Süre                : 1 Saat 49 dakika
Çıkış Tarihi     : 16 Ocak 1935 Çarşamba, Yapım Yılı : 1935
Türü                : Drama
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Films Sonores Tobis
Yönetmen       : Jacques Feyder (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Jacques Feyder (IMDB)(ekşi),Charles Spaak (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Françoise Rosay (IMDB), Paul Bernard (IMDB), Jean-Max (IMDB), Paul Azaïs (IMDB), Raymond Cordy (IMDB), Arletty (IMDB)(ekşi), Illa Meery (IMDB), Pierre Labry (IMDB), Eddy Debray (IMDB), Jenny Burnay (IMDB), Georges K. Benda (IMDB), Gustave Hamilton (IMDB), Correa (IMDB), Harry Nestor (IMDB), Maurice Lagrenée (IMDB), René Worms (IMDB), Mademoiselle Roseraie (IMDB), Madame Sylviac (IMDB), Roger Puylagarde (IMDB), Héléna Manson (IMDB), Germaine Reuver (IMDB), Anthony Gildès (IMDB), Georges Prieur (IMDB), Andrée Canti (IMDB), Jean Kolb (IMDB), Bernard Optal (IMDB), André Alerme (IMDB), Lise Delamare (IMDB), Pierre Athon (IMDB), Jean Daurand (IMDB), Pierre Ferval (IMDB), Nane Germon (IMDB), Titys (IMDB)

Pension Mimosas (~ Pensão Mimosas) ' Filminin Konusu :
Pension Mimosas is a movie starring Françoise Rosay, Paul Bernard, and Jean-Max. Mr. and Mrs. Noblet run a boarding house on the French Riviera. One day, they are led by circumstances to welcome a little boy Pierre, whose father is...


Oyuncular



Facebook Yorumları
  • comment image

    sinema tarihinin, artık unutulmuş, en muhteşem akımlarından biriydi.. 30'lar fransa'sında doğmuş, kendisi bir on yıl, etkileri ise on yıllarca sürmüş ve sinemaya dair değerli olan ne varsa bir şekilde dokunmuş büyülü bir sahneydi.. şiirsel gerçekçilikten bahsetmeden önce, o dönemin sinemasını öncesi ve sonrasıyla incelersek, şiirsel gerçekçiliğin aslında 30'lı yılların sinemasını kurtaran bir akım olduğu da söyleyebiliriz..

    akımın kökleri için deşebileceğimiz fazla bir yer yok.. şiirsel gerçekçilikten önce sinemanın otuz yıllık, uzun film formatının ise on yıllık bir geçmişi vardı.. 20'ler boyunca sinemanın ekseni ağırlıklı olarak almanya, rusya ve amerika'da idi.. almanya'da başını wiene, lang ve murnau'nun çektiği ekspresyonizm akımı dönemin en iyi örneklerini vermiş, nazilerin yükselişi ve sinemacıların ülkeden kaçışı ile beraber, 20'lerden sonra alman sineması büyük bir sessizliğe gömülmüştü, ta ki 70'ler, yeni avrupa sineması ve fassbinder gibi büyük yönetmenlerle dönene kadar..

    benzer şekilde sosyalist gerçekçilik etrafında şekillenen, vertov, eisenstein, pudovkin ve dovzhenko gibi yönetmenlerin başını çektiği sovyet sineması da stalin ile beraber çöküşe geçecekti.. 20'lerden sonra iyice kısırlaşan sovyet sineması da, tekrar yükselmek için 60'ları ve tarkovski isminde bir büyük adamı bekleyecekti..

    amerika'da durum biraz farklıydı, 20'lerde buster keaton, chaplin ve lloyd öncülüğünde kurulan, durum komedisine dayalı sessiz sinema geleneği, 30'larla beraber son derece muhafazakar bir sinemaya evrildi.. amerikalıların golden age olarak andığı bu şaşaalı dönem, sinema endüstrisi için karlı, amerikan sineması için ise bir çürüme evresidir.. bu dönemde amerikan sinemasını kurtaran asıl unsurlar savaş yüzünden amerika'ya kaçan lubitsch ya da capra gibi avrupalı göçmen sinemacılardır.. amerikan sinemasını kurtaran hamle de 40 ve 50'lerdeki film noir ve 70'lerle beraber gelen new hollywood akımları olacaktı..

    bunlar dışında 20'lerde ispanya ve fransa'da doğmuş dadaist/sürreal bir sinemadan bahsetmek mümkün.. doğduğu yer itibari ile de şiirsel gerçekçilikle en çok ilişki içinde olan akım bunlardı belki de..

    görüldüğü gibi 20'leri oldukça zengin geçen sinema sanatı, 30'larda tüm dünyada bir kısırlık çekiyordu.. sinema tarihinin en iyi filmlerinden bazıları bu dönemde çekilmiş olsa da nicelik olarak iyi filmlerin sayısı kısıtlıydı..

    işte bu noktada sahneye şiirsel gerçekçilik çıktı, peki neydi bu şiirsel gerçekçilik.. öncelikle şiirsel gerçekçilik için sinema tarihinin iki büyük tavrının bir sentezi olduğunu söylemek gerekiyor.. 1800'lerin sonunda sinemanın ilk doğuşunu simgeleyen ve gara giriş yapan o treni kaydeden belgeselci göz ile ondan hemen bir iki sene sonra melies usta ile beraber insanın hayallerini, rüyalarını ve fantezilerini görselleştiren, hikayeleştiren göz.. bu iki göz, tüm sinema tarihi boyunca birbiriyle çarpıştı, kesişti ve bitmez tükenmez bir diyalektik ilişki içine girdi.. bu diyalektik karşıtlığın belki de en keskin yaşandığı anlar da sovyetler'de vertov ile eisenstein'ın girdiği mücadele idi, fakat bu başka ve çok daha teorik bir tartışmanın konusu.. keşke ulus baker yaşıyor olsaydı da bize anlatmaya devam etseydi bunları..

    işte neredeyse tamamı sosyalist/komünist sinemacılar tarafından inşa edilen şiirsel gerçekçilik, puslu, hayali, büyülü, sisli mekanlardan ve hayatlardan, sınıfsal, sert, hayalkırıklıkları, hüzün ve mücadele dolu hikayeler çıkaran bir sinema yarattı.. belgeselci mesafeliliğinden uzak, ama gerçekçi sinemadan asla kopmayarak, alt-sınıfların tekinsiz ve estetikten uzak yaşamlarını büyülü ve şiirsel bir anlatımla sundular.. teorik olarak ortaya konması imkansız görünen bu diyalektik meydan okuma, pratikte sinema sanatının en büyük gösterisine dönüştü..

    her şeyin başında sinemanın en güzel ve hikayesi en talihsiz adamlarından jean vigo'nun olduğunu söylemek gerekir sanırım.. vigo'dan önce abel gance, rene clair, marcel l'herbier vs. gibi isimler fransız sineması adına önemli işler yapmıştı, ama sanki vigo, kısacık ömrü ve toplamda iki kısa, bir orta, bir de uzun metraj filmiyle tüm fransız sinemasını kuran kişi olarak tarihe yazıldı.. hem belgeselci, hem kurmacacı, hem de kuramcı bir sinemayı gerçekleştirerek, kendisinden sonra gelecek 40 yılın avrupa sinemasını belirledi bir anlamda..

    vigo'yu, büyük sinemacılar renoir, carne ve duvivier izledi.. dönemdaşları feyder, rene clair, l'herbier, gremillion ve chenal da akımdan etkilendi ve zamanla şiirsel gerçekçilik etkisinde filmler yapmaya başladılar.. jean vigo türün kurucusu ise, jean renoir aklı, marcel carne ise ruhuydu sanki.. özellikle carne filmlerinin genel atmosferi türe ait olan ne varsa özetliyordu adeta.. şiirsel gerçekçi atmosferi yaşamak isteyen biri için le quai des brumes ve le jour se lève kadar iyi iki örnek zor bulunur..

    şiirsel gerçekçilik, yönetmenleri ve filmlerinin atmosferi kadar, o döneme ruh vermiş muhteşem oyuncuları ile de özdeşleşmiştir.. başta sayısız filmde taptığımız, sinema tarihinin en esaslı adamlarından, binbir surat michel simon, fransız sinemasının esas çocuğu, bıçkın delikanlısı, yakışıklı jönü jean gabin, güzeller güzeli simone signoret ve michele morgan, tehlikeli kadın arletty, canımız ciğerimiz, şirinemiz dita parlo, gördüğümüz en karakterli yüz hatlarına sahip oyunculardan, efsanevi louis jouvet ve karakter oyuncuları pierre brasseur, bernard blier, pauline carton, pierre fresnay, raimu, robert le vigan, charles vanel, sacha guitry.. bu liste böyle uzar gider..

    şiirsel gerçekçilik, yalnızca yeni bir sinema dili bulmayı, sinemanın tarihi boyunca kullanacağı bir diyalektik tarzı oluşturmayı ve dönemini, 30'ları kurtarmayı başarmadı.. şiirsel gerçekçiliğin küllenmeye başladığı 40'larla beraber, önce amerikan sineması, netameli olay örgüsü, karanlık mekanları, gölge ve sis oyunları, tekinsiz, belalı, umutsuz karakterleri ile film noir'i (kara film) yarattı.. ismi bile fransız olan bu tür elbette tamamen şiirsel gerçekçiliğin doğurduğu bir alt-türdü.. zaten çoğunluğu avrupa göçmeni yönetmenlerle büyüyen bu amerikan alt-türü, 40'lar ve 50'ler boyunca şaşaalı ana akım amerikan sinemasının bir alternatifi olarak gelişecek ve sinema tarihinin en güzel örneklerinden bazılarını verecekti..

    40'ların ortalarına doğru, bu sefer avrupa'da savaşın izleri kaybolmaya başlamış, öncelikle faşizmin yıkımından geçmiş italya ile savaşın yıkımından geçmiş japonya, şiirsel gerçekçilikten ödünç alınmış karakterlerini yansıtarak kendi sinemalarını oluşturmaya başlamıştı.. italyan yeni-gerçekçiliği (neo realismo) bu koşullar altında doğdu ve tüm dünya sinemasını etkisi altına aldı.. takip eden yıllarda, 50'lerin sonu ve 60'ların başında miras kendi ülkesine dönerek, bu sefer farklı bir diyalektik karşıtlıkla yeni dalga'yı (nouvelle vague) doğurdu.. şiirsel gerçekçiliğinin gölgesi, 70'lerdeki, kitsch, sert, sokağın estetiğine sahip yeni avrupa sineması ve new hollywood da dahil olmak üzere onlarca yıl boyunca sinema sanatı üzerinde kalmaya devam etti.. geriye dönüp bakıldığında sinema tarihinin en değerli anlarından çoğu hala o sahnenin içindeymiş gibi görünüyor..

    türün başyapıtları ve türün etrafında dolanan, etkilenen, dönemdaşı olan bazı önemli eserler şöyle sıralanabilir.. türün bana göre en önemli eserlerini de bakınızla belirtmek istedim;

    jean vigo - l'atalante, zéro de conduite, à propos de nice

    marcel carne - les enfants du paradis, le quai des brumes, hôtel du nord, le jour se lève, les visiteurs du soir, drôle de drame

    jean renoir - les bas-fonds, la grande illusion, la bête humaine, la règle du jeu, boudu sauve des eaux, la chienne

    julien duvivier - la bandera, pépé le moko, la belle équipe

    jean gremillon - la petite lise, gueule d'amour, remorques, lumière d’été

    rene clair - à nous la liberté, sous les toits de paris, le million

    jacques feyder - le grand jeu, pension mimosas, la kermesse héroïque

    marcel l'herbier - l'argent, le bonheur

    marcel pagnol - marius (alexander korda ile), césar, fanny (marc allégret ile)

    pierre chenal - la rue sans nom, crime et châtiment

    bizim sinemamızda ise metin erksan, lütfi akad ve halit refiğ'in erken dönem filmlerinde şiirsel gerçekçi izlere rastlamak mümkündür.. bunun için özellikle sevmek zamanı ve yalnızlar rıhtımı adlı filmlere bakılabilir..


    (ianism - 22 Haziran 2018 09:22)

Yorum Kaynak Link : şiirsel gerçekçilik