Éloge de l'amour (~ Elogio del amor) ' Filminin Konusu : Éloge de l'amour is a movie starring Bruno Putzulu, Cécile Camp, and Jean Davy. An author works on a project on the subject of love, and, in the process, crosses paths with a former love in his life.
Allemagne 90 neuf zéro(1993)(7,2-571)
Notre musique(2004)(7,0-2641)
Je vous salue, Marie(1985)(6,7-2656)
Prénom Carmen(1984)(6,5-3649)
Passion(1982)(6,2-2059)
Adieu au langage(2014)(5,9-4798)
fransız yönetmen jean-luc godard'ın istanbul'da filmekimi kapsamında gösterilen filmi, orijinal adı eloge de l'amour, türkçesi "aşka övgü".yarısı siyah-beyaz, yarısı renkli çekilmiş olan bu filmi izleyen bencileyin halktan insanlar sinemadan sürünerek çıkmışlardır. bazıları demişlerdir ki "emek emek olalı böyle zulüm görmedi" (bkz: bayburt bayburt olalı böyle zulüm görmedi). ancak bu kişiler, iki üç yıl önceki istanbul festivali'ndeki bresson filmlerini, örneğin (bkz: bir taşra papazının güncesi) filmini izlememiş olanlardır. sözlerimizi şöyle bağlayalım, aşka övgü adlı filmi izleyip de gerçekten tad aldığını söyleyecek tüm sinema tutkunlarına saygı duyulması gerekir.
(endoplazmikretikulum - 25 Ekim 2002 10:20)
"godarda övgü" başlığıyla tanıtımı alt yazı dergisinde ve sürrealist tarafından yapılacak olan film.
(daphne - 4 Kasım 2002 14:06)
şimdiye dek yarısında çıktığım tek film *
(eskici - 27 Kasım 2002 20:55)
kitap olanı (yazarlar alain badiou ve nicolas truong) "aşka övgü" adıyla raflarda yerini aldı. http://www.idefix.com/…asp?sid=lk4m5idxw4le2pqw4wrc
(busted - 13 Ağustos 2011 22:18)
filmden aklimda kalan yegane sey karakterlerden birinin "yeni nesil artik porno filmlerinde bile konu ariyor" diye yakinmasiydi. icin icin "ustelik bu film porno da degil, konusu olsa fena mi olurdu?" diye dusunup filmin sonuna kadar sabretmistim belki bir anlam butunu cikar diye. hala da tum kalbimle inanmak istiyorum bir anlam butunu olduguna filmde ama ben anlayamadim (bunalmakla, daralmakla mesguldum)
(pneuma - 28 Nisan 2003 18:09)
amerikalı yapımcılar, ikinci dünya savaşı sırasında faaliyet gösteren bir yeraltı direniş örgütünü anlatan öykünün film haklarını satın almak için okyanus kıyısındaki bir eve gelmişlerdir. o sırada kapı çalar ve iki küçük çocuk, matrix'in brötonca gösterilmesi için imza isterler. daha ne olsun?
(kasagi - 19 Temmuz 2004 13:55)
ingilizceye in praise of love adiyla cevrilmis 2001 yapimi film. godard'in diger filmlerinde oldugu gibi (pierre le fou) derin bir amerika elestirisi barindiriyor. tarihle olmayan iliskilerini sorgulayip, amerikan aksanina geciriyor.
(lawn wrangler - 18 Kasım 2004 16:24)
"aşka övgü" ismiyle, aynı isimli bir film çekmiş godard'a selam çakan alain badiou'nün aşkı yeniden tanımlamaya dair hacmen küçük ama çoook çok etkili girişimi. "aşk, yaşamın yeniden icat edilmesidir." ve evet, bunun için aşkı da, yeniden ve yenidenicat etmek gerekir. onu yeniden tanımlamak, kurmak!kurmak! deneyim ile kurma kavramlarını birbirinin zıddı olarak gören badiou'ya göre aşk, bir deneyim değil, bir kurma işlemi, inat ve bir çalışmadır. aşk çalışması. work of love.elbette aşk, bir karşılaşma ile başlar. rastlantısal ve olumsal bir karşılaşma, varolan ve alışılageldik durumu değiştirip dönüştüren bir "olay"... elbette karşılaşmanın esrikliği, o ilk fark edişte varlığın yoğunlaşması önemlidir, ancak badiou için aşk, bu değildir. lacan, o ünlü "cinsel ilişki yoktur" yargısında cinsel ilişkide, "herkesin kendi işine baktığını" anlatıyordu. seks, başka bir beden üzerinden bireysel zevk almadır en nihayetinde. bunu kişisel deneyimlerimizden gayet iyi biliriz. çünkü 1) cinsel ilişki ne kadar iyi olursa olsun, hep bir boşluk duygusuyla neticelenir. yine boşlukla neticelenecek bir başka yineleme ve bir başka yineleme. ayrıca 2) cinsel arzu çeşitli kesitlere, cinsel organlara, fetiş alanlara yönelir. buna mukabil aşk, parçaya değil, bütüne, varlığın kendisine yönelen bir arzudur. aşkta kişi "ötekinin varlığına" erişmeye çabalar, ona doğru atılır. bir başka deyişle, cinsellik bencildir, kendi hazlarında iki farklı bireyi ortaya çıkartır; buna mukabil aşk birleştirir, eşya ve beşeri ötekinin gözünden, onun varlığıyla, ondan dolayımlayarak da temaşa edebilmektir aşk. cinsellik böler, aşk birleştirir. türkçe deyişiyle, cinseliktir yaşanan tek başına, aşk iki kişiliktir.öncelikle bir rastlantı olarak, bir karşılaşma biçiminde başlayan süreç, ancak sabitlendiğinde, diğer bir deyişle "karşılaşma"dan "kurma"ya, inşa etmeye geçiş süreciyle, bir süre içimde aşka dönüşme eğilimine girer. işte bu geçiş anını muştulayan şey ilandır: "seni seviyorum.bu ilan, eğer bir tür rol kesme değilse, önemli bir ortaklaşma çağrısıdır. bir süreç için, süre için inat etme teklifidir. farklı olandan dünyayı görebilmektir aşk, kişiye "bir tek" bilinçten farklı biçimde görülebileceğini ve yaşanılabileceğini gösterir yaşamın. bir başka deyişle aşk, bir(1)'den iki(2)'ye geçiştir. biricik varlığımıza, bizden farklı olan bir başka bakışı ve varlığı da katabilmektir. badiou bu sebeple aşkı "iki'nin sahnesi" olarak adlandırır. ilan, işte bu birken iki olmaya bir çağrı olduğundan ötürü, karşı tarafa sorumluluk yükler. yani nazım'ın elmayı seviyorsun elmanın da seni sevmesi şart mı sorusunda haksızdır. seni seviyorum ilanı, basit ve düz bir ilmühaber değildir. rastlantısal karşılaşmadan, aşkın sahnesine, birden ikiye geçişin teklifidir. "seni hep seveceğim" cümlesi de, keza, rastlantısal karşılaşmayı, sonsuzlukta sabitlemeye çalışır. işte aşkın temel problemi, o sonsuzluk isteğini, gündelik zamana teşmil edebilmek, yedirebilmektir.rastlantısal, esrik, yoğun bir karşılaşmayla başlayan aşk, bir ilan ile, seni seviyorum ile öne sürülen teklif üzeri kurulur. bu kurma işlemi, iki'nin bakış açısından bir yaşam kurmaktır. bu anlamıyla aşk, dünyayı yeniden icat eder. sinemada, edebiyatta, dizilerde, hatta magazinde, hayatın her alanında aşka bunca kredi açılıyor, onu bunca takip ediyor oluşumuzun temek sebebi de, badiou'ya göre, aşkın yeni bir dünya icat etme potansiyeli ve o icat edilen dünya üzerinden bizlerin dünyasına doğrudan ya da dolaylı bir müdahalede bulunulabilmesidir. bu sebeple, ne kadar gösterişsiz olursa olsun, her aşk tüm dünyayı ilgilendirir!ilan sonrası süre, ve aşkı inşa etme inadı önemlidir badiou'ya göre. ve tüm hakikat bulma yöntemleri gibi, aşk da, her zaman barışçıl değildir. şiddetli kavgalar, gerçek acılar, aşılabilen ve aşılamayan ayrılıkları da içinde barındıran, kendine özgü uyuşmazlık/şiddet düzeni, bir "dram" sorunu vardır aşkın. ancak diğer hakikat arayışlarında olduğu gibi aşk da özünde çıkar gütmez. aşkın değeri, kendi içinde, kendi "ikilik sahnesi"nde belirlenir. bir taraftan çok fazla emek ister aşk, bir süre, bir inat, bir aşk çalışmasıdır. ancak bu emeğin içkin ödülü, mutluluktur. aşk, mutluluğa giden yegane yoldur. burada aristoteles'ten başlayıp derrida'ya uzanan , dostluğa yatırım yapan felsefe geleneğinden ayrılır badiou. evet, dostluk, içinde bedensel haz gibi bir çıkar da olmadığından ötürü en entelektüel duygudur, bu tutkudan sakınan felsefecilere göre. halbuki badiou, ilk karşılaşma olarak değil de, "karşılaşma+ilan+kurma inadı/süreç" olarak düşündüğü aşk formülünde, süre içinde aşk, dostluğun bütün olumlu özelliklerini yüklenir. buna mukabil dostluk bedende yankılanmaz. aşk, süre içerisinde dostluğun erdemini temellük ettiği gibi, ilk andan itibaren dostluktan fazla bir anlamı da barındırır: tümüyle öteki'nin varlığının ilgili olmak. aşk, cinsel arzuya indirgenemez; aksine aşk ilanı: "seni seviyorum", arzu etkilerini yaratır. bedenlerin ayini, o somut sözün bir güvencesidir ve hatta "yaşamın yeniden icat edilmesi" sözü, sanki bedensel edimin bir süsü gibi görülebilir. ancak sevgililer, yine de, sabahleyin, o ilanı, "seni seviyorum"u birbirlerine bir kere daha söylediklerinde, üstlerine bir huzur çöker. bu huzur, hakikatin, evrenselliğin, işte tüm bu potansiyellerin yegane varlık koşuludurçbu noktada aşkı sınayan, aşıklar açısından acı, belirsizlik dolu olabilecek bir şeyden bahsetmek gerekli. örneğin bir karşılaşma ve ilan sonrası "bir"den "iki"ye, aşka geçmiş olan çift, bir çocuk doğurur. bu çocuk, "iki"yi tehdit eden bir "üçüncü" müdür yoksa "iki"nin özünde "bir" olduğunu belirten bir tanrısal hediye midir? badiou bu türden "sahnenin yeniden kurulması" gereken, olayın yoğunlaştığı, aşkın tekrar ilan edilmek zorunda bırakıldığı özel anları nokta olarak adlandırır. bu nokta'larda, aynı başlangıçta, karşılaşma anında olduğu gibi tekrar bir seçim yapma zorunlulundayızdır. "bu rastlantıyı da kabul ediyorum, arzuluyorum, üstleniyorum" denilebildiğinde, aşk sürer. işte bu sebeple aşk, bu noktaları inatla aşarak, sürekli yeniden icat edilmelidir. nokta'lara örnek olarak "cinsel icat noktası", "çocuk noktası" "iş, arkadaş, gezinti noktası", "aile kurma noktası" gibi çeşitli kırılma anlarını örnek veren badiou, nokta'ları aşkın içinde tutmanın zor olduğunu belirtse de, büsbütün ümitsiz değildir. aşıklara, aşıkların yaşadığı o yoğun birlikteliğe, yarattıkları yeni dünyaya güvenir.bu anlamda aşk, bir duygulanım, arzu, beden değil, bir "düşünce"dir. ancak beden ile düşünce arasındaki çok özgül, özel bir düşüncedir; mutluluğun yegane kaynağı olan düşünce. ve badiou açısından aşk, "birlikte yaşamayı bencilliğe, ortak işi özel çıkara yeğ ve üstün tutan" komünist ufka yakınsar. aşkta aslolan bireyin tatmin olması değil, çiftin oluşmasıdır. bu haliyle aşk komünisttir. en küçük komünist birim aşktır. aşktaki seni seviyorum şunu muştular: bu kaynakta sevincimizi, öncelikle seninkini görüyorum!badiou'de de, elbette, ayrılık da sevdaya dahildir. ayrılık sorunu, aşkta o denli önemlidir ki, badiou'ye göre, aşk ayrılığa karşı başarıya ulaşmış bir mücadeledir adeta. aşktaki birlikteliği ayakta tutmak ve geliştirmek, başlıbaşına bir emektir, meyvesi mutluluk olan bir emek.buraya değin badiou aşktan ne anlıyoru -maalesef kuru biçimde, hakkını veremeden- anlattım. aşk bir rastlantısal karşılaşmayla başlıyor, ilan ile "kurma" aşamasına geçiyor, süre içerisinde bir mutluluk olağanı olarak varoluyor, bazen de acı bir ayrılıkla neticeleniyordu. badiou aşka, bu anlamda sadakat duymak gerektiğini söyleyecektir. sadakat, işte bu süreci yaşamakta, tüm zorluklara, kırıklıklara, acılara rağmen, dünyayı farklı bir başka varlığın gözünden de görebilme inadı, mutluluk ve bir tür komünizmdi. yine de bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermeyeyim. badiou, "aşka sadakat"ten bahseder, "aşığa sadakat" değil. yanılmıyorsam kendisi de, eski eşi de, çok eşli yaşayan insanlar. ve badiou, çok keskin bir sınır çizer: "kıskançlık, yapay bir aşk asalağıdır ve aşkın tanımında kesinlikle yeri yoktur." zira 3. kişi, ancak ve ancak bir türevdir, 2 kişinin, "iki"nin uyuşmazlıklarını (yaratan değil) gün yüzüne çıkaran bir dolayımdır. bazen de, sadece, güzel bir yemek, iyi bir müzik gibi, salt hazdır. fazlası değil. aşkı kuran bir üçüncü/düşman olmadığı için, aşkı tehdit eden şey de, kesinlikle 3. kişi, bir rakip olamaz. aşkın düşmanı "iki"nin farkına karşı "bir"in özdeşliğini isteyen, fark'ın prizmasından geçen ortak bir dünyaya karşı kendi dünyasını dayatan, benliğini dayatan bencilliktir. bencilliği aşmaya, iki'nin gözünden yeni bir dünya kurmaya çalışan aşıklar, yeterli sebatı, inadı; badiou'cü deyişle "aşka sadakati" gösterebilirlerse, hem sahte-pseudo mutsuzluklardan kurtulacaklardır hem de bu serüven, başlıbaşına, onların yegane mutluluk kaynağı olacaktır.badiou'nün aşk tanımını keseyim. bir de, neyi aşk olarak görmediğine odaklanırsam bu yazı bir anlam taşıyacak. badiou, aşka dair üç temel pozisyon tespit ediyor. 1) romantik aşk tanımı 2) güvenlikçi pozisyon ve 3) ahlakçı pozisyon.1) romantik aşk, aşkı ilk rastlantısal karşılaşma anına indirger. o bakışlara, belki karşılaşamamaya (gelenekler, aşıkların vuslata ermesini engellerler) çok büyük yatırım yapar. ilginçtir, sanat yapıtları, bilhassa daha çağdaşları, aşkı hep bu ilk karşılaşma anında alımlarlar. bir inat, aşıkların yeni bir dünya kurmaya çabaladıkları bir süreç yoktur. ya bir bakışın, birkaç cümlenin, bir tanrısal anın peşinden giden bir ömür vardır (ferhat ile şirin, leyla ile mecnun biraz da bu türe giriyor). ruh ikizini bukdu ve dünya değişti... badiou, bu türden aşk tanımlarının keyif verdiğini vurgulasa da, aşkın, en nihayetinde bir süreç deneyimi olduğunu bizlere hatırlatır. aşk, hiçbir zaman ve hiçbir surette, karşılaşma anına indirgenemez.2) güvenlikçi aşk. bu kavramı, o dönem fransa'da yaygın kullanılan bir siteden türetir badiou. bizlerin de çok sık kullandığı "eşleşme" (match) sitelerinden biri olan bu site "aşkı rastlantıya bırakmayın" sloganıyla meşhur olur. çeşitli filtreler yardımıyla, aşkın, "nokta nokta, inatla oluşturulan iki'nin deneyimi" olmaktan çıkarıp, en az riskle, acıyı, potansiyel tehditleri minimize ederek, salt bizim, bir'in, bencilliğin çıkarına göre ayarlanmasına olanak sağlar. badiou günümüzde aşkın karşılaştığı en büyük tehdit olarak bu filtreli, steril, aşkın doğal akışı içerisindeki badireleri, acıyı minimize etmeye çalışan bu güvenlikçi bakışı görür: rahatını mı kaçırdı, başından sav gitsin! terk ettin diye üzülürmüş, umruna takma! acı çekermiş, çağdaşlığa ayak uyduramamış, hepsi bu! bu, "sıfır ölüm"lü savaş denilen şey, hiçbir abd askerinin ölmediği, onbinler belki yüzbinlerce "öteki" afgan, filistinli askerin, sivilin öldüğü savaş gibidir; çağdaşlığa ayak uyduramamışlardır, hepsi bu! neoliberal sigorta anlayışına dayalı bir aşk tanımıdır bu badiou'ya göre. aşkı, cinsel hazza indirger. aşk diye bir şey yoktur, cinsel arzular vardır, aşkın potansiyel iniş çıkışları, acıları yoktur, haz vardır. badiou, bu türden bir aşk yadsımasının gittikçe yaygınlaştığını düşünür. bunlara karşı, hazzı reddetmeden hatırlatır: neden, bütün dünya aşka bu denli duygusal yatırım yapıyor? neden aşk yok sadece cinsel ilişki varsa her ilişki sonrası bir boşluk hissediyorsunuz? ve neden, eğer her şey cinsel arzu ise, aldığınız bütün hazza rağmen mutlu değilsiniz?3) ahlakçı pozisyon. badiou, ahlakçılığın, bilhassa onun hristiyan biçiminin, aşk fikrini kuran temel öğelerden biri olduğunu düşünür. bu ahlakçı bakış özünde bize şunu söyler. aşk dediğimiz şey, özünde cinsel arzuların ve edimin süslenmesidir, bir yanılsamadır. aslolan gelenekler, aile ve (özünde) tanrıdır. bu ahlakçı tutum, aşkı cinselliğe indirgemekle, temelde güvenlikçi aşk tanımına yakınsar. "güvenlikçilik " aşk, cinselliğin acı verici, arzulanmayan, kaçınılması gereken bir türevidir derken derken ahlakçılık, aşkı cinselliğin bir türevi olarak görse de buna karşın aşka cinsellik dışı, transandantal/aşkın bir aşk ödevi yükler. hristiyanlık, herkes birbirini sevsin düsturundan tanrıya, tanrısal aşka yönelişin amacındadır. hristiyanlık evrensellik fikrini barındırır ama bunu transandantal tanrıda cisimleşir. badiou bu fikri edilgin, sofuca ve ezik bulur. halbuki bizler, bu evrensellik fikrini koruyarak aşkı dünyevileştirebilir, aşkı farka ilişkin olumlu, destekleyici ve yaratıcı bir inşa deneyimi olarak kurabiliriz. dünyanın farklılaşmış doğuşunun yeryüzündeki yaratımı, "nokta nokta" koparılıp alınan, serüvenin ve inadın birlikte süregittiği "iki'nin sahnesi" olarak mücadeleci bir aşk olarak çınlar, ödülü mutluluk olan bu aşk.
(tinkebaut - 3 Şubat 2017 02:26)
sinema üzerine bir manifesto, hollywood'a ve sinema eleştirmeni diye geçinenlere edilmiş en büyük küfür.tersinden gidelim: bir hollywood yapımı ne demektir: ilginç bir konu, iyi işlenmiş bir senaryo, tanınmış oyuncular, teknik altyapı, çeşitli kamera açıları, iyi bir müzik, vs...godard der ki:sinema konu demek değildir.sinema senaryosuz da olur.sinemada oyuncuların önemi yoktur.tekniğinizin ağzına sıçayım.kamerayı istersem sarsarım, istersem bir yere koyarım, istersem kapatırım.müzik mi? af buyur. sese bile gerek yok.sinema: aşk.
(kasagi - 14 Şubat 2005 10:41)
birinci bölümdeki muhteşem siyah beyaz film estetiğine karşın, ikinci bölüm, dijital videoyla çekilmiştir. bu bölüm, neredeyse usta bir ressamın renklerinin kullanıldığı etkileyici planlarla doludur,iç mekanlar, insan yüzleri, puslu deniz manzaraları, empresyonist tabloların estetiğine ulaşır. resim sanatına büyük hayranlık duyan godard bu filmde bir ressam titizliğiyle çalışmıştır. “aşka övgü” ; politika, geçmiş, direniş ve evrenselcilik üzerine düşüncelerle akarken, godard ,bir çözüme , bir sonuca gitmez.sorunları ortaya koyar. planlar , planlara bir tuğlanın üstüste gelerek bir duvarı oluşturması gibi bağlanarak, bildiğimiz türden bir sinema yapısı oluşturmaz. godard, resimleri, görüntüleri, sözleri, duyguları, varoluşu özgün ve çok katmanlı bir yapı oluşturacak biçimde biraraya getirir. öyküsü vardır ama serim düğüm ve çözümü yoktur.
(abendrot - 3 Temmuz 2006 13:03)
Yorum Kaynak Link : eloge de l'amour