The Luckiest Guy in the World (~ Crime Does Not Pay #48: The Luckiest Guy in the World) ' Filminin Konusu : The Luckiest Guy in the World is a short starring Barry Nelson, Eloise Hardt, and George Travell. This short is in the "Crime Does Not Pay" series. Charlie Vurn is always looking for the 'big score.' He bets on the horses and owes...
The Penguin Pool Murder(1932)(7,0-838)
Desperate(1947)(6,8-1762)
Murder on a Honeymoon(1935)(6,8-592)
Murder on the Blackboard(1934)(6,8-492)
Havana Widows(1933)(6,4-336)
The Casino Murder Case(1935)(6,2-431)
I Was a Teenage Serial Killer(2008)(5,3-145)
21 haziranda umrumda değiller!
(ne istedigini bilmeden aglayan cocuk - 1 Nisan 2011 21:29)
birazdan kaleme alacağım cümleler, profesyonel bir bakış açısı ile yazılmamış olup, yıllardır sadık bir in flames takipçisi olan basit bir dinleyiciden ibaret şahsımın görüşleridir.hayatımın grubu. evet in flames'i benim için kısaca özetleyen cümle bu. in flames'i ya çok seversiniz yada umursamazsınız. dikkat, nefret edersiniz demedim, umursamazsınız. çünkü yaptıkları iş itibarı ile sevilmeseler bile oldukça saygı görmeyi hak ettiklerini düşünüyorum. at the gates'in açtığı yolda, boynuz kulağı geçer hesabı, swedish death metalini bambaşka boyutlara taşımayı başarmış bir gruptur. genel kanın aksine, bazı albümlerinin değil, tüm albümlerinin müthiş olduğu düşünüyorum. çünkü onlar her yeni albümde farklı bir in flames olarak karşımıza çıktı, ama bunu yaparken iyi veya kötü dinlediğiniz tüm şarkılarını, "aha in flames'in elinden çıkmış abi" diyebileceğiniz şekilde kotarmayı başardı. bu değişimlerini belki ticarileşme kaygısı, belki rahata erdiklerinden isyanlarının fason düzeye inmesi şeklinde yorumlayanlar olabilir, bunu bilemeyeceğim.ama bu durumu en iyi yine kendileri cevaplamıştı zamanında, yanlış hatırlamıyorsam, katıldıkları bir radyo programında, dinleyicilerden birisi "tekrar jester race gibi bir albüm yapıp yapmayacaklarını" sormuş, aldığı cevap ise,"hayır, yapmayacağız. çünkü jester race'i yaptık ve bitti. eğer jaster race gibi bir albüm dinlemek isteyen varsa ise jester race'i tekrar dinleyebilir." şeklinde olmuştu.belki de onlara yapılan eleştirilerin en basit cevabı budur. sizin hoşlandığınız tarzı daha önce icra etmiş olabilirler, ama şimdi de bu şekilde çalışıyorlar. tamam kabul a sense of purpose'da bir only for the weak bulamıyorum. ama yine de in flames'e saygı duyuyorum. jesper'ın ayrılması konusuna gelir isek, evet jesper belki grubun bel kemiği idi belki beyni, yine de jesper'dan sonraki ilk albüm olan sounds of a playground fading'in oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. demek ki björn ve andres in flames için yeterli olabiliyormuş, tabii gönül isterdi ki jesper'da olsun.üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, halen sinirden patladığım bir anda kafamın içinde only for the weak yankılanıyor ise, her büyük yanlışımda gülebilmek için kendimi aydan izlemem gerektiğini bana düşündürebiliyorsa*, karanlıkta gölgeleri kovalarken kendimi yakaladığımda aklıma bullet ride geliyor ve yüzüme bir gülümseme yerleşiyor ise, her şeyin bir anda anlamsızlaştığını düşündüğümde içimden sessizce bir çığlık "this is a free fall" diyorsa bu grup görevini başarıyla tamamlamıştır. bence bir müzik grubunun daha fazlasını yapmasına gerek yok. bilmiyorum belki de ben pek öznel bir gözle yaklaşıyorum.belki de büyümek için düne dönmeye ihtiyacım vardır...been hiding since i heared "never"take me back to yesterday, i need to grow..
(chaoslord - 6 Şubat 2012 01:00)
hayat cok garip derler ya, ayni zamanda cok da ibne imis...7 yil aradan sonra bu aksam gorecegim gruptur in flames. benim icin en onemli gruptur ve oyle de kalacaktir eskiler sayesinde. son albumu edinmedim, dinlemenin zaman kaybi olacagini dusundugumden. biliyorum ki bombos ! gelecek o riffler, ruhsuz sololar, vokaller etc... ondan yani, yoksa hayatinin grubu in flames olan birisi (ya da benim gibiler) icin en azindan arsivde bulundurulmayi hakeder o album. in flames yaziyor ustunde albumun daha ne olsun ?bugun lamb of god konseri var. pasalari ilk defa gorecegim. cok da severim. bomba gibi gececegine de eminim konserin. calacaklar, tozunu dumanini attiracaklar ortaligin. oncesinde ise in flames cikacak. setlist.fm den bakmadim in flames ne calmis onceki konserlerde diye. 5-6 calip inerler diye dusunmustum. alt gruplar ya, ondan. gormek de istemedim aslinda. eski sevgiliyi gormeyi istememek gibi, cok koyacagini bildigimden. derken, lam of god'in sahneye hangi saatte cikacagini ogrenmek icin in flames'in onceki setlistine bakmam icap etti. 11-12 sarki caliyorlar. baya uzun liste. bir alt grup icin fazlaca... listede gozume takilan ise eski sayilabilecek tek bir sarki olan (bkz: embody the invisible)... pirlanta gibi parildiyor arada... uzuldum tabii...aksam konserde hangi t-shirtu giyecegime karar vermek asamasinda ise bir kez daha koydu bu durum. yillar once, universite yillarinda aldigim ve bilimum konserde giydigim jesterhead - sweden t-shirtumu giymek gelmedi icimden ilk defa, giymedim. taktim sirtima (bkz: down) t-shirtumu. hayatina damga vurmus olan bir grubu, baska bir grubun konserinde alt grup olarak, hic de umrunda olmadan, ''calsinlar da gitsinler '' modunda izlemek... cok ilginc olacak.
(asator - 16 Kasım 2012 18:31)
6 yaşımdan beri in flames dinlemiyorum ama takip ederim grubu,ne oldu ne bitti haberim vardır.tek bir şey söyliyeyim seni sabunsuz sikmek lazım anders.
(burasi les gibi gol kokuyor - 7 Aralık 2012 23:46)
afedersin ama şu saatten sonra bırak 20 taneyi, whoracle'ın yanına yaklaşacak bir albümü bile yarrak yaparlar.. bırakalım bu 'yapmıyolar ama isteseler yaparlar' muhabbetini. 2008'de falan o çapta bir albümü yapma ihitmalleri varsa dahi, şu an yani jesper stromblad sonrasında o ihtimal de bitti. geçmiş olsun. artık eldeki in flames bu. işe bak. isteseler 20 tane whoracle, jester race yaparlarmış. he amına koyim he. kolaydı o albümleri yapmak. her işe bu kafayla giriştiğimizden bi sik olmuyor zaten.
(megaforce - 10 Mayıs 2013 17:25)
hiç bu platformda in flames e methiyeler düzmemiş, duygularımı belirtmemiş olduğumu fark ettim az önce. çoğunlukla içimden sevdim zaten, çok da kimseyle paylaşmadım. istedim benim gibi seven olsun, birlikte in flames övelim, eski albümlerini yad edip, sonrasını yerelim, only for the weak in yüreğimizin teline nasıl dokunduğundan bahsedelim, sonra swim in girizgahında nasıl damardan arabesk şırıngaladığını teyitleyelim karşılıklı. ama kısmet olmadı. neyse artık yıllardan taşan sevgimi burada belirtebilirim.öncelikle, ben gidip albümlerini alarak tanışmadım bu grupla. lisedeydim, kadıköy-akmara gitmiştim bir vapur çıkışı, amacım anathemanın korsan cd sini bulmaktı sanırım. ya da başka bir amacım vardı da o cdyi almıştım, yalan olmasın. neyse bir adama sorduğumu hatırlıyorum ama, bir sepete yönlendirdi beni, bir cd buldum, anathema yazıyordu üstünde, "bu mu, emin misiniz?" dedim, çok emin bir şekilde "bu." dedi, aldım. sene 2001 ya da 2002. sonra o cd den anathema haricinde üç sürpriz dosya daha çıktı: theatre of tragedy, therion ve in flames.therion dosyasının içinde sürpriz bir şekilde isimsiz bir dark tranquility lethe si vardı. anathema yı hemen satıp therion un hastası olmuştum bir anda ve bir süre sonra lethe gibi bir parçanın bu gruba ait olamayacağına dair bir hissiyat geldi bana. ve bu farkındalıkla birlikte önümde dark tranquility sayfası kabak gibi açılmıştı. bu maziye çok değinmeden devam ediyorum. çünkü bir de tot hayranlığıyla geçen bir dönemim var. öyle öyle yeni parçalar, gruplar keşfedip oyalanırken, in flames i meğer hep ötelemişim. bilemedim. lise son oldu, benim kafama o dosyaya girmek anca dank etti. o günden beri diğer grupların hepsi eridi gitti. açıp dinlerim ama gönlümde baki olan in flames tir. ben bugün ister alternatif, ister türkü vs. ne dinlersem dinleyeyim, açtığım zaman gene bana derinden işleyen, etkileyecek olan in flames tir herhalde... sanırım en çok da kendimi bulmak, kendime dönmek istediğim, hayatımla ilgili en özgür hayalleri kurmak istediğim zamanlarda açıyorum resin i, sonra gyroscope u, ordinary story i. bu başkası için anlaşılmaz olabilir. sözlerdeki protest duruş, müzikteki tınılar, iniş çıkışlar bana hep duygu yoğunluğunun çok fazla olduğundan kaynaklanıyor gibi geliyor. belki de beni en çok ben yapan anların çoğunda tesadüfi olarak in flames dinliyordum, bilemiyorum. çok duygusal oldu farkındayım ama başta uyarmış olduğum için de şu an rahatım.velhasılıkelam, gönlümde yeri apayrı olan bestelerin mucididir in flames.
(diari - 29 Aralık 2013 22:20)
uzun süredir birkaç sevdiğim belli başlı grubun kritiğini yapmayı düşünüyordum. gel gelelim gerek üşengeçlikten, gerek ekşi'yi eskisi kadar sevmediğimden, gerek "kim takacak" gibi düşüncelerden dolayı epey uzunca süre erteledim. şimdi bu yazıları en başta kendim için, sonra da görüp okumak isteyen 2-3 kişi çıkarsa onlar için yazacağım.göthenburg'un havasında suyunda garip bir şeyler olan billdal kasabasından çıkan 3 devden *** biri olan in flames, benim de kendi önemsiz değerlendirmemde dünyanın 3 numaralı grubu olarak seçtiğim isveç death metali topluluğudur. 1990 yılında çıkıp günümüze kadar birçok övgüye ve yergiye konu olmuştur. eleştiriyi yaparken onları ara sıra dark tranquillity ile karşılaştırdım, abi-kardeş ilişkisi olan bu ikisi için çok yersiz değil. albüm albüm analiz etmek gerekirse:lunar strain: ilk ve vokalinin mikael stanne tarafından yapıldığı albüm. in flames tarzı diyebileceğimiz şeye epey uzak olan, hiç amatörce demiyorum ama henüz pişmemiş bir yapıt. black metal ağırlığının hissedilmesinin yanında bir elf abla tarafından söylenen yumuşak bir şarkıya da sahip. favorilerim bu sözü edilen hargalaten, ve everlostlar. yakın arkadaşları olan dark tranquillty aynı dönemlerde aynı şekilde ilk ve yakın tarzda skydancer albümünü icra ederken, o müthiş albümün yanında zayıf kaldığı söylenebilir bunun.the jester race: in flames grafiğinin yukarı doğru patlama noktası. lunar strain'den sonra manyakça bir çıkış. grubun şimdiki haline burun kıvıran eski hayranları için en iyi ve "in flames kişilikli" albümlerden biri. melodic death metal'in kitabının hunharca yazıldığı dönemlerde, dt'den the gallery, kendilerinden whoracle ve at the gates'den sloughter of the soul ile birlikte bu kitapta en çok sayfası olan dördüncü eser. çok sayıda favori şarkım olan bu albümden örnek gösterebileceğim şarkı seçmeye çalıştım demin ama listede yukarıdan aşağı doğru inerek bakarken bundan vazgeçtim, baştan sona kötü şarkı yok. ayrı sayfalar açmak gerekirse, moonshield belki de adamların başyapıtı. december flower'ın mükemmel solosunun da fredrik johansson tarafından atılmış olduğunu ekleyelim.whoracle: üzerine bir bardak soğuk bira içiniz. söylenecek başka çok fazla şeyin olmadığı bu albüm için, melodic death metal'in gallery ile birlikte doruk noktası ve in flames grafiğinin tepe noktası denebilir. benim de gelmiş geçmiş tüm metal albümleri sıralamamda 1. sırada olan yapıtta bende ayrı yeri olmayan tek şarkı depeche mode coverları olan everything counts. bunun dışında her biri tek tek şaheser. jester script transfigured, the hive, episode 666 ve jotun belki birincilik için yarışabilirler.bu noktadan sonra ayrı bir paragrafta fayda var. in flames için artık sağır sultanın duyduğu "bozdular" klişesi yaratılmış olabilir. linkin flames, korn flames gibi laflar türemiş olabilir. bu tip eleştirilere en iyi cevabı veren belki de dark tranquillity gitaristi niklas sundin. "gallery albümünden sonra tarzınızın değiştiğini söylüyorlar" sözüne verdiği cevabı hatırlayın: "ne yapacaktık, gallery 1, gallery 2, gallery 3 diye mi devam edecektik?" der. in flames için de aynısı geçerli. ha bunun dışında, tamam değiştirsin tarzını ama biraz değişmekle linkin park'a dönmek arasında fark var diyenler de olabilir. merak etmeyin, linkin park'a dönmek gibi bir şey yok. bu bence beklentinin çok yüksek olup, iş olmayınca da fazla kızıp eleştiriyi abartmakla ilgili bir şey.colony: çok güzel bir albüm. melodik olmayan hiçbir şey yok. in flames için isveç death metalinin "tam gaz" denemese de güzelce devamı. coerced coexistence, zombie inc, embody the invisible gibi çok güzel şarkılar var. en birinci favorimse ordinary story. bir akustik gitar tatlılığı olan enstrumental pallar anders visa'yı da belirtmeden geçersek ayıp olur.clayman: güzel bir albüm daha. tamamen colony ile birlikte değerlendirilebilir, biri birinin devamıdır. tarz olarak göze çarpar bir değişiklik yoktur. harf içeriği bakımından isimlerinin bile benzemesinden mi bilinmez, benim için aynı gibi bir şeydirler. satellites and astronauts, another day in quicksand, pinball map ve only for the weak favori şarkılarım. only for the weak zaten in flames hayranlarının kilit şarkılarından biri, grubun bir numaralı hit parçası olabilir. coverlamayan amatör death metal grubunu dövüyorlarmış.reroute to remain: birçok kişi için "çatırdamaya başlama" noktası olduğu söylenen yer. önceki albümlerine nazaran isveç death metali dinleyicisinin dışında çok daha geniş bir kitleye hitap edebilecek bir yapıda olduğu doğru. ki abd pazarındaki en başarılı albümlerinden biridir bu in flames'in. biraz daha "genel" güzellikte bir yapım. dark signs, minus, cloud connected ve trigger en sevdiğim şarkılardan. trigger'ın lisedeyken metalle flörtüm esnasındaki ilk şarkılardan biri olması sebebiyle bendeki yeri de ayrıdır.soundtrack to your escape: millet çöküş ağıtları yakmaya tam gaz devam ededursun, bu benim için whoracle sonrasındaki en iyi albümlerinden biri. clayman-colony ikizleriyle daha çok benzerlik gösterir (onlardan bile çok severim), reroute to remain bunların içinde biraz daha alakasızdır, köprü gibidir. the quiet place, my sweet shadow, evil in a closet, in search for ı gibi müthiş şarkılar birbirini izler. buradaki en sevdiğim şarkıysa borders and shading. dünyada çok nadir bunun kadar gaz bir şarkı örneği verebilirim.come clarity: stye ile benzediğini söyleyenler de vardır, en iyi albümleri diyen de vardır, en kötü diyen de vardır. bir garip albüm. ama bana kalırsa, içinde her ne kadar yine güzel şarkılar barındırıyor olsa da, in flames'in açık ara en kötü albümlerinden biri. daniel svensson sağolsun biraz baharat katmak istemiş ama o davul atakları bir kere gereksiz. norveç black metalcisi misin, amerikan grindcorecusu musun, in flames misin belli değil. eleştiriler farklı olabilir ama bu yapım bana hep çiğ gelmiştir. come clarity, take this life (davuluna rağmen), reflect the storm gibi güzel şarkılar var. your bedtime story is scaring everyone ise hüzünlü bir filmin güzel bir soundtracki gibi. vacuum ve versus terminus ise açık ara sevmediğimi söyleyebileceğim in flames şarkılarından ikisi. bu arada isveç'in ünlü popçu kadınlarından birinin dead end'de gruba eşlik etmesi, bazı hayranların beyninde bazı noktaları aydınlatabilir bu albüm için.a sense of purpose: come clarity sonrası güzel bir toparlanış. whoracle'dan sonra ama yavaş ama hızlı sürekli azaldığı söylenen "in flames ruhu" bu albümde artık sıfır seviyesine yakın. tırnak içinde yazıyorum çünkü benim açımdan büyük bir sorun yok. bu sadece bir değişim. bir önceki abümdeki gibi gerek müziksel gerekse pazarsal gereksiz ataklarda bulunmadıkları için, kabul edilebilir bir durumdalar burada da. çok diyemesem de, bu albümle beraber in flames biraz daha progresifimsi müziğin tadına bakmış gibi görünüyor. the chosen pessimist bunun en aydınlatıcı örneği. bunun dışında alias, move through me, delight and angers, tilt favori şarkılarımdan. sanırım en sevdiğimse sleepless again. tilt da parantez açılması gereken bir yapıt, çünkü içinde hayranlar için bir mesaj var: you're waiting for a re-run,but jesterday won't come.want to relive the moment,but jesterday is donej harfi 'y' gibi de okunabildiği için, in flames'in "dün dünde kaldı, artık beklemeyin" ilanı bu parça. tekrar tekrar söylediğim gibi, adamları pek haksız görmüyorum.sounds of a playground fading: eski gruptan eser kalmamış olmasına rağmen yine fena olmayan bir albüm daha diyebilirim. bilindiği gibi sanırım bu albüm için söylenebilecek en büyük darbelerden biri jesper strömblad adlı müthiş müzisyenin gruptan ayrılmış olması. tam bir melodic death metal adamıydı, çıkması grubun bu tarzdan uzaklaşmasının açık izması gibi oldu benim için. ama kötü bir albüm mü, bence değil. sevdiğim parçalar arasındaysa albümle adaş şarkı, fear is a wakness, where the dead ships dwell ve the attic var. jester's door ise çok çok tatlı ve adeta bir açıklama gibi. şarkıdan çok, bazı şeylere resmiyet kazandıran, üzerine damgasını basan bir mesaj bu, bir mektup.şimdi oturup siren charms'ı bekliyorum. daha sample'larına bile bakmadım, çıktığından haberdarım. ama hele bi albüm çıksın.--- edit ---malumunuz, siren charms eylül'de çıktı. hemen dinlemeye başladım ama bu geniş çaplı in flames entry'mi bu yönde editlemek şimdiye kısmetmiş. devam ediyoruz.siren charms: beklentimin üstünde. aslında beni rahatsız eden birkaç tını oldu, albümü dinlerken biraz rahatsız eden şeyler çalındı kulağıma. başta söyleyeyim, elektronik sesler beni rahatsız etmedi. artık olabilir. ama bir kere o everything's gone ve when the world explodes gibi parçalardan hissettiğim new wave of american metal etkisi hoşuma gitmedi. açık açık lamb of god esinlenimi (ki o da olmamış, benzemeye çalışmış diyelim) riffler ve davul atakları duydum, bir kere sen isveçlisin, ben seni öyle sevdim. göteborg metalinle sevdim. bu kadar küreselleşme in flames. ve yine, albümde bazı yerler daha da fenaydı. hani linkin park'ın şarkıda rap verse'ünden sonra bir coşageldiği eğreti metal chorus'u vardır ya, oradan bir farkı olmayan vokal kısımları bulmadım değil.bunları geçersek, bu negatif puanların üzerine öyle bir pozitif puan eklemişler ki, bence soundtrack to your escape sonrası tüm albümlerle yarışabilir hale gelmiş bu albüm. in plain view, with eyes wide open ve rusted nail bayağı bayağı bependiğim şarkılar oldu. onun dışında geneli de pek fena şarkılardan oluşmuyor, dediğim gibi bir iki istisna hariç.albümsel tarz açısından bakarsak da, birçok şarkıda aynı tadı aldım: reroute to remain verse'ünü takip eden bir sounds of a playground fading - a sense of purpose karışımı chorus. bunun dışında riffler, davullar ve vokal de bu üç albüme ek olarak pek bariz olmayan come clarity'lik de var biraz ve siren charms tarzı diyebileceğimiz yeni bir ses de gelmiş. iyi iyi fena değil. in flames lafı açıldı mı adettendir, elli kere söyledim ama tekrar söyleyeceğim: artık bir whoracle bekleyemeyecek olmamız kimseyi üzmemeli, hatta hiç ilgilendirmemeli artık. değişim kötü bir şey değildir ve zorunludur. açık açık pop ya da rap yapmadığınız sürece dinleyeceğim sizi anders, björn, niklas, peter ve daniel abilerim.---edit---dünyanın en güzel müziklerinden biri olan metal'in, en güzel tarzlarından biri olan swedish/melodic death metal'in, en güzel gruplarından biri olan in flames hakkında şimdilik bu kadar. bu şekilde birer opeth ve dark tranquillity kritikleri de düşünüyorum. "destan gibi entry yazmışsın, bize ne tüm bunlardan" dediğinizi duyar gibiyim. haklısınız.
(peder naumoski - 28 Mayıs 2014 00:45)
ileride çocuklarımıza anlatacağız, "bak evladım eskiden in flames diye bir grup vardı, ortalığın ağzına koyardı. sonra bir gün tövbe bişi oldu bu adamlar boyband olmaya karar verdiler" diye. öyle hisler yaşattı bugün bende.
(nixolidia - 11 Eylül 2014 13:58)
seksenlerin sonu ve doksanların başında, temelleri amerika’da atılan death metal, müzik dünyasına bomba gibi düşmüş, ardı ardına oluşan death metal grupları birbiri ardına albüm yayınlamaya başlamıştı. özellikle 1990 ile 1993 arası, death metal’in en sağlam dönemlerinin yaşandığı yıllardı. deicide lideri glenn benton bir rock yıldızıydı, death metal parçalarına klipler çekiliyor, amerikan kongresinde bile tartışılan ve yasaklanan cannibal corpse gibi kimi gruplar, bu eleştiri ve yasaklanmalarla bir yandan da fark ettirmeden reklam yapmış oluyorlardı.seksenlerin ortalarından sonlarına doğru metal müziğin en ateşli kolunu oluşturan thrash metal, yerini death metale bırakıyordu. morbid angel, obituary, cannibal corpse gibi gruplar death metalin amerika kolunu oluşturuyor, çiğ ve direk bir saldırganlıkla, en sert ve en hızlı müziği yapmaya çalışıyorlardı. death metal o derece öne çıkmıştı ki, ünlü gitarist joe satriani bile, death metal grubu possessed’in “seven churches” albümünün prodüktörlüğünü yapmış ve destek vermişti. ardından çıkan death, cynic, atheist gibi gruplar ise bu kolun daha teknik ve karmaşık yönünü icra ediyor, kaliteyi arttırıyorlardı. amerika’da tüm bunlar olurken, avrupalı gruplar da boş durmuyorlardı. ingiltere napalm death ve carcass’ı death metal dünyasına sunarken, özellikle isveç’ten türeyen gruplar bu kolun avrupa’daki en büyük temsilciliğini yapıyorlardı. entombed, at the gates, unleashed, grave, unanimated, tiamat, therion, house of usher, dismember ve merciless gibi grupları, hemen arkasından çıkan dark tranquillity, in flames, edge of sanity gibi gruplar takip ediyor, death metal isveç’ten özellikle de göteborg’dan tüm avrupa’ya yayılmaya başlıyordu. avrupa’da yapılan death metal, amerika’daki halinin aksine daha melodik, daha sanatsal, piyano ve bazı yerel enstrumanların da katılımıyla, daha elit bir görüntü çiziyordu.isveç’ten çıkan en önemli gruplardan entombed’un “left hand path” albümü hem isveç, hem florida death metal’ini, hem de norveç black metal’ini dahi etkilemeyi başarmış çok önemli bir albüm oluyor, seksenlerin başında almanya’dan çıkıp amerikan thrash metal gruplarını etkileyen kreator gibi, entombed da death metal alanında pek çokları için çığır açıyordu.at the gates, soğuk melodileri ve benzersiz ritmleriyle tüm isveçli gruplara yıllar boyu yürüyüp faydalanabilecekleri bir yol çiziyor, jonas ve anders bjorler kardeşler, dan swanö, johan edlund, christofer johnsson, mikael akerfeldt, niklas sundin ve jesper strömblad gibi dehalar daha sonradan yaratacakları şaheserler öncesinde yeni yeni metal müziğe adım atıyorlardı.zamanla at the gates, dark tranquillity, edge of sanity ve in flames ön plana çıkarken, her gün yüzlerce grup da müzikal kariyerlerine başlıyor, ancak onlarcası yukarıda adı geçen grupların taklitçisi olmaktan öteye geçemiyorlardı. at the gates birbiri ardına çıkardığı albümlerle bu türün en önemli ilham kaynağı olurken, kardeş gruplar sayabileceğimiz dark tranquillity ve in flames de daha melodik bir tarzı benimseyerek death metal’in isveç’teki 3 büyük grubu haline geliyorlardı.şimdi, göteborg stilini oluşturan bu gruplar arasından, asıl konumuz olan in flames’e dönelim.gitarlarda jesper strömblad ve vokallerde mikael stanne’lı kadrosuyla in flames, 1992 yılında göteborg’daki küçük bir stüdyoda ve kısıtlı imkanlarla kaydettiği, içinde efsanevi “behind space”’in de bulunduğu 3 parçayı, küçük bir şirket olan wrong again records’a gönderir. kaydı duyunca çılgına dönen şirket yetkilileri, gece geç bir saatte grubu telefonla arayarak, bunlar gibi başka şarkıları olup olmadığını sorarlar. grubun yanıtı ise 14 parçanın daha hazır olduğu yönündedir. şirket yetkilisine, iki gün sonra kalan parçaları da şirkete yollayacaklarını söyleyip telefonu kapatırlar. ancak gerçek şudur ki, grubun yolladıkları 3 parça dışında hiç bir parçası yoktur. iki gün içinde yazdıkları ve kaydettikleri parçalarla şirkete giderler ve bu sayede de şirketle anlaşma imzalayıp “lunar strain” albümüne imza atarlar. tüm müziklerin jesper strömblad, tüm liriklerin de mikael stanne tarafından yazıldığı ve o zamanlar küçük bir stüdyo olan ancak zamanla isveç’in ve avrupa’nın en önemli birkaç metal stüdyosundan biri olacak studio fredman’da kaydedilen bu albüm, içerdiği zengin melodiler, yırtıcı vokaller, hız ve duygu ile son derece başarılı bulunur ve pek çok büyük firmanın dikkatini çeker.1993 çıkışlı “lunar strain” sonrası, 1994’te de yine tüm müzikleri jesper tarafından yazılan “subterranean” albümü çıkar. 10 parçadan oluşan “lunar strain”’in ardından, 5 parça içeren “subterranean”, ilk albümün kalitesini devam ettirir. daha sonra bu iki albüm, “the jester race” albümünde yer alan “dead eternity” ve “dead god in me” parçasının demo versiyonu olan “inborn lifeless”’ın da eklenmesiyle 17 parça olarak ve regain records etiketiyle, 2000’lerin başında “lunar strain/subterranean” adı altında tekrardan piyasaya sürülecektir.bu başarılı başlangıç grubun adını underground piyasada çok geniş bir şekilde duyurmasını sağlar. ardından hiç zaman kaybetmeyen in flames, kimilerince hala gelmiş geçmiş en iyi göteborg tarzı death metal albümü olarak gösterilen efsanevi “the jester race” albümünü yaratır. bu albümde gruba, önceden “ceremonial oath” ve “dark tranquillity”’de vokalistlik yapmış anders friden katılır. mikael stanne ise dark tranquillity’ye geçer. bu albümde davullar björn gelotte, bas gitarlar johan larsonn, gitarlar jesper strömblad ve glenn ljungström tarafından çalınmakta, vokaller de anders friden tarafından yapılmaktadır. sonradan neredeyse her şarkısı klasik haline gelecek bu albüm, diğer hiç bir grupta duyulmamış şahane melodileriyle binlerce insanı büyüler. aynı zamanda bu albüm in flames’in ünlü “jester masque” maskotununda ilk kullanıldığı albümdür. 1996 çıkışlı bu albüm metal dünyasında bir devrim yaratır ve türünün yapı taşlarından biri halini alır. in flames sahip olduğu pek çok orijinal ve yeni fikri, müzikseverlerle paylaşmaya başlamıştır artık. “moonshield”’in klasik olmuş akustik introsuyla başlayan albüm, klip çekilen “artifacts of the black rain”, karanlık atmosferiyle “dead eternity”, hayalgücü dolu şarkı sözleriyle “the jester race” ve akıllara durgunluk veren duygu yoğunluğundaki solosuyla ”december flower” gibi pek çok in flames klasiğini de içinde barındırır.grubun bu hızlı çıkışı sonucunda, o zamanlarda ufak ancak daha sonra çok büyüyecek ve dünyanın en büyük metal firmalarından biri olacak olan alman nuclear blast firması, grubu kendi bünyesine katar ve “the jester race” albümünü wrong again records’dan lisanslayarak piyasaya sürer. bu albümün ardından grubun konserleri ve bu sayede de hayranları artar.bu arada in flames “black ash inheritance” adlı kısa bir ep yayınlayarak, “goliaths disarm their davids” adlı eseri de hayranlarının beğenisine sunar. aynı zamanda kimi in flames parçalarından bölümler içeren “acoustic medley” de bu albümde yer almaktadır. bu arada in flames, bir iron maiden tribute albümüne “murders in the rue morgue” ve bir metallica tribute albümüne de “eye of the beholder” ile katılır.tarih 1997’yi gösterdiğinde, in flames ikinci büyük bombasını patlatır ve yine kendi türünün yapı taşlarından birini oluşturan muhteşem “whoracle” albümünü piyasaya sürer. bu albümün kayıtlarının hemen arkasından, gitarist glenn ljungström ve bas gitarist johan larsonn, 5 yıldır içinde oldukları in flames’ten ayrılırlar. in flames bu albümün albüm kitapçığında ileride “gardenian”’ı kuracak niklas engelin’e ve bir sonraki albümde gruba katılacak olan bas gitarist peter iwers’e teşekkür etmektedir. bir önceki albümde olduğu gibi, bu albümde de dark tranquillity’den niklas sundin, lirik yazımında anders friden’e yardım etmektedir.bu albüm, gruba tam anlamıyla bir değişim getirmiştir. grup logosu eski death metal etkilenimli karmaşık halini terk edip gayet kolay okunabilen ve düz bir yazı tarzına dönmüştür. bu ayrıntı bile, grubun yakalayacağı ticari başarı yolunda atılan bir adım olarak göze çarpmaktadır. müzikal olarak, albüm bir önceki “the jester race”’e göre daha oturaklı bir yapıdadır. özellikle kayıt kalitesindeki iyileşme ile bir önceki albümdeki soğuk atmosfer gitmiş, yerine daha modern ancak biraz daha suni bir hava gelmiştir. neredeyse her şarkısı in flames hayranlarınca tapılırcasına sevilen bu albümde, klip çekilen ve kelimelerle anlatılmaz güzellikteki “jotun” ve “food for the gods”, daha önceden yazılmış ve yerel motifler taşıyan “gyroscope”, benzesiz enstrumantal “dialogue with the stars”, duygu yoğunluğuyla “jester script transfigured” ve konserlerin vazgeçilmez kapanış parçası “episode 666” gibi pek çok hit’in yanı sıra, ticari adımlardan biri daha olarak göze çarpan depeche mode cover’ı “everything counts” da yer almaktaydı. iyileşen kayıt kalitesi, gitarların son derece güzel tonu ve anders friden’ın belki de en iyi performansı ile bu albüm türünün en güzel örneklerini sergilerken, bir yandan da bir önceki albümdeki saldırganlık yerini daha duygu yüklü ve orta tempo parçalara bırakmıştır. in flames’in death metal’in çiğ yönünü terk ederek daha modern bir sound’a bürüneceği kariyeri bu albüm ile şekillenmeye başlamıştır.bu albüm eleştirmenlerce de göklere çıkarılır ve kimi müzik yazarlarınca in flames’in; iron maiden, metallica ve judas priest gibi pek çok devle kıyaslanıp, gelecekte bu gruplarla aynı düzeye geleceği konusunda iddialar ortaya atılır. grup tüm avrupa’yı ve uzak doğu’yu turlar. hayranlar ve albüm satışları hızla artmaktadır.iki adet “en iyi” albüme imza atan in flames, çıtasını düşürmeme hedefiyle girdiği studio fredman’dan “colony” albümünü yaratarak çıkar. 1999 çıkışlı bu albüm, “the jester race” ve “whoracle” kadar büyük bir şok yaratamasa da, in flames kalitesini hissettiren çok başarılı bir albümdür. bu albümde gruba bas gitarist olarak peter iwers ve davulcu olarak da “sacrilege” grubunun genç davulcusu daniel svensonn geçmiş, björn gelotte ise ikinci gitarist olarak devam etmektedir. müzikal olarak bu albümde “whoracle”’da çok az kullanılan klavye, birçok parçada kullanılmış ve müziğe farklı bir hava katmıştır. yapı itibariyle “whoracle”’ın giriş parçası “jotun”’a oldukça benzeyen açılış parçası “embody the invisible”, önceki in flames parçalarından çok farklı bir tarzdaki “ordinary story”, klavyeli altyapısıyla “colony” ve duygu dolu “zombie inc.” genel anlamda öne çıkan parçalar olurken, özellikle “ordinary story”, in flames’in daha önce yazmadığı türden bir parça olarak, piyanoyla desteklenen yapısıyla ve klibiyle, gruba pek çok yeni hayran kazandıran bir parça olmuştur. aynı zamanda “lunar strain”’deki in flames klasiği “behind space”’in kısmen değiştirilmiş yeni kaydı olan “behind space ‘99” da bu albümün ağır toplarından biri olarak göze çarpıyordu. aynı şekilde, “lunar strain”’den “clad in shadows” da, “clad in shadows ’99” olarak albümün japonya baskılarında bonus parça olarak yer buluyordu.aynı zamanda bir diğer bonus parça da, in flames’in tüm dünyada basılan albümlerine koymayıp yanlızca japonya bonus’u olarak piyasaya sürdüğü ve bu nedenle de müzikal bir cinayet işlediği olağanüstü “man made god “ parçasıydı. pek çok in flames hayranına göre grubun yazdığı en iyi enstrumantal parça olan “man made god”, pek çok kişi tarafından internetten indirilerek dinlendi ve neden “colony”’nin tüm baskılarına konmadığı da hayranlar tarafından anlaşılamadı.bu albüm sonrası grup isviçre ve hollanda’da festivallere katıldı, dark tranquillity, children of bodom, arch enemy, moonspell ve sinergy ile birlikte konserler verdi, meksika’ya kadar uzanan bir turneye çıktı. bu sıralarda gitarist jesper strömblad “dimension zero” ve “sinergy” gruplarında kuruculuk yaptı, ancak ikişer albümlerinde çaldıktan sonra bu gruplardan ayrıldı. ayrıca power metal grubu “hammerfall”’da da bir süreliğine pena salladı.artık tüm dünyada tanınan ve sürekli turnelere çıkan in flames, her yıl bir albüm çıkarma geleneğini sürdürdü ve sıradaki albümü olan “clayman”’ı 2000 yılında piysaya sürdü. bu albüm kimi in flames hayranlarınca, grubun şimdiye kadarki en sıradan ve diğer albümlerine göre daha zayıf bir albüm olarak nitelendirildi. eleştirmenlerce önceki albümleri kadar yüksek puanlar verilmedi. ancak bu albüm de barındırdığı “bullet ride”, “pinball map”, “square nothing”, “satellites and astronouts”, “swim” ve klip çekilen “only for the weak” gibi sağlam şarkılarla, in flames kariyerinin olmasa da, 2000 yılının en iyi albümlerinden biri oldu. anders’in “whoracle”’da çok az yer alan, “colony”’de oldukça artan clean vokalleri bu albümde doruğa çıktı ve kimi parçaların büyük kısmında bu tarz vokallere yer verildi. aynı zamanda “colony”’de göze çarpan vurucu nakaratların, bu albümde de amaçlandığı ortadaydı ve belli ki grup, konserlerde hayranlarının eşlik edebileceği, yani daha kolay akılda kalabilecek parçalar yazmak niyetindeydi. bu albüm, kısmen de olsa grubun death metal’den uzaklaştığı bir albümdü ve kimi eleştirmenlerce “modern metal” ya da “melodik metal” olarak tanımlandı. bu arada grup, hızla büyüyen firması nuclear blast’ın da en önemli gruplarından biri haline gelmişti ve şirket gruba yaptığı yatırımı da arttırmıştı. bunu çekilen kliplerden ve turne uzunluklarından görmek mümkündü. grup bu albüm sonrası amerika’yı da kapsayan dev bir turneye çıktı ve 2000 ve 2001 yıllarını kapsayan bu turnede toplam 122 konser verdi. bu turne sırasında, dünyanın farklı yerlerinde the haunted, dark tranquillity, sentenced, to/die/for, armageddon, nevermore, lacuna coil, dimmu borgir, susperia, skinlab, earth crisis, walls of jericho, burn it down ve shadows fall gibi gruplarla turladı. 2001 yılında grup ilk resmi konser albümünü yayınladı. daha önceden de “live in göthenburg” gibi bir kaç konser albümü yayınlanmıştı ancak bunlar tüm dünyaya yayılmamıştı. japonya’da kaydedilen ve “the tokyo showdown – live in japan 2000” adıyla piyasaya sürülen bu konser albümünde “clayman” albümünden 5, “colony” ve “whoracle”’dan 4’er, “the jester race” ve “lunar strain”’den de 1’er parça yer almaktaydı.hayranları memnun eden bu albümün ardından grup üretim hızını kesmeden 2002 yılında, grubun en çok değişim gösterdiği, kimilerince yerin dibine sokulduğu, eski hayranların bir çoğunu üzen ama bir yandan da gruba tüm dünyada, özellikle de grubun amaçladığı amerikan pazarında yeni hayranlar kazandıran “reroute to remain” albümünü piyasaya sürdü.albümde ilk dikkat çeken şey, ilk defa albüm kapağında maskot “jester”’ın kullanılmamış oluşuydu. tabii albüm kapağının içinde rastlamak mümkündü “jester”’a. albümde bariz bir biçimde hissedilen bir amerikan havası vardı. albüm kasıtlı olarak bu soundda kaydedilmiş ve mixlenmişti. pek çok eski in flames dinleyicisi bu albümü pek de coşkuyla karşılamadı. ancak az önce de bahsettiğimiz gibi pek çok genç yaşta ve yeni in flames hayranını gruba kazandırdı. albüm grubun en çok satan albümü oldu ve amerika’da oldukça tutuldu. “reroute to remain”, “system”, “trigger”, “cloud connected” ve “dismiss the cynics” albümün öne çıkan parçalarıydı. bu parçalardan “cloud connected” ve “trigger”’a klip çekildi. “trigger”’a çekilen klip, soilwork’un “rejection role” parçasına çekilen kliple bağlantılıydı ve bu iki klip belki de müzik tarihinin sayılı kardeş kliplerinden oldular. albümdeki birkaç sağlam parçanın yanı sıra, gerçekten son derece sıradan, özelliksiz ve in flames kalitesine hiç yakışmayan parçalar da yer almaktaydı. clean vokalin fazlalığı, vokallerde sürekli efekt kullanımı, davul soundunun yapaylığı, neredeyse hiç solo olmaması, artan klavye ve synth kullanımıyla pek çok kişi albümü beğenmedi. kimilerine göre “in flames bitmişti.” bu tabii ki doğru değildi. ancak grubun artık death metal yapmadığı da açıktı. albüm pek çok dergide, yılın hayal kırıklıkları arasında sayıldı.grubun en çok eleştirilen yönü ise, herkesten iyi yaptığı melodi işini bir kenara bırakıp, soilwork’un başarıyla uyguladığı “tüm şarkıyı vurucu ve akılda kalıcı bir nakarat üzerine kurma” yolunu seçmesiydi. albümle aynı anda piyasaya çıkan arch enemy, dark tranquillity, children of bodom ve soilwork albümleri, ticari anlamda olmasa da, müzikalite anlamında “reroute to remain”’dan çok daha başarılı oldular ve hayranlarını daha çok mutlu ettiler. özellikle aynı dönemlere rastlayan soilwork’un “natural born chaos” albümü, pek çok eleştirmence yılın albümü seçildi ve isveç’in tahtına oturan ismin artık soilwork olduğu konuşulmaya başlandı.ancak in flames’in ticari başarısı da görmezden gelinemezdi. “trigger” parçası, “freddy vs. jason” adlı hollywood filminin soundtrack’inde yer aldı. bununla da yetinmeyen in flames, trigger parçasını single olarak piyasaya sürdü. single’da aynı zamanda “trigger” ve “cloud connected”’ın video’ları, hedeflenen japon pazarındaki karaoke meraklısı japonlar için “moonshield”’in karaoke versiyonu, “cloud connected”’in disco versiyonu olan “club connected”, genesis cover’ı “land of confusion” ve yeni kaydedilen bir parça olan “watch them feed” yer almaktaydı. neyse ki yeni parça “watch the feed”, “reroute to remain”’deki çoğu parçadan iyi, güzel bir parçaydı. ardından grup ispanya’nın sevilla kentinde metallica’nın ön grubu olarak sahne aldı. tüm bunlarla grup kısa sürede büyüdükçe büyüdü ve isveç’in en büyük metal grubu halini aldı. internet sitelerindeki bir milyonu aşan ziyaretçi sayısı da grubun artan popularitesini görmek açısından yeterli bir kanıt niteliğindeydi.bu albüm sonrası in flames’in konser vermek üzere ülkemize geleceği dedikoduları da yayıldı ancak bu olay gerçekleşmedi. grup bir yıl içerisinde 4 ayrı amerika turnesi düzenledi. avrupa’daki pek çok festivalde headliner’lık yaptı, iron maiden’ın alt grubu olarak sahne aldı. turnenin ardından grup bir süre dinlendi ve kariyerlerinde bir değişiklik yaparak 2003 yılını albümsüz geçirdi.anders friden, bu dönemlerde gardenian gitaristi arkadaşı niklas engelin ile birlikte “modern metal/rock” olarak tanımlanabilecek “passenger” grubunu kurdu. in flames’e göre daha soft bir müzik yapan “passenger” anders’in in flames’te uygulayamadığı fikirlerini gerçeğe dönüştürdüğü projesi olarak biliniyor.2004 nisan’ına geldiğimizde ise, grubun dokuzuncu albümü olan “soundtrack to your escape” raflardaki yerini aldı. daha önceden duyurulan albüm ve şarkı isimleri, hayranları “yeni bir ‘reroute to remain’ mi geliyor?” düşüncesiyle biraz endişelendirdi. özellikle ilginç şarkı isimleri, kimi kesimlerce daha albüm çıkmadan albüm hakkında olumsuz yorum yapılmasına yol açtı. albümden albüme death metal’den uzaklaşan grup daha da ileri gidip gruba en sadık hayranlarını da üzecek miydi? bu soru büyük ölçüde “hayır.” olarak cevaplandı.öncelikle, albümden önce piyasaya çıkan “the quiet place” single’ı, klibiyle birlikte özellikle isveç’de beğenildi ve müzik listelerine girdi. hemen ardından çıkan albüm de isveç listelerinde yüksek yerlere tırmandı, amerika billboard listesine 192 numaradan girdi ve albüm avrupa’da, in flames tarihinin en hızlı satan albümü oldu. son derece sade bir kapak çalışması olan albümün kitapçık tasarımını, son 5 albümde olduğu gibi dark tranquillity gitaristi niklas sundin yapıyordu. müzikal anlamda albüm, daha ilk dinleyişte “reroute the remain”’den daha iyi olduğunu belli ediyordu. albüm kapağında yer almasa da, fanların çok sevdiği “jester’s head” kitapçık içinde sıkça yer alıyordu. aynı zamanda grubun türk hayranlarının dikkatini çeken ufak bir ayrıntı da, grubun bu albümde istanbul zillerini kullanmış olması ve kitapçıkta istanbul logosunun bulunmasıydı. ilk 5 albümde yer alan uzay ve astronomi konulu şarkı sözleri, “reroute to remain”’de olduğu gibi bu albümde de işlenmiyordu. belli ki grup bu konuda şarkı yazmayı bırakmıştı. yeni şarkılar daha içsel ve kişisel nitelikteydi.albümde ilk olarak dikkat çeken parçalar “f(r)iend”, “the quiet place”, ”dead alone”, “touch of red”, “my sweet shadow”, clean vokalin öne çıktığı yarı ballad “evil in a closet”, in flames’in son dönemlerdeki en death metal parçası “in search for i” ve “superhero of the computer rage” olarak sayılabilir. 13 parçalık albümün, türkiye’de de piyasaya çıkan digi-pack versiyonunda “discover me like emptiness” adlı bonus parça da yer almakta.sonuç olarak bu albüm, in flames’in eski hayranlarını kısmen de olsa sevindirdiği ve iyi yönde biraz daha geliştiğini gösteren bir albüm oldu. grup doğal olarak tüm yaz ayını ve önümüzdeki seneyi turnelerle geçirecek. umarım ülkemize de uğrama şansını bulurlar. bu arada grup, büyük ihtimalle şimdiye dek gerçekleştirmediği ve pek çok hayran tarafından sabırsızlıkla beklenen bir dvd’ye de bu yıl ya da önümüzdeki yıl imza atacaktır.sonuç olarak, türkçe’deki en kapsamlı ve detaylı in flames kaynağı olmasını amaçladığım bu yazıyı yazma süreci boyunca, geçmişten günümüze dinlediğim in flames şarkılarının ışığında, kişisel düşüncelerim; in flames’in özellikle “lunar strain”, “the jester race” ve “whoracle” albümleriyle adını metal müzik tarihine yazdırmış olduğu ve uzun yıllar sonra bile hatırlanacağı yönünde. belki artık hiç bir zaman bu 3 albümdeki gibi bir müzik yapmayacaklar ama in flames’in özünde hep yaşayacak olan kendine özgü sound’unu ve trademark’larını hep koruyacağına olan inancım tam. şu an itibariyle ülkesinin en ünlü ve büyük metal grubu olan in flames, tarifsiz melodileri, lirikleri ve duygu yoğunluğuyla, on binlerce insana, başka hiç bir grupta yaşamadığı duygular yaşatmayı başardı ve pek çok kişinin ve grubun en büyük ilham kaynaklarından biri olmayı başardı.“december flower”’ın solosunu dinlerken pek çok insan kendini gerçekten aralık ayının soğuğunda hissetti, her ay’a baktığında içinden “moonshield”’i mırıldandı, yıldızlara bakıp ıslıkla “dialogue with the stars”’ın melodisini çaldı, “satellites and astronouts”’ta kendini uzay mekiğinin penceresinden dünya’ya bakan bir astronot olarak düşündü... tüm bu duyguları yaşatmayı bilmiş bir grup olarak in flames, hep hayranlarının istediği yönde bir değişim göstermese de, zamanında yarattığı başyapıtlarla adını metal tarihine altın harflerle yazdırdı ve on binlerce insanın en sevdiği grup olmayı başardı, saygıyı ve başarıyı kesinlikle hak etti.onların da hep dediği gibi: “may the force be with you...”
(brainworm - 10 Haziran 2004 16:13)
iskandinav death metal grubu. melodik müzik ile kendilerini sevdirirler
(chainsaw - 9 Ekim 1999 00:00)
Yorum Kaynak Link : in flames