Sweet Murder (~ Die Mördergrube) ' Filminin Konusu : Sweet Murder is a movie starring Helene Udy, Russell Todd, and Danny Keogh. Lisa Smith is having trouble making the rent, so she advertises for a female roommate. A young woman named Laurie moves in, unaware that Lisa is an insane...
Simon Magus(2000)(7,0-487)
Feast of July(1995)(6,3-454)
The Gingerbread Man(1998)(5,7-9935)
humphrey bogart'lı the big sleep'ten önce çekilmiş filmdir. bogart'lı the big sleep hakikaten şahaneydi. william faulkner'ın senaryosunu kaleme aldığı, raymond chandler'ın eserinden uyarlanan, howard hawks'ın yönettiği film kötü olabilir miydi? bence çok düşük bir ihtimaldi. neticede ekip oldukça kaliteli bir dedektif filmine imza atıyordu. bogart da philip marlowe'un hakkını veriyordu, ki aktöre bu tür roller fazlasıyla yakıştığı bir gerçek. lakin bogart bu karaktere ilk kez hayat veren isim değildi. hakikaten enteresan ki müzikal, komedi filmleriyle ünlenen dick powell tercih edilmiş murder my sweet'in başrolü ve marlowe için. gene de beni rahatsız etmedi powell ama tabi bogart kadar uymuyor role. filmse hakikaten kaliteli. bence the big sleep'ten geri kalır yanı yok. filmi izlerken nedense aklıma hep the big sleep geldi. murder, my sweet, the big sleep'i fazlasıyla hatırlatıyor. bu kez bir şahinin değil bir yeşil, 10.000 dolarlık bir gerdanın ve on yıldır ortalıkta görünmeyen velma'nın peşinde haylaz dedektif marlowe. kendisine manda diyen bir adam, marlowe'u en son sekiz sene önce gördüğü velma'yı bulması için görevlendirir. marlowe, velma'yı ararken birden başka bir şeyi, 10.000 dolarlık bir mücevheri aramaya başlar. bir süre sonra mücevher, velma'nın önüne geçse de unutulmuyor ve finalde velma'nın hikayesi de çözüme kavuşuyor. yönetmen hem oyunculardan sağlam performans almayı (powell'dan olabildiği kadar marlowe yaratmayı), hem de hikayenin gizemini finale kadar devam ettirmeyi, bu konuda açık vermemeyi başarıyor. the big sleep'te olduğu gibi izleyiciye bir bulmaca veriyor, finale dek kafasını karıştırıp olayı çözmesini engelliyor, finalde de olayları açıklıyor. neticede son derece başarılı bir filmdi.
(sherlock holmes 90 - 29 Haziran 2013 19:11)
hikayenin özel dedektifi philip marlowe (dick powell), bir polisin, "sen dedektif değilsin, üç kuruş için kendi gırtlağını kesersin!" sözlerine muhatap olmaktadır. aslında sınıfsal açıdan aynı konumu paylaşan kanun adamları arasındaki rekabet şiddetli bir biçimde yüzeye çıkmaktadır. anaakıma dahil popüler amerikan suç filmlerinde polis dedektifleri ile fbi ajanları arasındaki rekabet ve tiksinti, bu filmde özel dedektif ile devlet polisi arasında yaşanmaktadır. sınıflar kendi içlerinde çalışma ahlakları, mesleki tarzları bakımından ayrışmakta, birbirlerini ötekileştirmektedir. philip marlowe, dedektiflik bürosunda karşıladığı müşterisinin kendisine ön ödeme yapmasının ardından, "batakhane belalı bir yere benziyordu; ama dert etmedim. hiçbir şeyi dert etmedim. o iki 20’lik iyi gelmiş ve apandistim rahat bir nefes almıştı." sözlerini sarf ederek ekonomik açmazına her zamanki kinik tarzıyla açıklık getirir. normal koşullarda dedektiflerin masraflar dahil olmak kaydıyla haftada on dolara çalıştıklarını the big sleep ve the lady in the lake’te yine philip marlowe’dan öğreniriz. ama bu kez işler biraz daha karmaşıktır. fahişe ruhlu esrarengiz femme fatale helen grayle (claire trevor) ile marlowe arasındaki şu özel konuşmaya tanık oluruz:— daha önce hiç dedektif tutmamıştım, ücretler ne durumda?— yoğunluğa göre değişiyor.— ne zaman başlayabilirsin?— başladım bile. marlowe ücretini müşterisinin sınıfsal konumuna göre değiştirebilmektedir. bunda femme fatale’in varlığı önemli bir rol oynar. fazla önem arz etmeyen detaylar bir yana, film noir öyküleri özel dedektiflerin proleterlerden farklı bir yaşama sahip olmadıklarının altını kalın çizgilerle çizmektedir.filmlerinde şiddet ögesine yer veren amerikalı yapımcı-yönetmen robert aldrich’in yönettiği kiss me deadly, yasa dışı işlere bulaşmaktan imtina etmeyen özel dedektif mike hammer’ı (ralph meeker) takdim eden parlak bir hard boiled’dır. anlatının mike hammer’ı, iştahı her zaman kabarık bir özel dedektif olarak mütevazı bir yaşamın değil, lüks bir yaşamın peşindedir. birçok film noir öyküsünde pek rastlanmayacak biçimde, hammer’ın dairesi şıklığıyla göz doldurmaktadır. dedektif hammer için paranın nereden veya nasıl geldiği önemli değildir; önemli olan paranın bizatihi kendisidir. mike hammer, her zaman daha fazlasını kazanmak isteyen açgözlü, hırslı bir figür olarak kapitalist sitemdeki yükselme metotlarını fütursuzca arşınlayan bir özel dedektiftir.deneyimli philip marlowe ise kurt meslektaşı mike hammer’a göre mütevazı, yalın bir yaşamı benimsemiş gibi görünür. rüşveti asla kabul etmez. makul standartlar içerisinde prensiplerinden ödün vermeden işine odaklanan bir kişilik yapısına sahiptir. alaycılığına, boşvermişliğine, ideallerini yitirmesine karşılık burjuva yaşam biçimini istihzayla betimler. gösterişli malikâneler, büyük bahçeli, geniş havuzlu ihtişamlı evler, bu evlerin ferah, heykellerle donatılmış devasa salonları ona bilhassa yabancıdır. marlowe’un burjuvaziye dönük her eleştirisi temelde kapitalist sisteme topu atmaktadır. misal devasa malikâneden nasıl çıkıldığını sorar evin hizmetçisine. çünkü bir müzeyi andıran geniş salonların içinde küçülmüş, adeta tecrit edilmiştir. malikâneyi buckingham palace’a benzeterek sınıfsal eşitsizliğin nerden başladığını haykırmak ister sanki. işvereninin, "geçimini kazanmak zorunda olmadan sağlamaya ne dersin?" sorusuna, "sakıncası olmaz. bir fikrin var mı?" şeklinde yanıt verse de önüne konulan serveti reddetmesini becerir. ama mike hammer tam da bu tarz bir yaşamın özlemi içindedir. fazla mal göz çıkarmaz, mottosuyla eyleme geçer.sözün özü, dedektif philip marlowe diğer birçok dedektife nazaran daha çok bizden biridir. ve bu harika film neden entry yoksunu kalmıştır, bir soru işaretidir!
(hanging rock - 7 Haziran 2017 22:33)
yine bir raymond chandler* uyarlaması, yine en hasından bir film noir. adamımız philip marlowe yine yanlış zamanda yanlış yerde bulununca şehrin yarısını dövmek durumunda kaldığı bir maceranın içine düşüyor. marlowe'u dick powell oynamış, bogard'ın karizmasından eser yok tabii. allahtan kameranın arkasında noir işinin şerbetli yönetmenlerinden edward dmytryk var da, powell'ı acık dizginlemiş, sağından solundan yontmuş; adam etmiş. peki neden aslen bir müzikal yıldızı olan powell böyle bir filmde başrol oynamış? anlatalım; rko aktöre bir dizi müzikal için teklif götürünce, powell nedense 'ciddi bir rol'de oynama şartı koşmuş stüdyoya. mesela rko'nun yeni philip marlowe filminde başrol oynasa ne iyi olurmuş? stüdyo çaresiz bu teklifi kabul etmiş, müzikaller çöpe gitmesin diyerekten. dmytryk başrol oyuncusunu duyunca dudağı uçuklamış tabii, düşünsenize humphrey bogard'la maruf anlı şanlı philip marlowe'u bir müzikal yıldızı oynayacak. sonradan filmin farewell my lovely olması planlanan adını da murder my sweet'e değiştirmişler; müzikal sanılmasın, adında şöle cinayet falan olsun diye...75'te aynı roman robert mitchum ve charlotte rampling'li bir kadroynan yeniden çekilmiş, bu sefer adı farewell my lovely olmuş tabii.
(neen - 5 Haziran 2006 12:05)
Yorum Kaynak Link : murder my sweet