Çıkış Tarihi     : 02 Ekim 1961 Pazartesi, Yapım Yılı : 1961
Türü                : Drama
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Bing Crosby Productions
Yönetmen       : Leo Penn (IMDB)(ekşi), Irving Lerner (IMDB), Sydney Pollack (IMDB)(ekşi), Alex March (IMDB)(ekşi), Mark Rydell (IMDB)(ekşi), Marc Daniels (IMDB), John Meredyth Lucas (IMDB), Vince Edwards (IMDB), Abner Biberman (IMDB), Alan Crosland Jr. (IMDB), Allen Reisner (IMDB), Fielder Cook (IMDB), Robert Ellis Miller (IMDB), Paul Nickell (IMDB), Arthur Hiller (IMDB), Richard C. Sarafian (IMDB), Robert Butler (IMDB), Charles R. Rondeau (IMDB), Harvey Hart (IMDB), Harry Landers (IMDB), Gerald Mayer (IMDB), Byron Paul (IMDB), Joseph Pevney (IMDB), Stuart Rosenberg (IMDB), Paul Wendkos (IMDB), Harmon Jones (IMDB), Jud Taylor (IMDB), Irvin Kershner (IMDB), Alvin Ganzer (IMDB), David Lowell Rich (IMDB), John Erman (IMDB), Leon Benson (IMDB), Jerry Lewis (IMDB)
Senarist          : James E. Moser (IMDB),Howard Dimsdale (IMDB),Gilbert Ralston (IMDB)(ekşi),Barry Oringer (IMDB),Norman Katkov (IMDB),Theodore Apstein (IMDB),Jack Laird (IMDB),Chester Krumholz (IMDB),Jack Curtis (IMDB),Oliver Crawford (IMDB),Al C. Ward (IMDB),Gabrielle Upton (IMDB),Lester Pine (IMDB),Teddi Sherman (IMDB),Don Brinkley (IMDB),Alvin Sargent (IMDB),Wilton Schiller (IMDB),Steven W. Carabatsos (IMDB),Anthony Lawrence (IMDB),William P. McGivern (IMDB),John Meredyth Lucas (IMDB),Lionel E. Siegel (IMDB),Michael Zagor (IMDB),Marcus Demian (IMDB),William Bast (IMDB),Judith Plowden (IMDB),Arthur L. Murphy (IMDB),John T. Dugan (IMDB),Jeanne Beeching (IMDB),Norman Jacob (IMDB),Dean Riesner (IMDB),Allan Scott (IMDB),Alfred Brenner (IMDB),Pat Fielder (IMDB),Richard H. Landau (IMDB),Ellis Marcus (IMDB),Paul Savage (IMDB),Harry Brown (IMDB),Harry Julian Fink (IMDB),Raphael Hayes (IMDB),Ken Kolb (IMDB),Peggy O'Shea (IMDB),Eric Peters (IMDB),Margaret Schneider (IMDB),Paul Schneider (IMDB),Lou Shaw (IMDB),Frances Young (IMDB),Jerry Davis (IMDB),Jack Guss (IMDB),Charles K. Peck Jr. (IMDB),Leo Penn (IMDB),Eugene Solow (IMDB),James Johnson Sweeney (IMDB),Barry Trivers (IMDB),William Wood (IMDB),Meyer Dolinsky (IMDB),Fred Freiberger (IMDB),John Kneubuhl (IMDB),Paul Mason (IMDB),Harry Rellis (IMDB),Rod Alexander (IMDB),Lee Berg (IMDB),Kevin DeCourcey (IMDB),D.C. Fontana (IMDB),Merwin Gerard (IMDB),Dick Nelson (IMDB),Jo Pagano (IMDB),P.K. Palmer (IMDB),Sam Ross (IMDB),Sheldon Stark (IMDB),Robert Guy Barrows (IMDB),Richard Bartlett (IMDB),Howard Browne (IMDB),Ben Fox (IMDB),Harold Gast (IMDB),Richard Leichester (IMDB),Barbara Merlin (IMDB),Milton Merlin (IMDB),Tina Pine (IMDB),Meredith Sklar (IMDB)
Oyuncular      : Vince Edwards (IMDB)(ekşi), Sam Jaffe (IMDB)(ekşi), Jeanne Bates (IMDB), Harry Landers (IMDB), Bettye Ackerman (IMDB), Franchot Tone (IMDB)(ekşi), Nick Dennis (IMDB), Don Spruance (IMDB), John Zaremba (IMDB), Linda Lawson (IMDB), Ruth Foster (IMDB), Gregory Morton (IMDB), Ned Glass (IMDB), Mary Gregory (IMDB), Alice Rodriguez (IMDB), Virginia Gregg (IMDB), Leo Penn (IMDB), Wilfrid Hyde-White (IMDB), Malachi Throne (IMDB), Virginia Eiler (IMDB), Indus Arthur (IMDB), Noam Pitlik (IMDB), Marlyn Mason (IMDB), Lee Krieger (IMDB), Sidney Clute (IMDB), Jan Shutan (IMDB), Sidney Blackmer (IMDB), Judi Meredith (IMDB), Lloyd Gough (IMDB), Cyril Delevanti (IMDB), Charles Irving (IMDB), Craig Huxley (IMDB), Davis Roberts (IMDB), Moria Turner (IMDB), Alfred Ryder (IMDB), Steven Marlo (IMDB), R.N. Bullard (IMDB), Ed Gilbert (IMDB), Sharon Farrell (IMDB), Stanja Lowe (IMDB) >>devamı>>

Ben Casey (~ Doktorlar) ' Dizisinin Konusu :
Ben Casey is a TV series starring Vince Edwards, Sam Jaffe, and Jeanne Bates. Gritty realistic hospital drama featuring manly Dr. Casey against the medical establishment, at first, under the watchful eye of Dr. Zorba, and later...





Facebook Yorumları
  • comment image

    --- spoiler ---
    ole aşmış bi senaryosu yok. şu var ki, flashbackler filmi iyi bi noktaya getirmis. sarhosun birini barda ne baktın kavgası yaparken gorsek kinar geceriz misal. ancak 3 çocuğunu kendi hatası yüzünden çıkan bi yanginda kaybettiğini öğrenince tüm yaptiklari anlam kazanıyor. abisi ölünce bile yine sakin kaldigi görmek şaşırtıyor. çocuğunun rüyalarına girip "baba biz yaniyo muyuz" diye sorduğu bi insan tamircilik falan yapıyor, sosyal cevresi onu dislarken bi sekilde yaşamaya çalışıyor iste. disardan bakan birinin "babası ölmüş bu hala karı kız peşinde kosuyo pic herif" diyecegi çocuk aslında buzluktan tavuk alırken panik atak geçirecek kadar kötü durumda. al sana gerçek hayat. yeminle on numara film olmuş. casey affleck muazzam oynamış.
    ---
    spoiler ---


    (guldum gectim genceciktim - 25 Ocak 2017 04:12)

  • comment image

    matt damon'in sinemada guzel seyler yaptigina tanik olmanin sevincini yasadigim film. iyi bir aktor'den iyi bir yapimci ya da yonetmen'e evrilmeye calisan yolunda basarisi daim olsun. guzel adamdir.

    simdi filme gelirsek, bu damon sulalesi ve affleck kardesler boston sehrindenler ya. memleketleriyle her daim gonul baglari olmus. holywood'da yasasalar da buralari unutmuyorlar. sagolsunlar.

    biz de aksamin bir saatinde, soguk bir kis gununde, bir boston kasabasinin kucucuk bir sinemasinda izleyelim diye gittik. bakalim dedik ne olmus bizim yan kasabalarda. insanlar nasil hayatlar yasiyor deniz kenarindaki kucucuk bir sehirde. anammm.. benim musluklar bir acildi...durmak bilmiyor.. sanki bana gosterilen yan komsumun hikayesi... evler ayni.. yollar tanidik.. cocuklar ayni, sari kafa bebeler.. kiyafetler ayni.. sehrin spor takimlarinin atkisi, tshirtu, beresi derken oldu bana capcanli bir hikaye. mendil dayanmiyor, goz ve burun silmekten geberiyorum. bir yandan da bakiyorum salona goz ucuyla, hickirik ve burun silme sesleri geliyor..ohhh diyorum yalniz degilim.

    --- spoiler ---

    simdi filme dair sasirdigim seyler oldu. oncelikle balikcilikla gecinen koylulerin kokaine ulasabilecek zevkleri oldugunu bilmezdim. orda bi yamuldum. lan dedim yan komsu da mi gece boyle koko cekiyor.. neyse..

    babasini kaybetmis bir cocugun tavri eminim ki bir cok insana garip gelebilir ancak bana hic gelmedi. buranin cocuklari boyle. her ne kadar cocuk olup, amcasindan ayrilmak istemese de bir sekilde kendi ayaklari uzerinde durabilecek sekilde yetistiriliyorlar. yani oyle sadece babasi tarafindan buyutulmus ve cok seviyor diye cenazesinde agladigini goremezsiniz. travmalarini iclerinde yasar amerikan halki, disariya belli etmez. bir sey anlayamazsin coook samimi olmadan. hos, samimi olmaya da pek izin vermezler. denisik insanlar yani.

    oglanin buzluktan yemek alirken babasinin yerlestirdigi tavuk agirlikli yiyecekleri yere dokmesi ve bunun sonrasinda patlayan travmasi... cok etkileyici bir sahneydi. amcasi lee'nin cocugun aglama krizi ve travma sebebini biliyor olarak teselli etmeye calismasi da bir o kadar tatliydi.. tam cumleyi hatirlamiyorum ama soyle bir sey dedi:

    - ohooo sen her deepfreeze'i actiginda boyle aglayacaksan isimiz var!

    lee'nin kavgaci ve gozu kara halleri filmin basinda ohhaaaa dedirtse de sonrasinda her seyini kaybetmis ve hrant dinkin oglunun babasi olduruldugunde dedigi gibi "dunyanin camini cercevesini indirmek isteyen" bir adamin korkacak bir seyi olmadigini anlayarak sakinliyorsunuz.

    filmi izleyen en az on arkadasima sordum. lee'nin yerinde olsaniz manchester'da kalir miydiniz diye. sadece bir tanesi evet dedi. digerleri cok guclu bir sekilde hayir dediler. benim de cevabim hayir. her gun eski karimi ve yeni cocugunu gorme iskencesinin oldugu ve cocuklarimin uyudugu yerde ben de yasayamazdim. ne pahasina olursa olsun. en dogru karari verdi.

    ---
    spoiler ---

    casey affleck cok cok guzel oynamis. o'nun lee olduguna inaniyor insan. daha da cok goruruz umarim.

    oscar'lik oldugunu sanmiyorum pek filmin. oyle buyuk yapim vs degil. sadece kalbe dokunan simsicak ve hazinli bir kasaba drami. zaten olcumuz de akademi odulleri degil ya. massachusettsli abiler film ceksin, yeni sinema adi altinda izleriz, umutlaniriz. hep milyonlarca dolarlik vahsi holywood filmleri izleyecek degiliz. avrupa sinemasina yakin isler beni mutlu ediyor. izleyin.


    (milagros - 25 Ocak 2017 18:09)

  • comment image

    davul ya da vurmalı çalan müzisyenlerin en zorlandıkları notalar yavaş ritimlerdir. gidin çevrenizde birine sorun, darbukayı bırakın tef çalmış biri bile olsa “evet yavaş ritimlerde daha çok hata yapıyoruz” diye itiraf eder.
    senaryo yazmak da öyle.
    “ortadirek” bir hayatı kaleme alıp, aksiyonu olmayan bir konuyu dramatize edip izleyiciye iyi bir oyunculukla sunmak bu işin en zor kulvarı. 2 saatten fazla, içinde araba çarpışmalarının bulunmadığı, -go go go diye askerlerin bağırınmadığı, fıstık gibi gacıların bacak açmadığı nabzı düşük sıradan bir hayata şahit oldunuz, izleyip az da olsa boğazınız düğümlendi, sıkılmadınız.
    senaristi tebrik ederim, kalemine sağlık.


    (pain - 28 Ocak 2017 12:29)

  • comment image

    bu filmin çok enteresan bir hikayesi yok ama çok etkileyici bir hikaye anlatıcılığı var; en başta bunu söyleyeyim. ve ben böyle hikaye anlatabilenleri çok kıskanıyorum.

    film daha ilk sahnesiyle bize, uzaktan gördüğümüz, kimin kim olduğunu pek de seçemediğimiz, sıradan şeylerden bahseden üç sıradan insanın hikayesini sakin sakin anlatacağını söylüyor. "ne güzel," diyoruz açılışın sadeliğini görünce. biz bu filmi iki senaryo yazarı olarak seyrediyoruz. bize iki gün evvel "bol bol yüksek sahne yazın e mi çocuklar? bir sahne bile boş geçmesin, seyirci bir an bile gözünü ayırmasın e mi? özellikle giriş kısmı çok önemli. aman gözünüzü seveyim," öğütleri verilmiş. aslında oturup "yüksek yüksek sahneler" yazmamız gerekirken "siktiret ya, gel şu filmi izleyelim," diyoruz. ilk sahneyi görüp içleniyoruz hemen, "ne güzel," diyoruz; "hikayeni böyle sakin sakin anlatabilmek." sonra işte serim bölümü geliyor. muhakkak bir sorunu olduğunu hissettiğimiz karakterimizin ne iş yaptığını, nasıl yaşadığını, insan ilişkilerinin nasıl olduğunu filan izliyoruz. içime kaçan türk yapımcı "üf tamam, çok serim yaptın," diyor hemen. sonra yapımcının ağzına iki tane çakıyorum, "sus be sen," diyorum. devam ediyoruz. hikayeci, sorunlu karakterinin esas derdini anlatmaya çalışırken sert flashback geçişleri yapıyor. hatta ilkinde bunun flashback olup olmadığını bile anlamıyoruz. "bi dakika, bu kim şimdi?" diyoruz. sonra ikincisinde durumu çakıyoruz, "haaa," diyoruz. orada bizim yapımcı yine içimize kaçıyor ve "çok karıştırıyor ama, seyirci anlamay..." derken yapımcının ağzına bir tane daha çakıyoruz. birkaç flashback sonrası yönetmenin geriye dönük hikayeyi, karakterin kafasının içinde o zamanlara anlık dönüşleriyle aktardığını, bu geçişler için mekanların karakter üzerindeki etkisinden faydalandığını, bu yüzden geçişlerin bize başta sert geldiğini fark edip yine "ne güzel," diyoruz. seyirci anlamazmış. sikeyim seyirciyi. sonra arkadaşın işi çıkıyor ve gidiyor. ben tek başıma devam ediyorum. yapımcının içime kaçmasına asla müsaade etmiyorum artık. durmadan "ne güzel," diyorum. "ne güzel," diyerek sakince bitiriyorum bu sade, sakin, sessiz ama bir o kadar da yürek ezen hikayeyi. "ne güzel, ne güzel..."

    bugün bir yerde "sakinlik (soğukkanlılık) özel bir güçtür," diye bir aforizma gördüm. katılıyorum ben buna. çoğunluğun kaba, anlayışsız ve cahil olduğu bir ortamda sakin ve soğukkanlı kalmayı başarabilmek özel bir şey, evet. çoğunluğun kaba, anlayışsız ve cahil olduğu ortamlarda sakince derdini anlatabilmek çok daha özel bir şey. çünkü söz konusu çoğunluğu oluşturan kimseler, sanki etrafları kendilerine benzeyen yığınlarla çevrili değilmiş gibi sinema perdesinde de kendilerini görmek istiyorlar ve bunun sonucu olarak da recep ivedik gibi karakterlerimiz oluyor. kimse kusura bakmasın. box office yalan söylemiyor. bu çoğunluk acıyı da, öfkeyi de, sevinci de "yüksek yüksek" yaşadığı için, sinemada ya da televizyonda da kendine has tepkileri görmeyi arzuluyor. aynı çoğunluğun nabzını tutan bizim yapımcı da ha bire kulağımıza "yüksek yüksek" diye bağırıyor. herkes birbirine bağırıp çağırsın, ölümün ardından gelen yas süreçleri hep birbirinin benzeri, hep dövünmeli, hep yakarmalı olarak yansıtılsın - çünkü herkes öyle acı çekmeli - bölüm sonlarında silahlar patlasın - ama kimin öldüğü anlaşılmasın - yemek masalarının örtüleri çekilsin, yemekler ağır çekim yerlere saçılsın - normalde nimete hakaret denilsin ama reytingi bolsa siktiredilsin - kadınlar "yeter" diye bağırsın - ama hiç yetmesin - adamlar birbirini pataklasın - ama bu mutlaka ulvi amaçlarla yapılsın - ve ortaya bizim yüksek sahneli, bol tutkulu seyir geleneğimiz çıksın. kusura bakmayın ama geleneğimizi de sikeyim. böyle olmak zorunda değil. hikayelerimizi böyle anlatmak zorunda değiliz. işte bu yüzden kıskanıyorum böyle filmleri.

    manchester by the sea, büyük bir aile trajedisini sakin sessiz, bence tam da olması gerektiği gibi anlatan çok etkileyici bir film. bana göre derdi, insanların acıya karşı verdikleri tepkilerin değişken olduğunu, herkesin kederle baş etmek ve bu kederle - bazen suçluluk duygusuyla - hayatta kalmaya devam edebilmek adına farklı savunma yöntemleri geliştirebileceğini anlatmak. büyük acılar ve baskılar söz konusu olduğunda kimse kimsenin nasıl davranacağını öngöremez çünkü. şiddetli travmalar atlatan insanların, bu travmaların sonrasında hayatlarına nasıl devam edecekleri, nasıl davranacaklarına dair belirgin formüller yoktur. bu yüzden ateş düştüğü yeri yakar diye bir sözümüz vardır. kimseye "böyle davranamaz, yanlış" diyemezsiniz. ama bizim yapımcılar mesela, her konuda oldukları gibi insan psikolojisi konusunda da uzmandırlar ve "ya, öyle bir acı yaşayan adam, böyle davranmaz," diye buyururlar. neyse. bu güzel film, ülkemizde şubat ayında sinemalarda gösterilecekmiş, yazık. hiç gösterilmesin bence. biz sakin ve soğukkanlı insanlar olmadığımız için böyle hikayeleri ne severiz, ne de inandırıcı buluruz. recep ivedik neyimize yetmiyor allasen? gideyim de yüksek sahneler yazayım. sikeyim adaleti.

    edit: bu kadar çok sakin ve soğukkanlı olmaktan bahsedip bu kadar çok "sikeyim" demem de ne güzel olmuş. seven psychopaths'in marty'si gibiyim. öylesine delirmiş, öylesine sakin. ama özümde iyiyim. yeminle bak.

    göt korkusuyla gelen ikinci edit: şu anki sevgili minnoş yapımcım, bunu okuyup bi şekilde kim olduğumu çıkarırsanız * * siz lütfen üzerinize alınmayın. ben sizden öncekilere sallıyordum, valla. allaam hiçbir yerde güvende değilim. arkadaşlar lütfen siz de bu boktan entry'i beğenip yukarılara taşımayın, rica ediyorum.


    (fuckleberry linn - 28 Ocak 2017 23:13)

  • comment image

    --- spoiler ---
    patrick kız arkadaşına tekne kullanmayı öğretirken lee kenarda oturur haldeki pozisyonunu değiştirip ayağa dikiliyor, kızın tekneye bir kaza yaptırması ihtimalinden çekiniyor. çünkü ne yaşamış olursa olsun, en dipte tüm sessizliğine bürünmüş olsa bile hala içeride bir yerlerde onun da canının tatlı olduğuna dair düşünceleri, belki dürtüleri var. sırf sadece nefes aldığı için olsa bile.

    filmin başında anormal tepkiler verip güzel bir kadına adını bile söylemeyi gerek görmeyen adamın hikayesi en başta direkt verilseydi o buruk, derin hüzün kısmen yavşaklık kazanabilirdi. ama böyle aralara yaya yaya olayın tamamını anlatmak ve başroldeki ikinci kişi olan eşini filmin sonuna kadar kullanmak filmin direkt baharatı olmuş sanırım. elinde bebek arabasıyla lee'ye denk geliyor, ve ağlamalarının arasında güzel bir "seni seviyorum" çıkıyor. işte buradaki seni seviyorum gerçek bir seni seviyorum. öylesine şüphe götürmez ki. o kadar olaydan sonra gelen önemli cümleler hem kişinin kendi içinde önemini, hem de karşı taraftaki samimiyetini arttırıyor. ki bu da lee'nin oradan koşarak uzaklaşmasına yetiyor. lee zaten bitmiş tükenmiş artık. ona inanmasa belki biraz konuşabilirdi. ama inanıyor. zaten belki de ondan çok şekilde benzer şeyler hissettiği için kaçıp gidiyor oradan. tüm kaçışının genel teması buydu zaten lee'nin. tüm insanlardan, hayatın kendisinden kaçan bu insan o kadından o an kaçmasa öncesi hep biraz yalan kokacaktı zaten. bir facia yaşandı ve sonrası tamamen ölüm. o yangından sağ çıkan olmadı.

    patrick'in babasızlığı ile lee'nin evlatsızlığı birisinin annnesizliği ve ötekinin eşsizliği ile buluşuyor ve ortaya çıkan bu zorunlu ilişki üzerinden film anlatılıyor. lee evlatlarının ve eşinin kayıbından sonra bunun üzüntüsünü bar taburelerinde, kafasına dayadığı tabancalarda, içtiği biralarda, tamir ettiği demir borularda ve yalnız kalışlarda yaşıyor. tamamen kendi kendine. doğru veya yanlış, onun yöntemi bu. patrick ise babasızlığı kız arkadaşıyla sevişerek, grupta gitar çalmaya devam ederek ve hayatını en az hasar ile devam ettirmeye çalışarak yapıyor. bu farklı yöntemler aralarda çelişiyor ve bu çelişkilerin yarattığı her muhabbette de bir adım daha yakınlaşıyorlar. patrick'in buzdolabını açarken denk geldiği donmuş tavuklar ona babasını ve artık çoktan bitmiş gitmiş olası günleri hatırlatıyor ve ağlatıyorsa yine benzer şekillerde herhangi bir denk geliş veya etrafta normal şekillerde devam eden her hayat belirtisi lee'ye benzer şeyleri hatırlatıyor. farklı kişiler üzerinden benzer duygular. ama bunu daha yoğun yaşayan kişi kesinlikle lee. belki yaşının verdiği tecrübelerden, belki de onun kaybının cidden çok daha büyük olmasından. six feet under'da da dediği gibi; "annesi ya da babası ölene yetim ya da öksüz, karısı ya da kocası ölene dul denir, ama çocuğu ölene hiçbir şey denmez, belki de adı konulamayacak kadar korkunç bir şeydir."

    sonra da lee çekip gidiyor. evlatları öldükten sonra patrick ile biraz değişme sinyalleri veren hayatı tabi ki değişmiyor. çünkü o hayat zaten bir dönüşüm yaşadı ve bundan sonra da ikinci bir dönüşüm olması ihtimali çocuklarının geri dirilmesi kadar uzak. yeni hayatı tek kişi üzerinden kuruldu ve ikinci kişi olarak artık geçtim patrick'i, eski eşini bile kabul edemiyor. bitip gidenlerin ardını yaşıyor lee. olası tüm ihtimalleri mezarın altında yatıyor. yas tutmak ile pas tutmak arasında bir hayat. artık fazlası değil.
    ---
    spoiler ---

    anlatmak istediği şeyleri güzel anlatan ve sırf bu yüzden bile başarılı bir film.


    (nahgalip sahsiyet - 5 Şubat 2017 16:23)

  • comment image

    dram seven ve favori dizisi six feet under olan biri olarak, kolaylikla en sevdigim filmler arasina girmistir. filme cok agir ve yavas diyenler olmus. dogru fakat izlerken bir an bile sikilmadim. tam olmasi gerektigi gibi.


    (ol demis olmus - 8 Şubat 2017 00:14)

  • comment image

    az önce izledim. uykumdan fedakarlık yapıp izlemeye karar verdim. sözlükte görüp bu neymiş dedim, fragmanını izlemedim, hatta adından dolayı ingiliz filmi zannederek izlemeye başladım. ne kadar kötü olabilir ki dedim. ulan bu amerikanmış diye hayal kırıklığına uğradım ama çaktırmadan film içine çekti. sakin sakin ilerleyip arada geçmişe giderek yavaştan hikayeyi anlattı. iki vurucu sahnesi vardı bence. aslında daha fazla da, biz iki diyelim. ya da üç. dört. şu an düşündükçe aklıma geliyor hepsi tek tek. hepsini yazmayacağım.

    --- spoiler ---

    yangın sahnesi var. olayı ilk kez orada öğrendiğimiz için çok fazla etkilemiyor insanı. üzülüyorsun sadece.

    sonra karakol sahnesi var. olayı onun ağzından dinlerken iyice aydınlanıyoruz. öldürmek istiyor kendini. üzülüyorsunuz, hafif gözleriniz doluyor. vay be, demek bundan diyorsunuz.

    arada neler geçiyor tam bilmiyoruz. nasıl ayrılıyorlar, nasıl travmalar geçiriyor bilmiyoruz. sadece başka bir şehre gidip yeni bir düzen kurmaya çalıştığını biliyoruz. onda da pek başarılı olduğu söylenemez. yaşayan ölü gibi hayatına devam ettiriyor, ta ki abisi ölene kadar.

    ve gözyaşının pınar olup aktığı sahne. aslında ilk telefonda konuşmalarında bizi buna hazırlamışlardı. hamile olduğunu söylemesi. sonra cenazede kocası ile birlikte lee'ye başsağlığı dilemesi. herkes iyi kötü bir düzen kurmuş, geçmişi unutmuş, lee ise dediğim gibi ölü olarak yaşamakta. sonra lee eski karısını yolda görür. elinde bebek arabası. konuşmaya başlarlar. bu sahne beni bitirdi. en son ne zaman film izlerken böyle hüngür hüngür ağladım hatırlamıyorum. duygu sömürüsü falan yoktur. eski karısının yangından sonra lee'ye neler söylemiş olabileceğini tahmin bile edemiyorsunuz ama adamın bu hale gelişinde önemli rol oynadığı kesin. o sahneyi o kadar gerçekçi oynamışlar ki ağlamayan adam vicdansızdır.
    ---
    spoiler ---

    film bitti ben hala düşünüp düşünüp üzülüyorum. içime dert oldu.

    puanım 10 üzerinden 9 buçuk.


    (what can i doooo - 15 Şubat 2017 04:48)

  • comment image

    --- spoiler ---
    casey affleck o kadar şeffaf ve doğal performans sergilemiş ki, karakterin acısı yüreğinize işliyor. film detaylarla dolu, tüm detayları farkederek izlemek seyir zevki ve dramın gücü açısından çok şey katıyor izleyiciye.

    -lee'nin abisinin ölüm haberini öğrenince, küreği unutması ve dönüp alması o kadar doğal bir sahne ki.
    -hastanede, karımı arayın deyip, karın mı? sorusundan sonra hatırlayıp eski karım demesi. sanki hiç ayrılmamışlar gibi hafızasında ve kalbinde randi'ye sadık olması, patrick'in ikili ilişkisini onaylamamasından da anlaşılıyor.
    -çocuklarının ayrı ayrı çerçeveli fotoğraflarını uyuduğu odanın sehpasına dizmesi. manchester'a gelirken fotoğrafları dikkatlice paketleyip götürüyor.
    -kafasına silah dayadığında sadece "lütfen" demesi. öyle tükenmiş ve yalvarırcasına söylüyor ki..
    -cenaze sırasında lee'nin yemek yiyip yemediği soruluyor, sahne o kadar gerçek çekilmiş ki! sanki orda durmuş olanları izliyorsunuz.
    -lee'nin randi ile sokak ortasındaki konuşması ve lee'nin ona bakmaya bile tahammül edememesi. randi konuştukça özür diledikçe lee üzülüyor ve daha kötü hissediyordu, özür dileyerek ordan uzaklaşması muhteşem bir sahne.
    -lee'nin sürekli özür dileyip teşekkür etmesi, bir yandan da barda sürekli kavga çıkarması. manchester'daki barda kavga sahnesi dikkatlice izlenmeli, joe'nun arkadaşı kavgayı ayırınca lee tekrar yumruk atıyor sonra hiç kendini savunmuyor. sadece ona vurmaları için ortalığı karıştırması, kendini böyle cezalandırıyor olması çok etkiledi beni. randi lee'nin yaşayan bir ölü olduğunu biliyordu, kendisinin devam edip lee'nin devam etmemesi bu yüzden kendini suçlu hissettiriyordu. lee'ye "böyle ölüp gidemezsin" dediğindeki üzüntüsü her şeyi açıklıyor.
    -sedyenin ambulansa girmekte zorlandığı sahne çok çok başarılı ve iç sıkan bir andı. randinin acı çekmesi, sedyenin tekerleklerinin çıkardığı sesler.. izlerken insanın nefesini kesiyor resmen.
    -kavga sonrası yüzü dağılmış lee'nin, arkadaşına para verme çabası. bir sahne bu kadar mı gerçekçi/duygusal çekilir? sonrasında lee başını kadına yaslayıp ağlıyor ya.. hem çok acınası hem de çok çocuksu görünüyor, adam ağzını açmadan en baba dramı yaşatıyor daha ne diyim.
    -sonda lee eski hayatına geri dönüyor, seyirci onun hayata tutunabileceğini beklese de değişen hiçbir şey olmuyor. işte filmin en vurucu kısmı da bu, o böyle ölüp gitmeye devam edecek..
    ---
    spoiler---

    ilk kez bir film ve aktör yüzünden oturup heyecanla oscar töreni izleyeceğim, bu geceki tören umarım hayalkırıklığı yaşatmaz. zira and the oscar goes to casey affleck nidalarını duymayı çok istiyorum.

    edit: duydum! ödül hakedenin oldu.


    (gelirsen ekime gelmezsen sikime - 26 Şubat 2017 11:58)

  • comment image

    --- spoiler ---

    -öğle yemeği mi yesek?
    -biz derken sen ve ben mi?
    -evet. çünkü ben... sana çok kötü şeyler söyledim.
    -hayır.
    -ama biliyorum ki sen asla...benimle konuşmak istemiyorsun belki.
    -hayır ondan değil.
    -lütfen bitirmeme izin ver. ama kalbim dağılmıştı ve hep öyle kalacak...ama seninkinin de öyle olduğunu biliyorum.ama taşıyamıyorum.sana söylediğim şeyler...sana söylediklerim için cehennemde yanmam gerekir.
    -hayır hayır randi hayır.
    -ben çok üzgünüm.
    -ben, ben yapamam.
    -lee, seni seviyorum.belki de söylememeliyim.
    -söyleyebilirsin.
    -ben sadece...
    -üzgünüm, gitmem gerek.
    -öğle yemeği yesek?

    ---
    spoiler ---


    (iren - 27 Şubat 2017 11:36)

  • comment image

    belirli bir yaşın altındakilerin (22-23) izlememesi gereken film.

    metacritic puanı 96 olan, casey affleck'in ve eski eşi canlandıran michelle williams'ın oscarlık performans gösterdikleri ve birinin oscar aldığı, en iyi özgün senaryo ödülünü de kapmış olan her sahnesi kalite kokan bir filme laf etmek için önce bir ''ben kimim'' demeniz gerekir.

    böyle filmleri izleyip bir bok anlamadığınızı veya sıkıldığınızı hissettiğinizde lütfen sorunu kendinizde arayın. avamlık yapmayın.


    (cok zekiyim - 4 Mart 2017 00:21)

Yorum Kaynak Link : manchester by the sea