• "bir ortamda 1 clive owen 1 jude law olursa ne edep kalır ne haysiyet şeklinde özetleyebileceğim film..ben kim miyim? düz adamın karısı"
  • "filmi az evvel tekrar izledim. jude law'a tek lafım var, ulan köpek sen kim oluyorsun da natalie portman' a tokat atıyorsun şerefsiz.(bkz: sarhoşken entry girmek)"
  • "seversen sikilirsin, sikersen sevilirsin temalı film"




Facebook Yorumları
  • comment image

    bu filmle ilgili şöyle bir monolog yapmışım.

    --- spoiler ---

    "ben bu filmin şu yönünü çok seviyorum sanırım
    sanatçı olarak hayatta varolmaya çalışan iki kişi var julia roberts ve jude law
    ve bu ikisinin hayatla alakası yok.
    o kadar hayali ütopik, çılgın fikirlere sahipler ki
    naif naif ama hayat ve insanlar öyle bir naiflikte değil. hatta o kadar adice ve kabaca bir şey ki ancak nathalie ve clive gibi doktor, striptizciler falan hayata dokunabiliyorlar. onlar da bu yüzden tamamen bedensel ve down to earth işler yapıp öyle yaşıyorlar.
    hayalleri yok gayet basit ve görüleni istiyorlar. görlenin ardındakilerin farkındalar ama görüldükleri gibiler onlar.

    bu noktada jude law'un gerçek gerçek diye kendini paralaması da ayrıca komik çünkü gerçeği duyduğu anda tuzla buz olabiliyor ve hatta gerçeği duyunca gerçek hayat ona o kadar da albenili gelmiyor.

    ve hatta tam bu yüzden hiçbirinin ilişkisine değinilmemiş
    film ilişki filmi
    ama ilişkiden eser yok
    lacan'ın kadın yoktur demesi gibi "ilişki yoktur" diyor bu film.

    o yüzden ilişkilerin hep başlayış ve bitişleriyle ve aldatmalarla dolu.
    aradaki hiçbir dönemden bahsedilmiyor.
    aslında bizim jude ve julia'nın aradığı çılgın elevated aşk ilişkisi denen şeyin işlevsiz ve gerçek hayatta fonksiyonsuz kaldığı ve bu nedenle böyle sanatsal duygulanımlara sahip olanların bile ancak clive ve natalie gibi gerçekle direk bağlantısı olan kişilerle "gerçek hayat" dediğimiz ve onların direk reddettikleri basitlikteki yaşamlarda sürdürebilecekleri ilişkileri olabilir.
    clive owen'ın julia'ya bağırdığı çağırdığı o evdeki sahneye hayranım o yüzden
    bu kadar güzel gerçeklerle yüzleştirilemezdi çünkü aldatmanın adiliğini ve basitliğini aşkmış gibi gösteren bu artsy fartsy tiplerin hayattan ne kadar anlamadıkları üzerine şahane bir sahnedir.
    "yüzüne boşaldı mı?" sahnesi. karşısındakini sıradan bir ankete tabi tutar gibi söyledkleri ve sordukları... julia ve jude'un aksine ne kadar hayatın içinden gerçeklere sıkı sıkıya bağlı olduklarının göstergesi bu sahne sanırım. natalie de hemen o esnada jude'la benzer diyaloglar yaşıyordu tabii.
    bu bu kadar basit bir şeydir diyor işte.
    senin saçma dünyada kendi kendine anlamlandırdığın o aşk denen şey ağzına boşalmaktır benim için iyor
    süslemelerin anlamı yok sonunda zaten benim olacaksın o kadar eminim diyor

    ve yani bu filmde de gerçek olan sevgi dediğimiz şey bu kadar güçlü halinde ancak clive ve natalie'ninki.
    onu anlatamıyorum ben insanlara sanırım :)
    çok süslüyor insanlar her şeyi

    clive ve natalie'nin strangers adlı sergide yaptıkları konuşma ise tam bu dediklerimi destekliyor sanırım hatta. herkes görmek istediklerini görüyor. herkes süslü bir gerçeklik istiyor çünkü böylesi hayatı daha güzel gösteriyor. halbuki hiçbir şey bu kadar süslü ve makyajlı değil. o yüzden natalie ve clive ihaneti anlamıyorlar. saf olan, süssüz gerçek ve basit sıradan sevgiye tutunmuşlar. ihaneti duyduklarında "bir insan bunu diğerine nasıl yapabilir" diyor. o kadar gerçekle içiçe olmalarına rağmen başka birini sevme ve birini severken başka birini sevmeye inanmıyorlar çünkü. cidden de yok öyle bir şey yok. julia ve jude ise bu gerçek sevgilerin sıradanlığından ve gerçekliğinden sıkılıp aynen o sergideki yüzler gibi heyecanlı ve daha güzel buldukları kocaman yalan ve gerçekdışı o "aşk" dedikleri şeye tutuluyorlar ama tabii iki taraf da yalan olunca sürdüremiyorlar. hatta jude julie'nin eski kocasıyla yattığını öğrendiğinde "we're not innocent anymore" diyor. burada çok gülüyorum çünkü kim masum ki zaten? bunu böyle kabul edemiyorlar işte! sonunda ikisi de gerçeğe geri dönmek durumunda kalıyorlar. o gerçek de clive ve natalie oluyor. sonu ise belli... natalie sigarayı bırakmasına yardımcı olan "inner strength" ile jude'u bırakıyor zira kensisi en az sigara kadar etkili geçiştirici ve savmacı bir yalan, plasebo adeta. julia ise güvenli, sıradan, basit olan eski kocasının aşkına sığınıyor.

    o yüzden sanırım ilişkilerin filme alınacak, abartılacak bir yanı yok. her şey sıradan, basit olduğu kadar gerçek. öyle parıltılı görünürse bilmek lazım ki bir şeyler saçma gidiyor. film tamamen bunu anlatıyor herhalde."

    ---
    spoiler ---


    (divina - 20 Nisan 2008 21:36)

  • comment image

    aristo, etiğinde en yüksek iyinin, en arzulanan şeyin sonunda "mutluluk" olduğunu iddia eder. gelsin, ingilizce öğrensin, sonra da filmdeki şu konuşmayı, şu sağlam argümanı dinlesin mr. owen'ın ağzından:

    --- spoiler ---

    larry: she doesn't want to be happy.
    dan: everybody wants to be happy. (aristo da bunu derdi.)
    larry: depressives don't. they want to be unhappy to confirm they're depressed. if they were happy they couldn't be depressed anymore. they'd have to go out into the world and live. which can be depressing. (döngüye bakınız)

    ---
    spoiler ---

    saygıyla eğilmekle beraber, durumumun bariz açıklamasını verdiğinden ötürü de filmin gönlümdeki yeri artık ayrı "ayrı" ayrıdır.


    (kreb17 - 8 Haziran 2010 16:33)

  • comment image

    erkeklerin "aman gitsin istediğine aşık olsun, yeter ki sadece benimle sevişsin.",
    kadınların "aman gitsin istediğiyle sevişsin, yeter ki sadece beni sevsin, bana aşık olsun." şeklinde olan tezat düşüncelerini gözler önüne seren çarpıcı bir film.


    (july maff deep - 18 Ocak 2012 17:34)

  • comment image

    göründüğünden çok daha derinlikli film, pas geçilmemeli. nacizane fikirlerim;

    --- spoiler ---

    hayatta nasıl kimse göründüğü gibi değildir dersi gibi film. dan komplike görünüyor, ama değil. sadece bencil ve egoist. larry basit görünüyor ama değil. ne istediğini bilen ve kazanma takıntılı biri. dan larry e annayı tanımıyorsun dese de larry "depresif insanlar mutlu olmak istemezler" içerikli konuşmasıyla her şeyin ne kadar farkında olduğunu gösterdi. kendisiyle yaşayarak kendini mutsuzluğa mahkum eden bi kadınla yaşamayı isteyen bi erkeğin sıfatı basit değil ancak "hastalık derecesinde takıntılı" olabilir.

    alice masum ve aşık genç kızmış en suçsuzmuş gibi ama alice in dan in yazdığı kitaptaki tek bir şeyi bile yaşamadığına eminim.. en azından ben larrynin "senle ilgili hangi kısmı yazmamış" sorusuna verdiği "gerçeği" cevabını böyle yorumluyorum. alice sadece yalanların içinde varolabilen ve kısır bir kendini reddetme döngüsünde yaşayan biri. muhtemelen hayatı boyunca kendine ve herkese yalan söyleyecek.

    alice ve larry arasındaki konuşmaysa filmin içindeki en samimi sahneydi ve ikisinin arasındaki ilişki gerçek duygulara en yakın olanıydı bence.

    çünkü danin annie ye hissettiği şey = elde edememeden kaynaklanan arzu.
    annie nin dan e hissettiği şey = kendini sabote etme
    larry nin annieye hissettiği şey = sadece sahip olma dürtüsü *
    alice in dan e hissettiği şey = yalanlarına onunla birlikte inanacak ve gerçeği sorgulamayacak birini bulmak. bu yüzden dan gerçeği sorguladığı anda annie seni artık sevmiyorum dedi..

    alice ve larry arasındaki ilişkiyi analiz etmek gerekirse,
    alice içten içe larrynin kendisini görmesini istedi. baştan beri larry ile olan tüm konuşmalarında yalan söylediğini belli etti. ama larrynin gerçekten görebileceği kadar yalanlarının üzerini kaldırmaya korktu. larry alice ten ilk gördüğü ve yüzüne dokunduğu andan beri etkileniyordu ama larry için hayat kazanılması gereken bir oyundu ve alice o kazanılması gereken şeyler listesinde değildi. yani ikisi için de gerçeklere yer yoktu ama birbirilerini içten bir şekilde istediler.. hatta larry nin annie ye sen kadınsın o sadece bi kız diyerek kendini kandırma/durumu mantığına oturtma çabası takdire şayandı.

    kendime en yakın hissettiğim karakter annie bence bu hikayenin en ağır mazoşisti. bi insan sürekli mi kendini sabote eder ? başka bi adamı mutsuz etmemek için kendi mutluluğundan vazgeçecek kadar pes etmiş. muhtemelen hayatı boyunca her şey için kendini suçlamış. kendini mutluluğa değer görmemiş. kalıplarını asla kıramamış. bi kereliğine kırıp gerçekten mutluluğu yaşayabileceği anda da karşındaki adamın kendini o kadar da sevmediğini ve incineceğini anlayıp güvenli depresyonuna geri dönmüş biri. az daha bencil olsaydı ve bu kadar korkak olmasaydı dan in de larry nin de kıçına tekmeyi basardı bence..

    kısaca bunların 4ü de umutsuz vaka anacım. hoh ne eyyorladım be.
    ---
    spoiler ---


    (sorrow in me - 6 Mayıs 2013 05:07)

  • comment image

    --- spoiler ---

    natalie portman dururken, julia roberts'ı seçmiş olan jude law'ın ıslak odunla dövülmesini gerektiren mike nichols filmi.

    "i'm in love with her because she doesn't need me" repliğiyle ise aşk hayatıma özet geçmiştir ayrıca. * *

    ---
    spoiler ---


    (dunyayi kurtaran nick - 15 Şubat 2014 01:06)

  • comment image

    "an un-love story as honest and naked as cupid in the devil’s dock, the whole truth, and nothing but." - marc savlov (the austin chronicle)

    bu filmi yukardaki cumleden daha guzel anlatabilecek bir kelimeler toplulugu varmidir bilmiyorum. evet bir "un-love" story tam anlamiyla mike nichols'un son filmi. ama kalplerin atisini hizlandiran, gozleri faltasi gibi actiran, masallarini duyup kendimizden gectigimiz ask denilen miti oldukca kati, durust ve gercek bir sekilde karalayip yokeden bir "un-love" story.

    filmi izlemeye basladiginiz ilk dakikalar diyaloglar biraz yabanci gelebiliyor. cunku closer patrick marber'in 1997 senesinde oldukca begenilen tiyatro oyunundan sahneye uyarlanmis. ve senaryoyu da marber yazdigindan diyaloglari pek degistirmeye, sinema diline uygunlastirmaya ugrasmamis. en baslarda biraz yapay gelen bu dil daha sonra oyuncularin mukemmel performanslari ve nuanslari sayesinde gittikce daha da normal geliyor kulaginiza. hatta bazi yerlerde tam tiyatro oyunlarina yakisir bir ritimle ilginc bile bulunabiliyor. ama bu yapayligin otesinde oldukca guclu, ve durust yazilmis diyaloglar. mukemmel bir oyunculuk sergileyen clive owen'in "heart is a fist wrapped in blood" lafi kadar etkileyici ve dogru, hayallerden, masallardan, ask mitlerinden, efsanelerinden uzak, hayatin aci ve gercek karanliginin icinden kopup cikmis bir cumlecik daha olamaz herhalde. ayni zamanda yine ayni karakterin karisi julia roberts'in kendini aldattigini ogrendiginde sirayla olayi nerede, kac kere, hangi pozisyonda yaptigini sordugu, tutku ve ofkenin bir arada toplandigi yine kalp atislarini hizlandiran sahnedeki diyaloglar da yine aklimda kalan unutulmaz sahnelerinden biriydi filmin.

    closer karakter ve diyalog uzerine kurulmus hikayelerin sadece fransiz film yonetmenleri tarafindan yapilmadigini kanitlamis oldu bir kere daha. daha once richard linklaterin astigi klasik, hollywood, formule amerikan sinemasi bariyerini bir de mike nichols asti bu filmle. sadece asmakla da kalmadi, bence bundan 10 sene sonra film okullarinda bir godard, bir fellini gibi calisilicak kalitede bir filmle cikti karsimiza. insan iliskilerini, aski, bu kadar gercek, tutkulu, ofkeli, acimasizca anlatan bir film yapti. butun karakterlerden nefret ettik, ama ayni zaman da hayran da olduk. boyle garip duygular yaratti film. etkisinden cikmak cok zor. kendi iliskilerimiz ve yasadiklarimiz ya da yasayacaklarimizla ozdeslestirmemek mumkun degil.

    ayrica natalie portman'in inanilmaz basarili oyunculugu da beni buyulemedi desem yalan olur. bu kizin bir kac yil icinde dunyanin en basarili kadin oyuncularindan biri olucagini goruyorum ben. clive owenla striptiz sahnesi diyaloglar olsun, yonetim olsun, performans olsun sinema tarihine gecicek sahnelerden biridir kanimca.

    aslinda demek istedigim cok sey var bu film hakkinda hala. ama tekrar izlemem gerektigini dusunuyorum. soyleyebilecegim tek sey bir masterpiece oldugu ve karakter sinemasini seven herkesin konuyu sevse ya da sevmese bile zevkle izleyebilecegidir. basarili bir yonetmenin julia roberts gibi siradan bir aktristi bile bir "karakter" yapabilmesinden belli oldugunu da anlayabilecegimiz bir filmdir ayrica.


    (ningyo - 6 Aralık 2004 07:19)

  • comment image

    clive owen'in canlandirdigi larry karakteri, kesinlikle bir hayal kirici, ancak bir o kadar da gercekleri gosterici, kendi yarattigi "ask mesk" dolu hayal dunyasinda dolasmayan, realist bir karakterdir -ki onu da ozel yapan budur. artik bir tip adami oldugundan midir, zaten "gercegi", yani insanin en etten kemikten halini, en kotu deri hastaliklari ile kusatilmis bedenleri her gun gordugunden midir bilinmez, her zaman gercekcidir.

    bana gore filmin ana konusu, askin yoksunlugudur hakikaten (ningyo'nun belirttigi tamamen dogrudur). ancak "ask diye birsey yoktur" temasindan farklidir. fantazileri surekli yabancilara asik olmak olan birkac insan, bir sure sonra, ilk basta birer "yabanci" olan kimselerin yavas yavas "tanidik" hale gelmesinden oturu asklarini yitirmektedirler. ask ve iliskiyi bir fantazi uzerine kuran, ozellikle de birbirini birer yabanci gibi goren kimselerin dramini anlatir.

    karakterler kesinlikle birbirlerine yakinlastikca, birbirlerinden uzaklasmislardir aslinda. ve burada larry karakteri haricinde hicbiri, gercekleri gorememis, hep sacmalamistir. julia roberts'in karakteri anna haricinde ise "askin fantazi uzerine degil, insan uzerine kurulu olmasi gerektigi" gercegini anlayan tek kimse olmustur.

    ve zaman burada cok onemlidir. daha once bir entry'mde dedigim gibi, filmde zaman kavrami biraz karisiktir. o yuzden zamanin nasil gectigini anlamak, dialoglardan mumkundur. yine de, eger dialoglardan anlasilmazsa, filmin sonunda insan bir arkasina yastlanip dusunurse eger, muhtemelen zaten karakterler arasindaki iliskilerin ne tur sekiller aldigina gore de zaman tahlili yapilabilir. yani bir karede cok mutlu olan bir cift, ikinci karede biraz problemli davraniyorlarsa (ve bu iki kare arasinda 5 dakika varsa), o zaman aradan aslinda ne kadar zaman gectigi ve bu birbirlerini birer "yabanci" olduklari icin seven ciftlerin, aslinda birbirleri ile ne kadar yakinlastigi anlasilabilir.

    --- spoiler ---
    natalie portman'in karakteri alice (veya jane), new york'dan londra'ya geldigi zaman aninda zaten bir yabanci haline gelmistir. bu yabanciligini, gercek hayatindaki karakterine yeni bir isim koyarak daha da yabancilastirmistir. yalnizca striptiz yaparken tekrardan new yorklu haline geri doner ve eski ismini benimser. burasi cok karmasiktir aslinda, ancak kendisini, ismiyle "herkesi kandirdigi" icin cok zeki diye damgalayamayacagimiz gibi, daha cok "yabanciyken kendisine de yabancilasma ve tamamen bir yabanci olma" olarak gorebiliriz belki.
    ---
    spoiler ---


    (spincrus - 6 Aralık 2004 08:09)

  • comment image

    filmden cok kizgin/uzgun/dagilmis bir sekilde ciktim (hincal uluc tarzi giris cumlesi). zor bela ikna edilip ask filmi denilerek iceri itilmis biri olarak (bu bolum de hincal uluc taklidi), insani ask'tan soguttugu icin tamamiyla genel konseptle alakali olan bir dagilmislikti bu. oyle ki, sonrasinda canim hic konusmak istemedi film hakkinda; tartismalara bile girmedim. benim icin sozluk formatinda tam bir sikerim boyle askin izdirabini filmiydi.

    ama sonra uzerinde dusununce, kendimle karsilastirinca hayran oldum senaryonun durustlugune. hakkatten takdir edilesi bi durustluk bu, gormek lazim. yine de biraz hazirlikli olmakta fayda var izlemeden once. yoksa ilk zamanlar kurtulamiyosunuz filmin olumsuz etkisinden.

    --- spoiler ---

    bi cok sahnenin iyice irdelenmesi gerekiyor. insanoglunun gercegi ogrenme, gercek karsisinda durma cabasini cok guzel anlatan bi bolum olarak, larry (clive owen) ile anna (julia roberts) arasindaki o aldatma/aldatilma muhabbeti ornek verilebilir misal. ozellikle larry'nin o kadar kavganin ardindan anna'ya -butun hikayeyi (nerelerde sevistiklerinden, en son ne zaman yaptiklarina; kac kez orgazm olduguna kadar herseyi) ogrendikten sonra- "that is the spirit. thank you for your honesty. now, fuck off and die" dedigi an. bu ne guzel bir diyalogdur insanoglunun gercek arayisini gosteren, aci cekmeyi sevdigini insanin gozune sokan, aci cekerek unutmayi herkesin ne kadar benimsedigini ortaya koyan.

    gercek hayatla tek farki: bu arayis cogu zaman insanin kendi ic sorgulamalarinda "ya, kesin surda da sevismislerdir. kesin benden iyi yapiyo bu isi bu eleman. simdi bahse girerim yine yataktadirlar" seklinde olurken; burda -kisiyi ozendiren bi cesurlukla- ilk elden butun olan biteni ogrenip, tek bi sokla aci cekme suresini azaltma yoluna gidiyo larry. ben yapamam. ama yapilmasi lazim. kesinlikle

    ***

    baska bi ornek alice (natalie portman - yeri gelmisken, ne guzel bi kadindir bu ya. ozellikle o film basindaki kisa, kizil saclariyla.) ve dan (jude law) arasindaki ilginc diyalog.
    alice: i am waiting for you!
    dan: to do what?
    alice: leave me...
    buyrun iste. var mi boyle bisey. "biz bittik. hadi sen de itiraf et de dagilalim artik." super.

    ***

    tabi ki tek verilen boyle karamsarliklar degil filmde. dedigim gibi "ask"i anlatan bi film; ve belli bi capta, olabildigince objektif olmaya calismis. dolayisiyla umut da var icinde. hem de en olmadik yerlerde (ama aslinda en olmasi gereken yerlerde. umut bu degil midir zaten? olmasi gereken.) dan, filmde, cok guzel gosteriyor askta umudun yerini.
    dan: just tell me you are not in love with me.
    anna: i a-m n-o-t i-n l-o-v-e w-i-t-h y-o-u...
    dan: you just lied!
    cok guzel ya.

    ---
    spoiler ---

    varoluscu mu degil mi bilemem ama; ask'in gercekci bi oykusunu, size birseyler katacak bi oykusunu dinlemek istiyorsaniz bu aralar, mutlaka gormelisiniz (burasi ise hincal uluc tadinda reklam yapma kismi).


    (still nobody knows - 20 Aralık 2004 09:26)

  • comment image

    --- spoiler ---
    natalie portmanın oynadığı karakterin ilk sahnede, new york'tan henüz geldiğinde ateş kırmızısı saçlarıyla "asi, hoppa kız"ı oynarken, ingiltere'de kaldıkça nasıl da soğuk, mesafeli bir hal takındığına, alelade kesilmiş kumral saçları ile derli toplu, kırılgan ve duru bir güzelliğe büründüğüne dikkat ediniz. gemileri yakıp memleketine döndüğünde new york sokaklarında yine iklime teslim olmuş, eski güçlü femme fatala dönüşüvermiştir.
    zannımca en az anna'nın kocası kadar da samimi, sahicidir filmin her karesinde, sevmenin bedelinin gayet farkında gibidir her hareketinde.
    siktir git bi cay koy ya diyip kendini aldatanı ustalıkla, şirinlikle kandırması, içini sızlatır insanın.
    sanki seyirci de bir an inanır o herifle kalacağına. nasıl olup da ihaneti affetttiğine akıl erdiremezken biz, kız kuş gibi kapıdan uçup gidiverir.
    üstüne üstlük, sevgisi bittiği anda kapıyı çekip çıkma yürekliliğini göstererek kocasının şefkatli kollarına* dönen anna'ya da, onun yanılsama kendine güvenine kapılmış dan'a da bir erkeğe ihtiyacı olmamak nasılmış, en şahanesinden göstermiştir.
    ---
    spoiler ---


    (falan fesmekan - 9 Şubat 2005 00:11)

  • comment image

    tiyatro uyarlaması olduğunu apaçık belli eden çekimlerine, bomboş görünen senaryosuna, "dürüstlük kazanır"lı mesaj kaygısına rağmen, karakterlerin bu kadar oturmuş olmasıyla ve detaylarıyla kendini sevdirebilicek kapasitede bi film.

    --- spoiler ---
    en çarpıcı detaylardan biri: başlarda, jude law otobüste konuşurken, natalie portman bi anda onun gözlüklerini çıkarıp temizler. sonlarda ise, jude law yatakta natalie portman'ı şımartır, ama ardından "lenslerimi çıkarmaya gidiyorum" diyerek yanından kalkar. karşıdaki istemeden onun neye ihtiyacı olduğunu bilmek aşksa, karşıdakinin şahsınıza artık ihtiyacı bile kalmadığını görmek aşkın sonudur, daha da güzel anlatılamaz.
    ---
    spoiler ---


    (pillow - 4 Mart 2005 23:19)

  • comment image

    pek inanamadığım bir şekilde sapıklıkla, adilikle suçlanan film. yapmayın. kaçımız porno görmedi hayatında, kaçımız mastürbasyon yapmadı? kaçımız aldattı, kaçımız aldatıldı? kaçımız, kendine bile itiraf edemese de belki, gerçek aşka inandı? kaçımız, bir başkası için diğerini bırakmadı? kaçımız, "bu kez 'o' nu buldum. hayatımın erkeği/kadını o" demedi? ve hemen sonra onun bir başkasına gidişini izlemek zorunda kaldı?

    karısının başkasıyla sevişmelerini tüm ayrıntılarıyla öğrenen adam, "dürüstlüğün için teşekkür ederim. şimdi siktir git seni fahişe" diyor. çok mu ağır? eh belki. çok mu yapay? kesinlikle değil. dan in anna ya "hayatımı mahvettin" derken ki, başını hafifçe yana eğip yavru köpek bakışını atması sadece bir tesadüf olabilir mi, yoksa flört denilen aşk oyununun iyi bir atağı mı? peki ya dan ile anna nın bencillikleri? bizden olamayacak kadar gerçek dışı mı? anna nın iriyarı kaba saba kocasından korkması, gerçekten dayak yemekten korktuğu için mi, pek sanmıyorum çünkü, sadece korkaklıktan. peki ya dan in alice i bırakamaması, hem de alice in ona ihtiyacı olduğunu düşünmesi gibi kendini beğenmişliğin üst sınırlarında gezinen bir nedenden dolayı, çok mu aykırı?

    belki de hala ilk görüşte aşka inanacak kadar saf ve çocuk olduğumdan dolayı çok sevdim bu filmi. belki de şu sözler bile yeterliydi sevmem için:

    "where is this 'love'? i can't see it, i can't touch it. i can't feel it. i can hear it. i can hear some words, but i can't do anything with your easy words. "


    (ronnie - 7 Mart 2005 12:43)

  • comment image

    --- spoiler ---
    the blower's daughter esliginde bir hayal kurmak istiyorum..
    soyle ki alice/jean asla larry ile yatmadi..cunku femme fetale disiliginin altinda melek kalbi vardi.sevdigi erkek disinda herkes icin gosterip de vermeyen idi o..ama larry dan'e yalan soyledi..zaten onu ezik ve gucsuz bir sekilde aglatmisken daha da ileri gitti ve temsil ettigi erkeklige sigacak sekilde davrandi.
    peki alice/jean dan'i neden terketti ya da ona olan bunca sevgisi nasil bir anda sondu..
    cunku farketti ki ne kadar aci gelse de dan bu sekilde kendini rahatlatmaktaydi..parcalanmis degersizlesmis asklarini sadece kendisinin degil alice/jean'in de kirletmis oldugu dusuncesi neredeyse onu tatmin etmekteydi..arindirmaktaydi..onu affedicekti sevgilisinin kendini affettigi ve hep bekledigi gibi..boylece dengeler yerine oturacakti..
    o an alice/jane gordu ki o sirada ne derse desin aldatmadigina dan'i inandiramayacak..bu zayifligini ve zavalliligini gorunce ona olan tum sevgisi bitti..yine de oyununu oynamaya devam etti..hatta tokat bile yedi gururla..sonra sinirdan gecip kendi hayatina gercek ismiyle devam etti..alice adi da bir duvarda kaldi oylece..neden gercek adini sadece larry'ye soyledi peki..belki de asla anlamayacagini bildigi icin..

    ---
    spoiler ---


    (mutlu sokak kedisi - 11 Mart 2005 00:14)

  • comment image

    sürekli seksten bahsetmesine rağmen içinde hiç seks sahnesi olmayan bir başka mike nichols yapımı. zaten diyalogların kalitesiyle de kendisini belli ediyor.

    --- spoiler ---

    filmdeki karakterlere yakından bakmak gerekirse, annesini kaybettikten sonra onu iki ayrı kimlikte yeniden bulan dan, onun garip, eğlenceli melankolisine sokulan alice, mutlu olmamayı hakettiğine inanan ve bu inancını haklı çıkarmaya çalışan anne ve ona bağlanan larry filmdeki ana karakterler. bir ara iki ebeveyn ve iki çocuğun ilişkisini izler gibi hissediyorsunuz.

    bir türlü hayata tutunamayan dan, sonunda hayallerini gerçekleştirmesini sağlayacak kadar acı çekmiş bir kızı bulur, niyeti onun şövalyesi olmaktır. onu sever, korur, bu dünyadan uzak tutmaya çalışır. kendisine bağımlı olduğunu zanneder bu arada. alice hakkındaki ilk yanılgısı budur. kendisini sevdiği için ona bağlandığını, ama aslında bağımsız bir kız olduğunu anlayamaz onun. onun bir genç kız gibi duru, sade ve meleksi ifadesine hayrandır; ki bir genç kızdır o zaten.

    anne kendisini daha genç biri için terkeden kocasının sadakatsizliğini erkeklere mal etmiş, muhtemelen onlardan önce kendisi bırakıp giden olabilmek için bağımsız olmaya çalışmıştır. içinde ne kadar duygusal ve bağlanmaya aç bir kişilik de olsa, bununla devamlı mücadele etmekten ötürü hissettiği suçluluğu mazur gösterecek hareketler yapıp, sonunda kendisini daha da suçlu hissederek mutsuz olmaktadır.

    larry bütün hayatını beraber geçirmek istediği birini ararken bir yandan da cinsel kimliğini korkmadan teşhir edebileceği ve ona kendininkini vurgulayacak güçlü bir kadın arzu etmiştir. gariptir ki alice hakkındaki iki gerçeği de o bilmektedir, dan değil (onun gerçek ismini ve aslında ne kadar bağımsız olduğunu).

    alice'e gelince.. bu kızı anlatmak için sahiden bir roman yazılabilir. genç yaşında türlü acılar yaşamış, her türlü acıdan sağlam bir şekilde doğrulmuştur. masum bir melek gibi görünse de aslında oldukça güçlü bir kızdır. kötü biri değildir, oldukça zekidir ve neyin ne olduğunu ayırt edebilmektedir aslında. ama saflığı yine de içinde, inancında (aşka, kendisine, sevdiğine) yaşamaktadır. çok bağımsız bir kızdır bu kız. çok güçlü bir kızdır. üstelik zekidir. üstelik aşıktır. üstelik zekasıyla çelişmeyecek bir biçimde saftır da.. bütün o pislik içinde saftır, hepsini gördüğü, yaşadığı halde. fakat herkesin yok mudur bir zayıf noktası? bu kız da sevdiklerini terkedemez işte. o kadar. bağımlı değildir, korunmasız değildir, kendi ayakları üzerinde sapasağlam durur, üstelik gerçek bir kadındır. yalnız sevdiğini terkedemez. sadece bu.. bir ekranda en çok hayranlıkla izlediğim karakter olmuştur. yolda yürürken saçını geriye atışı, herkesin ona hayran hayran bakması, ama onun bunu umursamaması, içindeki yoğun keder ve bunu bir türlü dışarı yansıtmaması, gerektiğinde sevdiği erkeğe yalvarabilmesi, gerektiğinde acısıyla varolmaya devam edebilmesi, zekasının yan etkisi, oldukça sivri dili.. herşeyi muhteşemdir. ve bir genç kız gibi görünmesine rağmen hayattan kaçmaya çalışan anne'dan çok daha kadındır.

    onunla ilgili en çok sevdiğim şey ise, ne olursa olsun güçlü ve ayakta durmasına rağmen, tıpkı sergi açılışında söylediği gibi, sahte yalanlarla mutlu olamamasıdır. her zaman doğruyu ister, acıtsa bile. ve o endamıyla yolda yürüdüğünde ve onun hafif dekolte kıyafetine her geçen dönüp baktığında, tıpkı o sergideki resimler gibidir. herkes onun hüzünlü yüzüne hayran olur ama kimse onun bu güzellikle nasıl acı içinde olduğunu görmez. o, hayatı umursamayacak kadar üstüne ve üstünde yürür yerden, diğerleri tam olarak hangisine hayran olduklarını anlayamazlar o geçerken. güzelliğine mi, masumiyetine mi, o masumiyeti yıllandıran hüzne mi yoksa herşeye rağmen umursamazlığına mı? gözlerinde zeka pırıltılarını bile gizleyen bir acı olduğunu sevdiği adam bile görememiştir ki. o daha onun ismini bile bilmez. o, kendi hayallerindeki erkek olabilmek için sevmiştir alice'i, gerçekte sahip olduğu şey çok daha görkemliyken..

    ---
    spoiler ---

    natalie portman'a hayran değilseniz olacağınız filmdir bu film. izlediğiniz bazı sahneleri birebir yaşadığınızı görmek sizi sarsabilir.


    (mylia - 21 Mart 2005 11:02)

  • comment image

    julia roberts, natalie portman, clive owen ve jude law'ın basrollerini paylastıgı film. filmin anafikri: ister fotoğrafçı, ister doktor, ister yazar olun, bir fahişe sizden daha namuslu olabilir; terbiyesizlik, insanın kafasının içindedir; tıpkı bekaret gibi.


    (ndugu - 13 Ekim 2005 16:10)

  • comment image

    sonradan hatırladığım bi ayrıntı. clive owen'la julia roberts arasında bi konuşma geçiyo. adam banyoya girerken yine o aynaya bakmak zorunda olduğundan yakınıyo, banyo o kadar temiz ve lüksmüş ki baktıında kendini kirli hissediyomuş, elle decor dergilerinden seçilmiş falan filan.. kadın "senin seçtiğin banyo" diyo, adam da "sevdiğim anlamına gelmez" diyo. burda kadının durup düşündüğünü tahmin ediyoruz, çünkü kendi seçtiği kocası ve adamı sevdiği anlamına gelmiyo.

    işin kötüsü çoğu insan ilişkilerini önce seçip sonra sürekli karşısındakini değiştirmeye çalışır olmuş gibi geliyo bana artık.


    (deinnorra - 23 Şubat 2006 17:49)

Yorum Kaynak Link : closer