Süre                : 2 Saat 41 dakika
Çıkış Tarihi     : 15 Ocak 2011 Cumartesi, Yapım Yılı : 2011
Türü                : Döküman
Taglar             : Sosyoekonomi,toplum,Sosyoloji,Fütüroloji,Kıtlık
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Gentle Machine Productions
Yönetmen       : Peter Joseph (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Peter Joseph (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Peter Joseph (IMDB)(ekşi), Robert Sapolsky (IMDB), Gabor Mate (IMDB), Richard Wilkinson (IMDB), James Gilligan (IMDB), John McMurtry (IMDB), Michael Ruppert (IMDB)(ekşi), Max Keiser (IMDB)(ekşi), Jacque Fresco (IMDB), Adrian Bowyer (IMDB), Berok Khoshnevis (IMDB), Roxanne Meadows (IMDB), Colin Campbell (IMDB), Toni Orans (IMDB), Phi Dao Ewing (IMDB), Michael David Quinn (IMDB), Noel Hunter (IMDB), Heidi Kasia (IMDB), Scott Dennett (IMDB), Noah Toye (IMDB), Heidi Kristine Meyer (IMDB), Kim A. Huynh (IMDB), Joshua Komer (IMDB), Sean Saiazar (IMDB), Kevin Gebhard (IMDB), Dennis Wit (IMDB), Richard Kohn (IMDB), Gerard Adimando (IMDB), Robert Shulman (IMDB), Jerry Goralnick (IMDB), Nick Raio (IMDB), Alan Stewart (IMDB), Rachel Tennenbaum (IMDB), James Colgan (IMDB), Robert Myers (IMDB), Jason Lord (IMDB), Ryan Reeves (IMDB), Kaden Reeves (IMDB), Summer Perry (IMDB), Felili Rincon (IMDB) >>devamı>>

Zeitgeist: Moving Forward (~ Korszellem: Haladjunk tovább) ' Filminin Konusu :
tüm dünya toplumu yöneten Mevcut sosyoekonomik parasal bir paradigma gerekli geçiş dışarı davası sunan bir uzun metraj belgesel çalışması. Bu konu çekirdek ilişkilendirmek için kültürel görecelik ve geleneksel ideoloji ve hareket sorunları aşmak olur, deneysel "yaşam zemin" bir "Kaynak Tabanlı Ekonomi olarak adlandırılan yeni bir sürdürülebilir sosyal paradigması içine bu değişmez doğa kanunları extrapolating, insani ve sosyal hayatta kalma özellikleri ".


  • "resmi olarak yayınlandığı andan beri geçen yaklaşık 48 saatlik sürede, an itibarıyla youtube'da 650.000, türkçe altyazılı upload ettiğimiz blip.tv'de de 6500 civarında izlenme almış belgesel."
  • "izliyorlar ve şaşırıyorlar diye insanları aşağılamadığım,çekilmesini gayet faydalı bulduğum belgesel serisinin 3. filmi.kibir çoğu kötülüğün anası sonuçta."




Facebook Yorumları
  • comment image

    fragmani bile insani düsünmeye sevk eden bir belgesel.

    "hastaliklar ilaclari gecindirir, ilaclar da doktorlari ve hastaneleri. ancak eger bir cok hastaligi kökünden yok edebilirseniz, meslekleri de ortadan kaldirmis olursunuz. kar yaratmak icin, sorun yaratmalisiniz"

    bu sözler bana üniversitedeki ilk günümü hatirlatti. o gün prof. sormustu ögrencilere "informatik nedir" diye. gelen cevaplar "program yazmak, belirli sistemlere komutlar gönderip otomatige baglama, vsvs" idi.. hoca cok beklemeden cevabi kendisi verdi. "informatik toplumdaki sorunlari tespit etmek ve care üretmektir."

    simdi düsünüyorum da, hocanin demek istedigi belki de "sorun tespit etmek" degil de "sorun yaratmak"di. bu gün apple ve microsoft gibi sirketlerin "ihtiyac" yaratmasi gibi. insanlarin bilincaltina ipad,iphone veya smartphone'suz yasanilamayacaginin sokulmasi gibi. bunu basardilar da, google latitude olmadan en yakindaki eczaneyi bulamiyor insanlar. bu bir sorun ve bu sorunu cözen de google latitude. tabi sorunu cözerken cikarini da sagliyor. buna benzer
    bir cok sorun yaratildi. binlerce app ile zenginlestirilen smartphone platformlari bir cok "sorunumuza" care oldu. misal ben evimin 100 metre ötesindeki trenin kac dkk sonra istasyona gelecegini smartphone um sayesinde hemen ögrenebiliyor ve evden ona göre cikiyorum. "evden ne zaman cikmaliyim" sorunumu cözüyor smartphone'um. peki eskiden benim gercekten böyle bir sorunum var miydi? her gün kafama mi takiyordum "acaba ne zaman ciksam evden" diye. yoksa yaratilmis sorunlardan biri mi bu da?

    neyse cok sacmalamaya basladim. bir fragmanla bana meslegimi sorgulatiyorsa bu belgesel, tamamina bakmaya cesaret edemiyorum acikcasi.

    ps: 911 turbo ya ceviri icin tesekkürler. $ukela olmu$.


    (antonio montana - 13 Ekim 2010 01:26)

  • comment image

    belgesele geri sayım başladı. yaklaşık 30 kişilik çeviri grubu olarak çevirilere başladık.

    belgesel çıkmadan piç olmasın diye gizlilik sözleşmelerimiz var, bu yüzden içeriğiyle ilgili fazla bir şey söyleyemem. ancak şunu diyebilirim ki, çevirdiğim kısımları gördükten sonra, beklentimin çok üstünde bir şey ile karşı karşıya olduğumu farkettim. örneğin bir kısımda insan psikolojisi ile ilgili derinlemesine analizler var, ki açıkça, eğer insanlar arasındaki sistem algısını değiştirmek istiyorsanız, öncelikle insanın bu sistemi nasıl algıladığını analiz etmeniz gerekir. bu noktada gerçekten isabetli bir noktaya değiniyor gibi görünüyor zeitgeist moving forward.

    diğer bir bilgi olarak, anladığım kadarıyla bu üçüncü belgeselin süresi, yaklaşık 3 saat olacak gibi.


    (911 turbo - 14 Aralık 2010 16:31)

  • comment image

    ücretli gösterim sadece istanbul için geçerli. diğer illerde gösterimler ücretsiz olarak ayarlandı. bu da uluslararası hareketin değil kısa zamanda ücretsiz gösterim yapabilecek mekan bulamayıp bu yola başvurmak zorunda kalan istanbul gönüllülerinin -yani bizlerin- sorumluluğundadır. bizler de parasız bir dünyayı savunan bir fikri yaymak için para toplamaktan dolayı mutlu değiliz.

    mekan gösterimlerinin 15 ocak, internette yayınlamanın ise 25 ocak'ta olmasının ise, bu sefer daha profesyonel bir yaklaşımla çekilmiş olan bu üçüncü belgeselin bazı festivallere gönderilebilmek için katılım şartlarını sağlama ve oluşumun hedef kitleyi sadece internet kullanıcısı ile sınırlı tutmak istememesi ile alakası var.

    biraz belgeselden bahsetmek gerekirse;
    üçüncü zeitgeist belgeseli 2 saat 40 dakika uzunluğunda ve 4 bölümden oluşuyor. bunlar; "insan doğası", "sosyal patoloji", "yerküre projesi" ve "yükseliş" şeklinde. özellikle insan doğası ve sosyal patoloji bölümlerinde, başta robert sapolsky ve richard gerald wilkinson gelmek üzere birçok bilimci ile yapılan röportajlar vasıtasıyla "insan doğuştan şöyledir, böyledir" gibi hurafelere epigenetik ve sosyolojik araştırmalar ışığında yorumlar getiriliyor.

    bana göre ilk iki belgesele göre çok daha iyi ve ayakları yere basan bir yapım olmuş.


    (911 turbo - 18 Ocak 2011 23:29)

  • comment image

    önceki iki bölümüne oranla daha az komplo teorisi barındıran,genelde bildiğimiz ama üzerine kafa yormadığımız noktalara değinen ve bu konularda bazen yanlı olsa da bilimsel veriler sunan hoş bir film olmuştur.

    izlenmesi gerek mi ? bence izlenmeli ki bu entari yazdığım gün öyle bir geçer zaman ki beş yüzü geçkin entry almışken en azından size bu diziden daha fazla şey katacağını garanti edebilirim.yine de zeitgeist serisini izledim evrenin sırrını çözdüm aga veya neler dönmüş serhat diye ortalıkta dolanmayın film lan bu,ne evrenin sırrını verir nede seni diğer insanlardan çok farklı kılar.

    ilk etapta insan doğası ve genetic ile ilgili verdikleri bilgiler doğru olmakla beraber başta da söylediğim gibi biraz yanlı,kendi savlarını desteklemek adına doğrulardan kendilerine uygun olanları almışlar diyebilirim.ama 2.dünya savaşında hollanda'da açlık sorunu ve gebelik dönemi üzerine etkileri ilginç ve çarpıcıydı ve biyoloji konularında gabor maté'nin birikimine ve konuşma tarzına hayran kaldım.

    ekonomi ve para üzerine zeitgeist ve addendum üzerine pek birşey koymamışlar,ama total olarak bakıldığında global ekonomi hakkında benim gibi en amelelerin bile bir şeyler öğrenmesine,bir şeylerin yanlış olduğunu anlamasın yardımcı oluyor,ev kredisi ödeyen biri olarak ödediğim faizin,daha zenginlerin cebine gittiğini bilsem bile bunun yüzüme çarpılmasını pek sevmedim * .high debt high bilmemne tarzı tüm haritalarda türkiyeyi kıpkırmızı görmek ise über hükümetimiz ve über ekonomimiz konusuna sıkıntılı bir bakışımız olduğunu gösteriyor ya biz über değiliz yada haritalar yanlış.

    din konularına pek girmemişler bu sefer,bir yandan avantaj olmuş çünkü bu filme karşı argümanlardan ilki din karşıtı olması ikincisi komplo teorisi olması şeklinde olması idi şimdilik dincilerin oklarından uzaklaşmış oluyorlar böylece.

    buraya kadar film ne kadar güzel ve zihin açıcı,kendimize sormadığımız sorular ve cevapları şeklinde ilerlese de,bunların çözümlerine gelindiğinde kaynak tabanlı ekonomiden başlayarak ütopik çok gerçekçi olmayan uygulanabilirliği tartışılabilecek pek çok stratejik olarak adlandırdıkları çözümler sunuyorlar,hepsi tartışılabilir netice itibariyle ama olayı rise of the machines tarzı makinelere bağlamaları,hatta daha ileri giderek hal 9000 tarzı üstün bilgisayara bağlamaları bilimkurgu seven biri olarak beni tedirgin etmiştir.

    her halükarda çok korkuyorum eşkıya


    (nihilistic cin - 26 Ocak 2011 03:14)

  • comment image

    ilk filme nazaran sonu daha mantıklı bitiyor. en azından artık amaçlarının ne olduğunu ve neyi gerçekleştirmek istediklerini açığa vurmaları güzel olmuş.
    benim en beğendiğim kısmı biyolojik ve genetik kısımı kapsayan bölüm oldu. yıllardır ota boka. ''genetik hacı bu işler, anadan dayıdan ne aldıysak odur.'' totemini yıkması hoşuma gitti.

    işin ekonomi kısmı ise bildiğimiz at yarrağı borsası felsefesini tekrar ediyor. bilinen gerçekleri tekrar tekrar söylüyor; da ''elimizden bi iş gelmiyor be hacı. yok yani cepteki üç kuruşu da yaksak bu filmin gazına, olan bana olacak. yaktığımla kalacam hele şu plazadakiler bi yaksın söz ben de yakacam.''

    son tespitim ise 3 film içinde ne demek istediğinini en iyi şekilde anlatmayı başarabilmiş film diyebilirim moving forward için.
    o değilde son kısımda ''marksist anarşik lan bu pezevenkler herhalde.'' dememe ramak kalmışken filmin o temayı anlatması direk bana cevap gibi oldu, ayıp ettiler.


    (ne nick i lan - 27 Ocak 2011 02:08)

  • comment image

    başlarında az da olsa sıkıyor ancak sonu yine son derece etkileyici olmuş film.

    --- spoiler ---

    sonundaki polis vs halk karşılaşması baya gazdı. bütün başarıların paraya endekslendiği bu devirde bence insanların %99'unun içinde geçen sahneydi şimdinin değerli kağıt parçalarından kurtuluş.

    ---
    spoiler ---


    (vidithecat - 28 Ocak 2011 19:17)

  • comment image

    insan doğası gereği iyi midir? kötü müdür? buna zeitgeist'in verdiği cevap iyidir, ve kötülük toplumdan kaynaklanır. tabii ki yeni bir cevap değil, bakunin, kropotkin, marx hepsi * devlet* yüzünden "ahlaksız davranış"ın olduğunu ve insan otantik ahlak ile büyürse kötülük yapmayacağını söyler.

    zeitgeist'in mesajı açık ve net. bunu anlatması neredeyse 3 saat sürüyor. sunduğu biyolojik kaynakların çoğu zaman tartışmaya açık / yanlı olması bir yana seçilen yöntem rahatsız edici şekilde beyin yıkama amacı taşıyor gibi. rahatsız edici sesler, physidelic görseller, uzun elektronik cutscene'ler genelde conspiracy theory sunan belgesellerde alışkın olduğumuz şeyler (misal loose change, god who wasn't there ve önceki zeitgeistler). ikna amacı gütmeleri çok doğal ama bunu daha temiz, derli toplu ve tarafsız şekilde sunabilirler. akıl sahibi her insan sundukları çıkarıma bakar ve karar verir. ancak bu format bilgilendirme değil beyin yıkama amacı taşıyor gibi. gerçi hahayt kim kimin beynini yıkamış, ama nasıl sanal reklamlardan rahatsız oluyorsam bundan da oluyorum.

    zeitgeist'in anarşist konseptten bir çok şey ödünç aldığını biliyoruz. ancak 2011 yılında genetik ve tıbbi argümanları misal vererek çürütmek mümkün olmayabilir. tabii ki bir çok çalışma var ortada. hastalıkların hemen hepsi multifaktöriyel zeminden köken alıyor.

    multifaktoriyel hastalıklar genetik bir zemin üzerine yaşam tarzı ve sosyal durum eklendiğinde ortaya çıkar. yani tıp zaten çevrenin önemini görmezden gelmiyor. zeitgeist birşey satmaya çalışıyor ve izlemesi o açıdan zor. çünkü ne kadar örnek verirse versin (misal genetik konuda) çevresel etmenler göz ardı edilemez, ancak genetik de rol oynar sonucuna varacağımı biliyorum. nitekim temel biyoloji bilgisi olan insanın da varacağı sonuç bu olmalı.

    erken toplulukların daha barışsever olduğundan bahsediliyor. oysa afrika'daki kabilelerde, inka'da vs. savaşların, kurban edilmenin hatta yamyamlığın var olduğunu biliyoruz. öyle anlatıyor ki m.ö. zamanlarda insanlar el ele kolkola geziyor sanki. homo sapiens büyük ihtimalle kendiyle aynı dönem yaşamış diğer humonidleri (misal homo erectus) kendi elleriyle savaşarak, soylarını kurutma amacıyla öldürdü.bazı toplumlar diğerlerinden daha saldırgan ama bu daha çok kaynak kısıtlılığından kaynaklanıyor.

    anne karnında strese maruz kalan infant, kortizole maruz kalır. bu filmde bahsedilen noktalardan biri. kortizol bebeğin metabolizmasını ve akciğer gelişimini erken doğum ihtimaline yönelik hızlandırır. zaten prematür doğum riski olanlara da kotizol yapılır akciğer gelişimi hızlansın diye. tabii ki annenin 2. ve 3. trimesterde aç kalması bebeğin metabolik durumunu etkileyecektir ve bu (hangi ülkeydi?)ye özgü bir durum değil.

    tabii ki tüketim toplumunu ne kadar eleştirsek az. en azından ben böyle düşünüyorum. bu konuda zeitgeist'in dediği yeni birşey yok. önceki filmlere eklediği de birşey yok

    belki tek pozitif gelişme, promosyonu yapılan görüş artık project venüs değil, project earth. nitekim o kadar resource based deyip de futuristik görünmesi adına kubbeli kubbeli yapılmış yumurta şeklinde binalar ya da okyanusların içinden geçen tren tünelleri yapmak ne ekonomik ne doğa dostu.

    edit: entryi film bitmeden girdim ki eleştireceğim şeyleri unutmayayım. lakin son 40 dakikada venüs projesi ve yumurta çatılı binalar dönüşünü yaptı.

    anarşist bir optimizm söz konusu. benim inancım her zaman var olanı efektif kullanmanın yenisini yapmaktan daha ekonomik, doğa dostu ve rasyonel olduğu yönünde. ayrıca şehirlerden tarihi eserleri ve dokuyu çıkarmanın yanlış olduğunu düşünüyorum.

    william godwin de işlerin gönüllü yapılacağını ve kimsenin yapmak istemediği işler (verdiği örnek kanalizasyon gibi kirli ya da madencilik gibi ağır meslekler)'in robotlar tarafından yapılacağı yönündeydi.


    (bumpyourhead - 30 Ocak 2011 16:20)

  • comment image

    gün geçmiyor ki bir zeitgeist belgeseli de "yea biz bunları biliyorduk yeaaa" veya "hani kurtaracaktınız lan dünyayı?" formatında eleştirilmesin.

    altyazılarla uğraş, gösterim düzenle, şuraya yükle, bu parçasını kes facebook'a at derken artık ezberledim kodumun belgeselini, özetini geçeyim güzel güzel, anlaşılmamıştır belki diye:

    şimdi abiler diyor ki; insan dediğin hamur gibidir, daha ana rahminden itibaren çevresi onun benliğini biçimlendirir. yani öyle doğuştan kötü, şerefsiz, hırsız, namussuz yoktur. kısaca insanı ziken sistemdir, sistem de işte bu bildiğimiz düz kapitalist/serbest piyasa/para tabanlı sistemdir. dolayısıyla bizim bu sistemden kurtulmamız lazım. burada iki ana noktada öneri sunuyor; bir - reklamlarda, alacalı bulacalı statüsel kaygılarda boğulma, bunlar seni insanlıktan çıkarır robot yapar. tüketim manyağı olma. (bu benim de üzerinde ısrarla durduğum bir konu, şöyle alalım: #29617227) iki - eric cantona'da dedi ya birkaç ay önce, artık birçok yerde dillendirilen bu olayı; paranı bankalardan çek, hayatındaki birincil unsur olmaktan çıkar, şirketinden hükümetine, tüm otorite parayı ve dolayısıyla seni kontrol eder, yine seni insanlıktan çıkarır bu şuursuzca para peşinde koşma mevzusu.

    önemli olan burada bunların "sadece" dile getiriliyor olması bana göre. 4 gün oldu internetten yayınlanalı, youtube'da 1 milyon 200 bin, türkçe altyazılısı olan blip.tv'de 13 bin insan izledi, belki bir çoğunun kafasında soru işareti oluştu (#21155079). bir şeylerin değişmesi için zemin hazırlar bu öyle ya da böyle. insanlar "hmmm bu da varmış, böyle bir seçenek de var" derler. yoksa, kimse beklemiyor peter joseph diye bir adam çıksın birkaç belgesel yapsın, dünyayı kurtarsın, hepimiz "el ele kolkola gelin çocuklar" şarkısını söyleyerek çayırlarda koşuşturalım. sen de beklemiyordun umarım bunu ey nitelikli insan?

    sonra ne diyor; zaman geçti, insanların zihniyeti bir şeylerin değişmesine imkan verdi, değişim başladı, paranın bokluğu görüldü, envai çeşit toplumsal sorun çörap söküğü gibi geldi. bu manyakça sistemin yerine bir şey mi koyacağız? al sana öneri: bilimsel yöntemi esas aldık (ki fresco dedenin dediği gibi "doğanın işleyişini anlama yöntemi olan bilim" dışında bir doğa olayı olan dünya* üzerinde başka nasıl yaşanır merak ediyorum), parayı salladık, kaynakları temel alıp hesapladık, üretiminden dağıtımına bu işi senden benden kat be kat iyi yapacak bilgisayarlara verdik, enerji dahil her şeyi yenilenebilir ve sürdürülebilir kılmaya uğraştık ve bize at gözlükleriyle salak salak ev-iş-geçim-ihtiyaç alanına bakmak yerine kafamızı kaldırıp uzaya, evrene bakmak için fırsat çıktı. zottirilyon yıldızın zottirilyar gezegeni içinden sikimsonik bir tanesi ile uğraşmak zorunluluğumuz hafifledi. falan feşmekan...

    üç beş yılda olmayacak bunlar. bu belgesel sana "dünya bu belgeselle kurtulur" mesajı veriyor gibi geliyorsa bile bunu böyle algılama. temenni olarak gör, boşlukları sen doldurmaya çalış. 15 gün sonra haymana platosunda ankara valisinin katılımıyla açılan venüs şehrinin kurdela kesim töreni yok. sen "çok okudum çok öğrendim çok şey biliyorum ben, bırakın bu işleri" diyeceğine bir otur düşün, bu kaynak bazlı ekonomiye mevcut sistem içerisinde pat diye geçilmesinin imkanı var mı da, soruyorsun muhafazakar/feodal toplum muhabbetini excel'de nasıl çözeceğiz diye? ne sen yaşayacaksın o dairesel şehirlerde, ne ben. yoksa şimdi de "o zaman ben kendimi kurtarmaya bakarım, para kazanır zengin olurum" mu diyeceksin? bana söylesen çok içerlerdim mesela buna. rahatsızız sistemden, uyumsuzuz, mutsuz insanlarız(#19189085). o zaman bırakmalıyız bu sıradan tüketicinin "son kullanıcı" triplerini. "geç bunları" diyeceğimize fikirleri alıp daha ileriye götürmeye uğraşmalıyız.

    addendum'un sonunda alıntılamışlardı ya hani, krishnamurti diyordu; "to understand is to transform what is/anlamak değişimdir". zihniyetin yayılmasıdır bu, ortaya atılan bir fikrin birçoklarına ulaşarak düşünsel evrimde dallanma yaratmasıdır. bugün "para olmayacak" dediğinde suratına bön bön bakan adamın belki birkaç sene sonra "para olmasa daha iyi olabilir lan?" demesidir.

    hala kurtarıcı mı bekliyorsun güzel kardeşim? o kurtarıcı ben-sen-o-biz-siz-onlar olmasın?


    (911 turbo - 31 Ocak 2011 03:30)

  • comment image

    en çarpıcı tespiti 'planlı eskitme' olan film. yapımcılar 'üretilen hiçbir şeye dayanabileceğinden daha uzun yaşam süresi izni verilemez' mantığını taşıyan planlı eskitmenin, piyasa kurallarını işleten her şirketin ana stratejisi olduğunu ve bazı şirketlerin daha dayanıklı ve sürdürülebilir teknoloji içeren ürünlerin geliştirilmesini kasıtlı olarak engellediğini anlatırken arka planda apple bilgisayarları göstererek steve abiye bi güzel giydirmişlerdir.


    (t59g61 - 31 Ocak 2011 20:40)

  • comment image

    aslında durum şu ki zeitgeist belgeselleri genel olarak yayımlandıkları tarihlerde genel kabul görmüş klişelerin "anti"si olmak peşindeler. genler üzerinde bu kadar durmalarının sebebi de liberal kesimin, natüralist bir yaklaşımı (burada natüralizm kendi bağlamından, özel terim anlamından farklı olarak "insan doğal olarak kötüdür, insanın içinde kötülük varsa bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur" şeklinde özetleyebileceğim bir doğalcılık anlamında kullanılmıştır) iyiden iyiye benimsemiş olması, her şeyi ama her şeyi indirgemecilikle çözmeye çalışmaları. modern sosyal bilimin de, doğa bilimlerinin de en büyük sorunu budur. kaldı ki kuantum fiziği yeterince indirgemecilik yaptığımızda determinist değil tam tersi kaotik bir sistem göreceğimizi göstermiştir. bunun yanında liberalizmin en tehlikleli tarafı, sosyal bilimleri doğa bilimlerinden aşırdığı yöntemlerle açıklama amacı insan ve toplum davranışlarını da önce ölçüp sonra kontrol etmeye dayanan bir zihniyetin esiri olmasıdır. doğa bilimlerinin gelişmesi de "doğaya hükmetmek" üzerine kurulu. sosyal bilimlerde de bunu yapmaya çalıştılar.

    işte genler üzerinde bu yüzden bu kadar çok duruluyor. aslında genler hiçbir şey. bir çok çalışma yapıldı, bir çok çalışma yapıldı e işte "hırsızlık geni bulundu" vay neymiş "şişmanlık geni bulundu" vs vs. bunların hepsi safsata, bunların hepsi koca bir aptallık. artık biraz aklı olan herkes bilir ki bizim "bilim dünyası" dediğimiz şey belli kitleler tarafından finanse edilmekte olan, ki bunlar belli lobiler ve vakıflardır (foundation), ve hep belli sonuçlara ulaşmaya çalışan çalışmalardır. zeitgeist burada söylenmeyeni söylemek zorunda olduğu için genlerden bahsediyor sürekli. bizim ana-akım medyada okuduğumuz, duyduğumuz şeylerin yanlış ve yanlı olduğunu, başka tip çalışmaların da yürütüldüğünü söylüyor.

    venus project'i beğenirsin beğenmezsin, saçma gelir, onlar ayrı. ama belgeselin tümüne baktığımızda, diğer her şeye göre farklı şeyler söylüyor olması açısından son derece önemli. ha ben bunların çoğunu biliyordum, çevremdeki bir kaç kişi daha biliyordu, ama şu çok önemli; on binlerce insana "bakın, farklı bir şekilde de düşünmek mümkün" demenin ne kadar değerli olduğunu göremiyor musunuz? kendimi bildim bileli ilk önce yakın, sonra uzak çevremden başlayarak sadece buna uğraştım. çünkü devrim öyle ha diyince yapılmaz. devrim yapmak için önce hayal etmek gerekir. hayal etmek için de şu anda olandan farklı bir şekilde bir şeylerin mümkün olabileceğini göstermek, bunun için de olanlardan farklı düşünebilmek.

    çoğu zaman insanların karşısına çıkıp "günde 4-5 saat çalışmak yeter aslında insanlığa" dediğimde şaşırıyorlar. sonra da mantıklı geliyor. işin kötü tarafı bu çoğu insanın bunu şimdiye kadar kendi kendilerine düşünmemiş olmaları. boşverin siz tamam zeitgeist izleyip devrim falan yapamayacağız evet realist tarafım böyle söylüyor. ama bırakın biraz bari bir şeyler değişsin. 10 kişi bile sadece bunun sayesinde bir nebze olsun aydınlanabilecekse bence bu önemlidir.


    (esenboga - 21 Mart 2011 01:46)

  • comment image

    oldukça beğenerek izledim. işlenen bazı konulara değinmek istiyorum:

    ekonomik sistem konusu diğer zeitgeist filmlerindeki gibi fazla basite indirgeniyor. bunun bir tercih olduğunu sanıyorum, ama belgeselde kullandıkları kavramları anlayabilecek olan kişiler zaten daha karmaşık bir anlatımı da takip edebilirdi. gdp (gayri safi milli hasıla) ile verimlilik arasında ters korelasyon olduğu iddiası o an için abartı kaçmış. paraya dayalı ekonomik sistem hem anlatılandan daha karmaşık, hem de o kadar hızlı neden-sonuç ilişkisi kurulabilecek kolaylıkta değil. ama daha sonraki "gelirin dağıtımı" ve benzeri konuları anlatırken işin diğer boyutlarına da değiniyor. yani, gdp'nin artması kapitalistik bir büyümenin hızlanması anlamına geliyor. kapitalist üretimin (bugün geldiği noktada) ne kadar büyürse doğayı o kadar çok tahrip ettiğini, kaynakların rasyonel kullanımını değil daha çok kâr etmeyi ve büyümeyi hedeflediği için de genel itibariyle mevcut kaynakları dengesiz kullandığını biliyoruz. evet, gdp arttığında ülkedeki birtakım kaynaklar daha verimli kullanılıyor da olabilir, ki öyle olması gerekir ki gdp artsın, ancak belgeselin anlatmaya çalıştığı daha geniş ve global çerçeveden bakarsak verimliliğin totalde düştüğünü inkâr edemeyiz.

    örneğin, parasal ekonomik sistemin, yani kapitalizmin sürekli genişlemekten başka bir çaresi yok. bunu marx kapitalistlerden ve liberallerden daha önce görerek "motion" kavramıyla anlatmaya çalışmıştı. küreselleşmenin bir tür öngörüsü de diyebiliriz. 1700'lerden beri işleyen bu sistem, herkesin artık bildiği gibi yeni pazarlar, yeni tüketimler üretmediği zaman krize giriyor. marx, bunun sonu iyi değil diyerek, bir gün kompanse edilemeyecek bir krizle birlikte işçilerin de bilinçlenmesi suretiyle sosyalizme, oradan da venüs şehrine geçileceğini söylüyordu. (bu arada belgeselde bir yerde "sosyalizm, komünizm falan bunların hepsi dünyadaki kaynakların sınırsız olduğunu düşünüyordu" diyor, yanlış diyor). bu yüzden de her ekonomik krizde birtakım solcuların "kapitalizmin sonu geldi" söylemlerine, bazı sağcıların ise "çok heveslenmeyin" dediğine şahit oluruz. kapitalizm, belgeselin sonundaki gibi insanların paraları sokağa dökeceği noktaya gelmemesi için kendi içinde birçok çözüm üreten bir sistem aynı zamanda. belgeselde anlatılan "planlı eskitme" meselesi kapitalizmin fordist dönem sonrası (post-fordist) için bulduğu çözümdür örneğin. iki dünya savaşı'ndan sonra savaş ekonomisinden yiyecek ekmeği azalan sermaye, daha önce satmış olduklarını yeniden satma projesini uygulamaya başladı. bu bize 1990'larda geldi. 1980'lerde aldığınız "dayanıklı tüketim malzemeleri"nin birçoğu ömürlük denebilecek kalitedeyken şimdi ikea'dan aldığınız şeyler 3-5 sene sonra eskiyor. herhalde hepimizin dedesinin evindeki mobilyaların ne kadar sağlam olduğuna ve yıllardır kullanıldığına şaşırmışlığımız vardır.

    paranın şer odağı gibi gösterilmesi sanırım belgeselin çarpıcı olması için yapılan bir hamle. zira, paranın bir araç olduğunu, bütün sistemin değişmesi gerektiğini zaten söylüyor. insanın zihniyetinin, "doğa"sının ve her şeyinin çevre koşullarınca belirlendiğini söyleyerek başlıyor ve eğer bu böyleyse bunu değiştirebiliriz diyor. yani, insanlar bu sistemin ekonomisini de, kültürünü de kanıksamış durumdalar. birçok şeyin başka yolunun olmadığını düşünüyorlar. bunun da insan doğasından ileri geldiği iddia ediliyor (mantık sırasını takip edebiliyor muyuz gençler?=ukalalık etmek istemem ama saçmasapan eleştirdiğinizde öyle demek geliyor içimden=). insan doğası diye bir şey yok. dolayısıyla bu sistem birtakım tarihsel-sosyolojik gelişmelerden kaynaklanıyor. biz kendi tarihimizi yönlendirecek kapasitedeyiz. paranın ve özel mülkiyetin olmadığı bir dünya hayal değil, ütopya değil. üstelik şu anda da öyle bir noktadayız ki, 40-50 yıl sonra bu sistemi bir şekilde köklü olarak değiştirmemiz gerekecek. bizim önerimiz de budur. belgesel bunu söylüyor özetle.

    ataerkil kültürü, sosyal etnik sorunları da bilgisayarlar mı çözecek? elbette hayır. bu konuda belgeselin bir önerisi de yok. bence kendi iddiası açısından önerisi olmaması daha yerinde, eğer ileride olursa yanlış bir tercih olur. çünkü önerdikleri gibi bir dünyada hiç kimse yaşamadı. değişimin yaşandığını ve bittiğini varsayarsak, böyle bir dünyaya doğmuş, onun eğitiminden geçmiş çocukların da ataerkil bir kültürü mü olacak, etnik değerlere filan bağlı mı olacak, bunları öngörmek bence imkânsız. bilgisayarlar yaşamsal sorunları çözerken, belki de insanlar sosyal sorunlara odaklanacak? eğitim sistemi bunun üzerine kurulacak belki? bunu da son bölümde dile getiriyorlar zaten. venüs projesinde nüfusun %3'ünün çalışması işlerin yürümesi için yetecekmiş. bunu matematiksel kesinlikle mi hesapladılar bilmiyorum ama bana çok düşük geldi. bütçe planlamalarında olduğu gibi "öngörülemeyen harcamalar" benzeri bir "öngörülemeyen çalışma saatleri" gibi bir yanılma payı koyabilirlerdi. yani, sadece kanalizasyon, yemek, su, elektrik, ulaşımdan ibaret değil. bunu elbette belgeselciler de biliyor, bir itiraz olarak söylemiyorum. bugünden farklı olarak, şu an bilmediğimiz ürünler de işin içine girecektir. film çekilecek, kitap yazılacak ve basılacak, vesaire. bir de hizmet sektörünü de otomatize edebilirsiniz ama hizmet sektörünün önemli bir kısmı da insan ilişkisine dayandığı için otomatize edilemeyecek şeyler olacaktır. nüfusun %3'ü ile yürümez bütün işler. ayrıca nüfusun bir kısmı değil, insanların hepsi vakitlerinin %3'ünü vererek ortak katkı yapmalı.

    "kabile yaşamı ne güzel" diye yapılan anlamsız anarşizan övgülere hep uyuz olmuşumdur. efendim işte orada şu yok bu yok diye sayarlar. fakat belgeselde bu yok. afrika kabilelerinden filan bahsetmelerinin sebebi, insan doğasının çevre tarafından şekillendiğini desteklemek. "o toplumlarda hiç şiddet yoktu" demiyor. bazı kabilelerde şiddet sıfır düzeyinde olabiliyor, diyor. şiddet insan doğasına içkin bir şey değil, diyor. yoksa, "kabile yaşamı ne güzel" deyip venüs gibi bir şehir önerisi getirmek kadar saçma şey olmazdı herhalde?

    son olarak; bu türden bir hayatın organize edilebileceğini düşünüyorum. yani, "teknik olarak" (!) mümkün. bunun gerektireceği kültürel dönüşümün ise yine teknik olarak mümkün olmadığını düşünüyorum. böyle bir sistem ancak diktatöryen bir şekilde kurulabilir. bütün devrimlerde olduğu gibi daha sonra olağan hale getirmek üzere olağanüstü tedbirler almanız gerekecektir. ancak, belgeselde değinilmeyen ve sistemin en önemli noktalarından birisi nüfus meselesi. dünyadaki kaynaklar sınırlı ise, bunları geri dönüştürülebilir şekilde ve doğaya uyumlu olarak kullanarak hayatını sürdürecek optimum bir insan sayısı olmalı. bu da belki bahsettikleri bilgisayar sistemi tarafından hesaplanabiliyordur. "şu bölge şu kadar insanı besler" gibi. yanlış hatırlamıyorsam dünya 20 milyara kadar nüfusu kaldırabilecek kaynaklara sahip diye bir rakam verenler vardı. kapitalizmin aldığı önlemler nüfusun katlanarak artmasına sebep olduysa, daha önce de söylendiği gibi, venüs projesinde kontrollü doğum olmadığı sürece nüfus üç kez katlanarak artar. kontrollü nüfus artışını da bence diktatörlük dışında uygulamak mümkün değil. "iyi diktatörlük" dedikleri şeyi öneriyorlar sanırım.


    (wednesday - 21 Mart 2011 07:10)

  • comment image

    zeitgesit ve zeitgeist addendum gibi basit, vurucu ve herkese ulaşabilen bir film değildir.
    serinin ilk iki filmini eğitim seviyesi ne olursa olsun herkese izletip, görüş alışverişi yapmak kolaydır. fakat zeitgeist moving forward'ın içinde barındırdığı derin felsefeyi anlamayacak birine izletmeniz halinde o kişi uyur.


    (neptunun raki sofrasi - 21 Mart 2011 10:38)

  • comment image

    samimi bulduğum zeitgeist belgesel serisinin üçüncüsü.

    fakat şu belgeseller kadar samimi olmayan "bunları biliyoruz yeaaa - bunu izleyip dünyayı mı kurtarıcan len salak - saçmalamışlar yeaa öyle şey mi olur- ben daha çok şey biliyorum ulayn" tayfasının izleyenleri, beğenip bir şeyler öğrendiğini düşünenleri aşağılaması nasıl bir mallıktır? sen ne yapmışsın, kimsin ki öyle veya böyle, doğru veya yanlış bir şeye inanan insanları salak diye nitelendiriyorsun? neyse.

    filme dönersek, tam anlamıyla anladığımı düşündüğüm kısımların gayet mantıklı olduğunu gördüm. ayrıca diğer filmlere göre sorunlardan öte çözüm önerilerine daha fazla yoğunlaşması da üzerine düşünülecek daha geniş bir alan yarattı. the venus project tabi ki biraz ürpertebilir insanı ama topyekün bir değişim ola ki gerçekleşirse mutlaka farklı modeller de ortaya çıkmış olur. bizim ömrümüz yeter mi, o muamma şahsi fikrimce. önyargı taşımadan izleyecek herkesi düşünmeye sevkedecek bir belgesel.
    tüm bunların yanında üniversite hayatım boyunca soğuduğum ekonomiyi keşke bütün hocalarım şekil olarak filmdeki gibi anlatmaya çalışsaydı. üç film içinde anlatımı belki de en güzel olanı budur. özellikle iki kısa animasyon karamsar ortamı dağıtmakta başarılıydı.


    (sydchodelic - 31 Mart 2011 17:37)

  • comment image

    --- spoiler ---

    büyükannem müthiş bir insandı. bana monopoly oynamayı öğretmişti. oyunun adının "edinmek" olduğunu anlamıştı. biriktirebildiği her şeyi biriktirir ve nihayetinde oyun tahtasının hakimi olurdu. ardından bana hep aynı şeyi söylerdi. bana bakar ve şöyle söylerdi: "bir gün bu oyunu oynamayı öğreneceksin." bir yaz, neredeyse her gün monopoly oynadım ve o yaz oyunu oynamayı öğrendim. anlamıştım ki kazanmanın tek yolu "edinmeye" olan koşulsuz bağlılıktı. anlamıştım ki para ve mevkiler sizin skorunuzu artırmaya yarıyordu. o yazın sonunda artık büyükannemden daha acımasızdım. eğer oyunu kazanmam gerekiyorsa, kuralların etrafından dolanmaya hazırdım. o yılın sonbaharında büyükannemle oturduk ve oynadık. sahip olduğu her şeyi elinden aldım.

    onu, son dolarını verip mutlak yenilgi ile ayrılırken izledim. ardından, bana öğreteceği bir şey daha vardı. dedi ki: "şimdi tamamı kutuya geri döndüler. bütün o evler ve oteller. bütün demiryolları ve kamu şirketleri. bütün o gayrımenkuller ve o harikulade paralar. hepsi kutuya döndüler. zaten hiçbiri gerçekte senin değildi. bir süreliğine olayın büyüsüne kapıldın. ama sen oyunun başına oturmadan çok önce de buradaydılar ve sen gittikten sonra da burada olacaklar. oyuncular gelir geçer. evler ve arabalar, unvanlar ve kıyafetler; hatta vücudun bile." gerçek şu ki, elde ettiğim, tükettiğim, biriktirdiğim her şey gün gelip kutuya geri dönecek ve ben her şeyimi kaybedeceğim.

    ---
    spoiler ---


    (cosmosun belasi - 5 Haziran 2012 14:35)

Yorum Kaynak Link : zeitgeist moving forward