Gallipoli ' Dizisinin Konusu : Gallipoli is a TV mini-series starring Kodi Smit-McPhee, Harry Greenwood, and Sam Parsonson. Four young Australian boys join the military and are sent to Gallipoli.
Our World War(2014)(8,2-1420)
Anzacs(1985)(8,1-611)
Anzac Girls(2014)(7,9-912)
Gallipoli(1981)(7,5-33929)
Çanakkale Yolun Sonu(2013)(7,3-4261)
The Passing Bells(2014)(6,9-873)
peter weir'ın 1981 yılında çektiği film, sık sık savaşın anlamsızlığı ve "eğer biz gelibolu'ya gidip onları durdurmazsak, onlar buraya geleceklermiş" minvalindeki dezenformasyonu vurgularken; antimilitarist öğeler, bununla da sınırlı kalmıyor ve ingilizler'in anzak askerlerini yardıma çağırıp, sonra da göz göre göre ölüme göndermelerini işliyor son bölümde.--- spoiler ---şahsım adına söyleyebilirim ki, en doğru ve en erdemli tepkiyi, frank dunne rolündeki mel gibson koyuyor ve askere gitmeyi, kahramanlıkla özdeşleştiren arkadaşlarına "bu bizim savaşımız değil ki, ingilizlerin savaşı!" diye çıkışıyor. işte olayın özeti aslında bu kadar basit. ne işin var senin türk topraklarında? tüm toplumun böyle adamlardan oluşabileceği ve toprakları işgal altında olmadıkça parmağını kımıldatmayan bir halkın var olabileceği ihtimali o kadar güzel ki! ne işin var lan elalemin evinde... ancak filmde yaşlısından gencine, kadınından çocuğuna kadar, askerlerle gurur duyulduğu, onların birer kahraman olduğu vurgusu var ki, gerçek hayat da tam olarak bu maalesef. savaşa gitmek istemeyenin hainlikle suçlanacağı yerde, savaşmak isteyenin suratına tükürecek kadınların yer aldığı bir dünya olaydı iyi olmaz mıydı hacı? olurdu bittabi... "savaşacak kimse olmazsa savaş da olmaz" diyoruz ama nafile! savaşacak angutlar sürüsü mutlaka olacak. her zaman olacak...neyse efendim, zaten frank de filmin ortasında, "itilip kakılmaktan bıktım, savaşa gideyim de subay olup geri döneyim" diyerek, askerliği bir sosyal statü ve refah aracı olarak kullanma gayesiyle unutuyor bu savaşla işi olmadığını. değerlerini, üniformanın kadınlar üzerindeki etkisi uğruna bir kenara atarak, dedesini kendi kementiyle asan ingilizlerin emrine giriyor. genç archy'de ise, frank'in ilk zamanlarındaki olgunluğun bile esamesi okunmuyor. ne için yapıldığı hakkında bile herhangi fikrinin olmadığı bir savaş uğruna harcıyor yaşamını ve amcasının tabiriyle çelikten yapılmış bacaklarını. salak herifler...--- spoiler ---filmin bir başyapıt ya da şahaser olduğunu düşünmüyorum, ancak detaylar çok iyi yakalanmış. örneğin türk askerleri, cephede bayağı sıkı türkçe konuşuyorlar. artık, gerçekten türk mü oynatıldı, yoksa üzerine dublaj mı konuldu bilmiyorum ama, bu tarz filmlerde türk diye arap oynatmak ve hangi dili konuştuğunu umursamamak, dönem filmlerinde sık sık rastladığımız bir hata.beni şaşırtan bir diğer unsur da, bize bugüne kadar hep "şöyle fakirdik, böyle mühimmatımız yoktu" diye anlatılmasına rağmen, filmdeki türklerin makineli tüfek ve mühimmat açısından gayet zengin oldukları görülüyor ki, bu konudaki tarihi gerçeklere hakim değilim. ya "mermi harcamamak için süngü takıp savaştı atalarımız" diyen resmi tarih bizi yedi bunca yıldır, ki yapmayacağı şey değil; ya da türkler bilinçli olarak, filmi dramatize etmek ve anzak askerlerini biçare göstermek için mermileri ağaçtan topluyolarmış gibi yansıtıldı.hasılı, müthiş etkileyici olmasa da izlenmeye değer bir film, ama daha fazlası değil. özellikle de, müziklerin yerli yersiz kullanımı, yönetmenin daha iyi bi film çekme şansı varken elindeki fırsatı yeterince iyi kullanamadığını düşündürdü bana. bonkörce albinoni sol minor adagio dağıtmış her yere peter weir. elindekinin kıymetini bilememiş. o da gençmiş tabii o zamanlar, üzerine gitmemek lazım adamın. sonradan daha iyi filmler de çekti kerata...edit: parliament night blu ray sağolsun, tarihsel perspektiften bakarak çok kıymetli bilgiler vermiş mesaj yoluyla. buradan da paylaşayım da, konuyla ilgilenen herkes faydalansın istedim:ilgili sahnede gösterilen muharebe 7 ağustos 1915'e ait. türklerin mühimmat yetersizliği ise kara savaşının başlangıcı olan nisan ayında görülüyor. fakat temmuz ortasına kadar almanların istanbul'a gönderdiği mühimmat nihayet gelibolu'ya ulaşıyor. bu sebepten 7 ağustos'ta cesarettepe'de mühimmat ve silah sıkıntısı çekilmedi. hatta maxim makineli tüfeği gibi döneminin en iyilerinden birine sahiptik. süngü savaşına çok girdik, doğru. ama bu mühimmat yetersizliğinden değil harbin gidişatından kaynaklanan bir taktik unsurdu. filmde de dikkat ettiyseniz 10. hafif süvari birliğine tüfekler boş olacak talimatı veriliyor. onlar da süngü hücumunda bulunuyor. bu sayede taarruz esnasında ateş etmeye konsantre olup düşman siperlerince av olmaları engelleneceği tahmin ediliyor. ama başka sebeplerden dolayı bu taktiğin bir önemi kalmadan türkler cesarettepe'de tereyağından kıl çeker gibi kolayca başarı elde ediyor.
(kivikocan - 5 Ekim 2013 01:22)
2005 yılında çekilmiş olan belgeselini izledikten sonra "ulan ingilizlere bak sen az çok da olsa türklere yer vermişler belgeselde." dedirtmiştir.akabinde kim çekmiş diye googleda ararken tolga örnek ismine denk gelip "oha tolga örnek de mi gelibolu belgeseli çekmiş dur onu da izleyeyim." dedim ama; lakin görüyorum ki bu izlediğim belgesel zaten tolga örnek'in çektiği belgeselmiş.şimdi el insaf diyeceğim.tolga örnek bu belgeseli çekerken neyi amaçladı tam bilemiyorum ancak; tarafsız olmaya çalışmış ise başaramamış. hayır hayır bizim açımızdan yanlı bir belgesel demiyorum. tamamen karşı tarafın gözünden anlatılan bir belgesel. böyle bir belgeselin çekilmesi kötü mü? tabiki değil ancak; bizden biri olan tolga örnek'in biraz daha duyarlı olmasını beklerdim.nitekim belgeseli izlerken türk askerine üzülmekten çok anzak ve ingiliz askerlerine üzülüyoruz.yani şu belgeseli çanakkale savaşı hakkında hiçbir bilgisi olmayan birisine izlet sana dönüp "siz neler yapmışsınız anzaklara, ingilizlere defolun." der.tolga örnek kusura bakmasın ama o cephede 4 gün hiçbir şey yemeden savaşan tonla türk askerini 2 kelime ile geçiştirip de "anzaklar sinek üşüşmüş konserve yiyorlardı durumları çok kötüydü." demek yüzsüzlüktür.atatürk konusu ise bambaşka zaten. belgeseli izleyen birisine göre atatürk bir ara cepheye uğramış 2 tane tepe kazanmış sonra çekmiş gitmiştir. aha belgeselden atatürk ile çıkan bilgi böyle bir şey.oysa teğmeninden yarbayına tüm ingiliz komutanları ezberletti belgesel sağolsun.atatürk'ten hepi topu 3 sahnede bahsedilmişken; ingiliz yaralılara pansuman yapan yarbaydan ya da o hiçbir yara almadan kurtulan teğmenden kaç defa bahsedildi sayamadım.otur sıfır.
(amrascalafalas - 14 Aralık 2013 23:39)
türkiyede oynadığı dönemde gittiğimde (1982 falandı galiba), filmin sonunda anzaklar sapır sapır vurulurken sinemadaki seyircilerin alkışladığı film*
(chapar - 3 Mayıs 2004 16:29)
gecen son bolumler de yayinlandi bitti. konusan turk karakterleri genelde turkler oynamis bir iki yerde yabancilara oynatmislar konusmalari siritiyor o vakit ama az iste. zaten turk tarafi pek islenmiyor.ataturk kacirmadiysam iki kere gozukuyor bir "ben sizlere olmeyi emrediyorum" derken bir de ingilizler basarisiz hucum uzerine hucum yapip askerleri turklere yem ederken boyle "bu mal degnekleri ne yapiyor" dercesine basini saga sola sallarken.biterken de "artik onlar bizim de evlatlarimiz" yazisini da koymuslar.
(nuitari - 14 Mart 2015 15:43)
--- spoiler ---ilk bölümde gemideki general orada olmayan adamı okudu. "bugün merdivenlerden çıkarken, orada olmayan bir adamla karşılaştım. bugün de orada değildi. keşke dedim... keşke gitse..."(bkz: the man who wasn't there)--- spoiler ---
(hayvan evladi seni - 21 Mart 2015 20:48)
türk yapımcıların aşk, meşk, reyting uğruna bok ettikleri mükemmel bir konuyu, avustralyalıların kendi bakış açılarıyla süper bir şekilde anlattıkları 7 bölümlük yabancı dizi.
(habil - 23 Mart 2015 02:53)
sıradan, sığ bir belgesel. hatta öncesinde koparılan yaygarayı hesaba katarsak yani beklentimiz yüksekken tam bir hayal kırıklığı... filmin başındaki hamasi müzik eşliğinde sponsor firmalarının eşşek kadar logolarının resmi geçidi, hiçbir derinliği olmayan çok az sayıdaki uzman görüşleri -ki bunların ikisi yazar-, son derece yapıştırma duran, lüzumsuz canlandırma sahneleri (anlaşılan sponsorların paraları bu sahnelere gitmiş), yanlış ("personeller" gibi) ve bozuk ("türk ölüler" gibi) türkçesi, türkçe ingilizce karmaşası, belgesel görüntülerin azlığı (hafızam beni yanıltmıyorsa bbc'nin bir belgeselinde bouvet zırhlısının batışının görüntülerini seyretmiştim bu filmde yok), askeri harekatın incelikleri ile ilgili bilgilerin yok denecek kadar az olması (mustafa kemal'in bütün dünya tarafından askeri deha olarak kabul edilmesine neden olan anafartalar ve conkbayırı muharebelerinin öncesindeki harekat ve planlar yok) ve bunlar gibi bir yığın falsosuyla yemece bir belgesel -hıncal'ın övgü dolu yazısından da anlamalıydık aslında ya-. böyle bir projeyi destekleyen sponsorlar acaba parayı bu projenin muhteşemliğine olan inançları nedeniyle mi verdiler yoksa tolga örnek'in babasının deniz kuvvetleri komutanı olması nedeniyle mi diye düşündürdü...
(anzaar - 16 Mart 2005 13:38)
gelibolu'yu değil, gallipoli'yi anlatan belgesel.
(polgara - 27 Mart 2005 03:48)
çanakkale savaşı ile ilgili romanı bulunan yazar mehmed niyazinin yorumu:profesör bir dostumun, “gelibolu belgeseli’ni seyreden sekiz yaşındaki oğlumun ingilizlere acıdığını söylemesine çok üzüldüm.” yakınmasını duyunca belgeseli izlemek ihtiyacını duydum. gerçekten dostumun çocuğu haklı; öyle bir film yapılmış ki, seyreden “yazık oldu anzaklara!” der. işin garip tarafı, belgeselde de belirtildiği üzere pek çoğu çanakkale’ye gönüllü gelmişlerdi. birileri onları zorla getirseydi, belki belgeselde oluşturulmak istenen atmosfere hak verilebilirdi. ama belgeseli yapanlar savaşın acı, kaçınılmaz olsa da, insanlıkla bağdaşmayacağını vurgulayarak human bir çizgi sergilemek istemişler; fakat kantarın topuzunu epeyce kaçırmışlar. dünyanın en kanlı savaşlarından biri avuç içi kadar kara parçasında cereyan etti. sonuçları itibarıyla çanakkale hiçbir savaşla mukayese edilemez. bu savaşın baş sorumlusu churchill sonuçlarını şöyle özetliyor: “yenilmez armadamızın üçte biri sulara gömüldü, üçte biri kullanılmaz hale geldi. başarısızlığımız savaşı iki buçuk yıl uzattı; sekiz buçuk milyon avrupalının ölümüne sebep oldu. rusya’nın yönetimini komünistler ele geçirdi; bu olayda otuz milyon insan öldü. rusya, çin’i komünistleştirirken elli milyon çinli hayatını kaybetti. boğazı geçemeyince müslümanların, diğer asyalıların, afrikalıların, avrupa’nın ihtişamından şüpheleri başladı. biz hindistan, pakistan, bangladeş’ten, arap dünyasından, diğer avrupalılar da sömürgelerinden çekildi.” churchill yaşasaydı, herhalde sonuçlarına şunları da ilave ederdi: “komünizm rus milletinin ruhunu boşalttı; onda kurallara canlılık verecek hassa kalmayınca, sovyet rusya bir oranda dağıldı; dağılmanın da bu noktada kalmayacağını insanlık görecektir.” bir buçuk saatlik bir belgeselde, on dört ay altı gün süren bir savaşın tam hikayesini beklemek haksızlık olur. fakat o atmosferi yaşatacak daha isabetli olaylar ve isimler seçilebilirdi. belli ki çok emek sarf edilmiş. bizim gibi ülkelerde en ucuz şey bilgidir. birkaç gerçek uzmanla takviye edilseydi, daha güzel sonuç alınabilirdi. çanakkale son dönem tarihimizin laboratuvarıdır. milli mücadelede adlarını gururla andığımız bütün kumandanlar çanakkale’de görev yapmışlardır. mustafa kemal, fevzi çakmak, kazım karabekir, kazım inanç, ali fuad, cafer tayyar, deli halit ve daha pek çokları savaştılar. belgeselin uzunluğu düşünülürse, mustafa kemal atatürk yerli yerine oturtulmuştur. ama anzakların romantik mektupları uzun uzun okunurken, diğerlerinden tek kelime edilmemesine ne demeli? vehip, faik, mehmet ali, trommer, weber ve çanakkale’de göğüslerini siper etmiş daha nice paşaların adlarının telaffuz edilmemesinin izahı mümkün mü? savaşın kaderinde çok etkili olan 57. alay’ın kumandanı hüseyin avni bey göz ardı edilebilir mi? ki o, orada şehit oldu; komutayı ele yusuf ziya bey aldı; o da şehit oldu; komutayı ele hasan fehmi bey aldı; o da şehit oldu... oranın ruhunu sergileyen yüzbaşı woiters’le üsteğmen mustafa asım’ın kapışmalarını dile getirmemeyi anlamak mümkün mü? hele üsteğmen nazif’in (çakmak) şehadeti nasıl ihmal edilebilir? yanlışlara gelince sayılamayacak kadar çok; birkaç örnek vermek icap ederse, ilk önce, 1915 yılının 19 şubat’ında ilk mermi çanakkale’ye düşmedi. ilk mermi 3 kasım 1914’te, saat üçü on geçe seddülbahir tabyalarına düştü. iki farklı resim gösteriliyor, ikisine de selahaddin adil bey deniyor, aynı adammış gibi ele alınıyor. halbuki çanakkale’de iki farklı selahaddin adil bey var; birisi boğaz’daki müstahkem mevkilerde, diğeri arıburnu’nda. belgeselde fransızların ingilizlerle beraber seddülbahir bölgesine, sığındere taraflarına çıktığı söylendi. oysa ilk gün fransız, senegal, tunus birlikleri anadolu’daki kumkale’ye çıktılar. çıplakköy’den gelen şevki bey komutasındaki birliklerimiz tarafından denize döküldüler. şevki bey’in kahramanlığını yeni nesillerin bilmesi kime, ne zarar verir? anzaklı conilerle dost olduğumuz doğrudur. ne çare ki onlar dostluğumuzu kötüye kullanıp lağım kazarak askerimize büyük zarar verdiler. belki sergilenmek istenen çizgiden dolayı churchill’in çanakkale’de zehirli gaz kullanmak için avam kamarası’ndan yetki isterken, “evet savaşlarda zehirli gaz kullanmak yasaktır; türkler müslüman’dır, dolayısıyla insan sayılmazlar, zehirli gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur.” sözü zikredilmek istenmemiş olabilir. fakat gelecek nesillere de, bu ülkenin nerelerden geldiğini göstermek bakımından, herhangi bir şekilde düşmanlığa vesile olmaksızın, hatırlatılamaz mıydı?
(ali gel - 29 Mart 2005 10:39)
izlenip bitirildiğinde, boş yere ölen yüzleri traşlı aslan gibi gencecik anzak’lara üzüldüğümüz yanlışlıkla türk belgeseli olarak sunulduğunu düşündüğüm tolga örnek belgeseli. neyse entry legal olsun diye bir tanım yapmak zorundaydım tanımı yaptım rahatladım. aslında anlatmak istediğim özellikle son üç yıldır çanakkale zaferini anma gününün gazete ve televizyonlarca artık bir anzak anma törenine dönüştürülmeye başlanmış olması. bugün 6-7 yaşında herhangi bir çocuğa çanakkale de ne olmuş diye sorsak neredeyse bize “anzaklar öldürülmüş” diyecek. sanki ab kapısında ümitsizce bekleyen türkiye’nin ne kadar tarafsız,ne kadar demokrat, ve ne kadar modern bir ülke olduğunu göstermenin sırnaşık yöntemine kurban ediliyor yüzbinlerce şehit anadolu çocuğu ve kazandıkları parlak zafer. haklı olarak yok yere ölen gencecik dedelerini anmak için onca yoldan gelen avustralyalılar nihayet geçen sene can alıcı taleplerini ilettiler. “gelibolu; yeni zelanda, avustralya, ingiltere ve türkiye tarafından yönetilen bağımsız bir bölge olsun!?”.... çokta ses getirmedi, küçücük haberler olarak yer aldı çoğu gazetede. sırnaşık medya görevini yaptı önce avustralya’lı gençlerin çanakkale’deki hızlı parti görüntülerine yer verildi...... akabinde çıkarma koylarında gecelemeleri ve şafak vakti ayinleri hüzünlü müzikler eşliğinde dakikalarca haber programlarında gösterildi . aralarda bir yerlerde anafartalar, atatürk, şehitlerimiz falan denilip geçiştirildi. akıllarda zavallı anzak askerleri kaldı. gallipoli filmi aslında anlattığım bu durumla çok ilgili.... film için 7 ülkede 70 arşiv taranmış herhalde trt arşivi çok itibar görmemiş. avustralya’lıların savaşla ilgili düşünceleri cepheden yazdıkları mektuplarla verilirken eşitlik olsun ve hatta tarafsız olsun diye türk askerinin düşünceleri de mektuplarla verilmiş. ege’de çanakkale’de yoldan geçen herhangi bir yaşlı çevrilse babasının anlattıklarını anlatırdı bize hatta biraz daha gayret edilse bizzat savaşı çocuk yaşta gözleriyle görmüş olanlar da bulunurdu. nihayetinde 90 yıllık hikaye.... onlar hititli değilki.. dedemiz.... veya dedemizin babası... çocukken başımızı okşayan adamlar. savaş sahnelerinde, mitralyözlerin önüne süngüleriyle kahramanca atlayan zavallı avustralya askerleri bol bol gösterilirken o anda denizdeki savaş gemilerinden yüzlerce mermi atan, bir kaç saat içinde binlerce türk askerini öldüren toplar unutulmuş . aşağı yukarı herkesin bildiği siperden sipere armağan verme olayı bir ingiliz gibi anlaşılıp anlatılmış. türk askerlerine konserve et atıldığı fakat türk askerinin tadına bakıp beğenmeyip geri attığı söyleniyor belgeselde.... eti geri atmalarının sebebi beğenmemeleri değil domuz eti olması kaygısıdır. üstüne üstlük türk askerinin bir kaç çeşit yiyeceği olduğu fakat bunların gelene kadar soğuduğu söyleniyor. işgal ordusuna denizden gelen lojistik destek hiç anlatılmıyor. ya dedelerimiz bize yanlış anlattılar at pisliklerinden toplanan yem artıkları, süpürge tohumları gibi hikayeleri ya da filme değer bulunmamış anzak'ların kurtlu konservelerini dakikalarca göstermek daha ilginç gelmiş. filmin başında türlü efektlerle grafik oyunlarla 5 sponsor logosu teker teker uzun uzun verilmiş, yetmemiş birde sonuna 15 logo ile birlikte tekrar uzun uzun verilmiş.hatta banvit yüzsüzlük edip” iyilik, sağlık” sloganıyla beraber internet adresini de ekletmiş. yani sponsor terbiyeside yok filmde... keşke onların yerine türk şehitliğinden binlerce şehit mezarından bir kare verilseydi de filmin sonunda sadece anzak mezarlarını görüp sadece onlara üzülerek bitirmeseydik filmi.yaşadıkları toprakları savunarak ölen gencecik anadolu çocuklarını şükranla anmak yerine, istanbul’u yağmalamak, işgal ettikleri yerde yeni bir hayat kurmak, hatta avrupada yaşamak vaadleriyle kandırılmış.... boş yere can vermiş gerçekten zavallı anzaklara üzülerek izlediğimiz film için son söz. bu tür belgeseller tarafsız değil taraflı olur.....barışa taraf olur... yalakalığa varan tarafsızlığa değil.
(lightbolditalik - 26 Mayıs 2006 00:24)
Yorum Kaynak Link : gallipoli