Ödüller :
Müslüm(2018)(8,2-8341)
Demsala dawi: Sewaxan(2010)(7,5-46)
Bahoz(2008)(7,3-700)
Dûr(2005)(6,9-24)
Zer(2017)(6,7-249)
Zagros(2017)(6,2-281)
photographia'dan gelir..photo: ışıklagraphia: çizmek(süper anlamlı yani)10 sene sonra gelen edit: sonu iki noktayla biten cumleleri yazan 20 yasimdaki kendime nasil bir hirs, nasil bir kin besledim bunlari gordukce, anlatamam sevgili okuyucu. tipe bak ya, bugun tanisam agzini yuzunu yamulturum. super muper demisim bir de, iyy be, iyyh.
(cheja - 29 Mayıs 2000 14:31)
obsesyon oluyor bazen. bundan yıllar önce istiklal’de arkadaşları beklerken bir fotoğraf sergisine girmiştim. sıradan bir ton fotoğraf işte. vakit bol diye mal mal bakıyorum. böyle gereksiz noktalara odaklanmalı, altın oran kaygılı gereksiz bir ton şey. paso hüzünlü yaşlı kadın, gülen çocuk. sonra köşede onu gördüm. garip bir fotoğraf. dans eden bir cüce kızla bir cüce oğlan. pijamalılar bi de. hadi fotoğrafın içeriğini geçtim, ışık garip, odak garip. her açıdan garip. ebadı bile garip olur mu bir fotoğrafın yahu. ama o kadar güzel ki. salonda, eve girince karşıda kalan duvara asmıştım. kapıdan her girdiğimde irkiliyordum önce, sonra gülümsüyordum mal gibi. yahu dünya yansa umrumda değil. bakıyorum ve gülüyorum. tek diyebildiğim: “çok güzel ya.” nasıl bi kafaysa artık. sonra iş çığrından çıkmaya başladı. çerçeveyi açıp fotoğrafı koklamaya başladım. sonra o kadar çok kokladım ki kokusu kaçar diye saate bağladım. öğleden sonra tam 3’te açıp kokluyorum bi. bazen gece uykumdan uyanırsam yine kokluyorum. öyle böyle değil. bir yandan da eve gelen insanlar filan garip buluyor durumu. hani cüceler başlı başına garip, fotoğraf içeriği geçsen bile garip. fotoğraf saçma olur ama en azından evle bi uyumu olur. evde siyah veya beyaz hiçbir şey yok. duvarlar ten rengine çalıyor. mobilyalar filan. hiçbir şey uymuyor. bu kadar zevksiz bir şeyi nasıl olup da başköşeye koyduğumu tartışıyoruz sabah akşam. çerçeve değişirse belki daha sempatik gelir dedim. iki kere çerçeveciye gönderdim. her seferinde daha bi garip durdu. hayır, bir de içerik o kadar sakat ki. tahammül edemedim. duvarları beni yansıtan bi şeyle doldurmak zorundayım sanki de. sonunda dayanamadım gittigidiyor’dan sattım. ama fotoğraf gidince iyice bir boşluk oldu. öyle böyle değil. önce kocaman bir televizyon aldım onu koyduğum duvardan tarafa. bir süre idare etti de duvar boş boş bakıyor bana. sokakta cüce görsem, perspektifim kayıyor anında. sonra duvarı komple kırmızı duvar kağıdı ile kaplamaya karar verdim. şahane de oldu. birinci kalite, ithal, şahane duvar kağıdı. pırıl pırıl. eve her gelen yine garip buldu da sonra hoşlanmaya bile başladılar. fotoğraf yok belki ama duvar güzel mi? güzel. siktir et gerisini. bir süre sonra arkadaşlarla albümlere bakıyoruz. ben ve kedim. klasik pozum. ama arkada o cüceli fotoğrafın sol alt köşesi çıkmış. yahu bir fotoğrafın sol alt köşesi bile güzel olur mu, kardeşim. güzel mnskm. e geri alalım madem, dedi arkadaş. satılık değil, dedim. altı üstü fotoğraf, ama aynısı bulunmaz. negatifi çerçevesinin içine gizlenmiş, yeniden basılamayacak bir fotoğraf. arkadaş, benzeri de mi yok, dedi. haklı buldum ister istemez. geçenlerde canım sıkkındı. oturdum google’dan bir ton sanat galerisine filan baktım. hayır bi de o kadar saçma bir şey arıyorum ki, anlatılır gibi de değil. sipariş versen, cüce tutup günlük yevmiye mi vereceksin? oradan oraya, buradan şuraya derken buldum. elin amerigasından fotoğraf getirttim. breh breh. ilk bakışta “yahu bu senin eski fotoğraf” dedirtecek kadar benzer. yakından bakınca yine dans eden bir cüce kız var, arkada da bir oğlan çocuğu uzanmış. "gibi ama değil" klişesi işte. siyah beyaz değil. sepya. tiksinirim sepyadan. adik bi noktaya odaklanmış, cüce kız pek seçilmiyo. hele bi de photoshop'a öyle bi abanmışlar ki, evlere şenlik. her bi bok yanlış fotoğrafta. güzelden öte çirkin, garip ve zevksiz bir şey. ama uzaktan bakınca, hele de eski fotoğrafa çok dikkatli bakmamışsan, andırıyor eski fotoğrafı. neyse paket geldi. nasıl bir çerçeve koydularsa dünya ağırlık yapmış, bir de yol parası ödedim. açıp koklayayım bari, dedim. kokmuyor ki kardeşim. bildiğin printer baskısı gibi bir şey. fotoğraf kağıdına bile basılmamış. tam yan bastım yani. hele o kırmızı duvarın üzerinde hiç olmadı. eve her gelen boş bakıyor. zamanında eski fotoğrafı garip bulan herkes, yahu o daha bi başkaydı, dedikçe sinirim tepeme çıkıyor. keşke benzerini alacağına bambaşka bi şey alsaydın, diyenlere de laf edemiyorum. o kadar aradık, üstüne bi de dünyanın parasını verdik ya, bu daha güzel, deyip geçiyorum. takmıyorum, eve girince yine irkilsem de gülümsemeye çalışıyorum. ama öyle içten bi “çok güzel ya” diyemiyorum. kaldı başıma fotoğraf (çıktı aslında ya neyse), yiğitliğe bok sürdürmemek için beğenmiş gibi yapıyorum. olmuyor. fotoğrafı çıkartıp çerçeveye başka bir şey mi koysam, diyorum. o bile olmuyor. bu sabah sansüre hayır yürüyüşüne giderken apartmanın önüne bıraktım. geldiğimde yoktu. birinin işine yarasın. çerçeveyi satar en azından. lakin şimdi o kırmızı duvar kağıdının ortasında kazık kadar kocaman bi çivi var. yakında badana yaptırırken kağıdı da yenilerim belki.
(satine - 17 Temmuz 2010 23:54)
pink floyd için comfortambly numb neyse, pilli bebek için fotoğraf adlı parça odur.
(kedi babasi - 18 Kasım 2011 12:00)
bir gün izmir-alsancak'ın en yüksek binalarından birindeyim*, tesadüf eseri orda bulunuyorum, her zaman gittiğim bi yer falan değil yani. kendimi etraftan, odadan, çevreden öylesine soyutlamışım ki.. uyanır uyanmaz sabahın ilk ışıkları ile kendimi balkonda buluyorum, karşımda deniz, masmavi, kordonun eşsiz çimleri, birkaç balıkçı takılıyor kendi hallerinde, şehri her zamankinden daha net görüyorum, nereye aitim falan diye geçiriyorum yine aklımdan melankolik melankolik.. o sırada karşıya değil de daha aşağılara bakıyorum, o sevdiğim köhneliğe.. barlar, salaş mekanlar yeni kaldırıyorlar kepenklerini, birkaç yalnız tip içiyor sabah sabah keyif biralarını, orda olmak istediğimi farkediyorum, yüksek binamın merdivenlerinden koşa koşa inip gerçekten orda olmak istiyorum... sonra bir şarkı çalmaya başlıyor, belli belirsiz, tam o harika solo kısmında mekan sahibi sesi sonuna kadar açıyor, ve alsancak inliyor.. ben bilmem kaçıncı katın penceresinde durmuş, büyülenmiş gibi şarkıyı dinliyorum. o kadar tanıdık bir melodi ki, biliyorum ama anlatamıyorum der gibi hani... aşağı inme isteğim katlanarak artıyor. derin bir nefes alıyorum, acıyla karışık bir mutluluk var içimde.. kendi filmimin en güzel sahnesini çekiyormuşum gibi triplere giriyorum. sonra şarkı bitiyor, içeri giriyorum. etkilenmişim belli. çok soruyorum sonra sağa sola, neydi o şarkı diye.. tabi sözleri falan duymadığım için mırıldanmam anlatmaya yetmiyor. gün aşırı kendi kendime tekrar ediyorum içimden, kendi filmimin fon müziği yapıyorum.bi gün tv'de behzat ç. izliyorum. öyle bir sahnede öyle bir şarkı çalmaya başlıyor ki.. uzun zaman önce kaybettiğim dostu ya da aşkı bulmuş gibiyim. sonra diyorum böyle bir diziye ancak böyle bir şarkı yakışırdı. zevklerimin ne kadar da tutarlı olduğunu görüyorum. daha da bi seviyorum aşağıları, dipleri..bir gün batımıyım güneydebir akşam vaktiyimucuz bir şarabın şişesiyim, denizdeyüzüyorum.. yüzüyor muyum..pilli bebek sağolsun, uzun zamandır dinlediğim en aşmış, en kaliteli ve en vurucu ve en dip şarkıyı yapmışlar.
(lost aci soyler - 15 Şubat 2012 12:18)
insanın kulağından uyuşturucu edasıyla süzülüp damarlarına sirayet ederek kalbine küçük dokunuşlarda bulunan, enfes pilli bebek şarkısı.şarkı adım adım şöyle tarif edilebilir:1) intro - hazırlık aşaması. maktül, az sonra olacaklardan habersiz şarkıyı dinlemeye başlar.2) "şehrin karanlık sokaklarında, donu düşük çocukların yaptığı kağıttan bir gemiyim, yüzüyorum, yüzüyor muyum, bilmiyorum..." sözleriyle hayale dalmaya başlanır.3) "şarkı yükselecek mi acaba?" diye merak edilir.4) dur bakalım bi şeyler oluyor.5) iç titremeye başlar. bir kötü olunur. böyle bir değişik.6) ve türbülansa girilir.7) gözyaşları özgürlüğe teslim edilir. yavaşça süzülür yanaklardan. ağlanır nedensizce. ağlanır; gerçek olamamış hayallere, allah'ın cezası anılara, uğranılmış tüm haksızlıklara...8) dış dünyayla iletişim tamamen sıfırlanmıştır.9) allah rahmet eylesin...araba kullanırken, alkollüyken, hayatınız kötüye gidiyorken ve uçurum kenarındayken dinlememeniz önemle tavsiye olunur.
(talihsizlik imparatorlugunun padisahi - 30 Eylül 2013 23:36)
taş devrinde böyleymiş..
(paranoyak kedi - 10 Ekim 2013 12:38)
trabzon'da aylik olarak yayinlanan ve 10 yildir araliksiz çikan 'foto forum' isimli dergide yer alan bir kösede, abonelere laz usulü kafiyeli manilerle birlikte fotograf dersi veriliyor.karadeniz teknik üniversitesi mühendis-mimarlik bölümü ögretim üyesi yrd. doç. dr. mustafa resat sümerkan tarafindan 10 yildir araliksiz çikartilan ''foto forum'' isimli aylik dergideki, ''kemençe esliginde fotograf dersleri '' konulu bir köse herkesin ilgisini çekiyor.her sayisi merakla beklenen dergide, abonelere laz usulü manilerle birlikte fotograf sanati ayrintili bir sekilde anlatiliyor.çekim, filtre, diyafram, objektif ve filmler gibi çesitlifotograf bilgilerinin verildigi bu kösede her konu 18 misra ile anlatiliyor.yrd. doç. dr. sümerkan, ''amacimiz insanlari sikmadan onlara fotograf sanatinin ayrintilarini mizahi bir dille anlatmak.bu kösemiz bir hayli de ilgi gördü'' dedi. derginin her sayisinda yer alan laz usulü derslerden bazilari söyle:ders konusu: diyaframlardügün güni gelendegöge mermi saçulurdiyafram göze benzerkisilur da açilurbarmaklarum üsididiyafram açamadumkaynatam basti bizibecerip kaçamadumvermez ise bubasianlasur da kaçarukaz isikli yerlerdediyaframi açarukders konusu: filtrelerkaradag ormanindakovaladim ayiyihava sislendugundekullaniruk sariyibaktum karsida rizetaktum bi polarizenet ettum besyüzlugugeldik yarlan göz gözemavi renkli filitretenleri koyi edersüt beyazi fadimembirdanbire oldi esmerders konusu: objektiflergelinler ellerinekina yakarlar kinateleylan bakilincaaysem gelur yakinabi evde iki baciallahum bana aciyarim sigmaz vizöreyok mi bi genis açihaçan girdi horonatitrer idi omiziböcuk çekilaceksatakaruz makromiziders konusu: fotograf çekimidik tutup makinayivizöründen bakarukalan derinlugunidiyaframlan saglarukyüksek enstantaneylançekilur uçan arigünes battiktan sonrakullanun b ayariperde obtüratörünpüsküli ben olayimkablo denklansör gibibelune dolanayimders konusu: filmlerfilimum yüksek asagren yapacak grenyitirdum fadimemiyokmidur oni görenfilimin üst tarafigümüs kaplidir gümüsgel karanlik odamaedelum senle cümbüsfilim çektim bin asadiyafram kisa kisakaynanam koyi çikmisne gam ettum ne tasa
(tuareg - 7 Temmuz 2001 16:29)
üniversiteden kendi dönemimden daha geç mezun oldum. annem ve babam mezuniyet törenime gelmediler. (daha doğrusu babam gelmedi, annem de gelemedi. yani en azından ben öyle olduğunu varsayıyorum ki bu aralar bu konulara dair derin sancılarım var.)onca yıl okumuştum, kepli cübbeli bir fotoğrafım yoktu. içimde öyle ukte olmuş ki dert yanar gibi anlattım bunu bi arkadaşa, o da okuldan kiralayıp fotograf çektirebilirsin diye akıl verdi. koşarak bölüme gittim. meğer cübbeler yıl sonuna yakın geliyormuş bölüme, dönem ortasında mezun olanlar için okulda bulmak zormuş. daha büyük bir ukteyle yurda döndüm. sanki elimdeki mezuniyet belgesi, transkript falan yalan da, o fotoğraf olsa mezuniyetim gerçek olacak gibi hissediyorum. sonra yurttan bir kız dedi ki geçen sene bizim arkadaşlar mezun olurken fotoğrafcılarda hep varmış, sen bir sor, bence onlar da mutlaka vardır dedi. hadi be dedim; var mıdır sahiden?ertesi sabah belsaya gittim. belsa, izmit merkezde bir pasajdır ama izmitin kısa özeti gibi bir yerdir. her şey vardır ama ufaktır. gittim gitmesine ama içimde pek ümit yok. haziranı beklerim, okuldan kiralar çektiririm diye içimden tesellilerle yürüdüm yolları. pasajın ikinci katındaki fotoğrafçıya girdim. ben kepli fotoğraf çektirmek istiyorum dedim. hay hay dedi adam. var mı sahiden diye tekrar sordum. olmaz mı, buyrun dedi. yok dedim, şimdi olmaz, ben yarın uğrarım. olmaz dedim çünkü saçım başım dağınık, üzerimde iplikleri yol yol olmuş gri bi kazak var, gözlerimin altı mor soğan kıvamında. kepli fotoğrafım güzel olmalı, mezun oluyorum, kolay mı?... kolay mı...hemen yurda döndüm, yıkandım paklandım. arkadaşlardan biri saçıma ütü yaptı, dümdüz oldu saçlarım. sabah kızlardan birinin makyaj malzemeleriyle bana kaş göz ve dudak yaptık. merkez dolmuşuna vinsandan daha önce öyle gururlu binen biri olmamıştır koca şehirde. fotoğrafçıya da aynı gururla girdim. başım dik, içim umutlu, gözlerim güleç. arkadaki çekim bölümüne geçtik, fotoğrafçı orta yaşlarda bir adam, yanında kendinden biraz genç duran eşi var. kare bir aynanın önüne siyah tel tokalar koymuşlar. kep ve cübbe de aynanın sağ tarafındaki askıda duruyor.kep takarken yardımcı olabilirim isterseniz dedi kadın. hızlıca askıya uzandı. eline iki tane toka aldı. kepi başıma geçirdi....benim gözlerimden yaş mı aktı, gençliğim mi aktı, yoksa çocukluğum mu aktı bilmiyorum. kadın şaşkın, ben mahçup...dışarı çıkıp bi beş dakika hava aldım. ağlamamı yurda kadar ertelemek üzere kalbimin duvarına dayadım. kadıncağız halden anlayan insanmış ki bir bardak çay getirdi bana, bi de sigara uzattı. belsanın ikinci katında, 23 yaşımda çoktan yaşlanmış olduğumu anladım..çay bitince içeri geçtik, cübbeyi de geçirdiler üzerime. tabureye oturdum. kocaman gülümsedim. ben kocaman gülünce gözlerim çizgi gibi oluyor. fotoğrafçı abi uyardı da birazcık gözlerimi açmayı başardım. birkaç poz verdim. sonra aralarından en güzel 2 tanesini seçtim çünkü cebimdeki para anca iki tane tab etttirmeye yetiyordu. heyecanla sordum, ne zaman hazır olur? akşam üzeri uğra dedi adam, gülümsedi kibarca. parayı da verdim, çıktım. dolandım kış günü sokaklarda. cumhuriyet parkından merkez kampüse boş boş yürüdüm birkaç defa. saat 5te dükkanın kapısındaydım. karı koca beni gülerek karşıladı. gel bakalım mühendis hanım dediler. ağzım kulaklarımda tabi benim...4 tane pozu basmışlar. biz de bunları begendik dediler. sana hediyemizdir dediler... galiba iki insana aynı anda bir daha hiç öyle kocaman sarılmadım.halden anlamışlardı. bir yarayı hoş bir anıya çeviriyorlardı...elimde fotoğraflarım, mezun olduğumun esas kanıtı gibiydi, bir madalya taşır gibiydim. elimde madalyamla yurda girdim. kalbimin duvarına dayadığım hüznü koydum önüne. yanına 4 tane kısık gözlü fotoğrafımı dizdim. ağladım ha ağladım. ağladıkça ağladım... belsadaki fotoğrafçı abi ve güzel eşinin adını hatırlayamıyorum ama fotoğrafın kenarında "mega fotoğrafçılık" yazıyor. benim hayatımda mega bir iyiliğin altında da imzaları yatıyor. çünkü sonraları çekildiğim hiç bir fotoğrafta öyle gülemediğimi bugün anladım. 23 yaşım, son güzel çağım olmuş, o çayı ikram ettiginiz yerde zaman durmalıymış...annem ve babam mezuniyet törenime gelmediler. daha doğrusu babam gelmedi, annem de gelemedi. fakat ben onlara mezuniyet resimlerimi getirdim. annem gördüğünde ağladı biraz. babam pek oralı olmadı. ama ben çerçeveletip evin salonuna koydum o resimleri. ben en son gördüğümde de ordalardı. şimdi ardiyede bir kolinin içindelermiş. o fotograflar, kolinin üzerindeki tozuyla bu gece bana geldiler. ve eski güzel anıları tozlu yerlerinde çıkarıp önüme serdiler, bu kelimelere yol verdiler. bu gece, ben ve 23 yaşım sayelerinde yeniden yan yanayız ve hala ve maalesef ve çaresizce yanmaktayız...selam olsun sana 23 yaşım... gülünce kaybolan gözlerini seveyim! selam olsun sana 23 yaşım... aklınla azmini birleştiren ruhunu seveyim! selam olsun sana 23 yaşım... onca imkansızlığı yenen hevesini seveyim! selam olsun sana 23 yaşım... benden ileri, benden onurlu, bende aklı selim hallerini seveyim! gel bul beni 23 yaşım, atayım şu kendimi uçurumdan, gel bul beni, sil baştan yürüyelim!..fotoğraf; bir gönül yarasıdır. kimseler duymasın diye gecelerce boğarsın...
(eflatun gozlerin oldugunu bilmiyordum - 14 Kasım 2016 00:51)
bakmak ve görmek konusunda her zaman zihnimi açmış olan john berger, fotoğrafın zaman ve ışıkla oynanan bir oyun olduğunu söyler. fotoğraf bir seçimin tanığıdır. bu seçim, neyi çekmeyi tercih ettiğimizin değil hangi anda çektiğimizin göstergesidir temelde.muhakkak görmüşsünüzdür, bir insanı ya da doğayı çeken fotoğrafçılar olur. aynı nesneyi çekiyor olsalar da fotoğrafları birbirinden farklıdır. oradaki temel değişken zamandır. an'dır. kadının yüzünden geçen hüzünlü bir bakıştır, aklından geçen hatırlamak istemediği bir anı belki ya da özlem. fotoğraflardaki kadın, aynı kadın olsa da unutmaya çalışan kadın ya da özleyen kadın iki ayrı kare yaratır.ve fotoğraf bir oyundur. bu oyun fotoğrafçı ile dünya arasındaki bağdır, aynı zamanda aralarındaki duvardır da. fotoğrafçı zamanla oynarken zamanın dışında kalmış olur. fotoğrafladığı anın dışına çıkar. o anın duygusuyla arasına makinesini sokar. hüznü, tutkuyu, arzuyu vizörden görür, güvenli bir mesafeden ilişki kurar karşısındaki nesneyle ve duygusuyla.fotoğrafçıların derinlerde bir yerde hayattan korktuğunu düşünürüm, hayata gerçekten yaklaşmak zor geldiği için makineyi bir kalkan gibi kullandıklarını. hayatla meselesi olan herkesin ölümle de bir meselesi vardır elbet. belki de anın dışına çıkarak ve o anları filme hapsederek ölümle bilinçdışında mücadele ediyordur fotoğrafçılar, kimbilir.hayatla ve ölümle herkesin farklı farklı dertleri var muhakkak. ve herkesin kendi derdine bulduğu devalar.kimi anı fotoğrafa hapseder kimi duyguyu yazıyla zapteder; biri insandan kaçar, öteki insana sığınır. hepsi insana dair, hepsi insan için.°yeni yıl notu°zaman dediğimiz şey bu anların bir bütünü, bütünü algılanabilir hâle getirmek için kullandığımız bir kavram. lineer gibi gözüken ama bazen sirküler hissedilen, akışın içinde yaşadığımız ama bazen onun dışında kalmışız hissettiren zaman...bugünün diğer günlerden farkı, bize akışı ve döngüleri hatırlatan günlerden biri olması. dünyanın güneşin çevresinde attığı bir turun bittiğini, zamanın aktığını anımsatıyor. ölümlülüğü ve aynı zamanda yaşadığımızı hatırlatıyor. beklentiler bu yüzden konuşuluyor, listeler bu yüzden yapılıyor işte. bu gün insanlığın atfettiği bir anlam içeriyor, bitişler ve başlangıçlar, alfa ve omega, sonluluk ve sonsuzluk üzerine düşünmek için iyi bir gün, içip eğlenmek ve hayatta oluşumuzu kutlamak için de öyle. hepinize mutlu yıllar diliyorum.
(femme noir - 31 Aralık 2017 14:09)
1984 lü cemal süreyya şiiri:durakta üç kişiadam ,kadın ve çocuk adamın elleri ceplerinde kadın çocuğun ellerini tutmuş adam hüzünlühüzünlü şarkılar gibi hüzünlükadın güzelgüzel anılar gibi güzelçocukgüzel anılar gibi hüzünlühüzünlü şarkılar gibi güzel
(talisman - 2 Şubat 2002 23:21)
Yorum Kaynak Link : fotoğraf