Goya's Ghosts (~ Goya'nin Hayaletleri) ' Filminin Konusu : 1792 İspanya... Katolik Kilisesi’nin en güçlü olduğu dönem... Goya (Stellan Skarsgrad), ülkenin en ünlü ressamıdır. Goya’nın genç ve güzel ilham perisi Ines’in (Natalie Portman) Engizisyon Mahkemesi’nin arkasındaki güçlü bir rahip tarafından, toplumsal değerlere aykırı davranış ile suçlanması büyük bir skandal yaratır. Güzel model Ines haksız yere Engizisyon mahkemesi tarafından mahkum edilip işkence görünce, Goya’nın eski dostu rahip Lorenzo (Javier Bardem) ile olan dostluğu sınanır. Goya, Lorenzo’ya Ines’in hayatının bağışlanması için yalvarır. Fakat Lorenzo gücün peşindedir ve Engizisyon’un arkasındaki asıl güçlerin başıdır. Ines hapse atılır, işkence görür ve ölüme terk edilir. 20 yıla yakın bir süre geçer. Goya, yaratıcılığının doruğuna ulaşmıştır ama artık sağırdır ve akıl sağlığı yerinde değildir. Goya, Ines ve Lorenzo tekrar bir araya gelir ve yıllarca saklanan sırlar ortaya çıkar.
Taking Off(1971)(7,4-3381)
Ragtime(1981)(7,3-7735)
Valmont(1989)(7,0-11683)
Dobre placená procházka(2009)(6,7-78)
çekimleri eylül 2006'da tamamlanan milos forman filmi. ünlü ressam francisco goya'nın gözünden engizisyon ispanyası'nı eleştiren çek yönetmen, çekimlerin çoğunu madrid'de gerçekleştirmiş. goya rolü için danimarkalı oyuncu stellan skarsgard seçilirken, ressamın ilham perisi olarak da natalie portman ablamız boy göstermiş -hem de ne göstermek, zira şu sıra kendisi filmdeki çıplak sahneleriyle gündemde. lâkin filmde bendenizi çıplak portman'dan çok daha fazla cezbeden bir şey var ki, o da keşiş rolünde izleyeceğimiz javier bardem ekselansları*edit: stellan skarsgard danimarkalı değil, isveçli bir oyuncuymuş. mallard yine götünden uydurmuş*
(gosalyn mallard - 13 Ekim 2006 21:20)
bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? amadeus güzeldi, ama milos forman yine aynı renkleri aynı sokakları, aynı meyhaneyi, aynı insanları çekmiş ama bu sefer konu yok; ne goya, ne ispanya, ne devrim, ne de alicia - ines arasındaki yalan rüzgarı vari karşılaşamama... oldu mu be şimdi? (olmadı)
(peynir - 2 Mayıs 2007 01:25)
--- spoiler ---bu filmde bu aralar izlediğim diğer filmler gibi rahatsız. yada ben cok hassas olmaya basladım. neyse konuya gelirsek keşişimiz ilk zoru gorunce kendine manyunların orosbu cocuğu diyebilirken fransada aydınlanması ertesinde tekrar olumle karsı karsıya kalır ve kendisine verilecek olası olum cezasından tek kurtulus yolu aydınlanmaya ve fransız ihtilaine sovup tovbe etmesidir ancak adam bu defa kabul etmez tovbe etmeyi. burda inceden bi aydınlanmacılık gorulurken sanki agzına sıcılan engizisyon rahibi de keşişe yasam hakkı sunarken senaristler biraz cekinmiş gibi zira aynı engizisyon rahibimiz daha once sorgu sonucuna ancak klise itiraz edebilir demişti.bu arada (bkz: manyunların orosbu cocuğu)--- spoiler ---
(hellcaraxe - 15 Mayıs 2007 22:02)
fragman burada:http://www.apple.com/…lers/independent/goyasghosts/
(anoktale - 13 Ağustos 2007 07:34)
orjinal adiyla: los fantasmas de goya...film goya´nin filmi degil. goya´da ana kahraman degil zaten. film tabiri caizse; olay filmi... belli bir zamanda olan olaylar, tarih desem tam tarih degil, ask filmi degil, sanat var, dram var , kadin var, goya´dan cok kilise var, lorenzo var...goya´nin sehrinde yasamaya baslamisken, evin 10 dakka otesinde ici goya´nin resimleriyle dolu kilise varken, nasil ilham aldigi batiyor insanin icine...bir baba. kizinin kurtulmasi icin, bir ressama yalvariyor ve hayalet seklinde resim oluyor o yalvaris, engizisyon seytan oluyor, resimler ses cikariyor...savas, can ses goyaýi sagir ediyor ve olum dongusu tarih olup donemi anlatiyor...resimler ses cikariyor, goya bir tek onlari duyuyor. goa´nin ilhami, ne yasaniyorsa o oluyor, bir kadin yuzu melek oluyor, geliyor kilisenin tepesine konuveriyor.sonra bir kadin anlatiliyor. kadinla birlikte acinin neleri soyletecegi var, aci ceken insan neleri kabul ediyor. melek figuru olmus kadin nasil neyi ask saniyor, nasil caresiz kaliyor cocugu olunca, her seyi nasil hice sayiyor, deliriyor, el opuyor sirf cocugu icin... din nasil sekil verir topluma, olum nedir, caresizlik nedir, devlet duzeni nedir, toplum nedir cok guzel anlatmis bir film.
(coquille - 19 Ağustos 2007 14:13)
çok uzun zamandır ilk kez sinemaya gitmek için heveslenmemi sağlamış film. natalie portman zaten müthiş de bir de javier bardem var kardeşim salt onu izlemek için bile gidilir. 14 eylül'ü iple çekiyorum.
(saryade - 6 Eylül 2007 12:45)
ispanyolca olsa mükemmel olacak bir film, eh kusur olarak da bir o kalsın.
(guardian of the sky - 16 Eylül 2007 14:00)
film hakkında soylenecek iki sey var : - gercekten cok iyi bir film.- (bkz: etme bulma dunyası)
(mightypirate - 16 Eylül 2007 17:09)
son zamanlarda izlediğim en başarılı ve etkileyici film.--- spoiler ---olaylar 1700’lerin sonu 1800’lerin başında madrid’de geçiyor. filmin ana karakteri adı nedeniyle goya gibi görünse bile yönetmenin derdi goya değil goya’dan hareketle o dönemde olup biteni, engizisyonun insanlara neler çektirdiğini ve engizisyonunun gücünü arkasına alan bir adamın iktidar tutkusunu anlatmak. bu açıdan filmin esas karakteri kesinlikle rahip lorenzo. bu adamın iki yüzlülüğü, acımasızlığı, elindeki güçü kaybetmemek için ustaca yalan söyleyebilmesi, her devrin adamı olması vurgulanıyor aslında. bu öyle bir karakter ki filmi izlerken insan gerçekten de kötü olduğuna inanıyor, adama karşı en küçük bir sempati duymak bile imkansız hale geliyor. bu kadar iyi bir kötü adam olduğu için javier bardem’ i alnından öpmek, ödüllere boğmak lazım bana kalırsa. natalie portman ve stellan skarsgard da oldukça başarılı ama javier bardem açık ara önde.filmi izlerken ispanyol engizisyonu’nun denildiği kadar olduğunu anlıyoruz. gerçekten de acımasızca ve keyfi hareket eden bu kuruma nasıl holy office denildiğine şaşırıyor insan. bir insanı sırf domuz eti yemedi diye yahudi adetlerini uygulamak iddiasıyla hapse tıkmanın, binbir işkenceden geçirmenin ve 15 yıl boyunca gün yüzü göstermemenin hiçbir kutsal tarafı yok tabi ki. asıl mevzu iktidar, zaten filmin anlatmak istediği de bu iktidar mücadelesinin insanların hayatlarını nasıl heder ettiğini göstermek bence. milleti tir tir titreten engizisyon napolyon’un ispanya’yı işgaliyle darmadağın oluyor. ispanya’ya özgürlük getirmek vaadiyle yola çıkan napolyon’un da getirdiği şeyin kan ve ölümden başka birşey olmadığı anlaşılıyor. yönetmen günümüzde de özgürlük ve demokrasi parolasıyla yola çıkanlara güzel bir ayar veriyor burada. bu açıdan dikkat çekici bir ayrıntı napolyon’un kardeşinin ispanya’da kraliyet’e ait resimler arasından istediklerini seçip paris’e gönderdiği sahneydi. saddam’ın saraylarındaki milyonlarca dolarlık tabloların kaçakçıların eline geçtiği, batılı zenginlere el atından satıldığı haberlerini hatırlattı bana ister istemez.filmi izlerken engizisyon ilettinden neredeyse yüzyıllarca çekmiş avrupa’nın şimdiki haline nasıl geldiğine hayret ediyor insan. çok da değil 200 yıl önce insanların işerken çüklerini elleriyle kapatmalarının tüm ömürlerine mal olduğu ülkelerin şimdilerde nasıl özgürlüklerin beşiği haline geldiği ilginç gerçekten de. avrupa’da bu kadar dibe vurduktan sonra böyle kazanımlar elde edilirken sıra bize geldiğinde tam tersi bir durum geçerli. osmanlı döneminde gayrımüslimlere görece toleranslı davranılırken şimdilerde ermeni diye, katolik diye birilerini öldüren bir ülke haline gelmemizi nasıl açıklamalı? herkes gider mersine biz gideriz tersine desek bu işin içinden çıkabilir miyiz? sanmıyorum.filme geri dönersek ines’in babasının rahip lorenzo’yu sorguya aldığı sahneye bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. çok etkileyiciydi, rahip lorenzo’nun yüzü görülmeye değerdi.son olarak bu filmdeki lorenzo ile amadeus’daki salieri arasındaki paralellik de gözden kaçacak gibi değildi. milos forman hastalıklı, konumunu kaybetmemek adına herşeyi göze alan, düşmanına dost gibi yaklaşıp kaleyi içten çökertmeye çalışan ihtiraslı karakterler konusunda maharetli bir yönetmen. burada da lorenzo’yu oya gibi işlemiş.--- spoiler ---uzun lafın kısası kaçırmayın, izleyin, izletin derim, naçizane.
(empas kumpas - 18 Eylül 2007 11:03)
öncelikle; genellikle insanlara film tavsiye etmekten imtina eden biri olarak rahatlıkla izlenmesi gereken bir film olduğunu söyleyebilirim.resim sanatı* ile bağım van gogh'un kulağını kesen biri olduğunu bilmek olduğundan sıkıcı bir iki saat geçireceğim endişesiyle filme gitmiş bulundum. ancak sanat ateşi mi yaktı beni bilmem ama filmi başından sonuna kadar gerçekten başarılı buldum.--- spoiler ---javier bardem papaz lorenzo'nun da kıvrak dünya görüşünü -ki buna rağmen içinde küçük de olsa insanlık kırıntıları olmasını-, papazın o içten pazarlıklı tavrını, bağnazlığın göreceliliğini çok güzel yansıtmış helal olsun. natalie kız zaten elimizde büyüdü o da çok tatlı tamam ama ben bir de goya'ya hayat veren stellan skarsgard'a bayıldım. korkusuyla, heyecenıyla, kurnazlığıyla ve sağırlığıyla çok sevdim ben bu adamı yani.filmde özgürlük ve işgal kavramlarının birbirinin içine girdiği, işkence ayıbının hala süpergüçlü bir politikadan destek alarak uygulandığı bir dünyaya da alttan alttan verilen mesaj da gerçekten şık olmuş; filmin havasını hiç bozmamış. çok gerilerde kaldı dediğimiz; dört bir yanı krallıklardan oluşan dünyadan hala bir adım öteye gidememiş olmamız ayıbını da film bize yaşatıyor sağolsun. adı az geçiyor gibi görünse de para faktörünün çirkinliğini muhtelif olaylarda görüyoruz film içinde. o kadar atıp tuttuktan sonra biraz ironik kaçar mı bilmiyorum ama lorenzo'ya işkence yapılışı filmde en çok sevdiğim noktalardan biri oldu benim için. adaletin tecellisi diyerek de geçiştirebiliriz bu durumu.prodüksiyon kaygılarından kaynaklandığının farkındayım ama ispanyol'ların, fransız'ların kendi aralarında ingilizce konuşmaları beni yine de rahatsız ediyor. film lan bu ne olacağıdı diyenlere saygılarımı iletip el laberinto del fauno diyorum.--- spoiler ---son sahneye dikkat sözlükçü dostlarım... sahne çok tatlı, onu tamamlayan müzik de on numara; tastamam olmuş yani.
(schwannoma - 21 Eylül 2007 17:24)
iyi film. fakat sanki 4 mevsimi 1 günde yaşadık gibi. nacizane fikrim; kurgu gereği her şey o kadar hızlı gelişiyor ki bende güllacın üzerine turşu yeme isteği uyandırdı. müziklerinin filmle ilgili her şeyin üzerinde olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum.
(eternal - 22 Eylül 2007 12:40)
--- spoiler ---son sahnesi son derece kırık. bütün filmin üstüne o sahneyi de izleyince insanın tüyleri tiken tiken oluyor. --- spoiler ---
(quadroo - 22 Eylül 2007 23:20)
son görüntüleri insanin icine isleyen filmdir. ayni sadelik ve görkemi patrice chereau'nun la reine margot'unda da yakalayabilmistim.
(matthew mccourt - 23 Eylül 2007 13:52)
kurgusunu çok beğendiğim, oyunculuk konusunda oldukça iyi diyebileceğim, kesinlikle gitmeye değer bir film.
(thorin - 23 Eylül 2007 23:48)
lorenzo her ne hikmetse bana recep tayyip erdogan'ı cagrıstırdı. belki de özgün çağrıstırdı.
(kafes - 24 Eylül 2007 00:00)
hikaye tam victor hugo tarzı. hatta notre dame de paris ile çok benzerlikleri var. ne gibi mi?--- spoiler ---her iki hikayede de yoldan çıkmış bir rahip, engizisyonun elinde işkence çeken masum birer genç kız var. rahip bu kıza sulanmakta. nathalie portman'ın canlandırdığı karakterin son hali ile esmeralda'nın öz annesinin halleri de birbirine yakın; delirmiş, zavallı halde, ufakken kendisinden alınan çocuğuyla kafasını bozmul ve finalde çok sevdiği insan (birinde kızı, diğerinde kızının babası) gözünün önünde idam ediliyor. mekanlar, karakterler ve yalan rüzgarını andıran olay örgüsü de tam victor hugo'nun bayılacağı cinsten. --- spoiler ---
(polaris - 24 Eylül 2007 11:42)
tarih kitaplarından aşina oldugumuz engizisyon mahkemelerinin neye benzedigini merak edenlerin izlemesi gereken, uzun zamandır beni sinemadan sogutan su sacma filmlerin arasında parlayıp beni yeniden klimatize ortamlara goturmus guzel film.
(cynthia - 24 Eylül 2007 18:55)
yıllardır merak ettiğim bi noktayı açıklığa kavuşturduğu için teşekkür borçluyum. ha çok da bulunması zor bi bilgi olmasa gerek ama tembellik mi desem bilemedim öğrenememiştim bugüne kadar.gülün adı'nda da seyretmiştik, engizisyon işkence yaparak sanıktan ifade alıyor ve o ifadeyi geçerli sayıyordu. bu aslında günümüze o kadar yabancı bi kavram değil ama temel bi farklılık var ortaçağ yılları ile günümüz arasında. bugün işkence altında ifade alma metodunun kullanılış amacı sanığa işlemediğinin bilindiği bi suçu yüklemek. yani işkenceyi yapan ve mağdur kişiye yalan ifade imzalatan kişi de biliyor adamın ona atfedilen suçu işlemediğini. işte dörtyüz yıl önceden fark bu; o zamanlar işkenceyi uygulayanlar aldıkları ifadenin doğru olduğuna inanıyorlardı.gülün adı'ndan devam edelim. orada manastırda cinayetler işleyenin kim olduğunu bulma amacıyla sanıklardan birine işkence yapılıyor -hatta sanırım sadece yapmakla tehdit ediliyordu, neyse- ve cinayetleri işleyenin kendisi olduğu itirafı alınıyor, kimse de -sean connery'nin oynadığı karakter hariç- bu bilginin doğruluğundan şüphe etmiyordu. bense bu sahneyi seyrederken bi türlü anlamlandıramıyordum. adamın işkence korkusundan bu itirafı yaptığı bu derece barizken, nasıl olur da işkenceyi uygulayanlar bu ifadeye koşulsuz inanıyorlardı?acaba insanın sabit fikirliliğinin bi eseri miydi bu gördüğüm, engizisyon kendisini neye inanmak isterse ona mı inandırıyordu? karşısına getirilen kişinin suçlu olduğuna önceden inanıp bunu o kişinin ağzından almaktan başka bi amaç gütmüyorlar mıydı, amaçları gerçekten suçlu birini yakalamaktansa suçlu olduklarına inandıklarını cezalandırmaktan ibaret miydi? koskoca yüzyıllar boyunca bu kadar salak mıydı bu insanlar?engizisyon -bi benzeri hitler örneğinde görülebileceği üzere- artık günah keçisi ilan edilmiş, istediğiniz suçlamayı yöneltebileceğiniz bi kavram haline gelmiş olduğundan belki de kimse sormuyordu bu soruları artık. ne kadar aptal ve sabit fikirlilermiş zamanında diyor geçiyorduk. oysa çok basit bi mantığı -vahşi de olsa, bağnaz da olsa bi mantığı- varmış meğerse.--- spoiler ---lorenzo'ya soruyorlar, işkence altındaki itirafın geçerli olduğuna nasıl inanabilirsin diye, o da cevap veriyor. eğer bi insan suçlu değilse, tanrı ona acıya dayanma gücü verir ve ne işkence yapılırsa yapılsın kendisine yöneltilen suçlamayı kabul etmez. o yüzden biri eğer suçunu itiraf ediyorsa, isterse en ağır işkenceler yapılmış olsun, mutlaka suçludur.--- spoiler ---bu mantık, engizisyonun yıllarca işkence ile ifade almasını ve bu ifadenin gerçekliğine inanmalarını sağladı. tanrının işkence altındaki kişiye dayanma gücü vereceğine dair belki de kutsal kitaplarında ayetler vardır, bilemem ama buna inandıkları sürece yaptıkları aptalca değilmiş (yani bi mantığa dayanıyormuş manasında demek istiyorum, o mantık ne kadar uydurma olursa olsun).sadece bu cevap için bile izlenebilir bi film yani benim açımdan. zaten milos forman duvarı çekse izlerim, amadeus'un hatrı var o kadar.
(brick top - 28 Eylül 2007 00:43)
en sağlam sistemlerin ve en büyük güçlerin bile çökebileceğini gösteren film. başında görkemli, güzel, zeki olan kişiler film süresince deliriyor, çirkinleşiyor, adileşiyor ya da mahkum oluyor. herşey tepetaklak oluyor. daha filmin başında kilisede ağırlığı olan rahip lorenzo, hiç beklenmedik bir şekilde işkenceye maruz kalıyor. "hiç bir şey göründüğü gibi değildir" ya da asla "her şey hep göründüğü gibi kalır" diye bir şart yoktur.milos forman'ın bu kahraman gibi görünen zayıf kahramanlarının en başında goya geliyor. hikaye onu anlatıyor diye seyircinin algısı onu bir kahraman olarak kabul etmeye hazır. fakat milos forman'ın goya'sı yalaka, para düşkünü ve zayıf biri olarak karşımıza çıkıyor.tüm olaylar rahip lorenzo'nun "engizisyonun uygulamalarını arttırmalıyız" demesi ile başlıyor fakat sonrasında ektiğini biçiyor, kendi yarattığı bela onu buluyor.goya'nın kiliseye armağan ettiği meleği, kilisenin kafir olarak görüğü kadın, iles rolünde natalie portman'ı hayranlıkla izledik.goya'nın hayat hikayesi kesinlikle değil, hatta goya hikayenin içinde değil, bence dışındadır. asıl baş karakter rahip lorenzo ve iles'tir. goya ise seyici, yani biziz. amadeus filminde ters bi mantıkla, mozart asıl karakter iken, salieri seyirciyi temsil ediyordu.ayrıca filmin bir diğer senaristi olan, özellikle jean luc godard ve luis bunuel filmlerinden hatırlayacağımız jean-claude carrière'i de unutmamak gerek.
(anahita - 28 Eylül 2007 01:10)
--- spoiler çıkabilir gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var ---goya’yı değil, adı üstünde, goya’nın hayaletlerini, goya’nın yaşamını değil goya’nın yaşadığı tarihsel bağlamı konu alan;ispanyol engizisyonu, dönemin aristokrasisi ve burjuvazisi üzerinden dinsel ideoloji ve iktidarı sorgulayan, gün olur devran döner olmadı bir daha döner ama bazı şeyler hiç ama hiç değişmez diyen;yanı sırajavier bardem’in büyüklüğünü,natalie portman’ın zindanlarda sürünse, etleri çürüse, ağzı burnu yerinden oynasa da – onda o gözler varken – çirkin olamayacağını,- tarihi izleyen göz olarak goya’nın merkezde değil bir adım geride duruşuna uygun şekilde - stellan skarsgard’ın yalın ve doğal oyunculuğunun nasıl da su gibi aktığını gösterengüzel film,çok güzel film,goya tablosu gibi film.not: hem anneyi hem kızı portman’ın oynamasıyla yüzümde hafif bir yeşilçam esintisi gezdirip ufağından gülümsetmiş de filmdir.--- spoiler çıkabilir gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var ---
(khimaira - 30 Eylül 2007 21:36)
Yorum Kaynak Link : goya's ghosts