Çıkış Tarihi     : 29 Ekim 2017 Pazar, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Cinayet,Drama,Heyecanlı
Taglar             : Tv mini serisi
Ülke                : Almanya
Yapımcı          :  Aspekt Medienproduktion
Yönetmen       : Randa Chahoud (IMDB)
Senarist          : Andreas Dirr (IMDB),Raid Sabbah (IMDB),Ipek Zübert (IMDB)
Oyuncular      : Sibel Kekilli (IMDB)(ekşi), Yasin Boynuince (IMDB), Tim Seyfi (IMDB)(ekşi), Friedrich Mücke (IMDB), Bjarne Mädel (IMDB), Thorsten Merten (IMDB), Rouven David Israel (IMDB), Hürdem Riethmüller (IMDB), Thomas Niehaus (IMDB), Tauhida Abt El-Latif (IMDB), Yasar Cetin (IMDB), Moritz Leu (IMDB), Christian Wewerka (IMDB), Lennart Lemster (IMDB), Zejhun Demirov (IMDB), Özgür Karadeniz (IMDB), Jan Georg Schütte (IMDB), Danny Thomas (IMDB)

Bruder: Schwarze Macht ' Dizisinin Konusu :
Bruder: Schwarze Macht is a TV mini-series starring Sibel Kekilli, Yasin Boynuince, and Tim Seyfi. Brother: Black power.


  • "(bkz: nachts schlafen die ratten doch)"
  • "ekmegin karneyle satildigi zamanlarin evrensel bir borchert oykusu icin;(bkz: ekmek/#8497283)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    sen.
    makinenin başındaki adam, atölyedeki adam.
    yarın sana yarın su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp
    miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız.
    yarın sana el bombalarını doldurmanı
    ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    fabrika sahibi.
    yarın sana yarın talk pudrası
    ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    laboratuardaki araştırmacı.
    yarın sana eski yaşamı yok edecek
    yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    odasındaki şair.
    yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp
    nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    hastasının başındaki hekim.
    yarın sana cepheye gönderilecekler için
    sağlam raporu yazmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    kürsüdeki rahip.
    yarın sana cinayeti kutsamanı
    ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    gemideki kaptan.
    yarın sana buğday taşımayı bırakıp tank
    ve top taşımanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    havaalanındaki pilot.
    yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden bombalar
    yağdırmanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    dikiş masası başındaki terzi.
    yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    cübbesinin içindeki yargıç.
    yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen.
    tren istasyonundaki.
    yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması için
    sinyal vermeni emrederlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen. köydeki.
    sen. kentteki.
    yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse,
    yapacağın bir tek şey var:

    hayır de!

    sen. normandiya'daki ana,
    ukrayna'daki ana,
    sen san francisco'daki
    ve londra'daki ana.
    sen hoang ho
    ve missisippi kıyılarındaki ana.
    sen, nepal'deki ve hamburg'daki,
    kahire'deki ve oslo'daki ana;
    yeryüzünün dört bir yanındaki analar,
    dünyanın tüm anaları,
    yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak,
    yeni savaşlarda savaşacak çocuklar
    doğurmanızı emrederlerse,
    yapacağınız bir tek şey var:

    hayır de!

    analar,

    hayır de!

    çünkü hayır demezseniz analar,
    eğer hayır demezseniz,
    işte o zaman,

    pus çökmüş,
    gürültülü liman kentlerinde
    iniltiler çıkaran koca gemiler
    suskunluğa bürünecekler
    ve su almış dev mamut kadavraları gibi,
    rıhtımların yosun ve midye bağlamış,
    ölgün, ıssız duvarları önünde
    miskin miskin yalpalayacaklar;
    daha önce ışıltılar saçan
    o görkemli gövdelerden,
    bir balık mezarlığı gibi,
    çürük,
    sayrı,
    ölü
    kokular yayılacak...

    tramvaylar,
    iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi
    eğrilip bükülecekler
    ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı,
    yitik sokaklardaki damları delik deşik
    barakaların ardında,
    teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin
    yanı başında,
    patlamış taç yaprakları gibi
    öylece uzanacaklar...

    çamur rengi,
    ağır, kurşun gibi
    bir sessizlik
    ortalıkta kol gezecek;
    tüm oburluğuyla
    büyüyerek,
    okullara, üniversitelere,
    tiyatrolara, spor alanlarına,
    çocuk bahçelerine
    ürkünç, açgözlü
    ve önlenemez
    bir biçimde
    çöreklenecek...

    bunların hepsi olacak...
    altın sarısı, sulu üzümler
    bakımsız yamaçlarda çürüyecek,
    pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak,
    patatesler sürülmüş tarlalarda donacak,
    ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları
    ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi
    göğe dikilecek....

    enstitülerde,
    büyük hekimlerin
    dahice buluşları
    çürüyüp küf tutacak....

    son un çuvalları,
    son çilek reçeli kavanozları,
    balkabakları ve vişne suları
    mutfaklarda, odalarda, kilerlerde,
    soğuk hava depolarında
    ve ambarlarda
    bozulup heba olacak;
    devrilmiş masaların altındaki,
    paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak,
    erimiş tereyağlar arap sabunu gibi kokacak;
    tarlalardaki ekinler,
    paslanmış sabanların yanı başında
    bozguna uğramış bir ordu gibi
    boyunlarını bükecekler;
    fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları
    un ufak olacak....

    sonra,
    deşilmiş bağırsakları
    ve zehirlenmiş ciğerleriyle
    son insan,
    ışıldayan güneşin
    ve yanıp sönen takımyıldızların altında
    bir başına dolanıp duracak;
    bir deri bir kemik kalmış,
    çılgına dönmüş son insan
    uçsuz bucaksız mezarlar,
    dev beton blokların
    soğuk putları
    ve ıssız kentler arasında
    yalnız başına
    bir küfür gibi
    dolanırken
    şu
    korkunç soruyu
    soracak:

    neden ?

    ve bu soru bozkırlarda
    hiç duyulmadan yitip gidecek,
    yıkıntılar arasında sürüklenip
    kiliselerin molozları
    arasında yok olacak,
    girilmez yeraltı sığınaklarına çarpıp
    parçalanacak.
    son hayvan-insanın
    son hayvansı çığlığı
    hiç duyulmadan,
    hiç yanıtlanmadan
    kan göllerinde
    boğulacak....

    bunların hepsi olacak,

    yarın,

    belki bu gece,

    eğer...

    eğer...

    eğer...

    hayır

    demezseniz

    !

    *celal üster’in çevirisiyle;
    yıldırım türker’in 02.03.2008 tarihli radikal iki’deki yazısından alınmıştır.


    (cekambiyarim - 5 Mayıs 2008 14:24)

  • comment image

    insan oluşun en kırgın ifadelerinin sahiplerinden. kısa öyküler. kısa cümleler. kezzaptan inşa edilmiş gibi yakıcı.
    savaşla kucaklaşan ve insan denenin cinnetine şahit bir vicdan.
    cem yavuz, siyah kalem köşesinde vedasını son kalem ismiyle sonlandırırken, necatigil çevirisiyle mühürlemişti gidişini.
    tanımış ve sade olanın gücüyle irkilmiştim.
    başını okumadan daha bir vurucu duruyor "düşlerde fener olsam" şiiri.

    " daracık bir sokağa
    assalar beni
    teneke, kırmızı bir fener
    bir meyhane önünde
    dalgın düşüncelerle
    tempo tutup şarkılara
    sallansam."

    ölümüne sebep insansızlığın utanç duvarına asılası anısıyla.


    (ceng - 23 Mart 2009 19:54)

  • comment image

    2. dünya savaşı sırısnda alman ordusuna alınmış ancak savaş karşıtı düşünceleri nedeniyle hapsedilmiştir. zorlu hapis günlerinde ciğerleriyle ilgili sağlık problemleri başgöstermiş, henüz 26 yaşında isviçre'de hayatını kaybetmiştir. kısa hikayeleri, oyunları, hayata naif bakışı ile hala nedenini anlamadığım bir şekilde beni etkilemiştir. adını söylemek bile hoşuma gider.


    (dikakana bey - 9 Aralık 2002 05:40)

  • comment image

    ünlü oyunu "kapıların dışında"nın ilk oynanışından bir gün önce ölmüş deniz feneri.

    "düşlerde fener olmak

    ben ölünce,
    hiç değilse
    bir fener olsam;
    kapında dursam,
    soluk donuk geceyi
    aydınlığa boğsam

    veya limanda
    gemilerin uyuduğu zamanda,
    gülüşürken kızlar,
    uyumasam;
    dar kirli bir kanalda
    bir yalnıza göz kırpsam.

    daracık bir sokağa
    assalar beni:
    tenekeden, kırmızı bir fener
    bir meyhane önünde -
    dalgın düşüncelerde
    tempo tutup şarkılara
    sallansam

    ya da şöyle bir fener:
    gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı,
    duyup da korkunca çevresinde yalnızlığı;
    dışarda camlarda
    fırtınanın ıslığı,
    kabuslar, görüntüler, cinler.

    evet hiç değilse
    ben ölünce
    bir fener olsam;
    tek başıma geceleri,
    uykulardayken dünya,
    gökte ayla senli benli
    sohbete dalsam."

    behçet necatigil çevirisiyle deniz feneri, wolfgang borchert


    (tott le ben wskg - 3 Ekim 2010 18:32)

  • comment image

    "ich möhte leuchtturm sein
    in nacht und wind -
    für dorsch und stint,
    für jedes boot
    und bin doch selbst
    ein schiff in not!"

    wolfgang borchert

    "deniz feneri olsaydım
    gecede, fırtınada
    ışıktım balıklara
    vapurlara, kayıklara-
    ne yazık ki ben kendim
    batmak üzre bir gemiyim!"

    (çeviri: behçet necatigil)


    (tott le ben wskg - 3 Ekim 2010 18:38)

  • comment image

    devletiniz emrediyor size: "al şu silahı.."vatan"ın için savaşacaksın, yeni topraklar gerek bize.." sizin ise hayalleriniz var..elinize bir "tüfek" değil, bir kalem alıp "yaratmak" istiyorsunuz..evet farkındasınız herşeyin. öyküler, romanlar , şiirler yazarak dünyayı değiştiremezsiniz..belki birkaç körpe beyindeki örümcek ağlarını temizleyebilirsiniz böyle..ama hayır dünya değişmeyecektir..dünyada düşmana hala inadına "siyah" diyen ve kendini toz konmamış beyazlar olarak gören ama hiçbir zaman "hepimiz insanız kardeşiz!" demeyi öğrenememiş gelişmemiş beyinler yaşayacaktır ve ne yazık ki daha kalabalıktırlar wolfgang borchert..bu kalabalıklar "önderler" yaratıp, "komunistler" deyip seni rusya'nın kışına gönderebilirler.. ama senin aklın hep kendi doğrularında, ve bedenin bir cepheden ötekine sürüklenirken kendi doğrundan hiç taviz vermeyeceksin..20 yaşında bir askersin savaşın ortasında elinde kalem bir şeyler karalıyorsun..ve ödemen gereken bedeller var..nürnberg'te "8" ay hapis..berlin'de "6" ay..20 yaşında "idam" mahkumu ve altı hafta ölümü bekliyor ve affediliyorsun..ve bütün bunlar bir savaştan daha fazlası..senin savaşın kalabalıklarla..tüketiyorlar seni..26 yaşında isviçre'de bir senatoryumda gözlerini kapıyorsun..yorgunsun..son noktanı koyuyor ve bitiriyorsun en büyük öykünü: yaşamını.

    bak ne diyor senin öykülerinin ardından heinrich böll:
    "...o sıralar yirmi yaşındaki asker borchert'in mektupları devletin güvenliğini sarsıcı nitelikte görülmüş, bu yüzden yazarı ölüme mahkum edilmiş, ama altı hafta kadar bir hücrede bekletildikten sonra hayatı bağışlanmıştır. yirmi yaşında olmak, altı hafta bir hücrede pineklemek ve öleceğini, hitler'le ve savaşla ilgili düşüncelerini açığa vurduğu birkaç mektup yüzünden öleceğini bilmek! kitabı eline alan yirmi yaşındakiler, insana kendi fikirlerinin ne denli pahalıya patlayabileceğini, karşılığında ödemesi gereken bedelin ne denli yüksek olabileceğini göreceklerdir."


    (dubliner - 23 Temmuz 2004 18:24)

  • comment image

    antimilitarist alman yazar."dışarıda,kapının önünde" adlı oyunu müthiştir.savaştan dönen bir askeri anlatır."...artık hiç bir şey eskisi gibi değildir"i mükemmel kurgu ve anlatımla aktarır.hem gerçek hem allegorik karakterleri çok iyi içi içe geçirmiştir.


    (tabularasa - 25 Eylül 2001 15:47)

  • comment image

    bovling oyunu

    biz bowling oyuncuları
    ama toplar da biziz
    devrilen kukalar da
    ve gümbür gümbür öten
    oyun yeri, yüreklerimiz.

    iki adam bir çukur açmıştı yere. pek geniş ve neredeyse rahat bir çukurdu. bir mezar gibi. tahammül edilebiliyordu. önlerinde bir tüfek vardı. biri bulmuştu tüfeği insanlara ateş edilebilsin diye. çoğunlukla hiç tanınmazdı insanlar. dilleri bile bilinmezdi. ve kimseye de bir kötülük yapmamışlardı. ama işte tüfekle üzerlerine ateş etmek gerekiyordu. öyle buyurmuştu biri. ve biri de onların pek çoğu öldürülsün diye tüfeğin dakikada altmıştan çok atış yapmasını sağlamıştı. ve karşılığında ödül verilmişti ona.

    iki adamın az ilerinsinde bir çukur daha vardı. derken bir baş uzandı bu çukurdan. bir insan başı. bir burnu vardı başın, lavantayı koklayabilirdi. gözleri vardı, bir kenti ya da bir çiçeği görebilirdi. ve bir ağzı, ekmek yiyebilir, şnga ya da anne diyebilirdi. kendilerine tüfek verilmiş iki adam başı gördüler. ateş et, dedi biri. öteki ateş etti. bunun üzerine darmadağın oldu baş. artık lavantayı koklayamazdı, artık bir kenti göremez ve inga diyemezdi. asla diyemezdi artık.

    iki adam aylardan beri çukurdaydı. çok baş dağatmışlardı. ve hep de hiç tanımadıkları insanların başı. onlara kötülük yapmamamış insanların ve dillerini bile bilmedikleri insanların. ama biri bulmuştu işte dakikada altmıştan çok atış yapan tüfeği. ve biri de ateş etmelerini buyurmuştu. giderek iki adamın dağıttığı başlar bir çoğalmıştı ki, üst üste konsalar büyük bir tepe oluşturabilirlerdi. ve iki adam uyur uyumaz yuvarlanmaya başlıyordu başlar. bir bowling oyunundaki gibi. hafifçe gümbürdeyerek. ve gümbürtüye uyanıyordu iki adam.

    ama öyle buyurdular, diye fısıldıyordu biri.
    ama yapan biziz, diye sesini yükseltiyordu öteki.
    ama korkunçtu, diye göğüs geçiriyor biri.
    ama bazen de eğlenceli, diye gülüyordu öteki.
    hayır, diye haykırıyordu fısıldayanı.
    evet, diye fısıldıyordu öteki. bazen de eğlenceliydi. onun için değil mi zaten. bayağı eğlenceli.

    saatlerce oturuyorlardı geceleri. uyumuyorlardı. derken biri söze başlıyordu:
    ama tanrı böyle yaratmış bizi.
    ama tanrı'nın bir özrü var, diyordu öteki. tanrı yoktur.
    tanrı yok mu, diye soruyordu birinci.
    bu onun tek özrü, diye yanıtlıyordu ikincisi.
    ama biz; biz varız, diye fısıldıyordu birincisi.
    evet, biz varız, diye fısıldıyordu öteki.

    pek çok baş dağıtmaları buyurulmuş iki adam uyumuyordu geceleri. başlar hafifçe gümbürdüyordu da. derken söze başlıyordu biri: artık kurtuluş yok. evet, diyordu öteki, yok. derken bir ses duyuluyordu: hazır olun. başlıyor. iki adam kalkıyor ve tüfeği sarılıyordu. ve ne zaman bir insan görseler ateş ediyorlardı. hep de hiç tanımadıkları bir insan oluyordu bu. kendilerine bir kötülük yapmamış bir insan. ama ateş ediyorlardı. bunun için tüfeği bulmuştu biri. ve karşılığında ona ödül verilmişti. ve biri; biri de öyle buyurmuştu.


    (still nobody knows - 8 Kasım 2005 06:11)

Yorum Kaynak Link : wolfgang borchert