Sense and Sensibility (~ Hoofd en hart) ' Dizisinin Konusu : Sense and Sensibility is a TV series starring Michael Aldridge, Sheila Ballantine, and Esme Church. Mrs. Dashwood and her two daughters, Elinor and Marianne, are faced with the prospect of Mrs. Dashwood's stepson and his wife moving...
Turandot(1984)(7,7-19)
King Lear(1982)(7,6-209)
Pride and Prejudice(1940)(7,4-6781)
Othello(1981)(7,2-349)
Emma(1996)(7,1-4788)
The Winter's Tale(1981)(7,0-102)
Emma(1972)(6,8-455)
Mansfield Park(1983)(6,8-834)
Mansfield Park(2007)(6,3-6080)
bütün yüzeyselliğim ve basitliğimle bir solukta okuduğum kitaptır. "ferrarsların büyük oğluyla dashwoodların büyük kızı anlaşmışlar, edward annesini barton a elinor u istetmeye gönderecekmiş" ruh haliyle okunursa fazlasıyla akıcıdır. tabii bu durumda nerde kaldı elinor'un akılcı ve mantıklı halinden almamız gereken dersler, nerede kaldı 18. yüzyıl ingilteresinin sosyal hayatı hakkında düşünmek.
(badb catha - 9 Mart 2007 13:21)
jane austen’in ilk romanı. kanaatimce pride and prejudice kadar etkileyici bir roman değildir, bunun en önemli nedeni de - roman karakterlerine karşı gerzekçe hayranlık besleme suçlamalarını göze alarak söylüyorum ki- mr. darcy gibi karizmatik bir esas erkekten yoksun oluşudur bence. albay brandon ve edward ferrars belli açılardan iyi hoş olsalar da okuyanın aklını alacak çekicilikten uzaktırlar. bu durum, yazar tarafından iki kızkardeşten rol çalmamak adına özellike tercih edilmiş olabilir zira kitaptaki temel mevzu iki kızkardeşin hayata bakışlarındaki farklılıktır. pride and prejudice’da ise hikaye elizabeth bennet-fitzwilliam darcy ilişkisine odaklanır, bu iki karakterin arasındaki zıtlıklar ve bunun ateşlediği aşk vurgulanır. bu bakımdan pride and prejudice daha etkileyici bir aşk romanıdır. bununla birlikte sense and sensibility’nin de pabucunu dama atmamak lazımdır zira sense and sensibility diğerine göre 18.yy ingiliz toplumuna –ağırlıklı olarak elinor’un ağzından- daha sağlam ayarlar vermektedir bana kalırsa. kibirli, aptal, paragöz karakterler burada daha çok ön plana çıkarılıp eleştirilmekte, zengin eş bulma çabaları daha çok karikatürize edilmektedir.kitabın filme çekilmiş halini izlemedim, bu nedenle bu konuda yorum yapamam ama uzaktan baktığımda gördüğüm manzara şu: film için ang lee fazla çinli (ırkçılık olarak algılanmasın, non-britsih manasında) elinor için emma thompson fazla yaşlı, edward ferrars için de hugh grant fazla popüler sanki. hele de son yıllarda romantik komedi dendi mi kapısı çalınan ilk insan olduğunu düşündüğüm (yönetmenden de önce hatta) hugh’yü edward gibi içe kapanık, kız gördü mü yanaklarına al basan, eni konu badak bir rolde düşünemiyorum. gerçi böyle dönüşümlere şaşırmamak lazım. 80’lerde de herkes vatka takıyodu.edit: filmi izlemiş biri olarak ang lee'nin fazla çinli olması dışındaki yorumlarımı artık gönül rahatlığıyla teyit edebilirim. emma thompson ve hugh grant arasındaki kimya hiç tutmamış, edward elinor'un küçük erkek kardeşi gibi duruyor daha çok. albay brandon rolünde alan rickman gayet karizmatik, yönetmen koltuğunda ang lee gayet british. çinli minli ama adam kapmış 18. yüzyıl ingilteresinin ruhunu. aferin.
(empas kumpas - 21 Eylül 2007 13:51)
(bkz: cins ve cibilliyet)
(atlantisten gelen zekiye - 18 Kasım 2002 23:35)
alan rickman da ayri bi hava katar filme..
(cressida - 1 Kasım 2000 19:54)
jane austen'in ilk romanı olan sense and sensibility birbirinden son derece farklı iki kız kardeş elinor ve marianne'i anlatır bize. elinor kitabın türkçe çevirisinde bahsedilen kül öğesidir, sakindir, akıllıdır, mantıklıdır. içinde bulundukları cemiyetten yer yer tiksinse de bayağı ve boş bulsa da duygularına gem vurarak politik davranmayı bilir. okurken benim kalbimin kaldırmadığı, paramparça olduğu yerlerde o yutkunur ve annesi ve kızkardeşi için susmayı dışarıya sakince gülümsemeyi tercih eder. benim hep olmak istediğimdir elinor, o sebeple okurken en çok kendime yakın hissetmeye çalıştığım karakter olmuştur.marianne'e gelirsek, akıllı, kültürlü, tutkulu, güzel bir kızdır. tüm duygularını dilediği gibi yaşayan, üzüldüğü insanların içinde bunu göstermekten çekinmeyen( ki üzülmesine için için sevinenler olursa "bırak sevinsinler" deme cesaretine de sahiptir), mutlu oldu mu ayakları yerden kesilen ve tüm mutluluğunu çekinmeden yaşayan, bu açılardan bakılacak olursak çok üstün bir genç kızdır. ancak bir çok gençte olduğu gibi kibir vardır, beğenilerini paylaşmayanlara, kendi zevk aldığı konulara kendine kıyasla ilgi göstermeyenlere burun kıvırmaktadır. üzüldüyse günlerce ağlamalıdır bir insan, ancak gerçekten bir şeye üzüldüğünü bu şekilde gösterebilir, kapalı kutu olmak onun için bir kalpsizlik, kayıtsızlık göstergesidir.sense and sensibility'nin erkeklerine bakmak gerekirse. hiçbiri tamamen kadınların hayal dünyasındaki ideal erkeği canladıracak özelliklerde değildir. bir kere edward ferrars, geçmişinde basit, zerafetten uzak ve karakter olarak kitabın en rezil insanı olan lucy steele'i ( tamam o dönemde çok genç olabilir) sevmiş ve ona söz vermiş olması bir kere son derece negatiftir. ailesine karşı tam anlamıyla bir duruş sergileyememiş olması, sessizliği, duygularını geç net olarak ifade etmesi, anası, bacısı... bunlar hep negatif. albay brandon, ideale en yakın erkek olmakla birlikte marianne'in brandon hakkında yaşı ve duruşuyla ilgili baştaki tespitleri, insanı ister istemez kendinden soğutur ancak ilerleyen bölümlerde onun son derece kültürlü, duyarlı, yardımsever olduğunun altı daha belirgin çizilir, ayrıca marianne'e başından beri beslediği istikrarlı olan alakası da bir artıdır.ve yakışıklı willoughby; kitabın başlarında sevimli, yakışıklı, neşeli, eğlenmesini bilen, hayat dolu, arkadaş canlısı bir gençken, kitabın ortalarında genç kızların hayallerini söndüren, taştan kalpli, acımasız, samimiyetsiz bir adam olmuştur. kendini anlattığındaysa tam anlamıyla, tüm yönleriyle kendini affettiremese de ( yaptığı hatalar bir genç kıza yapılacak en büyük kazık olarak adlandırılabilir ve hala bu olaylardan çok da utanarak ve kendini suçlayarak bahsetmemesi insanı kendinden temelli soğutur) marieanne'e duyduğu hislerin gerçek olması yüreklere su serper.bu karakterler dışında diğer karakterler hakkında da bir dolu şey zırvalayabilirim ama sadece şunu söyleyim; fanny*, john* ve lucy* karakterlerini her hatırladığımda üçünün kafalarını yumurta gibi tokuşturup omlet yapma hayalini kuruyorum.uyarlamalarından bahsetmek gerekirse ben 3 bölümlük bbc uyarlaması dizi ve 1995 yapımı başrollerinde emma thompson ve kate winslet'ın oynadığı( ki mr palmer olarak hugh laurie'yi görme zevki de veren uyarlamadır bu) 136 dakikalık film uyarlamasını izledim.emma thompson'ı sevmekle birlikte yaşı gereği elinor'la çok bağdaştıramadım, kate winslet ise tutku dolu marieanne karakterine fiziksel olarak birebir benzemese de emma'ya göre daha doğru bir seçim olmuş. dizisindeki kadro daha güzel olmuş, özellikle kadın karakterler hayalimle daha bir örtüşmüştü ama filmdeki yakışıklı willoughby ve edward'ın* yerini doldurabilecek aktörlerin yer almadığını söylemek lazım, zaten öyle bir beklentiyle de izlenmemeli, tohtur house, snape falan da vardı filmde, boru mu bu?
(urasil - 15 Mayıs 2012 18:10)
az önce bitirdiğim üç bölümlük nefis bbc dizisi. iki büyük kızı yazarken, yazar olmak isteyen küçük kızda kendini yazmış jane austen.
(ahmetfirat - 17 Şubat 2013 04:04)
hadi edward'ı yanlış anlamışız ama willoughby denen adi her türlü küfürü hakediyor. neyseki albay brandon olsun, severus snape olsun böyle muhteşem karakterler de var ingiliz edebiyatında.
(passive aggressive - 22 Ocak 2014 19:21)
basligindaki “sense” ve “sensibility” kelimelerinin hangisinin duygusallik hangisinin aklibasindalik oldugu konusunda kafa karistiran eser. “sensibility” zaman icinde anlam degisimine ugramistir, eserde akli basindalik anlaminda degil, duygulara gore hareket etmek anlaminda kullanilmistir. bu durumda sense mantigi temsil etmektedir (bkz: does this make sense).
(senseandsensibility - 22 Mayıs 2004 22:33)
jane austen kitabinin uyarlamasi olan film. 2 saatten fazla suruyor olsa da sıkılmadan izlenebilir , tabi eger duygusal filmleri seviyorsaniz. selvi boylum az yazmalimfilmindeki "sevgi neydi?" sorusunun cevabini bu filmde bulabilirsiniz.--- spoiler ---allah isteyen herkese edward ferrars bi es nasip etsin sozluk,amin.--- spoiler ---
(bokye - 2 Şubat 2015 02:05)
1995 yılında 14 yaşındayken izlediğim, izlerken de zırıl zırıl ağladığım bir filmdir öncelikle. 1995 yılı 14 yaşındaki bir seyirciyi sulu zırtlak ağlatan filmler açısından çok verimliydi misal braveheart da o dönemde gösterime girmişti. uzun bir süre türk gençliğinin fahri scottish olası, freedooooom diye bağırası gelmişti. konuyu dağıtmayalım, daha sonra cem yayınevinden kül ve ateş adı altında çıkmış romanını alıp bir gecede bitirdiydim. işte bir freak olarak o dönem yaptıklarım, hayatımın özeti; cumartesi anne-babayla kadiköyde sinemaya gidilir, çıkışta bahçeli fehmi veya duruma göre sayla mantıcıya uğranır, modadaki kebapçı da olabilir bu, gençlik kitabevinden 5 milyon liraya 6-7 kitap alınır -evet türkiye'de bir aralar kitaplar ucuzdu- o kitaplardan biri bir gecede bitirilirdi, o zaman ne internet vardı ne sözlük. 14 yaşında bu filmi izleyip de yaptığım diğer işler alan rickman'a aşık olmak ve ah marianne vah marianne demekti. bunun başlıca müsebbibinin alan rickman olmasından da şüphe ediyorum zira marianne'de pek de bir halt yokmuş meğer ama bunu o zamanlar bilmiyordum. o dönemde elinor pek ilgi çekici değildir, bir kere emma thompson emma thompson da olsa rol için fazla yaşlıdır. neyse ki o emma thompsondır. ayrıca o edward'a aşıktır ve edward'ı oynayan hugh grantgarip bir döneme girmek üzere olduğunun sinyallerini vermektedir. romandaki tipler thompsonın senaryosundakiler kadar renkli değildir zaten. mina urgan'ın marianneci olmasına sırf bu sebepten ötürü bile şaşmamak gerekir. romandaki en renkli karakter kesin mariannedir. jane austen charlotte bronte olmadığı için albay brandon'ı bir bay rochester kadar etkileyici yapamaz. oyda potansiyeli de vardır adamın. nitekim alan rickman gibi arıza bir adamın jane austen uyarlamasına girmesiyle filmin boyutu biraz değişmiştir. lise döneminde mina urgan'ın ingiliz edebiyatı tarihini okurken kafamda alan rickman'ın ipek sesiyle yer etmiş almış albay brandon karakterinin sıkıcı bir ihtiyar olarak betimlenmesi canımı sıkmıştı ki kitaba bakacak olursak çok da haksız olduğunu söyleyemeyeceğim. filmi geçenlerde tekrardan seyrettim. ilk izleyişimin üstünden iyi kötü 10 yıl geçmiş, bendeki freaklik düzeyi azalmış filan. doğrusu sense and sensibility'nin en güzel tarafı her yaşta farklı bir tat veren filmlerden olmasıymış. 14 yaşında marianne ühü ühü, aşkından hasta oldu ühü ühü, brandon ona ne güzel baktı, hasta hasta ühü ühü derdim. oysa tekrar izleyince bu sefer ah elinor vah elinor derken buldum kendimi. 25 yaşındayken aşk acısı yüzünden gidip yağmur altında dolaşarak zatürreye yakalanan hatunlar pek de ilgi çekmiyor demek ki. onun yerine aşık olduğu bir adamdan toplum kuralları ve sorumluluklar yüzünden vazgeçmek zorunda kalan bir kadının yaşa(yama)dığı dram daha acı koyuyor. emma thompson'ın hugh grant'e vedası ya da kate winslet'e çemkirdiği sahneyi izleyip de hüzünlenmemek zor. elinor roman boyunca sağduyulu, kendini kapıp koyvermeyen kardeş olarak resmedilir ve ilk bakışta sanki daha az acı çekiyormuş görüntüsü uyandırır. mantıklı olmasına mantıklıdır ama daha az acı çekmesi söz konusu değildir. marianne gibi bana acıyın, ben çok acı çekiyorum kaprisini yapmadığı için daha az yaralanmış gözükür. bu bilinçlilik onu fiziksel olarak hasta etmez ama içinin nasıl kaynadığını anlayan anlar. emma thompson'ın yaşlı olması ile elinor'ın "evde kalmış" damgası da yükselir ki eh o dönemde yaşlı ve yalnız olmak zor. (hoş hangi dönemde kolay ki?) bu kadar ahkam kestikten sonra filmin kadrosunun ingiliz sinemasından ne kadar çok oyuncu barındırdığını da yazayım tam olsun. yani daha doğrusu adı geçmeyenleri yazayım.mr dashwood: tom wilkinsonmrs dashwood: gemma joneslucy steele: imogen stubbscharlotte palmer: imelda stauntonve en güzeli demr palmer: hugh laurie housesinyalleri veriyor hafiften. bir smiley iyi mi giderdi ne?
(flut - 3 Ağustos 2006 22:57)
Yorum Kaynak Link : sense and sensibility