Touching the Void (~ Sturz ins Leere) ' Filminin Konusu : Film, 1985 yılında ingiliz dağcı iki gencin daha önce hiç kimsenin tırmanmayı başaramadığı Peru'daki Siula Grande zirvesine tırmanmaya çalışırken başlarına gelen akıl almaz kazanın gerçek hikayesini anlatıyor.İyi başlayan tırmanış gitgide bir kabusa dönüşüyor.Film daha önceden yaşanmış bir hikayeyi anlatıyor.
Ödüller :
Valley Uprising(2014)(8,2-3261)
Meru(2015)(7,7-11025)
Sherpa(2015)(7,7-2229)
The Beckoning Silence(2007)(7,5-1019)
Nordwand(2008)(7,4-13584)
The Wildest Dream(2010)(7,3-2126)
K2: Siren of the Himalayas(2014)(7,3-715)
Miracle on Everest(2008)(7,1-120)
Messner(2012)(7,1-442)
The Summit(2013)(6,9-4033)
Beyond the Edge(2013)(6,8-1494)
K2(1991)(6,2-5986)
BAFTA : "Alexander Korda Award for Best British Film"
ayni zamanda dunya sinemasinda klise haline gelmis ve artik mide bulandirmis, "tanriya olan inancimi kaybetmedim ve kurtuldum" safsatasini yikmis belgeseldir. ayrica ankara zirve dagcilik, ocak 2009 icersinde, toplu gosterimini yapacak. dagcilarla beraber izlemek herkes icin ayri bir anlamli olacaktir.
(oa - 2 Ocak 2009 13:31)
daha önce rotanın kıçının, başının görünmediği anları yaşayan beni izlerken kıvrım kıvrım kıvrandırmış, sırtta çanta ile ipin ucunda askıda kalındığında fazladan iki pursiğin ne kadar süper bir şey oldğunu tekrar hatırlatmış harika belgesel, film.
(thebug - 15 Temmuz 2010 23:52)
''tanrıya inanmayan insanların bile tanrıyla olan bir didişmesi, kavgası vardır'' gibi pardoksal bir cümleyle entrye başlayalım.. bu cümledeki tanrı kavramını herhangi bir yaratıcı veya güç olarak adlandırabileceğimiz gibi, somut bir nesne, put veya genel geçer değerler, doğal devinimler olarak da addedebiliriz.. bir ateist için bu kavramı daha doğru ifade edersek; insanların tarih boyunca tanrı dedikleri ve mana yükledikleri somutluk ve soyutluklar diyelim..nietzsche'nin felsefesinin temellerinden biridir aslında bu tanrıyla olan kavga meselesi.. nietzsche tanrıyla olan didişmesinin nihayetinde tanrıyı öldürmüştür.. verdiği kavgalar sonucunda ruhunun nasıl çeşitli kademeler atladığını, kitaplarında betimlemiştir.. anlatmak istediklerimin esasen nietzsche'yle bir alakası yok lakin filmin bir dağcılık belgeseli olması, inancı işlemesi, karakterlerin zerdüşt misali yollara düşüp dağlar tepeler aşıp, kendi yalnızlığıyla baş başa kalması, yaşadıkları zorluklar karşısında gösterdikleri tepkiler, çaresizlikler ve ruh halleri; az da olsa nietzsche'nin zerdüştüyle ilintilidir..dağcılık öyle bir şey ki: misal hiç bir zorun yokken, metropolde ya da banliyöde rahat bir hayatın varken; günümüzün nimetleri, kolaylıkları ve teknolojilerinden yararlanırken; bir karar alıyorsun ve tüm bunlardan uzaklaşarak, bir hedefi alt etmek adına kendi yalnızlığına doğru yelken açıyorsun.. dünyanın kolaylıklarından feragat ederek, nice zorluklarla karşılaşacağının bilincinde koca koca dağlara meydan okumanın altında insanın tanrıyla olan çekişmesi ve güç istenci yatar..tırmanış görünürde bir ekip çalışması olmasının yanında tekil de bir iştir.. zirveye doğru olan tırmanış; kişinin; artan sessizlikle beraber, kendi içinde yaşadığı bireysel bir yolculuktur aynı zamanda..bu bağlamda bırakın vertical limit'i falan açıkça into the wild filmi'yle benzerlikler taşıyor bu film..çoğu insan hayatı boyunca yaşadıkları zorluklarda bir destek veya bir güç arar.. örnek vermek gerekirse; hastalandığında, kaza yaptığında, bir deprem anında... işte bu tip; kendilerini güçsüz veya çaresiz hissettikleri anlarda çeşitli monologlar yaşarlar, tanrı'dan kendisini bur zor durumdan kurtarmasını isterler.. toplumumuzun klişe bir sözü vardır ya ''türbülansa giren uçakta ateist kalmaz'' diye, o hesap... insan bu tip durumlarda neye inandığını daha iyi anlar.yazının bundan sonra ki kısmı hafif spoiler içerecek, okuyucunun dikkatine!bacağı kırıldıktan sonra uçuruma düşen arkadaşımız, yalnız ve çaresiz kaldığında şu cümleleri sarfediyor: ''dindar bir katolik olarak büyüdüm fakat tanrıya inanmayı çok uzun zaman önce bırakmıştım ve hep insanların zor durumlarda veya baskı altında olduğu zaman, yüce meryem'e döndüğünü düşünüyordum: ''tanrım, beni buradan çıkart.'' bu, bende hiç olmadı. yani gerçekten inanmıyordum. öldüğünüz zaman, ölürsünüz. heşey biter. yani, artık hayat yoktur. hiç bir şey yoktur... sonra: buradan dışarı tırmanabilirmiyim? diye düşündüm..''insanın bu edimi sergileyebilmesi için çok güçlü olması gerekir.. ben ateistim, bir tanrının varlığını reddediyorum diyen çoğu insan, böyle bir durumda meee'ler.. herkes de bab'aziz değil ki ölümü güle oynaya karşılasın.. bu kadar aciz duruma düştükten sonra bile, kendini yanıltmıyorsan; sana helal olsun diyorum joe simpson.. nitekim dostumuz bizi şaşırtımıyor. kırık bacağına, hava koşullarına, açlık ve susuzluğa rağmen; bu şartlar altında kat edilmesi insanüstü bir çaba ve inanç gerektiren bir yolu destansı bir şekilde tamamlıyor.. lafı fazlasıyla uzattık ama filme birazda teknik yönlerinden bakalım.. iki kişi olarak çıktıkları yolu, ayrı ayrı bitirdiklerinden; hikayenin anlatımında ki zamanlamalar önemli.. kurgusunda kişilere hakettiği ölçüde zamanların ayrılması güzel.. gerilimi arttırıcı çekim teknikleri ve müzikleri de yerinde.. canlandıran aktörlerin oyunculukları ve makyajları, gerçek bir hikaye olmasından dolayı fazlasıyla etkileyici olan bu filmi daha bir şükela kılan detaylardan...film bir dağcının başucu eseri olabileceği gibi, normal bir izleyici içinde kaçırılmaması gereken bir belgesel..
(keke23 - 5 Eylül 2010 14:11)
gerçek bir hikayedir ama dağcılığa ilk defa merak salıp başlayanlara izletilmemesi gerekir. nitekim "bana da mı böyle olacak lan?" düşüncelerine girer ve doğa sporlarından korkar ya da soğuyabilirler. dağcılıkla daha haşır neşir olmuş insanlara izletilmesi daha iyi olur diye de düşünüyorum.
(kevin - 5 Ocak 2011 22:57)
boyle sanki su siralar vizyona girse, herkes birbirine ''oglum izledin mi? cok iyiydi ya'' filan dermis gibi geliyor bana. universite kuluplerinde adrenalin sever populasyonunu bir anda patlatirmis gibi. bu hani cok tutulamamis ya pek hos degil. iyice bir tutsaymisiz iyiymis. butun dagcilari, parasutculeri, magaracilari toplayip, toplu gosterim sonunda, adindan sikca bahsedilen bir film olsun istiyorum. gecenin korunde bunu istiyorum, cok istiyorum.gereginin yapilmasini arz ve talep, marjinal fayda. seks.
(xanderia - 24 Nisan 2011 04:37)
acaba bağımsız olduğu için mi hak ettiği değeri görmüyor diye üzüldüğüm etkileyci bir belgesel-film.sinemayı ve filmdeki etkileyci çekimleri bir kenara bırak doğada hayatta kalmak, mücadele etmek vs. gibi kavramlar için bile izlenmesi gerekir.misal, bir insanın 5-6 gün doğru dürüst birşey yemeden yaşayabileceğini, kar yemenin susuzluğu gidermediğini bir kez daha gördüm.ha bir de bu derece tutkulu dağcılık deli işi lan.
(technicalte - 12 Haziran 2011 02:55)
1985 yılında iki dağcının yaşadığı sıra dışı bir olayı anlatan belgesel-film. yaşanmış olay gerçekten inanılır gibi değil ancak bunun yanında çok zor şartlar altında yapılan çekimlere de şapka çıkarmak lazım. nordwand gibi benzerleri var, hatta şimdi adını hatırlayamadığım bir çok film var bu tipte ancak hiç bu kadar gerçekçi görüntüler görememiştik hiçbirinde. meraklıları mutlaka kaçırmasın.
(ayanux - 9 Kasım 2011 16:19)
joe nun ölümün ve aynı zamanda delirmenin kıyısındayken düşündüğü ''bloody hell.. i am gonna die with boney m'' repliğiyle yarmış belgesel-filmdir.
(leptospiroz - 18 Ekim 2012 18:06)
müthiş bir prodüksiyon, çok etkileyici bir hikaye....de bir tak ben mi, "ulan acaba ne kadarı doğru" diye kıllandım yahu?sonuçta orada 3 tane 20 yaşlarında ingiliz genci bunlar.biri ana kampta şakalaşırken ayağı kayıp bacağını kırsa ev gerisini yazsa yer miydik? yerdik.böyle olduğunu iddia etmiyorum tabi ki. ama ned zaman böyle bir ihtimal var bence.
(dikakana bey - 18 Kasım 2013 04:22)
adını hak eden bir yapım.. boşluğa dokunmak, gerçekten ilgi çekici değil mi? yorgun bünyelerde "acaba öldüler mi yaa?" şeklinde bir heyecan da yaratır. mükemmel ötesi çekimleriyle gecenize renk katar. battaniye altında sıcak sıcak izleyiniz efendim. sevgiler.
(guldum gectim genceciktim - 14 Aralık 2013 01:36)
2003 yapımı, bağımsız çekilmiş bir film. peruda daha önce çıkılması sayısız başarısızlıklarla sonuçlanan, ölümcül derecede dik bir zirve olan siula grandeye (kar fırtınalarının ortasında üstelik) tırmanmayı amaç edinmiş iki arkadaşın/dağcının öyküsü. bir insanın her türlü umut ve yardım olasılığı tükendiğinde bile nasıl bir azimle yaşamaya devam edebildiğini ve çabalamayı bırakmadığını görmek açısından herkesin izlemesi gereken,inanılmaz gerilim dolu ve etkileyici bir film olmuş bence. trailer'ı şurdan izlenebilir:http://www.imdb.com/title/tt0379557/trailers
(tinuviel - 1 Mart 2004 20:56)
arkasından yada önünden 127 hours izlenirse insanı bilumum outdoor spordan soğutacak filmdir. bu iki filmi izledikten sonra benim gibi hayatındaki tek aksiyonu banyodaki küvetten kayıp düşmek olan bir insansanız, salonunuzaki kanapeyi veya mutfataki kombiyi daha çok seveceksiniz. ne işim var ağa dağda tepede, açarım konbiyi uyuklarım tv karşısında diyeceksiniz. en azından bende öyle oldu. oldum olası dağcılık sporunun neden yapıldığını anlamadım. çok yakın arkadaşım dağcıdır, hatta halam 50'sinden sonra dağcı eğitmeni oldu. hem pahalı(burda yazarın cimri olduğu ihmal edilmelidir) hem de tehlikeli bir spor. bu kadar olaylara rağmen insanlar hala tırmanıyorsa vardır bir bildikleri. şimdi biri bana gelse kardeşim kaybedecğini bile bile neden hala beşiktaş maçı izliyorsun veya beşiktaş'ı tutuyorsun dese cevap veremem. dağcılık olayı da aynı hesap.özetle dağdan tepeden hoşlanan, belediye parkına çadır kurup içine yatarım ben ağa diyen insanların mutlaka izlemesi gerekir. harika bir hayatta kalma filmi.birde filmde kendini anlatan simon'um mimikleri ve göz haraketleri çok dikketimi çekti. olayı anlatırken sanki o anı yaşıyormuş gibi anlattı. sanki kırk yıllık sinemacı veya tiyatro yeteneği var gibi.
(right click - 10 Aralık 2014 00:09)
yaşanmış gerçek hikayelerin kurguya dayalı film yerine, şunun gibi bir belgesel şeklinde olması gerektiğini aklıma yerleştirecek kadar iyi bi yapım.
(saci guzel beethoven - 29 Ocak 2015 01:00)
müthiş bir film. öyle böyle değil. sonunu biliyr olmanıza rağmen heyecanı izlerken her an diri tutması takdire şayan. joe' nun 6. gece halüsinasyon benzeri yaşadığı haller, sevmediği bir şarkının zihnine musallat olması, izlerken adamı gerim gerim geriyor. çok gerçekçi bir film. hatta belgesel diyelim biz buna...
(dahafazlasi - 14 Şubat 2015 17:30)
nefis film...yeni dksk basin kurulunun ellerine sağlık diyelim o zaman...
(olric - 9 Kasım 2004 13:38)
kahramanın başını bir bela bitmeden diğerine sokmak klasik film formüllerinden biri ya; touching the void'da buna güzel bir örnek olabilirdi.. eğer bu hayali bir hikaye olsaydı. şüphesiz yapıma gücünü veren, joe simpson ve simon yates'in hikayesindeki yaşanmışlık. bunun içindir ki hayretler içinde ya da gerilerek ya da koltukta zıplanarak seyrediliyor. böyle şeylerin; ardı arkası kesilmeden gelmeye devam eden ve akıllara sığmayan ölümcül tehlikelerin, sadece filmlerde olmadığını hatırlatıp ürpertiyor.oysa joe simpson, gayet kolay bir şekilde geleceğin buz adamı olabilirdi. bundan 9000 sene sonra, peru'daki bir zirvenin yakınlarındaki koca bir yarıkta bulunup, 21. yüzyılın başlarından bir insan örneği olarak müzelerde (ya da artık o zaman ne olursa) sergilenebilirdi. ama o, çok daha zorlu bir yolu seçerek geçti tarihe. hayatta kalma isteği, [çoğu] canlının en temelinde var işte. simpson'ın gücünü ve azmini takdir etmemek de namümkün. touching the void, canlandırmaların da başarılı olmasının katkısıyla, hem bir macera filmi hem de psikolojik bir drama hissiyatı veriyor. iki adamın da kendi içlerinde yaşadığı düğümler var. simon yates, arkadaşını ölüme göndermek zorunda kaldığı için bir nevi cellat muamelesi görmüş. yapabileceği her şeyi yapmış olduğu gerçeğini kendisini rahatlatmak için kullansa da, verdiği kararın onu ne kadar etkilediği ortada. insanlığının sorgulanması omuzlarına büyük bir yük getirmiş olmalı.joe simpson'ın yaşadıkları ise daha da az alışılageldik. dünya'nın bile unuttuğu bir yarığa düşmek; üstelik kırıla kırıla bir hal olmuş bir bacakla. sanki yaşayan tek canlı oymuşçasına çöküveren bir yalnızlık. şu kelime belki daha önce perdede hiç bu kadar anlamlı olmamıştı: "çaresizlik".işte touching the void, bunca hissi seyirciye de aynen geçirerek, yabancı bir diyardaki yabancı duyguları tanıdık hale getiriyor. yönetmen, one day in september (2000) ile en iyi belgesel oscar'inı kazanan kevin macdonald. görüntü yönetmeni mike eley'e ise ne kadar övgü düzsek az. çok başarılı.
(amphibian - 21 Aralık 2004 06:26)
iki ingiliz dağcısının (joe simpson ve simon yates)1985' de peru' daki suila grande dağına yaptıkları, tırmanış ve de tırnak yedirten iniş öyküsünü anlatan, joe simpson' un kitabından uyarlanmış belgesel drama. filmden sonra ben olsam ne yapardım sorusunu soracaksınız. içinizdeki çıkışı olmayan soruların hepsini soracaksınız. cevaplarını bildiğiniz sorularla yüzleşmeye hazır olun. nefesinizi tutmak durumundayken genize kaçan tükürük hissi ile doldum ben bu filmde.çarptı yani beni. bir baktım eşim ağlıyor. ben daha ne diyeyim.
(bosch kalfa - 13 Mart 2005 19:46)
teknik altyapısı da oldukça gerçekçi hazırlanmış, belgesel/film. tırmanış sahnelerine çok dikkat edilmiş, vertical limit öküzlükleri yapılmamış. bir rivayete göre kitabı önce holivutlu yapımcılar filme çekmek istemiş ve joe simpsonu aramışlar; sonra senaryoda bir kaç değişilik yapacaklarını, biraz daha heyecan katacaklarını, joe simpson rolünü de tom cruiseün oynayacağını söylemişler. joe abimiz de reddetmiş haliylen, sonra da bu versiyonu çekmişler, iyi ki de böyle yapmışlar, holivutun elinde piç olmaktan kurtarmışlar güzelim kitabı...yalnız bende "ne yapıyoruz lan biz?" gibi bir hissiyat uyandırmıştı izleyince. alpinizm iyi güzel de... öldürüyor. sanırım yaşlanıyorum...
(alpinsamuray - 1 Nisan 2005 17:18)
insan - doğa çatışmasını ve insanoğlunun yaşama azminin üst sınırlarını oldukça gerçekçi bir görsellik ile betimleyen, inanılması güç ama doğruluğu ispatlanmış bir hikayeyi mükemmel anlatan belgesel drama. daha önce one day in september ile iyi bir iş çıkarmış kevin macdonald yine elindeki malzemeyi çok iyi kullanarak müthiş bir dramatizasyon yaratmış. oyunculuklar, makyaj, görüntü yönetmenliği, kurgu, hepsi müthiş. ama filmde heyecan uyandıran asıl şey; karakterlerin, özellikle joe simpson'un çaresizliğini ve tüm imkansız koşullara rağmen hayatta kalma azmini birebir seyirciye geçirebilmesi olmuş. bunda elbette narrator olarak joe simpson'ın kendi hikayesini kendi sesiyle duymamız, özellikle yarığın içinde kaldığı anlardaki çaresizliğini dile getirirken simpson'un gözlerinin dolması ve sarfettiği içten ve etkileyici cümleler de büyük etken. yine aynı şekilde filmde orta ve uzak planlarda bizzat joe simpson ve simon yates oynamışlar ki yaşadıklarından sonra tekrar aynı mekanlarda çekim yapmaları bile büyük özveri diye düşünüyorum. bunların yanında film belgesel olarak nitelendirilebilse de normal olarak herhangi bir arşiv görüntüsü yok, tamamı canlandırmadan oluşuyor ama görsellik o kadar üst düzey ki adeta anı yaşıyoruz, yaşadıklarına o an tanıklık ediyoruz sanki. filmdeki benim için en ilginç anlardan biri ise bana 1-2 kere ağır grip geçirdiğim günlerde anlamsız şarkıların beynimi tırmalamasını ve bunun ne kadar çıldırtıcı olduğunu hatırlatan, simpson'un sonlara doğru bilincini kaybetmeye yakın ve artık öleceğini düşünürken tüm gece boyunca aklına sevdiği bir şarkı olmamasına ve hatta sık dinlememesine rağmen boney m'in brown girl in the ring şarkısının takılması ve bu anlardaki hezeyanlar ve halisünasyonlardı. bu anlar o kadar iyi yansıtılmış ki filme sürreal bir hava katmış, etkileyicliğini arttırmış. son olarak imdb'de bu filmi vertical limit ile karşılaştırma denyoluğuna düşen ibişlere de ne desek boş. hatta o kadar boş ki, kınamıyorum ve laflar da hazırlamadım.
(gebura - 28 Ağustos 2005 11:46)
etkisi günlerce süren, adamı tokatlayan belgesel - film.hani bazen asansör bozuktur ve 6 kat çıkman gerekir, bir ağız dolusu küfür edersin.. ya da trafikte sıkışıtığında tahammülün biter, sinir bozulur, terk edip kaçasın gelir.. yada spor yaparken ondördüncü mekikte karnın acır ve satayım anasını ne işim var benim sporla diyerek bırakırsın. işte bu film izleyene bu mesnetsiz, manasız ve salakça şımarıklıkların yersizliğini pek güzel hatırlatıp utandırıyor..her eve lazım.dokunuyor damardan.
(blueclue - 15 Haziran 2006 09:08)
Yorum Kaynak Link : touching the void