• "ayrıca lost adlı dizinin 3. sezonunun 12. bölümünde sawyer karakterini bu kitabı okurken görebiliriz..."
  • "her kadın okuyucu sonunda bir howard roark beklemek uzere dominique francon oluyordur mutlaka."
  • "elimde "howard roark, yetenegi, aski ve yasami" adiyla 1996 yili basimi bulunan kitap. cevirisini de sule sencan yapmis. herhangi bir yayinevi belirtilmemis ve nesil matbaacilik tarafindan basilmis."
  • ""bencil kişi salt anlamda bakıldığında kendine başkalarını feda eden kişi değildir.başkalarını herhangi bir şekilde kullanma ihtiyacının üstüne çıkmış kişidir.""
  • "plato yayınları tarafından yapılan baskıda, kötü bir kapak tasarımı yapılmış kitaptır. kanaatimce ne içeriğini yansıtmaktadır, ne de üzerinde düşünülmüş, zeki bir grafiğe sahiptir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    mukkemel bir modernizm manifestosu. herkesin kolay kolay okuyup sindiremeyicegi ama okuyanin da kolay kolay birakamiyacagi tam bir bas yapit. howard'in egoism olarak gordugu bence korkunc bir humanizmle kaplanmis durumda. boyle bir ego ve insan ruhu olamaz gercekten. mimari gibi insanin dogaya ustunlugunun en somut hallerine hayran hayran bakarken insan, kare dikdortgen ve ucgenin sadece insana ait kesifler oldugunu ve doga da bunlarin bulunmadigi da kitaptan cikarilan diger dip notlar.


    (vanilya - 10 Ekim 2006 17:13)

  • comment image

    bugunlerde okumakta oldugum 'kitap'...metroda bir kac durak daha ekstradan gitmeme, merdivenlerden yukari cikarken bir basamagi 10 dakikada cikmama sebep olmakta..elimden birakamamaktayim...bazi anlar oluyor, gozlerim kosturuyor alt cumlelelere, paragraflara, hemen kiziyorum engelliyorum..o kadar derinine ve temeline inilmis ki olgularin, ismi bile gecmiyor mesela ask ' in..varligini oyle yogun hissetiriyor ki oysa, iciniz urperiyor..elimi cimentolara batirip batirip cikarasim geliyor..siva yapmak, duvar ormek, temel kazmak, granit kirmak istiyorum..henuz yarisindayim, her ne kadar merakimdan catlasam da, su anda bitse bile yeridir benim icin..gercekleriyle, cirilciplak.


    (finethanks - 10 Ekim 2006 17:35)

  • comment image

    sekizyüzküsür sayfanın anlattığından fazlasını içinde geçen iki satırda söyleyen kitap...

    cameron, uzun bir konuşmanın sonunda roark'a şöyle söyler:

    "sokaktaki insanlara hiç bakıyor musun? onları oluşturan madde, işini seven insanlara duydukları nefretten ibaret. tek korktukları tip o. nedenini bilmiyorum..."


    (hoba - 3 Eylül 2007 17:40)

  • comment image

    "başını masaya dayamak, hareketsiz yatıp dinlenmek istiyordu.ama onun ihtiyaç duyduğu türden dinlenme var olan birşey değildi. uykudan daha derin, hiç yaşamamış olmanın dinlenmesiydi. bu istek onu rahatsız ediyordu; çünkü kafasını çatlatan ağrının bunun tam tersine işaret ettiğini, hareket istediğini biliyordu."


    (sutlucen ayse - 17 Ocak 2009 11:15)

  • comment image

    okurken hayal etme güdünüzü aynı tempoda tutmayı başarabilen, sürükleyici bir kitap. kahramanlarının kişisel tercihlerindeki tutarlılık, birçok abartıya rağmen sizi etkiler. zaman zaman unutulan ben kavramını canlandırmanızı sağlar.


    (simdi geldim abi - 9 Şubat 2009 20:17)

  • comment image

    keşke duygularımı yazıyla güzel ifade edebilme yetisine sahip olsaydım da anlatabilseydim bu kitap için hissettiklerimi ama çok zor maalesef çünkü yazma yeteneğim fazla yok* o yüzden olabildiğince anlatmaya çalışıcam.

    --- spoiler ---

    öncelikle söyleyeyim kitabın sayfa boyutu biraz ufak olduğundan 925 sayfaydı ama kitabı bitirmem sadece 2.5 günümü oldu o da çoğunu işte okuduğumdan dolayı, belki evde okusam 2 günde bile bitirirdim. yani demek istediğim; kitap son derece akıcı bir dille yazılmıştı 1 cümlesi bile fazla değildi tam olması gerektiği gibiydi. ayn rand'ın mimari bilgisine ve tasvirlerine hayran kaldım, az buçuk mimariyle ilgilenen biri olarak okurken oldukça zevk aldım diyebilirim.karakterlerin anlatılması adeta hani şiir gibi derler ya öyleydi. hele de karakterler arasında geçen diyaloglar! benim favori ikilim howard roark ve gail wynand idi. ikisinin ettiği muhabbetleri anlatan bölümler en sevdiğim bölümlerdi. dominique* , howard ve gail'in beraber anlatıldığı bölümde de gözümde vicky cristina barcelona canlandı adeta. sanki üçü bir aradayken aralarındaki "o" herneyse tamamlanıyor gibiydi. biraz karakter tahlili yapalım,

    peter keating: gerçek dünyada bol bol rastladığımız bir karakter. hani okulda parlak çocuklar olur inek tabir ettiğimiz, çalışarak bir yerlere gelmeye çalışırlar son derece hırslıdırlar ama yetenekleri kısıtlıdır. peter da aynen böle biri, o yüzden hep howard'ın gölgesinde kalmanın ezikliğini yaşıyo ve kendini topluma kabul ettirebilmek için karakterinden bol bol ödün veriyo. (egosunu siliyo demiyorum çünkü ego tanımı konusunda bayan ayn rand'la görüşlerimiz pek uyuşmuyo ona aşağıda değinicem ayrıca) toplumun yargılarına o kadar çok önem veriyo ki hayatında gerçekten tek değer verdiği kişiyi (catherine) kaybediyo.

    ellsworth toohey: belki de gerçek hayatta karşımıza çıkabilecek en kötü tiplerden birisi çünkü ellsworth toohey insanlara direk kötülük yapan biri değil aksine insanları tatlı diliyle kandırıp onları amaçları için kullanan birisi. bu onu kötünün de kötüsü yapıyor. tam bir ikiyüzlülük abidesi. oysaki ne tuhaftır kitabın başında henüz karakterlerin derinine inilmemişken kendisini bir saint gail wynand'ı ise adi bir herif olarak görmek çok mümkün. işte burda iyilik-kötülük kavramlarının ne kadar göreceli olabileceğini bir kere daha görüyoruz. benjamin linus bu adamdan manipulasyon dersi almış besbelli*

    dominique francon: hem çok güzel hem çok zeki hem de çok çetin ceviz bir ablamız. aynı zamanda son derece dürüst ve pesimist, yaşadığı çevreyi ve hatta dünyanın durumunu beğenmeyen birisi. o yüzden kendini bütün dünya nimetlerinden uzaklaştırmış. ne dünyaya bişi veririm ne de alırım diye takılıyo ortalarda. hatta o yüzden seks bile yapmamış frijit bir şekilde yaşamını sürdürürken karşısına howard roark çıkıyor ve dominique hayata roark'la dönüyo. onu tüm benliğiyle seviyo hatta o kadar çok seviyo ki onu nefret ettiği dünyadan korumak için ona zarar bile veriyo. böyle tuhaf bi kızcağız bizim dominique. allahtan sonunda hakettiği mutluluğa kavuşuyo.

    gail wynand: kitapta en sevdiğim karakter, neden bilmiyorum. ilginç çocukluk ve yaşantısı mı desem, son derece bayağı bir gazete sahibi olmasına rağmen düzgün bir karakter olması mı desem bilemiyorum. gail wynand, küçükken o kadar acı çekmiş o kada hayal kırıklığına uğramış ki ne insanlığa ne de dünyaya inancı, sevgisi kalmamış biri. bence o da bu yüzden kendi gerçek değerini dünyayla paylaşmak yerine the banner gibi adi bir gazete çıkararak, inancı kalmadığı insanlığa "siz ancak buna layıksınız" mesajı göndermeye çalışıyor. insanları o kadar küçük görüyor ki, parayla başarılı insanları satın alıp onların kariyerlerini olmadık şeylerle mahvediyor. ( bu konuda oldukça yaratıcı olduğunu söyleyebilirim) o da aynı dominique gibi roark'la tanışınca insanların sandığı kadar da umutsuz vaka olmadığını görüyor ve yıllar sonra ilk defa kendini huzurlu ve mutlu hissediyor. roark'la wynand gerçekten muhteşem bir ikili oluşturuyorlar. gail wynand karakteri ünlü media mogulu william randolph hearstden esinlenerek yaratılmış.

    howard roark: gerçek hayatta bulunması neredeyse imkansız birisi. sadece idealleri için yaşamakta. öyle ki beş kuruşsuz kalmasına rağmen gene de kendi modern çizgisi dışında herhangi bir bina yapmayı reddediyor, değerlerini para için satmıyor. o kadardüzgün o kadar idealist biri ki; yaptığı evlere dışardan müdahale edildiğinde o evleri patlatmakta beis görmüyo. şimdi gelelim ayn rand teyzeyle ayrıldığımız noktaya: ayn rand howard roark'u egoist ve bencil biri olarak tasvir ediyo. egonun ve bencilliğin eser yaratmak için mutlaka gerekli olduğunu savunuyo. eğer olur da birgün kişi egosunu silirse tamamen bilinçsiz biri haline geleceğinden bahsediyo. oysaki bu yanlış bir düşünce bence. zira insan egosunu bir tarafa bırakmayı başardığı an gerçekten özgür kalır adeta aydınlanır. roark' da bence tamamen bu aydınlanma hali içinde. adamın egoyla o kadar işi kalmamış ki, etrafta ismi duyulsun duyulmasın, reklamı yapılsın yapılmasın hiç umrunda değil çünkü egosunu beslemesine gerek yok. ön yargılardan arınmış, diğer insanların yaşantısına burnunu sokmadan sadece sevdiği işi doğru bir şekilde yaparak hayatını geçiriyor. ego'yu silip atmak sanıldığının aksine karaktersiz kalmak değil aksine zihninin egemenliğinden kurtulmak demektir. ben roark'ta tamamen bunu görüyorum. işte o yüzden etrafımızda roark gibi insanları görmemiz neredeyse mümkün değil çünkü egodan kurtulmak çok çok zor bi iş. ayn rand egoyu adeta benliğimiz gibi gösteriyo ve egomuz giderse aynı peter keating gibi içi boş bir kabuk haline geleceğimizi daha sonra da sürü psikolojisini benimseyip kolektivizme yöneleceğimizi gözümüze sokuyor. oysa ki bence işin aslı bu değil çünkü insan asıl egosunun etkisinden çıkınca gerçek benliğini bulur, gönül gözü derler ya onunla hareket etmeye başlar, iç huzuruna kavuşur, artık etrafındaki insanları mutlu etmek adına kendinden ödün vermez, daha sağlam bir karakter olur. peter keating egosunu sildiği için bu durumlara düşmüyor aksine o kadar egosunu beslemeye çalışıyo ki sonunda beğenilmek, övgü almak uğruna kendi beğendiklerini değil insanların beğendiklerini yapmaya başlıyor, insanlar neye değer verse onun şekline giriyo tamamen egosunun köpeği oluyo amiyane tabirle. roark'a geri dönecek olursam aynen kitapta da dendiği gibi gerçekten bir insan hem roark'un gösterildiği kadar bencil hem de aynı anda iyi kalpli olamaz. bu da tezimin doğruluğunu kanıtlıyor kanımca. howard roark'un frank lloyd wright'dan esinlenilerek yaratıldığı söyleniyor.

    son değineceğim nokta ise rand'ın desteklediği sistem kapitalizm. kendisinin laissez-faire kapitalizmi desteklediği söyleniyor. çünkü hanfendi rusya'da doğmuş o yüzden de komünizmden tiskinmekteymiş*. oysaki ben bu kitabı okuduğumda kapitalizmden daha da bi nefret ettim ki bu da ayn rand'la ayrı düştüğümüz bir nokta. denilene göre roark kapitalizmi simgelerken, sürü psikolojisi içinde benliğini kaybetmiş olan keating ise komünizmi temsil etmekteymiş! ne münasebet efendim! burda kapitalizmin köpeği olan biri varsa o da kendini para, şan şöhret adına rezil eden keating'dir bence. roark, kapitalizm denen makinanın içinde ufak bir çark olmayı hiçbir zaman kabul etmezdi bence ki etmedi de.

    sonuç: çok sürükleyici bir kitap, insanın beynini çalıştırıyor, düşünmesini sağlıyor, böyle güzel yapılmış karakter tahlillerini, mimari tasvirleri okumaktan zevk duyuyo insan ama yukarı da saydığım bazı aksaklıkları da mevcut elbette. ben bu aksaklıkları kitabın 1943 yılında yazılmasına bağlıyorum. ne de olsa kapitalizmin güneş gibi doğduğu yıllardı. ayn rand bu devirde yaşasa, aynı şeyleri savunur muydu çok merak ediyorum.

    mutlaka okunması gereken bir kitap, demedi demeyin.

    ---
    spoiler ---


    (venus - 12 Şubat 2009 00:52)

  • comment image

    çevremde adını çok sık duyduğum bir sırada oturup bu 800 sayfalık kitabı okudum ben. üstüne iki kelam etmeden gidersem çok üzülürüm.

    kitap size şu iki insandan biriymişsiniz gibi hitap ediyor:

    bir-) "hep başkalarının ağzına bakan, kendine ait bir tutkusu veya zevki veya doğruları olmayan insan." eğer öyleyseniz size daha doğru ve mutlu bir yaşam için içinize dönmenizi tavsiye edip bencilliği yol gösteriyor.

    iki-) "birinci sınıfa zaten dahil olmayan ve dolayısıyla (bak bak bak) howard roark gibi empati yoksunu bir karakterde kendini bulacak olan insan." eğer bu kategorideyseniz, howard roark'un asosyal tepkileriyle tatmin olup, yazarla da kol kola girip muhteşemliğinizi kutlayarak kendinizden geçebilirsiniz.

    ben ise kitabı okurken sürekli olarak aptal yerine konduğum hissinden, okuma lambamın üstüne eğilmiş ayn rand hanımın "işte şimdi can evinden vurdum" şeklindeki bakışlarının hayalinden kurtulamadım. sapıkça da bir haz verdi bana bu.

    her şeyden önce, az önce "karakter" demiş olsam da, kitapta gerçek anlamda bir karakter yok gibi bir şey. üstelik kahramanlarımızın çocukluklarına da gidiyoruz, ama sadece salıncakta sallanırken bile ne kadar asil ve bencil yüz ifadeleri olduğunu görmek için. kişiler değişmiyor, gelişmiyor, tipleme olmaktan kurtulamıyor, sahip oldukları özellikler adeta "kanında var" demeye getiriliyor.

    tamam, diyelim ki bütün bunların bir sebebi var, amaç edebiyat değil, fantastik olma pahasına, sembollerle felsefe yapmak. öyleyse nasıl olur da howard roark'un karşısına onunla tartışacak donanımda bir karşı karakter koyulmaz? nasıl olur da howard roark'un alternatifi olarak bize sunulanlar, sürüngenler, zavallılar, sinsiler, art niyetliler ve fedakar-mış gibi yapanlardan ibaret olur? nasıl böylesine kaçak dövüşülür?

    "kendini gerçekleştirmek ve bir parazit olmamak" paketinin içinde; empati özürlülüğü, ancak gelişmemiş bir çocuğun sahip olabileceği gülünçlükte egoistliği ve benmerkezciliği kakalamaya çalıştı bu kitap. sanki birbirinden ayrılamayacak prensiplermiş gibi.

    bid bid bid: beni endişelendiren kitabın toplumu nasıl etkileyeceği değil de, okuyucuların hayatlarında howard effect geçtiği zamanlarda küçük çaplı dramlar yaşama ihtimalleri oldu.

    giderayak: kitapta güzel betimlemeler, benzetmeler, hatta kitaptan bağımsız olarak düşünüldüğünde gayet de güzel olabilecek alıntılanası cümleler var. kurtarmaya yetmemiş.


    (deinnorra - 1 Ağustos 2009 00:31)

  • comment image

    daha önce bununla ilgili bir özet ve kısa bir eleştiri yazmıştım, klasörleri kurcalarken buldum. bilgisayarda duracağına burada dursun hemi.

    öncelikle kitabın yazarından biraz bahsetmek faydalı olacaktır. hayatını biraz incelediğimizde ayn rand rusya’da doğup büyümüş, ülkesindeki bolşevik devriminden kaçmış, tekrar dönmüş ve sonunda dönmemek üzere a.b.d’ye taşınmış ve hayatının sonuna kadar orada yaşamaya karar vermiş bir kadındır. bu aslında şu anlama gelir; ayn rand kollektivizmin, sosyalizmin beşiği diyebileceğimiz zamanın rusya’sından kaçıp kapitalizmin beşiği olan a.b.d.’ye yerleşmeyi tercih etmiştir. bu yüzden yazarın sıkı bir objektivizm (kısacası kendi mutluluğu doğrultusunda bir şeyler üretmek, mantıksal davranmak vs.) ve anti-kollektivizm (ortaklaşa faaliyetlere dayanan sosyal yaşayışın zıttı, bireyselciliğin ön planda olduğu bir sistem görüşü diyelim) savunucusu olması doğal karşılanabilir. işte kitapta da yazarın felsefi görüşleri -daha çok bireyselcilik- ön plana çıkmaktadır. kitapta yer alan 5 önemli karakteri ayrı ayrı inceleyelim;

    peter keating: bu kişi üniversitenin mimarlık bölümünü 1.cilik ve yüksek onur derecesiyle bitirmiştir. çok hırslıdır. mezun olduktan sonra guy francon’un en prestijli ve tanınır mimarlık firmasında çalışmaya başlar. fakat mimaride biraz gelenekçidir. çok yetenekli ve yaratıcı olduğu söylenemez. beraber okuduğu howard roark’u sevmemekle birlikte howard’ın kendisine olan güvenini ve yaratıcılığını, modernistliğini kıskanmaktadır. ve istemese de zaman zaman howard’a muhtaç olmakta, onun fikirlerini paylaşmaya hatta ona kendi projesiymiş gibi proje yaptırmaya ihtiyaç duymaktadır. çünkü kendisi daha önce yapılanlardan -söz gelimi 2000 yıllık yunan mimarisinden, antik katedrallerden, toplumun benimsediği o klasik yapılardan- pek öteye gidememektedir. kendisi en prestijli mimarlık firmasının ortağı olsa bile howard kadar yaratıcı ve ideallerini savunan bir insan olamadığı için kendini biraz zavallı görür. mesleğinde diğer insanları olduğu gibi howard’u da kullanmaya çalışır ve sonunda da bu işten zararlı çıkar.

    dominique francon: bu kişi hayatından pek memnun olmayan, içsel olarak inzivaya çekilmiş ama zekice, güzel ve zengin bir kadın olarak karşımıza çıkmaktadır. fakat howard roark’un hayatına girmesi ile tekrar hayata bağlanmaya başlar. toohey gibi o da zengin işadamı olan gail wynand’in gazetesi olan the banner’da yazılar yazmaktadır. daha sonra istifa etmek durumunda kalır ve gail wynand ile evlenir. aslında wynand’i sevmez ve bunu ona belli de eder zaten. takdir edersiniz ki aslında ana karakterimiz olan howard roark’u delicesine sevmektedir, onun modernist mimari anlayışına hayran kalır ve onun fikirlerini kalıplaşmış mimari anlayışını benimseyen halk yığınlarına karşı savunmaya çalışır o da. evli olduğu gail wynand ve howard roark ile birlikte enteresan bir üçlü olurlar sonraları. en sonunda gail wynand’ın hayatlarından çıkması ile birlikte hayatının adamı howard roarkla olma hayalini gerçekleştirmiş olur.

    ellsworth toohey: bu kişi aslında biraz önce de bahsettiğimiz yazarın karşı olduğu kollektivizmin bir simgesi diyebiliriz. aslında kötü bir örneği diyelim biz ona. “the banner” adlı gazetede mimari ile ilgili etkili köşeyazıları yazmaktadır ve bir nevi yazdıklarıyla toplumun düşünce yapısını belirleyebilecek ve yönlendirebilecek kadar güçlü bir kişidir. aynı zamanda çevresi oldukça geniş, tanınır bir köşeyazarıdır. kitapta ilerleyen zamanlarda ters düştüğü howard roark ve gail wynand’e karşı kampanyalar düzenleyerek ve howard’a karşı peter’in imzası ile dava açtırarak rahatça etkilediği toplumu da arkasına alaraktan kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışır. gelgelelim bunda nihai olarak başarısız olur.

    gail wynand: küçüklüğünden beri büyük sıkıntılarla karşılaşmış bir insan olmakla birlikte tabiri yerindeyse ekmeğini taştan çıkaranlardandır. en alt kademelerden başladığı gazetecilik hayatında en tepeye -sonradan ismini vereceği “the banner” isimli yayın organının patronluğu konumuna- çıkmayı başarmıştır. aslında kitabı okurken başta çok kötü bir karakter izlenimi veren ve insanları parasıyla oynatabileceğini düşünen ve onları zaman zaman hor gören wynand, howard roark’la tanıştıktan sonra ondan etkilenir ve o da bir nevi kendi gücünü topluma göstermek için mücadele verir. howard’un kendi tasarımını yaptığı ve daha sonraları havaya uçurduğu bina sebebiyle mahkemede yargılanmasından hemen önce, sahip olduğu “the banner” yayın organı aracılığıyla howard’u savunmaya çalışır. fakat çakal toohey’in önderliğindeki kamuoyu baskısına ve gazeteye karşı yapılan protestolara dayanamaz ve sonrasında onun aleyhine -howard’a satış koyarak demiyelim de o da aslında kendi bireyselciliğine dayalı idealizmi doğrultusunda hareket ediyor- davranır. sahip olduğu maddi-manevi birçok şeyle birlikte dominique ablamızı da baş kahramanımıza kaptırır ve howard’dan da son bir ricada bulunur. ondan newyork’un en uzun gökdelenini yapmasını ve kendi adını vermesini ister. howard da bu teklifi kabul eder ve son defa howard’a şöyle bir şey söyler ve kafasına sıkar:(kitapta sıkmıyor gerçi filmde sıkıyor) “sizin sahip olduğunuz ve benim de sahip olma fırsatına ulaştığım o ruha bir anıt yapın.” sonraları howard onun bu isteğini yerine getirir ve wynand binasını bitirir.

    howard roark: ana karakterimiz olan howard roark da peter keating gibi stanton üniversitesinde okumaktadır. o sıralar geçimini çok kolay sağladığı söylenemez. stanton’u bitirmek üzereyken üniversiteden ani bir kararla atılır. bunun sebebi howard roark’un o hep karşısında durduğu alışılmış antik yunan mimarisi özentisi birbirinin benzeri yapılara karşı kendi orjinalliğini taşıyan modern tasarımlardır. bu uğurda üniversiteden atılmayı ve geri dönmemeyi göze alır ve hayranı olduğu efsane mimar “henry cameron” ile çalışmayı ister. kendisi gibi inatçı olan ve zamanında insanlardan yediği kazıklarla geri plana itilen ve artık çok ta müşterisi olmayan yaşlı kurt cameron bu gençteki yeteneği hisseder ve onu işe alır. howard roark’ta daha sonraları işleri tamamen bırakan cameron’un da öğütlerini alarak büyük şirketlere -başta francon/keating şirketi olmak üzere- rağmen ayakta durmaya çalışır. uzun bir süre müşteri bulamaz ve zor şartlarla karşılaşır. toohey başta olmak üzere insanların ondaki farklı yeteneği görmesi ile adı gazetelerde yavaş yavaş çıkar ve tasarımlar yapmaya binalara kendi mimarisini yansıtmaya başlar yavaştan. bu noktada howard’un hatta -tüm kitabın diyelim- sloganına değinmekte fayda var. uzun zamandır maddi olarak zor durumda olan howard’a proje yaptırmak isteyen iş adamları ile arasında geçen diyalog hatırladığım kadarıyla şu şekildedir:

    - toplum bizim genel standartlarımız olan klasik mimari anlayışını benimsemiştir ve bu herkes tarafından kabul görüp sevilmiştir bay roark.
    - ben bunu kabul edemem.
    - fakat bizim genelgeçer normlarımıza karşı mı çıkıyorsunuz?
    - ben kendi standartlarımı koyarım.
    - tüm dünyaya karşı mücadele etmeyi mi planlıyorsunuz siz!
    - eğer gerekirse evet.
    - fakat neticede biz sizin müşteriniziz ve sizin göreviniz bize hizmet etmektir.
    - ben müşterilerimi kazanmak için inşa etmem, kendi inşalarımı hayata geçirebilmek için müşteri kazanırım. (off kavgada söylenmez)

    sanırım howard’un beş parasız kalma uğruna sarfettiği bu laf kafa yapısını biraz daha iyi anlayabilmemiz için yeterli olmuştur. bu mantalite ile işinde ilerleyen howard için çok önemli bir binanın tasarımını yapması için fırsat doğar. iş aslında peter’in dir fakat peter howard’dan bunun modern tasarımını kendisi için yapmasını aralarındaki çıkar ilişkisine dayandırarak ister. howard da kabul eder. daha sonra daha önce de bahsettiğimiz şekilde proje howard’un tasarladığı şekilde hayata geçmez. yatırımcılar alışık oldukları antik mimarinin izlerini görmek istemektedir. buna içerlenen howard inşası devam eden binayı minik aşkı dominuque’nin de yardımını alarak gece gizlice havaya uçurur. daha sonra adeta “mimariden sorumlu devlet bakanı” modunda ortalarda gezinen toohey bunu howard’un işini bitirmek için bi fırsat olarak düşünür ve tırsak peter’i de howard aleyhinde yazı yazmaya zorlar ve mahkemede yargılanması için zemin oluştururlar. fakat mahkemede egoistçe davranarak hem projeye hem de mimarinin geneline zarar vermekle suçlanılan howard mahkeme salonunda kendi inandığı tüm değerleri içeren sarsıcı manifestosunu (bu kısımlara da yer vermek isterdim ama bir hayli uzun olurdu, imkanı olan açsın okusun ya da izlesin) dakikalar boyunca mahkemeye sunar ve sonunda suçsuz bulunur. bu sayede toohey başta olmak üzere kamuoyunun geneli karşısında bir nevi “bireysel başarı” zaferi elde etmiş olur. son olarak ta biraz önce bahsettiğimiz gail wynand’in son isteği olan newyork’un en uzun binasını inşa eder. ve dominique francon ile birlikte mutlu mesut bir hayat yaşarlar. son cümle fazlaca klişe oldu ama olsun.

    şunu belirtmek isterim ki roman’ın aşılamayı amaçladığı, daha doğrusu benim anladığım “ben” olgusu ya da “bireyselcilik” bana göre salt bir egoist hayat görüşü değildir. buradaki bireyselcilik etrafındaki insanları sömürmeden, onlara ihtiyaç duymadan da bir şeyler üretilebileceğini, hayatta daima kendisine muhalefet eden ve görüşlerine değer vermeyen kitlelere karşı kendi hayat görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için elinden gelenin -dolandırıcılığın olmadığı, paranın fikirlerin ve amaçların önüne asla geçemediği, ama kimseye de zararı dokunmayan bir idealizm anlayışı ile- yapılabileceğini göstermektir. bu şekliyle düşündüğümüzde yazarı yahut yazarın çaktırmadan aşılamaya çalıştığı anti-kollektivizm, kapitalizm ya da objektivizm görüşlerini sevsek te sevmesek te kendimize yine de güzel bir ders çıkarabiliriz diye düşünmekteyim.


    (budamikullaniliyo - 23 Ekim 2009 16:45)

  • comment image

    ayn rand ın edebiyata uzaklığının, çözüm üretmeyen felsefesinin 1000 küsür sayfalık kanıtı. bir de televole reklamı izliyormuşuz gibi her cümle 50 kere tekrar da tekrar, karakterler desen deney tüpünde üretilmiş gibi. yinede keyif almıştım okurken nasıl oldu bende anlamadım. francon roark a meyletsin, roark karizma yapsın, francon sinirinden şömineye sıçsın diye beklemekle 300 sayfa geçiyor zaten.

    filmide bir yüzeysel bir yüzeysel, diyeceksiniz kitap ne kadar derin. o da doğru.


    (kont taruan - 2 Nisan 2010 04:36)

  • comment image

    sinan çetin de bir yayınevi kurmuş ve ilk basacağı kitap bu olacakmış. konuyla ilgili haberde sinan çetin'in "solcular sıkıcı kitaplar basıyor. kitap nasıl yayınlanırmış göstereyim dedim" mealinde bir açıklaması vardı. (gazetenin yalancısıyım)


    (nazmiye demirel - 26 Kasım 2002 11:56)

  • comment image

    ülkemiz öyle * güzel ülkedir ki, ayn rand'ın bu güzide kitabının türkiye baskısının ön sözünü yazan kişi ile ali ağaoğlu'nun yeni konut sitesinin reklamında oynayan kişi aynı kişidir. matematiksel olarak incelendiğinde nefis bir eşitlik verir bu ilişki,
    ayn rand / sinan çetin = howard roark / ali ağaoğlu

    (bu entriyi yukarıdaki 4 isimden hangisinin altına girsem diye düşündüm gecelerce düşündüm, ve en entel dantellisi olan, kitabın ismi the fountainhead'e girdim, varlığım bireyselcilik* varlığına armağan olsun!)


    (cameltosis - 1 Kasım 2010 17:13)

  • comment image

    hıncal uluç'un sinan çetin'le birlikte gönüllü tanıtımını üstlendiği kitap. okuyanlara tavsiyem ilk başlarda sıkılsanız da kitabı bırakmamanız zira yazar sonradan açılmış hissi veriyo insana. benim en çok aklımda kalan yerleri insana zaman zaman klasik bir eser okuduğunu düşündürten diyalogları. howard roark karakteri kannatimce de abartılmış biraz ama anlatmak istediklerini onu kullanarak anlattığından yani bi nevi yazarın tek tabancası o olduğundan normal karşılamak lazım durumu. bi de insanda feci derecede mimar olma hissi uyandırıyo...
    ayrıca (bkz: ayn rand)


    (portishead - 20 Mayıs 2004 08:49)

  • comment image

    anarko-kapitalist, antikolektivist manifesto. bir felsefi basyapittir. edebi niteligi yer yer vasatin uzerine cikar ancak tavana vurmaz. zaten roman boyunca yazar (bkz: ayn rand), edebi kaygidan cok felsefi kaygiyi on planda tuttugu izlenimi verir okura. bu oncelik seciminin kaybettirdigi estetik degeri ortalamanin cok uzerinde kalitedeki betimlemeleriyle telafi etme cabasi icine girerek yazar, okuru onemsiyor olmasinin acik isaretlerini verir; cabasinda basarili da olur. psikolojik tahliller etkileyici olmakla beraber, romanin bir roman icin fazla sayilabilecek nicelikteki karakterlerinden cok azi okurda yasamin icinden ciktigi dusuncesi yaratir. cogunlugu olusturan kismin her bir uyesiyse birer prototiptir. utopik kisilik yapilariyla donatilmis balmumu heykeller gibidir bircok karakter. bu durum kimi okurca bir zayif yon olarak karsilanacaksa da romanin okuma surecinde bir aksatma yaratmaz; aksine onu ilginc sekilde cazip kilar. bu noktada bir ironi vardir: rand objektivizm denen mantik altyapili dusunce mekanizmasini ogrencilerine-okurlarina benimsetme ugrasi verir 'the fountainhead' de, ne var ki bu ugrasta arac olarak mantik altyapisindan olabildigince uzak, fantastik denebilecek bir roman kurgusu ve roman karakterleriyle karsimiza cikar. bu durus kanimca rand in bilincli olarak sectigi bir durustur: okur kitlesinin azimsanamayacak paya sahip kisminin, romanin kotu, yontulmasi gereken karakterleri olarak lanse ettigi prototiplerin bir ortalamasi olacagini ongordugunden olacak, bu kitleyi kendi mantik-disi silahlariyla sarsmayi denemistir.

    the fountainhead uzun bir metindir. gelin gorun ki, romanin son episodunda yer alan bir monolog, okura 788 sayfanin tumden damitilarak verildigi bir oz suyudur, esanstir. soz konusu pasaj ellsworth toohey adli karakterin bir mimara yonelik nihai hitabidir. bu hitap, yapitin vermek istedigi mesajla antagonist calisir. yazar, burada bir karsi fikre acilim getirerek okura kiyaslama yapma olanagi sunar, bu noktada kimilerince objektif bir hal takinir, kimilerince de retoriklesir. bir anlamda olmayana ererek yapitinin finalini gerceklestirir. (bkz: olmayana ergi) (bkz: ayar almamak icin fikrine zit aciklama eklemek)

    roman ve rand in cizgisi genel olarak ele alindiginda, george orwell in 1984 uyle ilgili filizlenen uc soylemleri andiran sorulari duyumsamak ya da direkt savunmak soz konusu olabilir. the fountainhead tam da 1940 larin basinda, hitler nazizminin stalinist sosyalizmle kafa kafaya geldigi doneme rastlamak suretiyle bilincli ve cok amacli olarak kaleme alinmis bir bireyci seslenis midir? o, ikinci dunya savasi nda birbirini kirmak uzere hazirlanan sosyalist ve nasyonal sosyalist halklara amerikali bireyin vakit gecirmeden verdigi bir yanit midir? bu tur acilimlar elbette yuzeysel bir bakis olusturuldugunda romani konumlandirabilir. ama yazarin bicemindeki ictenlik ve sasirtici olarak soz konusu filozofun bir kadin olusu beni, 'the fountainhead' i icerdigi belli-belirsiz politik dokundurmadan ziyade asirlar sonra da tartisilabilecek ve klasiklesmeye yuz tutmus evrensel cagrisiyla ele almaya iteklemistir.

    john locke, insan zihninin yasama bos bir levha olarak basladigini dile getirmekteydi. locke un gorusunu referans aldigimda, soz gelimi bir tolstoy ya da dostoyevski yapitinin bu levhada duz ve derin bir tek cizgi birakacagini soyleyebilirim. 'the fountainhead' ise duzlemi dogrusal olmayan, uzerinden gecilmis, tirtikli ve abuk subuk silik cizgilerle doldururken onceden var olan derin cizgilere de kollar, bacaklar ve birer kafa ekliyor (bkz: cinali). sag alt koseye de bir babafingo ekleyiveriyor isi bitince; howard roark imzasi gibi. kimbilir, belki de rand yapmak icin yikiyor. karamazov kardesler i felsefe ve edebiyatin insanlik tarihi boyunca gerceklestirilmis en kusursuz harmanlarindan biri olarak ela alalim: o bir kardan adamdir, govdesi muazzam beyazlikta ve puruzsuzlukteki kar kutlesinden yapilmistir. iste karamazov kardesler in edebi sigasi bu kar kutlesidir. kafaya kondurulmus iki kucuk komur parcasi ve bir havucsa onun felsefesidir: kendini hep belli eder, ama iskeleti olusturmaz. o havuctan burun gibi siklikla one cikar, 'ben buradayim' diye seslenir karamazov kardeslerde felsefe. gene de govdeye, yani edebiyata bagimlidir; anlamlanmak icin yapittaki edebi estetige, kardan yapilmis govdeye ihtiyac duyar. rand ise adamimizi havuctan ve komur parcalarindan yapmis 'the fountainhead' de. sonra havuctan yapilmis bu govdeyi iki kat karla sivamis, mukemmel de sivamaya calismis. uzaktan bakinca bir kardan adam gordugunuzu zannediyorsunuz, sahip oldugu tek havucunsa o burnu olusturan havuc oldugu yanilgisina dusuyorsunuz. ama yanina iyice yaklasip govdesine bir el attiginizda gercegi kavrayiveriyor ve dehsete kapiliyorsunuz: bu dupeduz bir havuc adam, uzeri karla kaplanmis ve icindeki havuc epey lezzetli.

    ozetle, 'the fountainhead' salt felsefi metin olarak okunmasi gereken bir basyapit. aksi takdirde ondan alabilecekleriniz rand ne kadar ugrasmis olsa da, erotik sahneleri olmayan, yarim kalmis bir harlequin romanindan alacaklarinizdan oteye gitmeyecektir.


    (boshi - 24 Haziran 2004 19:30)

  • comment image

    "bencil kişi salt anlamda bakıldığında kendine başkalarını feda eden kişi değildir.başkalarını herhangi bir şekilde kullanma ihtiyacının üstüne çıkmış kişidir."


    (lacking - 30 Temmuz 2004 00:12)

  • comment image

    plato yayınları tarafından yapılan baskıda, kötü bir kapak tasarımı yapılmış kitaptır. kanaatimce ne içeriğini yansıtmaktadır, ne de üzerinde düşünülmüş, zeki bir grafiğe sahiptir.


    (endenizkizi - 28 Nisan 2006 14:28)

Yorum Kaynak Link : the fountainhead