.

    altı yıl boyunca, ağzından bir kötü söz duymadım. bir kere sadece bir kere bile en ufak bir şüpheye kapılmadım; “ya beni sevmiyorsa” diye. bunca yıl bir kere üzmedin, kırmadın, yalan söylemedin. bunca yıldır, bir kere bile “ya aramazsa” diye korkmadım. çünkü hep aradın, hep ama hep yanımdaydın. güzel sesin bana her şeye katlanma gücünü verdi bugüne kadar.

    bugün ne oldu? ne oldu da, durgun denizlerde sakin sakin yüzerken, berbat bir hayat içerisinde, karışıklı iki çift laf ederek çaldığımız mutluluğu, yıllardır adım adım dolaştığımız vahayı yerle bir ettin? neden bir bozgunun içinde yapayalnız bıraktın beni? böylesine birden bire, böylesine apansız olan nedir?

    zaten bir tek bunu kabul edemiyorum. her şeyin değişebileceği, her aşkın bitebileceği, senin beni artık istemiyor oluşun, bunların hepsini kabul ediyorum. istemiyorum gerçekleşmelerini ama kabul ediyorum. bunlar gerçek çünkü, olabilir ve ben payıma düşeni yaşarım. ama tüm bunların “neden” olduğuna dair tek bir söz etmemeni kabul edemiyorum. beni günlerdir uyutmayan, içimde şişik kocaman bir balon gibi sıkışıp kalan soru bu: “neden?” her şey normal giderken, bir anda giyotin gibi tepemize inip bizi ayıran şey ne?

    seni bir daha göremeyecek oluşumdan da beter olan, beni, gidişinin nedeni söyleyemeyecek kadar kıymetsiz buluşundur! her derdime bulurum ama buna bir çare bulamayacağım bir ömür, bilesin…


    (diccle - 11 Eylül 2013 17:34)

  • comment image

    "sende geçen kıştan kalma yeni sezon montları vardır şimdi. mevsim bahar olmuştur, mont üstünde kalmıştır senin. örten bırakıp gitmiş, alıp iki adım kenara koymak sana kalmıştır. belki hava ısınmamıştır belki de zamane geceleri fazla sıcaktır; her türlü günde bir mevsimden başka bir mevsime atlamak sana kalmıştır. sırtında ağır yükler, mont üzerine binmiştir. yükler sıcaklığı yüreğinden midene indirirken mont pahasını boğazına düğüm etmiştir bile. kadehler kalmıştır kırmızı izleri veya lekeleri sana hatırlatan. elini kaldırıp yıkamaya üşenirsin. kalkar iki de kadehi öpersin, ve sen hala üşümeye devam edersin. bir öpücük müdür kaybettiğin mucizeyi sana getirebilecek olan? cevabın yok. ilk günkü kadar korkaksın. neyse, boşver. sen sırtında o montla üşümeye devam ederken işte, boş kadehleri öpmeye devam edersin.

    sende dünden bugüne kalan korkular vardır orada, burada, şurada şimdi. birazını parmağınla, birazını gözyaşlarınla, birazını sırtını dönerek anlatabileceğin. iki çığlığın vardır geceleri bölüp çok da bir şeyi değiştirmeyen, iki de hüsran işte. oturup yazasın gelse çöp kutusunun fazlasıyla dolası gelir. oturup anlatsan karşındakinin seni anlamayası gelir. oturup ağlasan gözyaşlarının akmayası gel.. akan gözyaşların kadar yalnız, kızaran gözlerin kadar mutsuz, akan burnun kadar karamsarsın veya hiçbir şeysin. umurunda mı bilmiyorum. ya da dünyanın ne kadar umrundasın onu da bilmiyorum. dünyayı yöneten gücün hala ulvi bir şeyler olmasını umuyorum sadece. toplu intiharlara ramak kala bir güç olmalı, ve o güce herhangi bir insan evladı henüz ayak basmamış, kavuşamamış ve onu görememiş olmalı. avucunda tuttuğun az yazılı çok anılı kağıtların çöp kutusunu hak etmemesi gibi. kelimelerin artık, bazı anlamlara gelmemesi gibi. veya sırtını işte, kimsenin öpmemesi veya okşamaması gibi. neyse işte, birinin bir şeyler anlatmaya çalışması, birinin de aslında çoktan ölmüş olması gibi.

    sende geleceğe kısık gözlerle bakıp geçmişe büyük iç geçirmeler vardır şimdi. elma ile armutu da öğretmenin toplama dedikçe toplamışsındır vaktinde kesin. hayata temelden bir başkaldırı veya ilk yükseltiden sonra gelen yorgunluk belirtileriydi her şey. her şey birbirine karıştı; sen altında kaldın. çok zordu veya kolayı başaramadın; olabilir. vaktinde ne kadar şeyi doğru yaptın veya hataların ne kadar zamansızdı bilmiyorum; bunları sen dahil bilen birisi var mı onu da bilmiyorum. aslında bakarsan çoğu şeyi bilmiyorum. bilmesem de olur, bu sorun değil. sadece sen, kim olursan ol, sen, gözünü biraz aç istiyorum. senin gözlerinle hayatı senden başka kimse göremez. hayatı başka gözlerden öğrenme, kendi öğrenmene kaldığın yerden devam et istiyorum.

    sende hayata kaldığın yerden devam edememek vardır şimdi. vestiyer orada, mont sırtında. zaten ağzının da tadı kaçtı. sende, acıyı kilolarla ölçüp çayı şekersiz içmek vardır şimdi."

    http://goo.gl/qgf74t


    (nahgalip sahsiyet - 22 Ekim 2014 00:54)

  • comment image

    zamanında içe akıtılması yerine kağıda akmış gözyaşlarıdır onlar, sonrasında kururlar, sararırlar, atsan atılmazlar, satsan satılmazlar, her bahar temizliğinde karşınıza çıkarlar.


    (ciottolo - 18 Ağustos 2004 13:54)

  • comment image

    "cok uzun bir mektup yazdim sana. basindan sonuna kadar okudum da. neler yapmisim diye merakimdan. sonra cekmecemden bir zarf cikarip, adini yazdim.

    buyuk harflerle yalnizca adini.

    adresini bilsem gonderir miydim, bilmiyorum.

    mektup cebimde.
    cebim yuregime yakin.
    yuregim sende.
    sen yuregime yakin.

    oyleyse mektup sende."


    (janisjr - 11 Kasım 2004 22:00)

  • comment image

    "yağışların hızla artacağını söylüyor ana haber bültenleri. kar yine yolları kapatacakmış. önlemler alın diyorlar, alırız.

    yollar kapandığına göre artık sana gelemem. zaten üşüyen kalbim herhalde bu defa donarak ölür. bu da demek oluyor ki sevgili; ben artık seni eskisi gibi sevemem.

    bize mevsimlerin ayazı vurdu belki ama üşümemiz soğuktan değil ki. hatırlasana geçirdiğimiz son yazı. birbirimize sarıldığımızda yaşadığımız donma tehlikesini. bizim öleceğimiz varmış, öldük sevgili...

    birini öperken başka birini düşünmenin nasıl bir acı olduğunu ve o andan itibaren öpüşmenin dudaktaki iğrenç tadını biliyor musun? ya tüm bunları atlatmaya çalışırken, yalnızlığın dibine vurmayı? yalnızlığın buradaki kelime karşılığı senin bildiğin gibi değil. bu, organlarının birbirinden ayrılması, hepsinin ayrı ayrı çıkardığı sesi birleştirip yaşamaya çalışmak ve tıpta bunun karşılığını bulamamak demek.

    sen hala aynı tutarsız, anlamazsın ne dediğimi. senin doğumundan bu güne hiç bir organın beraber çalışmadı ki, korkarım eksik bile vardır? tuhaf olan ne biliyor musun, kaçtık!

    koşmayı ne kadar çok seviyor insanoğlu. ben vazgeçtiğimde sen dizlerinin üstüne çöküp yalvarmıştın. bu hareketi ertesi gün hatırladığında kendinden nefret ettiğine eminim. sen vazgeçtiğinde ben şahitler huzurunda sana yeminler ettim. ilk şahit gösterdiğim taksi şöförünü hatırlarsın. ki ben de bu hareketimden sonra kendimden nefret ettim. kozlar paylaşıldı sanırım.

    seni herşeye rağmen deli özledim...

    senin aşkın bende kangren oldu. her gün biraz daha öldüğümü biliyorum. aynaya baktığımda yüzümün sana ne kadar benzediğini görüyorum. sen oldum sevgili, senin gibi yaşıyorum. ama umarsız, ama tutarsız, her gece başka bir kendimle.

    müziği daha çok seviyorum ve senin varlığın, müziğin içinde duyduğum en iyi ses oldu.

    şimdi kendimi kurtarma çabasındayım. kangren olan yeri kesip atmam gerekiyor. canım acır mı diye hiç düşünmüyorum. beni asıl endişelendiren "seni", pardon "kangren olan yeri" kesip atmalı mıyım? buna hazır mıyım? yani sensiz de olsa, haberin bile olmasa ben seninle, çok üzgünüm dil alışkanlığı işte, kangren olan yerle yaşamaya öyle alıştım ki. bir anda düşeceğim boşluğun derinliğini bilmeden bunu yapamıyorum. o yer bana haz veriyor sanki. acı bir mutluluk yaşıyorum onunla.

    bu arada senin zamanının nasıl geçtiğini sormamış olabilirim. ama bunu zaten biliyoruz değil mi? sen bir aşkın senin yaşamında kangren olmasına izin verir misin; daha enfeksiyon halindeyken gidip tedavi olursun ve belki de nerelerdeydin diye soranlara yine "uzaklardaydım" cevabını verirsin. acını biri duyarsa sen işte o zaman ölürsün.

    biliyor musun sevgili ben artık sesini duyduğum zamanlarda bana söylediklerine inanmıyorum. ben artık sana inanmıyorum.

    bilmeni istediğim hiçbir acım yok artık!
    sana hala çok aşığım sevgili!...

    ve

    "gönlümle baş başa düşündüm demin
    artık bir sihirsiz nefes gibisin
    şimdi ta içinde bomboş kalbimin
    akisleri sönen bir ses gibisin

    maziye karışıp sevda yeminim
    bir anda unuttum seni, eminim
    kalbimde kalbine yok bile kinim
    bence artık sen de herkes gibisin..."

    iki1000lisenelerden (belki fazlası) enstantaneler


    (rachel - 10 Mayıs 2006 23:47)

Yorum Kaynak Link : gönderilmemiş mektuplar