• "üzerinden geçen "45" yila ragmen bazi seylerin hic degismedigini gosteren, mutlaka izlenmesi gereken film."
  • "27 ekim'de çıkacaktır."
  • "pink martini'den yine baya baya güzel bir albüm. but now i'm back'i özellikle beğendim."
  • "albümle aynı adı taşıyan splendor in the grass'ın içine çaykovski'nin 1. piyano konçertosunun temasını da sıkıştırıvermişlerdir, yakışmış bence."
  • "yeni bir yazar. hoşgelmiş."
  • "1 aydan kısa bir süre sonra yeni aldığı ehliyetiyle direksiyonu tersten tutacak kendileri. (bkz: london calling)"
  • "her zaman ama özellikle de saçmalamak istediğimde yanımda olması gereken insan. (bkz: özlemek)"
  • "uzaklara, çok uzaklara giden ve bir daha gelmeyecek sevdikleri hatırlatan şarkı*"




Facebook Yorumları
  • comment image

    üzerinden geçen "45" yila ragmen bazi seylerin hic degismedigini gosteren, mutlaka izlenmesi gereken film.


    (bigidi - 18 Ocak 2007 10:00)

  • comment image

    amerikan taşrasında geçmesine rağmen sanki dünyanın herhangibir yerinde ve herhangi bir zamanında da geçebilecekmiş hissi uyandıran evrenselleşmiş konusuyla-ki aşk diyorlar- mükemmel bir elia kazan filmidir.herkesin bildiği ama üzerinde pek durmadığı ayrıntılarla yüklüdür ve sonu insanın içinde naif bir iç burkuntusu yapar.


    (galip - 9 Kasım 2007 06:02)

  • comment image

    yine düşmesi gereken yerlere erkenden düşmüş pink martini albümü. 14 şarkıdan oluşuyor:

    1. ninna nanna
    2. ohayoo ohio
    3. splendor in the grass
    4. ou est ma tete?
    5. and then you're gone
    6. but now i'm back
    7. sunday table
    8. over the valley
    9. tuca tuca
    10. bitty boppy betty
    11. sing
    12. piensa en mi
    13. new amsterdam
    14. ninna nanna (reprise)

    ninna nanna tam tangoluk olmuş bu arada...


    (kays el mecnun - 13 Ekim 2009 11:31)

  • comment image

    sozleri soyledir:

    i can see you're thinking baby
    i've been thinking too
    about the way we used to be
    and how to star a new

    maybe i'm a hopeless dreamer
    maybe i've got it wrong
    but i'm going where the grass is green
    if you like to come along

    back when i was starting out
    i always wanted more
    but every time i got it
    i still felt just like before

    fortune is a fickle friend
    i'm tired of chasing fate
    and when i look into your eyes
    i know you feel the same

    all these years of living large
    are starting to do a sin
    i wont say it wasn't fun
    but now it has to end

    life is moving oh so fast
    i think we should take it slow
    rest our heads upon the grass
    and listen to it grow

    going where the hills are green
    and the cars are few and far
    days are full of splendor
    and at night you can see the stars


    (aportionofme - 7 Aralık 2009 06:49)

  • comment image

    life is moving oh so fast
    i think we should take it slow
    rest our heads upon the grass
    and listen to it grow

    dizeleriyle beni benden alıp, uzak diyarlara götüren muhteşem şarkı. içimi derin bir huzur kaplıyor dinledikçe. kusursuz...


    (confusedcat - 14 Temmuz 2010 11:44)

  • comment image

    1961 yapimi bir elia kazan filmi. basrollerinde genc natalie wood ve genc warren beatty olan, askin insanin akil sagligi uzerindeki zararlarina dair bir film. deanie ve bud birbirlerine cok asiktirlar; ancak arada bud'in kansas'in en zengin adami olan babasi ve toplumsal baskilar gibi bir takim engeller vardir. sonunda olan guzelim natalie'ye olur; beyaz elbisesi icinde ask acisi ceken en guzel kadinlardan biri olur.
    (bkz: askin akil sagligina zararlari)


    (watcher - 27 Şubat 2003 17:09)

  • comment image

    gelmiş geçmiş en güzel grup pink martini'nin en iyi şarkısı. sözleri, müziği, araya sıkıştırıverdikleri çaykovski konçertosu her şeyiyle mükemmel. cidden modern dünyadan uzaklaşıp, uzanıp çimlerini büyüdüğünü dinleme isteği uyandırıyor. grubun hayal ettiği dünyayla çok uyumlu. çok güzel. huzurlu. hiç bitmesin istenen şarkılardan.

    datça aktur'da çimlere uzanıp günbatımını izlemek istiyorum bu şarkı eşliğinde.


    (sayid jarrah - 21 Mart 2012 03:36)

  • comment image

    an itibariyle elia kazan'ın en iyi filmi ilan etmek istiyorum şu filmi. başyapıt. hakkında ne kadar şey yazılsa, ne kadar şey söylense azdır. on the waterfront, a streetcar named desire, panic in the streets gibi güzel ve kaliteli filmleri mevcut usta yönetmen kazan'ın. her birisi de ayrı etkileyicidir. ama beni en çok etkileyen bu film oldu. genç warren beatty ile güzeller güzeli natalie wood filmin başrollerini üstlenirler. film aşkından manyaklaşan bir kızı ve ona aşık olan ama pek de cesur olmayan bir adamı merkeze koyar ve onların yürek burkan, duygusalsanız mendil ıslatan hikayelerini anlatır. sadece bir aşk filmi değil bu. dönemin aile kurumunun, muhafazakarlığın bir özeti de çıkarılır başarıyla. izlendikten sonra "aradan geçen 60 senede abd değişmiş olabilir ama kesinlikle türkiye'nin durumu bu filmde anlatılan dönemden daha berbattır" dememek için muhafazakar olmak gerek.

    biraz özet geçelim filmi merak edenler için. wilma lisede okuyan, pek de zengin olmayan genç bir kız. her aile gibi onun da ailesi fazlasıyla muhafazakar. ama diğer kızların aksine wilma ailesini utandırmayı hiç düşünmez, bu yüzden hal ve hareketlerine hep önem verir. sokakta öpüşmez, iffetine leke sürdürtmez. wilma zengin bir babaya sahip olan, haliyle zengin olan, aynı zamanda yakışıklı bud'a deliler gibi aşıktır. gözü ondan başkasını görmez. bud da wilma'ya aşık ama gelin görün ki bud aşktan fazlasını, seksi istemektedir. gençtir, kanı deli akmaktadır ve wilma'yı çokça arzulamaktadır. fakat wilma "evlenmeden olmaz" görüşündedir (aslında o da istemektedir ama ailenin baskısı bakireliğini koruması yönünde olduğu için bud'la birlikte olamamaktadır). bir gün bud, wilma'yı terk eder ve wilma mecnun'a döner.

    evet. bizim leyla ile mecnun'a biraz benziyor bu hikaye. film boyunca ailelerin evlatları üzerindeki tahakkümlerine değinilir. aile baskısının ve toplum baskısının nasıl bir şey olduğunu biliyoruz tabi ki. kazan da bildiklerimizi çarpıcı bir şekilde bizlere gösteriyor. bud ziraat okumayı arzularken babası onu yale'e göndermek ister. wilma ile hemen evlenmek isterken babası "başkalarıyla da takıl" diyerek onu kızdan uzaklaştırmaya çalışır. bud babasının gölgesinde kalmış, ona hiçbir zaman isyan edememiş, kendi kararları alabilecek yetenekten yoksun olan gençlerden birisi. kız kardeşi de bu baskı yüzünden en sonunda kafayı yemiş birisi olarak karşımıza çıkar (iffet iffet diye diye kız yoldan çıkar, ailenin zararları). wilma'nın ailesi de aynı derecede sorunlu. birazcık zenginleştikten sonra kızlarının durumunun hiç de iyi olmadığını fark ederler ama paraya kıymamak için bir müdahalede bulunmazlar. ta ki wilma kafayı iyice kırana kadar. tabi wilma'nın aşkından deli divane olması, bud'ın kendisini terk etmesine dayanamaması sonrasında annenin ağzından çıkan iki cümle oldukça önemli: "o çocukla şey yapmadın değil mi? bozuk değilsin, değil mi?" kocasına ise "doktora götürüp bakire olup olmadığına baktıralım" der. kız kafayı kırmış, giderek kötüleşmekte anne-baba "bakire misin?" diye soruyorlar. bu kafadaki insanlarla dolu olan türkiye'yi gel de anma (seks yaptı diye kafasına sıkılanlar, bakire değil diye evliliğin ilk sabahında babasına postalananlar vs).

    aile kurumu, dönemin muhafazakarlığı ve ekonomik kriz etkileyici bir şekilde işleniyor filmde. tabi aşk hikayesi de bir hayli etkileyici. izlenmeli...

    edit: west side story, the hustler, judgment of nuremberg, breakfast at tiffany's, la dolce vita, one-eyed jacks, one two three, the children's hour, yojinbo, through a glass darkly winter light the silence gibi başyapıtlarla aynı senede gösterime girdiğinden görmezden gelindiğini de belirtmek gerek.


    (sherlock holmes 90 - 14 Şubat 2013 03:29)

  • comment image

    "otların görkemli
    çiçeklerin mağrur olduğu günler geçti artık
    yas tutmak yok
    şimdi sadece anılarımızla yaşıyoruz"

    ben böyle hatırladım hep. aslı böyle değil; benzer ama değilmiş.
    unutmamak için yıllarca kafamda tekrarladım, ama başka kelimeler başka anlamlar yükleyerek. çok zaman sonra şiirin aslına, filmler ve kaynaklarına ulaşım kolaylaştığındaysa filmin kendisine ulaştım.yeri geldiğinde yeniden izlemek için bekledim; o gün bu günmüş.

    film çok eski, zaten bende eskiyim, şiir hepimizden eski...
    bu filmi izlediğimde deanie'nin yaşındaydım. onun kadar genç, hayalci, romantik, sade, hep potansiyel aşık.ve tabi ki kırılgan.
    tek kanalın olduğu zamanlardı, tv den izlemiştim"gençlik çağı". - böyle çevrilmişti türkçeye-

    kendime bi söz vermiştim o zaman:
    "bir gün birisine gerçekten aşık olursam ve onu kaybedersem ne zaman olursa olsun, yeni bir başlangıç yapmadan önce ona gideceğim ve sadece gözlerine bakacağım 'geçti mi?' diye".

    film, bir gençlik aşkını anlatır.dönem, ortam, şartlar, koşullar tarafından belirlenen bir aşk hikayesin hüzünlü yolculuğunu.
    elbette cinderella'nın masalı değildir; sonunda da onun gibi muradlarına eremezler, ama bir şeyi öğrenirler; acı, büyümenin bir parçasıdır...
    onlar birbirlerini hep sevdiler mi bilmiyorum? kimse geride kalanların nereye gittiğini bilmez.

    hayatımızda ne olursa olsun, nereye gidersek gidelim, üstünü neyle örtersek örtelim hep içimizde kalan, kendimize sakladıklarımız vardır. kaçarak, gizlenerek, saklanarak, görmemeye, görünmemeye çalışarak yok saydıklarımız; yok ettiğimizi sandıklarımız.
    bir acıdan kaçıp diğerine yakalanırız....sonra bir başkasına... acılar kaybolmaz; biz onlara arkamızı döneriz.
    gitmesi, bitmesi için uğraştığımız her şey ayaklarımıza dolanır. artık bitmesini ve ardımızda kalmasını istediğimiz ne varsa önce onunla yüz yüze gelip ona bakmak dokunmak gerekir mi? geçmişe, acılarına, pişmanlıklarına... unutmaya çalışırken,unuttuğumuz bir şey vardır; sevdiklerimizden kaçarken kendi gözlerimizden kaçarız. başka şansımız yoktur. oysa bakabilsek, aynı şeyi görmeyeceğiz... kimbilir?

    hala seviyor olduğunuzun gözlerine bakarak gidebilmek kolay değildir.
    elbette korkarız...herkes korkar. heyecandan diliniz damağımız kurur, dizlerimiz titrer.
    kim acısına dokunabilir ki? kim onu sevebilir? kim ona bakabilir?
    bunu sadece cesur olmak zorunda olmadığını kabul edenler yapabilir;çünkü, artık kaybedecek bir şeyleri kalmamıştır.
    bense hep cesur olmak zorundaydım.

    bi de kolayca "geçti" diyenler vardır. onlar bir başka filmin konusudur.
    sıradaki parça da onlara gitsin:

    "though nothing can bring back the hour
    of splendor in the grass, or glory in the
    flower; we will grieve not, rather find
    strength in what remains behind."
    -william wordsworth-


    (inthedwarf - 31 Mart 2015 00:29)

  • comment image

    ah 60lar ve sarı hırkalı kızların beyaz telefonlardaki flörtleri .. wordsworth daha önceydi

    what though the radiance which was once so bright

    be now for ever taken from my sight,

    though nothing can bring back the hour

    of splendor in the grass, of glory in the flower

    we will grieve not, rather find

    strength in what remains behind;

    in the primal sympathy

    which having been must ever be;

    in the soothing thoughts that spring

    out of human suffering;

    in the faith that looks through death,

    in years that bring the philosophic mind


    (jackiebagaj - 16 Şubat 2006 22:12)

Yorum Kaynak Link : splendor in the grass