Süre                : 1 Saat 10 dakika
Çıkış Tarihi     : 14 Aralık 1925 Pazartesi, Yapım Yılı : 1925
Türü                : Drama
Taglar             : Romana dayalı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Paramount Pictures
Yönetmen       : Victor Fleming (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Joseph Conrad (IMDB)(ekşi),George C. Hull (IMDB),John Russell (IMDB)
Oyuncular      : Percy Marmont (IMDB), Shirley Mason (IMDB), Noah Beery (IMDB), Raymond Hatton (IMDB), Joseph J. Dowling (IMDB), George Magrill (IMDB), Nick De Ruiz (IMDB)(ekşi), J. Gunnis Davis (IMDB), Jules Cowles (IMDB), Duke Kahanamoku (IMDB), Ernie Adams (IMDB), Joseph W. Girard (IMDB), William Henry (IMDB), Chris-Pin Martin (IMDB), Lew Meehan (IMDB), Evelyn Selbie (IMDB), Harry Tenbrook (IMDB)

Lord Jim (~ Maldição Gloriosa) ' Filminin Konusu :
Lord Jim is a movie starring Percy Marmont, Shirley Mason, and Noah Beery. Because he deserted his ship and passengers during a collision at sea, a ship's mate loses his certification. Unable to find work at sea, he takes a job at a...





Facebook Yorumları
  • comment image

    a.g& sons ltd tarafından üretilen kktc cinidir. an itibariyle kktc marketlerinde 6 ytl civarında satılmaktadır. performans/fiyat oranı oldukça yüksektir ama kktc gibi içkinin ucuz olduğu bir yerde ithal içkileri tüketmek daha mantıklı olacaktır.


    (d k a - 5 Kasım 2007 07:50)

  • comment image

    joseph conrad'ın geçmişiyle yüzleşme derdinde, yaptığı bir hatanın ardından kendini topluma ispat etme çabasına girmiş bir adamı anlattığı, denizle ilgili pek çok kitabının arasında otobiyografisinden bir şeyler katmadan yazdığı, pek güzel bir romanı.


    (fausta - 8 Ağustos 2002 12:56)

  • comment image

    bazı betimlemeleri ve saptamalarıyla okuru darmadağın edebilen; heyecandan titretebilen, hayran bırakıp aptal aptal gülümsetebilen çok fazla başarılı joseph conrad romanı.

    "ezilişini, lanetlenişini, delik deşik edilişini, yere çakılmış zavallı bir böcek gibi kıvranışını görmek için bekledim -ve bunu görmekten yarı yarıya korkuyordum da- eğer ne demek istediğimi anlıyorsanız. bir suç içindeki suçlu olarak değil de, daha ötesi, bir suçlu zayıflığında olduğu anlaşılmış olan bir adamın seyredilişinden daha korkunç hiçbir şey yoktur..."

    ...

    "düşünceleri asın! serseri, soyguncudur onlar, aklınızı arka kapısını vuran, her biri özünüzden biraz alıp götüren, soyluca yaşayıp ve kolayca ölmek istiyorsanız eğer sarılmanız gereken birkaç basit kavrama olan inancınızın bir kırıntısını alıp götüren haydutlardır onlar!"

    ...

    "her birimizin birer koruyucu meleği olduğuna inanmaktan yanayım, tabi sizler de her birimizin buna benzer bir şeytanı olduğunu itirafa yanaşırsanız!"

    ...

    "kim sarhoş? ben? hayır, hayır kaptan! olmaz böyle bir şey. şefin bir serçeyi sarhoş edecek kadar açık yürekliolmadığını bilmelisin artık
    tanrı adına! yaşamımda başım içkiden belaya girmedi daha; beni sarhoş edecek içki daha yapılmadı henüz. senin viskine karşılık yudum yudum içebilirim ben sıvı ateşi ve bir hıyar kadar soğukkanlılığımı koruyabilirim."

    ...

    "ama arasıra önüne geçilemez bir keder dalgası bedeninin her yanını sarıyor, battaniyeler altında soluğunu kesip sancılar içinde kıvrandırıyor ve sonra bu duyguların acısından sorumlu bir varlığın kavranamaz vahşeti ne pahasına olursa olsun umutsuz bir kaçış arzusuyla dolduruyordu onu."

    ...


    (remzibeydurun - 24 Eylül 2011 23:26)

  • comment image

    joseph conrad'ın kelimenin tam anlamıyla betimlemenin altından girip üstünden çıktığı kitabı. anlatımı oldukça yoğun ve karmaşık olmasına rağmen oldukça içine çeken bir modern klasik. kitaptaki bazı aforizmaları ve bazı tanımlamaları ne ingilizcesiyle ne de türkçesiyle anlamak kolay veya ben o kapasitede değilim. velhasıl iyi kitaptır, baba kitaptır, hazmede hazmede okumak lazım.


    (bulmasi gercekten zor - 11 Ekim 2011 10:28)

  • comment image

    "kalem" edebiyat ve sanat dergisinin su anda piyasada olan 'pismanlik' temali 5. sayisinda, otopsi adli kosede analizi yapilmis cok iyi roman.

    soz konusu yazinin giris kismi:

    "-dünyanın en ‘pişman’ mahluku: jim-

    bazı kitaplar vardır; kendinizi bırakın yazar olmaya, en azından elinizin kalem tuttuğuna inandırmaya başladığınız bir zamanda okursunuz ve yazdığınız ya da yazmaya muktedir hissettiğiniz her şeyi zayıf kılabilecek derecede kesin bir hayranlıkla afallatır sizi. bu özgüvensizliğe yol vermenin yanında bu romanlar, aynı zamanda size “yaşıyor olmak, bunu okuyabilmeme neden olduğu için bile güzel bir şey!” dedirtir. uyku uyutmaz, rahat konuşturmaz; sizi bir kapsülün içine hayranlık dumanıyla tıkar, okuduğunuz sürece sizi kendine tutsak eder. bitmesin diye sayfaları yavaş çevirirsiniz, iki sayfayı tek sayfa sanmış olma kaygısı veya isteğiyle parmaklarınızı birbirine sürtersiniz kağıt üstünden. son sayfalarında, en güzelinden bir kurabiyenin kırıntılarını ağzınıza çalar gibi hüzünlü bir memnuniyet duyarsınız. ya da duyar mısınız bilmiyorum, ben duyarım. az da değillerdir hani, iş farklarına varmakta. joseph conrad’ın ilk olarak ekim 1899 ile kasım 1900 yılları arasında blackwoods magazine’de tefrika halinde yayımlanmış romanı lord jim, benim için işte bu tür bir eserdi.

    lord jim, her şeyden önce, her büyük roman gibi, sapasağlam bir insanlık durumunun romanıdır; insana dair zor bir sorunun peşine takılmış bir eserdir. pişmanlık, korku ve vicdan kavramlarının derinlemesine analizinin yanında nasıl iyileşmek ve ‘doğrusu nasıl yaşamak gerektiği’nin sorgusunu yapar roman..."

    ve sonrasindan bir alinti:

    "böceklerin, özellikle de kelebeklerin kusursuzluğundan, yıldızlarla akrabalıklarından, göz alıcı güzelliklerinden, bir başeser olmalarından söz etmektedir stein.

    “bir böcekbilimcinin böyle konuştuğunu hiç duymamıştım,” dedim neşeyle.
    “başeser! peki insan ne?”
    “insan hayret verici, ama bir başeser değil o,” dedi, gözlerini cam dolabın üstünden ayırmayarak. “sanatçı belki de birazcık deliydi. ha? ne düşünüyorsun? bazen insanın istenmediği, yerinin olmadığı bir yere gelmiş olduğunu sanıyorum; çünkü böyle olmasaydı eğer, her yeri niçin ister olurdu? niçin oraya buraya koşturup kendini büyük bir gürültü kaynağı yapsındı, yıldızlardan konuşarak, bitkilerin yaprağını bozarak?...”

    …“doğrusunu söylersek, stein,” dedim beni şaşırtan bir çabalayışla, “bir örneği anlatmak için geldim sana…”
    “kelebek?” diye sordu, inanmaz ve şakacı bir hevesle.
    “o kadar kusursuz bir şey değil,” diye yanıtladım, her çeşitten kuşkuyla ansızın yüreksizleşmiş hissederek: “bir insan…”

    …kelebeklerin mezarları arasında sinsi sinsi dolaşan hortlak taşkın bir biçimde güldü. “evet! bu felaket şey çok gülünçtür. doğan bir insan denize düşen bir insan gibi bir düşün içine düşer. deneyimsiz insanların yapmaya çabaladıkları gibi eğer havaya doğru tırmanmayı denerse, boğulur… yok edici öğenin içine dalmışken, tek yol vardır: düşü izlemek ve yine düşü izlemek…”"


    (remzibeydurun - 27 Aralık 2011 18:01)

  • comment image

    kendine dair hayal ettiği ile olayların kendisini getirdiği konum arasındaki tezatlıkla baş edemeyen ve benliği paramparça olan bir karakterin, kendi bütünlüğünü yeniden inşa edebilmek adına sonuna dek gitmeyi seçişinin romanıdır. bir daha asla yakalayamacağının peşine düştüğü bu yolda eline kendisinin olası en kusursuz yok oluşundan öte bir şey kalmaz; içine girdiği her duruma dair olası tüm sonuçların sorumluluğunu üstlenmekle aranan bir kefaretin getireceği ölümdür sıklıkla. zarlar nadiren denk gelir ve zarların denk gelmediği bu dünyada bu da insana dair diyerek sarar sarmalar insanlar benliklerini zira. yoksa kendisini dair kurgusunu ciddiye alan her insanın varacağı nihai nokta jim'in yazgısıdır kaçınılmaz olarak.


    (alaskardan - 4 Şubat 2015 02:50)

  • comment image

    muslumanlari mekke'ye ta$iyan patna isimli gemi batar ve jim dotu kurtarmak ugruna du$unmeden gemiden atlar. ama aslinda gemi batmaz ve jim ba$ina belayi almi$ olur ve yapmi$ oldugu "hata" hayati boyunca yakasina yapi$ir.


    (hemingway - 23 Kasım 2004 03:47)

  • comment image

    nadir edebi kaliteye sahip kitaplardan. elbette bir joseph conrad ürünü. çevirmen de türkiye'nin saygın çevirmenlerinden hasan fehmi nemli. durum buysa, gözleri yormak düşer bize.

    hint okyanusunda seyrüsefer haldeki bir geminin kaptan yardımcısı olan jim'in, geminin batmakta olduğunu sanıp, kaptan ve bir iki adamıyla birlikte, uyuyan yolculardan hiçbirini uykudan kaldırıp uyarmadan bir sandala atlayıp kaçmasıyla başlar her şey.
    jim kendisinin neden böyle davrandığını bilemez, anlam veremez bu duruma ve böylesi bir davranışla korkaklığını sergileyip utanca boğulmayı, sürekli iş ve yer değiştirip geçmişinden kaçmaya çalışmakla örtmeye çalışır.

    vicdanını da kendisiyle sürüklediği ve geçmişi her nereye kaçarsa kaçsın kendisini oraya kadar takip ettiği için, soluğu dünyayla irtibatı kopuk bir adada, patusan'da alır. burada yerlilerden başka kimse yoktur ve jim, geçmişindeki kara lekeden kurtulmak, kendisini ispatlamak için uygun ortamı bulur. kişiliği, tıpkı geçmişte olduğu gibi burada tekrar sınanır.

    evet, nefis bir kitap. insan psikolojisine eğilen ve ruhu didik didik eden o büyük kitaplardan. hem bir hesaplaşma kitabı, hem de serüveni eksik olmayan usta işi bir yapıt.


    (prolegomena - 30 Mart 2017 12:12)

  • comment image

    insanlık tarihinin en eski hikayelerinden biri anlatılıyor bu romanda. o kadar eski ki tanrıları bile birbirine düşürdük bu saçmalıklarla. (bu arada, nerede o eski tanrılar!)

    kahramanlıklar yapmak, dünyayı fethetmek, kibrimizi ve egomuzu her yemeği güzelleştiren tatlı bir sos gibi sürekli yanımızda taşımak; sorumluluk, görev bilinci, aidiyet duygusu vs. dediğimiz temel değerleri allayıp pullayıp ışıltılı bir elbise gibi sırtımıza geçirmek bizim doğamızda var. (gerçi sonunda aptal saptal diziler ya da survivor izlerken buluyoruz kendimizi ama "en azından denedik" diyoruz.)

    sandığımız kadar iyi değiliz, eksiksiz değiliz. daha da ileri gideceğim izninizle: bizler eksik yaratıklarız. birbirleriyle kavga edip duran tanrıların yarım yamalak düşleriyiz. gerçek filan değiliz, iyimser tanrıların idealiyiz. (kelebek koleksiyoncusu tüccar da benzer şeyler söylüyor romanda ama sesi pek çıkmıyor maalesef)

    jim'in hayatında iki büyük karar anı var, ikisinde de "aptalca" seçimler yapıyor. onun anlayamadığı şey aslında verdiği kararların hiçbir anlamının olmaması. her iki karar farklı olsaydı da onun hakkındaki fikirlerim değişmeyecekti. insan olmak bu kadar idealize edilmeyi hak eden bir şey(ney?) değil benim için. (biz ailecek marlowcuyuz zaten. marlow amca hikayenin anlatıcısı bu arada.)

    joseph conrad'ı severim ama sık sık fikir ayrılığı yaşıyoruz onunla. (duymasın üstat, üzmeyelim müellifimizi.) onun marlow'la anlaşamadığını hissettim bu romanı okurken. kendisi de denizciymiş biliyorsun komşum. belki anlatıcısına değil de jim'e yakın durmasını böyle açıklayabiliriz.

    ya da cesaret, kahramanlık, sorumluluk vs. gibi şeyleri gerçekten de idealize etmemiz gerekiyordur. (sonrasında ortamlarda "denedik" deriz kim bilecek. bir zamanlar bizim de tutkularımız vardı sonuçta.)

    yazdıklarımı okudum da... can yayınları'na bir özür borcum var galiba. bu yazıyı okuyan hiçkimse bu romanı satın almaz sanırım. ama silmeyeceğim.

    "kaba olma hakkını kendimde görüyor, bununla kendimi ödüllendiriyordum. kötü bir nükte, ama olsun, karalamayacağım. yazarken güzel olacağını sanmıştım, şimdi bakıyorum da çirkin bir böbürlenmeden öteye geçememişim. böyle olduğunu bile bile karalamayacağım işte!" diyor dostoyevski, yeraltından notlar'da.

    ben de sarhoş olma hakkımı kullanayım izninizle.

    ares'e içelim.


    (bir nick bulamadim ki - 11 Nisan 2017 01:27)

  • comment image

    joseph conrad'ın, dost körpe çevirisiyle türkiye iş bankası kültür yayınları modern klasikler dizisine eklenen romanı.

    lord jim ile ilgili conrad şöyle yazmış:

    "bu roman ilk kez kitap olarak yayınlandığında fazla uzattığımı söyleyenler oldu. bazı eleştirmenler yazarın işe kısa bir öykü yazmakla başladığını, ama sonradan kontrolü kaybettiğini savundular. bir ikisi romanda bunun kanıtını bulunca pek sevinmiş gibiydi. anlatı biçeminin kısıtlamalarından dem vurdular. hiçbir insanın o kadar uzun süre konuşmasının ve başkalarının o kadar uzun süre dinlemesinin beklenemeyeceğini savundular. bunun pek inandırıcı olmadığını söylediler.

    bu meseleyi on altı yıl kadar düşündükten sonra bundan çok emin değilim. tropikal kuşakta da ılıman kuşakta da bir gecenin yarısı boyunca "birbirlerine öyküler anlatan" insanlar tanıyorum. oysa benimki tek bir öykü ve kesintili olması bir ölçüde rahatlatıcı; dinleyicilerin dayanıklılığına gelince, öncelikle öykünün gerçekten ilginç olduğunu kabul etmek gerekiyor. bu olmazsa olmaz bir önkoşuldur. gerçekten ilginç olduğuna inanmasam asla yazmaya başlamazdım. fiziksel açıdan mümkünlük meselesine gelince, parlamento'da yapılan bazı konuşmaların üç değil neredeyse altı saat sürdüğünü hepimiz biliriz; oysa kitabın marlow'un anlatısını içeren kısmı bence yüksek sesle üç saatten az bir sürede okunabilir. hem -her ne kadar böyle önemsiz detayları öyküye katmamaya özen göstersem de- o gece bir bardak madensuyu gibi serinletici bir içeceğin, anlatıcının konuşmayı sürdürmesine yardımcı olduğunu farz edebiliriz.

    ama doğrusunu söylemek gerekirse, işin gerçeği şu ki başta sadece hacı gemisi bölümüyle ilgileniyordum ve aklımda kısa bir öykü var; o kadar. bu makul bir fikirdi. ancak birkaç sayfa yazdıktan sonra nedense huzursuzlandım ve bir süreliğine ara verdim. o sayfaları, müteveffa bay william blackwood dergisine tekrar bir şeyler vermemi isteyinceye kadar çekmecemde tuttum.

    hacı gemisi bölümünün, serbest ve daldan dala atlayan öykü için iyi bir başlangıç noktası ve bütün "varoluş hissiyatını" basit ve duyarlı bir karakterle renklendirebilecek olay olduğunu ancak o zaman fark ettim. ama başlangıç aşamasındaki bütün bu ruh halleri ve içsel kıpırtılar o sırada epey muğlaktı ve aradan geçen onca seneden sonra şimdi de daha net görünmüyorlar.

    bir kenara koyduğum o birkaç sayfa, konu seçiminde etkili oldu. ama bütünün tamamını bilinçli olarak baştan yazdım. oturup yazmaya başladığımda, uzun bir kitap olacağını biliyordum, ama blackwood dergisinin on üç sayısına yayılacağını tahmin etmemiştim.

    bana bunun en sevdiğim kitabım olup olmadığı zaman zaman soruldu. kamusal hayatta, özel hayatta ve hatta yazarın kendi eserleriyle arasındaki hassas ilişkide bile kayırmacılığa kesinlikle karşıyımdır. prensipte bir favorim yok; ama bazı insanların lord jim'imi yeğlemelerine üzülecek veya sinirlenecek kadar da ileri gitmem. hatta buna "anlam veremediğimi" bile söylemeyeceğim... hayır! ama bir keresinde epey şaşkınlığa ve hayrete kapıldım.

    italya'dan dönen bir arkadaşım, orada kitabı beğenmeye bir kadınla konuşmuş. buna üzüldüm tabii, ama beni şaşırtan o kadının kitaptan hoşlanmama sebebiydi. "bilirsiniz işte," demiş, "çok marazi bir kitap!"

    bu açıklamayı bir saat boyunca sıkıntıyla düşündüm. nihayet, temanın kadınların olağan duyarlılıklarına epey yabancı olduğunu da hesaba katarak, o kadının italyan olamayacağı sonucuna vardım. hatta avrupalı mıydı acaba? her halükârda, latin mizaçlı hiç kimse kaybedilen onurun yoğun şekilde bilincinde olunmasında marazilik görmez. böyle bir bilinçlilik doğru veya yanlış olabilir ya da yüzeysellikle suçlanabilir; ayrıca belki de jim'im sık rastlanan bir insan tipi değil. ama okuyucularıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, soğukkanlılıkla sapkınlaştırılmış bir düşüncenin ürünü değildir. kuzey sislerine ait bir figür de değildir. güneşli bir sabahta, sıradan bir doğu limanının ağzında, onun geçip gittiğini gördüm... sevimliydi... dikkat çekiciydi... şüphe altındaydı... çıt çıkarmıyordu. zaten öyle olması gerekiyor. onu anlamlandıracak uygun kelimeleri, elimden gelen tüm sempatiyle bulmak bana kalmıştı. o 'bizden biriydi'."


    (ayemgoing - 31 Ağustos 2017 13:06)

Yorum Kaynak Link : lord jim