Süre                : 11 dakika
Çıkış Tarihi     : 18 Nisan 2017 Salı, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Döküman,Kısa Film
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Type 55 Films
Yönetmen       : Bobcat Goldthwait (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Cliff Barackman (IMDB), James Fay (IMDB), Alexie Gilmore (IMDB), Bryce Johnson (IMDB)(ekşi), Chad Smith (IMDB)

American Bigfoot ' Filminin Konusu :
American Bigfoot is a short starring Cliff Barackman, James Fay, and Alexie Gilmore. Each year, Bigfoot enthusiasts from around the world descend on rural Ohio for the Ohio Bigfoot Conference, a weekend devoted to the search for the...


  • "gobek yapar inanmayan gelsin beni gorsun ben 2 yil once boyle degildim"
  • "sivi ekmek (ben gida muhendisiyimde ehu)"
  • "ilk ictigim gunden beri (11 sene oldu) tadinin guzelle$mesini bekliyorum. yoksa bu kadar insan yaniliyor olamaz?"
  • "ağızlarına işetenlerden öğrendiğimize göre, sidiğin tadı bunun gibiymiş."




Facebook Yorumları
  • comment image

    wikipedia'ya göre dünyada kişi başına en çok bira tüketilen ülke çek cumhuriyeti: http://en.wikipedia.org/…eer_consumption_per_capita
    guinness rekorlar kitabı da bu bilgiyi onaylıyor.

    rusların vodka is russian diye bir sloganları var. yani bu basit pazarlama sloganında diyorlar ki, isveç'in* ve polonya'nın* votkası var, ama, isveç'in ve polonya'nın votka kültürü yok... (bkz: #6107081)

    benzer bir mantığı çek cumhuriyeti için kurabiliriz. bira belki çek icadı değil, ancak bira kültürünün zirve yaptığı yerlerden biri çek cumhuriyeti. (bence zirvesi. ama irlandaya iyi çalışmadım, ordan soru gelirse sıçarım)

    - pilsen zaten çek şehri, pilsen biraların adı da buradan geliyor. (bkz: #10396712). budweiser ise aslında bir çek birası olan budvardan arak, onun adı da çek şehri budejoviceden geliyor . (bkz: #1247246)

    - çek cumhuriyetinde her köşebaşı bar. her mahallede 24 saat açık ve içki satan, leş de olsa, bir bar var.

    - mahalle barlarından, kilo ile bira alınabiliyor. yani, misal bir küçük çek kasabasında, yanınıza 4 tane coca cola şişesi alıp bara gidin, doldurtun, evinize dönün, evde için. (pragda turistik barlara, elde pet şişelerle gidecek safların olmadığını varsayıyorum.)

    - bira çok çok ucuz. en ciks barlarda dahi 30 kron (yaklaşık 2 ytl). bakkaldan alırsanız, 10 şişesi (gambrinus) 99 kron (7-8 ytl)

    - bir çok yerde pivovarlar var. pivovar brewery demek, yani bira üretilen yer. bu yerlerde hala bira üretimi yapılıyor. (ancak modern araçlarla. yine de, bira üretilen eski mekanizmaları, atmosfer yaratsın diye kaldırmamışlar.) gittiğinizde restoranın geleneksel birasını içebiliyorsunuz. misal u medvídkù. (1466 yılında kurulmuş... hala aynı mekan) http://www.umedvidku.cz/

    - bu pivovarlar'da egzotik biralar içebilirsiniz. birçoğunda özel bira menüsü var. dondurmalı bira gibi şova yönelik denemeleri geçersek, %20lere kadar çeşitli alkol seviyelerinde, 8-10-12-13 gibi ısılarda pişirilmiş değişik bira kombinasyonları deneyebilirsiniz.

    - bu bira evleri dışında, normal barlarda da bira söylerken önce light/normal (alkol) 10/12 (kaç derecede üretilmiş) gibi parametreleri veriyorsunuz. (kimse bu kadar uğraşmıyor tabi. siz pivo deyin, bir kez desitku? diye sorarlar, sonra siz anlamaz gözlerle bakınca normal bira getirirler.)

    - ancak desitku kelimesini bilin.. özel, sırf bira için uydurulmuş bir kelime bu. (deset çekçe 10 demek. desitku ise onluk gibisinden bir anlama gelip, 10 derecede pişmiş bira oluyor. -bildiğin normal bira-) 12 derecelikten isterseniz de "dvanatska" diyin.

    - hemen hemen her şehir veya kasabanın kendi yerel birası vardır.

    - çok ama çok fazla ünlü ve güzel çek birası vardır, hepsinin tadı kendine hastır ve seçim şansınız çoktur. bence en güzeli, en basit ve ucuz olanı: gambrinus. staropramen de meşhur ve güzeldir.

    - hint keneviri karıştırılıp yapılan çek biraları var. ancak ilginçtir, satışı çek cumhuriyetinde yasak, polonya'dan alınabiliyor.

    - çekler birayı mahzen/kiler sıcaklığında içerler, yani 6-10 derece arası, bu da bize göre biraz sıcak kalıyor.

    - bu çeklere has değil aslında, birçok doğu avrupa ülkesinde var ama: her yerde bira satılır. mcdonalds menülerinden sinema fuayelerine kadar.

    - bu da biraya has değil ama: sokakta, parkta bira içmek normaldir. öğlen yemeklerinde birçok insan bira içer.

    - bu ülkede normal bira %4 alkollüdür. svetly yazar üstünde (light, yani hafif demek)

    - türkiyede efes içtikten sonra çek biraları tatlı gelir.

    - bizdeki bira kültürü, anadolu yemek kültürünün ve rakı sofralarının zenginliğinin etkisiyle, mezeli - yiyecekli bir bira kültürüdür. sofra donatmasak da, illa bir çerez, bir patates kızartma, bir dolapta durmaktan kurumuş yeşil zeytin isteriz. (bu sonuncusunu birşey bulamayınca zorunluluktan denemiştim, süper olmuştu, sanırım tuzlu ve küçük herşey iyi gidiyor birayla). çeklerde ise, genellikle böyle birşey yok. bazı restoranların menüsünde "bira aperatifleri" gibi bir kısım olsa da, çoğunluk yenmiyor birşey. ama bira ile yapılmış yemekler var.

    - ruslarda vodka ritüelleri vardır, biri ayağa kalkar konuşmaya başlarsa herkes kalkar dinlemek zorundadır. (hatta bundan kaçmanın tek yolu tuvalete gitmekmiş, çünkü tuvalete giden bir daha gruba kabul edilmezmiş). çeklerde böyle bira ritüelleri yok.

    - çekçe bir kaç bira deyimi yazarsak (çek arkadaşlarına sempatiklik yapmak isteyenler için). "pivo dyela hezka tyela" - "bira vücudu güzelleştirir". "pivni mozol" - "bira göbeği". "kde se pivo vari, tam se dobre dari" - "bira üretilen yerde hayat güzeldir" .

    - (bkz: in pivo taky)

    - çekler iyi içerler...


    (domno epotus - 26 Ocak 2008 23:53)

  • comment image

    bira insanlık tarihinin en eski içkisidir.

    nilgün abla kendimi bildim bileli annemin kapı komşusudur.

    rivayete göre; arpa ekmeği yağmur suyuyla ıslandı.
    ve çinlilerin barutu, alman’ların matbaayı, italyan’ların gözlüğü, ingiliz’lerin ilk kibriti, amerika’lıların naylonu, iskoçyalı john naper’in logoritma cetvelini, newton’un yerçekimi yasalarını, rene laennec’in stetoskobu, graham bell’in telefonu, robert thomsan’ın şişme lastiği, limuere kardeşlerin sinema makinesini, linu yale jr’ın pimli kapı anahtarını icadından binlerce yıl önce; mezopotamya’da yaşayan sümerli bir kadın günler önce bir köşede unuttuğu ıslak ekmeği buldu.

    ekmek mayalanmıştı.

    milattan sonra 1985 yılında sıcak bir yaz akşamı, annemin komşumuz nilgün abla’nın bardağına doldurduğu sarı sıvının üstünde biriken kalın köpük tabakasının cennetten yeryüzüne gönderilmiş bir bulut olduğuna canı gönülden inanarak, bardağa elimi daldırmak suçundan paparayı yedim. bulut değil köpüktü.

    içim parçalanmıştı.

    sümerli kadının keşfettiği mayalanmış ekmek ve bu sürecin tekrarı sayesinde insanoğlu birayı keşfetti.

    ben de işittiğim haksız azar yüzünden biranın köpüğüne düşman oldum.

    milattan önceki yıllarda, ilk ve en önemli bira üreticileri kadınlardı.

    anneannemin sayesinde tüm mahallenin de öğrendiği gibi, bizim apartmanın en meşhur bira tüketicisi ise nilgün abla.

    o çağlarda kadınlar birayı evde üretiyordu.

    yaz akşamları işten yorgun dönen nilgün abla, her akşamüstü evinin balkonunda gün batımına karşı bir bira içtiğinden anneannem onu alkolik sanıyordu.

    gılgamış destanında ekmek yemek ve bira içmek insan olmanın ön koşulu olarak gösteriliyordu. yani önceleri bira içilmekten çok yeniyordu.

    nilgün abla kış geldiği için artık bira içmiyordu. anneannem bunu kadıncağızın evine gizlice bıraktığı muskaya yoruyordu.

    milattan önce 2800 civarında bira için eski mısır’da ilk üretim tesisleri oluşturuldu.

    köpüğü yüzünden yaşadığım hayal kırıklığının üzerinden tam yedi uğursuz sene geçti.

    mısır’da bira günlük hayatın bir parçası haline geldi.

    babam okuldan bir arkadaşımın doğum günü partisine gitmeme izin verdi.

    zengin ve fakir mısır halkı sağlık için bira içti ve birayı tanrılara sundu.

    biz de okula yeni gelen çocuğa hediyelerimizi takdim ettik.
    partinin sonunda dolaptan aşırdığımız birayı tek tek tattık. sonunda sıra bana geldiğinde ağzımın içindeki bütün birayı, doğum günü çocuğunun elbiselerine püskürttüm ve ona aşık oldum. diğerleri güldüler o yalnızca gülümsedi.

    mısır’da milattan önce 1600 yılına ait sağlıkla ilgili bir tekstte rastlanan 700 reçetenin 100’ünde bira vardı.
    anneannemin muskaları aşk meselelerinde de işe yarar mıydı?

    birayla ilgili birçok toplumsal gelenek de vardı. örneğin genç bir adamın genç bir kıza birasından bir yudum içmesini teklif etmesi, onunla evlenmeyi düşündüğü anlamına geliyordu.
    üstüne bira tükürmeme kızmadığına göre, acaba o da beni seviyor muydu?

    eski mısır’da bira aynı zamanda para ve asgari ücret ölçüsüydü.
    babası asker olan çocukluk aşkım, ertesi sene bir başka şehre göçtü.
    mısır’da iki sürahi bira, bir günlük asgari ücrete eşitti.
    yıllar su gibi geçti.
    bu arada nilgün abla mahalledeki beyaz eşya dükkanının sahibiyle evlenerek anneannemin gözüne girdi.
    milattan sonra 1996 yılında 16 yaşıma girmiş, babası asker olan ilk aşkımı çoktan unutup yeni bir maceraya yelken açmış, annemin deyimiyle delirmiş, anneannemin deyimiyle cinlenmiştim.
    bir hafta sonu sinema çıkışı, dershaneden arkadaşlarla ilk kez gerçekten bira içtim ve aşık olduğum çocuğa havalı bir söz söylemeye çalışırken ağız dolusu geğirdim.

    m.ö 2000 civarına tarihlenen anastasi iv papirüsünde şöyle yazdığı rivayet olunur: "içki içerek kendini kötü duruma düşürme! çünkü söylediklerini kulağın duymayacak. sesler ağzından bilinçsiz olarak dökülecek. bu başkalarının ağzında olmadık dedikodulara dönüşecek. elin ayağın tutmaz olacak. sana kimse yardım elini uzatmayacak. biradan göbekleri şişmiş arkadaşlar ayağa kalkıp 'atın şu sarhoşu dışarı ! diyecekler! '"

    hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım. herkes bana bakıyordu. sonra hepsi birden öyle bir güldü ki, utancımdan tuvalete kaçtım. o utançla iki bira daha içtim ve tam sekiz kez işedim. üstüne püskürttüğüm biraya tatlılıkla gülümseyen ve asker babasının tayini yüzünden bir başka şehre giden çocukluk aşkımı hatırladım ve yol boyunca hüngür hüngür ağladım. eve döndüğümde sarhoştum ve yüksek sesle gülüyordum.
    rivayete göre, papirusta yazan uyarı işe yaramamıştı ve m.ö 1350 civarında firavun ramses ii, artan bira ayyaşlığını önlemek için bir içki düşmanlığı derneği kurmak zorunda kaldı.
    o gece annem ve halime hayret eden anneannem fena halde afalladı. sonunda annem durumu babamdan gizlemek için, son çare olarak geceyi komşumuz nilgün ablamda geçirmeme karar verdi.

    bira milattan önce 1700 yıllarında meşhur hammurabi kanunlarına girdi.

    annem dershane çıkışları bira içmemi ikinci bir emre kadar kati surette yasakladı.

    13. yüzyılda bavyeralı manastır rahipleri biraya şerbetçiotunu katmayı akıl etti.

    anneannem meşhur muskalarından birini yazarak, biranın cinlerini benden uzak tutmayı kafaya koydu.

    rivayete göre william shakespeare rahiplerin bu buluşundan hiç hoşlanmadı ve ömrünün sonuna kadar içine şerbetçiotu katılmış bira içmedi.

    açık söylemek gerekirse, ben de anneannemin zorla boynuma taktırdığı muskadan nefret ettim ve geğirmenin utancı yüzünden uzun zaman ağzıma bira sürmedim.
    arada bira içmediysem, muskadan değil geğirme korkusundandır.

    biranın burjuva mesleği haline gelmesi, 12. yüzyılda oldu ve loncalar kuruldu.

    milattan sonra 1997 yılında anneannemin okunmuş pirinçleri sayesinde üniversite sınavlarında gayet başarılı olup mimarlığı kazandım ve ankara’ya gittim.

    paris'teki biracılar birliği, fransa'nın en eski sendikalarından birisi oldu ve biracılar 1468'de ilk yasalarını hazırladı.

    artık geğirmeden ve özgürce bira içebiliyor hayatın tadını çıkarabiliyordum.

    bira standardı 1516 yılında alman bira saflık kanunu ile belirlendi. böylece bira 16. yüzyılda bugünkü tanım ve içeriğine kavuşmuştu.

    bense bir tek köpük işini aklımdan çıkaramamış olmalıydım ki, birayı bardağa köpüksüz koymayı maharet sayıyordum.

    dr. alexanders nowell, 1602 yılında biranın tıpalanmış cam şişelerde saklanırsa daha fazla dayanacağını gösterdi.

    ve o gün kumpir sırasında yıllar sonra karşılaştığım çocukluk aşkım da biranın köpüğünün ne işe yaradığını.
    sırtım dönüktü. omzuma bir el dokundu, hızla döndüm ve kumpirin ketçapını gömleğine bulaştırdım. diğerleri güldüler o yalnızca gülümsedi. o an hatırladım, oydu.

    19. yüzyılda james watt'ın buhar makinesini icat etmesi ve carl von linde'nin yapay serinliği bulması bira tarihinde çığır açtı.

    çocukluk aşkımla yeniden karşılaşmam bana yeni bir hayatın kapılarını araladı.

    soğutma sorunu nedeniyle 1880'lere kadar bugünkü anlamda bira üretimi yoktu ve bira daha çok soğuk aylarda üretiliyordu.

    artık bende mevsim değişmişti. çocukluk aşkım da ankara’da ve tarih okuyordu.
    sık sık buluşuluyor, geziliyor tozuluyor arada bira içiliyordu.

    buhar makinesinin bulunmasından sonra londra'da the whitebread biracılık, dünyada bir yılda 200 bin fıçı bira üreten ilk firma oldu.

    o kış, ankara’nın kara kışı bahara döndü ve yeryüzünde hiç eksilmeyen bir tebessüm peyda oldu.

    1835'te demiryolu ulaşımının başlaması biranın naklini de kolaylaştırdı ve bira üretimi hızla arttı. her yere ulaşabilen bira, osmanlı imparatorluğu'na kadar ulaştı ve istanbul, izmir, selanik ve beyrut birayla tanıştı.

    o gece kumpircide buluşup bira içmeye karar verdik.

    pasteur ise bizim gibi tembel olmadığından evde hiç durmadan çalışıyordu ve sonunda birayı mikrobik hastalıklardan koruma usullerini geliştirerek rasyonel bira imalatının temellerini attı.

    iki şişe bira söyledik ve iki bardak istedik.

    danimarkalı bilim adamı christian hansen'in tek maya hücresini başarıyla izole etmesi, yapay kültür ortamının yeniden üretimine olanak sağladı, böylece fermantasyonun saflığı süreci geliştirildi ve biranın tadı mükemmelleşti.

    çocukluk aşkım birayı bardağa koyacakken elimi tuttu.

    almanya'da 1864'te metal fıçılarda fıçı bira üretimine başlandı. ve sonraki yıllarda biracılık, yoğunlaşmanın en fazla olduğu endüstrilerden biri haline geldi. artık bira dünyanın en çok tüketilen içkisiydi.

    çocukluk aşkım gülümsedi ve şöyle dedi.

    biliyorum çok konuştum ama son bir şey daha söyleyeceğim. pek çok insan birayı bardağa köpüksüz doldurmanın bir maharet olduğunu düşünür. oysa bu köpük biranın tadının ve kokusunun ortaya çıkmasına yardımcı oluyor, bir de bardağın üstünde oluşturduğu kalın tabaka biranın ısınmasını geciktiriyor.

    köpüklü biradan bir yudum aldım. dikkatle yüzüme baktı.
    “dudağının üstünde bir parça köpük var” dedi.
    korkulu gözlerle baktım. allahım neden hep böyle/
    tam o anda eğildi, öptü.
    tadı olağanüstüydü.
    köpükle barışmıştım.
    nilgün abla yan masadan gülümsemişti.

    not: karakterler uydurma, hikaye kurmacadır. tarihsel bilgiler gerçektir ama tarih ödevinizde kullanmadan önce kontrol etmenizde yine de fayda vardır.

    (bkz: özge efendioğlu)/


    (jack daniels - 16 Aralık 2008 17:56)

  • comment image

    raf ömrü yaklaşık olarak dört aydır, nanokomposit ambalajlar sayesinde altı aya kadar çıktığı da görülen bu elzem sıvıyı alır almaz için, bugünün içkisini yarına bırakmayın. yarın yenisini alır, tazecik dikersiniz kafaya. o yüzden son kullanma tarihi önemli değildir, insanın içindeki arzu ve güdümlülük önemlidir. bira dolabına odaklan ve torpido gibi dipten ilerle, birasız hayat geçmez.

    lakin, ıssız adaya düşecek bir ıssız adamsanız mevcut birayı dört ay içinde tüketin. bir konteyner birayla düşsen bile bitir işte, ıssız adadasın, daha ne lolo yapıyorsun.

    -abi nerede soğutacağız, ılık içilmiyor bu meret?
    -adanın ortasında tatlı su kaynağı var, orada oldukça soğuk su. oraya yirmişer yirmişer yatır. konteyneri de güneşte bırakma, ağaç altında sakla.

    fakat kolinin içinden çıkan en az 3 yıllık biralar? patroniçenin strateji hatası nedeniyle fosil yakıtı gibi olmuş biraların akibeti? lost'ta 30 senelik bira içiyorlardı, ben de 3 yıllık deneyeceğim bugün. gerçi, 30 yıl önce deyip sabahki biraları içiyor da olabilir o lavuklar. ılık bira içerlerken, saniyesinde bıraktım diziyi. bir daha izlemedim.


    (mies - 8 Temmuz 2009 13:32)

  • comment image

    öyle yabana atılacak bir şey değildir bu sarışın arkadaş. çok ciddi olarak medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmuştur. nasıl mı?

    tesadüfen bulunuyor bu arkadaş, sonrasında insanlar tadını beğeniyor, besleyici özelliğini fark ediyor ve imalatına yönelik çalışmalara başlıyorlar. tarım sektörü gelişmeye başlıyor, insanlar avlanmayı daha aza indirip tarıma ağırlık veriyor, arpa ekiyorlar, sabanla tarla sürmeyi öğreniyor, daha sonra matematik devreye giriyor, tarlalarının sınırlarını çizmeye başlıyorlar, akabinde kim ne kadar arpa ekmiş, ne kadar hasat kaldırmış şeklinde hesap kitap işine giriyorlar. hatta çivi yazısı tabletlerinde de bunları rahatlıkla görebiliyorsunuz. ben demiyorum british museum diyor. http://www.britishmuseum.org/…location_of_beer.aspx

    sonra inşaat sektörüne dahil oluyor bu sarışın arkadaş, ne gibi mi? piramitler adı verilen dünyanın 7 harikasından biri olan eserlerin inşasında işçilere yevmiyeleri bira olarak ödeniyor. işçinin günlük yevmiyesi 1 galon (3.78 litre) biraya tekabül ediyor. işçilere o zaman 50 kadeh/testi bira alabilir gibisinden fişler veriliyor iş karşılığı, bir nevi çek/senet olayı. dolaylı yoldan bakınca giza piramidinin inşası 874 milyon 747 bin 630 litre biraya çıkıyor, yani günlük hesap yapınca 1 litre biranın türkiye fiyatı 8 lira ise 6 milyar 997 milyon 981 bin 42 liraya piramit inşa edebiliriz, birayı ukrayna, bulgaristan, azerbaycan veya rusya'dan çok daha ucuza alırsak maliyetlerde %60-70 oranında kar şağlayabiliriz. (bkz: hesaplayan adamlar)

    ki o zamanlarda da biranın mısırlılar için en temel besin kaynaklarından biri olduğunu söylüyor tarihçiler, hatta okula giden küçük çocuklar bile sabah kahvaltısında bira içiyorlarmış. ben de mısır medeniyeti nasıl böyle gelişmiş diyordum, aldım cevabımı. artı bu arkadaşların piramitlerinde bulunan tabletlerde, yok ipad değil onlar, öldüklerinde yanlarına yolluk olarak 1000 kadeh/testi bira aldıkları görülüyor (yukarıdaki hesaba göre yaklaşık 75 litre civarı)

    medikal açıdan da bakmak lazım biraz, zararlı değil mi çoğu insana göre bu arkadaş, acaba? mısırlılar çoğu hastalığın tedavisinde bira tavsiye ediyorlarmış bunun da sebebi bira içinde bulunan tetrasiklin adlı antibiyotik. ben demiyorum antropoloji profesörü george armelagos ve medikal kimya uzmanı mark nelson diyor. http://www.sciencedaily.com/…10/09/100902094246.htm

    bu arada tetrasiklin denen antibiyotiğin resmi olarak keşfi ise 1949'a tekabül ediyor

    armelagos bunu keşfettiğinde şok olmuş ve aynen şöyle diyor; 3000 senelik kemiklerde tetrasiklin bulunması kafatasından rayban gözlük çıkması gibi bir şey o tarihe göz önüne alacak olursak.

    biraz da ortaçağ avrupa'ya gidelim; insan ölümlerinin genelinin su içmekten daha doğrusu kirli su içmekten kaynaklanan hastalıklar olduğunun bilinip bilinmediğini bilmiyorum fakat kaliforniya davis üniversitesinden profesör charlie bamforth'un yaptığı deneyler ertesinde ulaştığı sonuçlar etkileyici. adamlar ördeklerin bol olduğu gölden, ki bilen bilir ördek olan sudan hayır gelmez diye bir laf vardır, su alıp bunu birayla fermente edip suyu içilebilir kıvama getiriyorlar ve bunun ortaçağ avrupasında da biranın tadını daha güzel hale getirmek için yapıldığını görüyorlar, demek ki neymiş öyle bilip bilmediğiniz suyu içmek yerine bira içmek sağlığınız için daha faydalı ki ortçağ avrupasında da bira yerini ilaç gibi sağlamlaştırıyor. http://othemts.wordpress.com/…-by-charles-bamforth/

    bunları nereden mi öğrendim alın size kaynak; how beer save the world.

    hadi şerefe.


    (the rodfather - 8 Aralık 2014 19:10)

  • comment image

    yaklaşık 8bin yıl önce mezopotamya'da savaş sırasında saklanan siyah arpa ekmeği yağmur suyuyla ıslanır. farkedildiğinde önce ziyan olduğu düşünülen, sonra da çok sevilen bu sıvı ekmek biranın da keşfi oluyor..

    bira bugünkü tadına ulaşana kadar çok evreler geçiren bir içki. önce arpa ekmeğinin fermantasyonuyla keşfedilen bira daha sonra hurma suyuna karıştırılıp kimyon, bal ve karanfil eklenerek değişik tadlar kazanıyor. bugün biranın kalitesini ve türlerini belirleyen malt uzun yıllar bilinmiyor. 13. yüzyılda almanya bavyerası'nda keşfediliyor. malt elde etmek için arpa önce suya yatırılıyor ve birkaç gün böyle bekletildikten sonra sıcak bir yere serilerek beş gün çimlendirilmeye bırakılıyor. çimlenen arpa özel fırınlarda kavrulduktan sonra malt adını alıyor. bu kavurma işlemi biranın cinsine göre farklılık gösteriyor. eğer bira koyu renkli olacaksa daha çok kavruluyor. biraya karakteristik özelliğini veren şerbetçiotunun kullanımı ise 500 yıldır biliniyor. değirmende kabaca öğütülen malt, sıcak su ile karıştırılıp büyük tenekelere dolduruluyor ve ısıtılıyor. sonra bu sıvı süzülüp kazanlara alınıyor ve şerbetçiotu eklenip kaynatılıyor. biraya katılan şerbeçtiotunun da türleri var ve bu türler de birayı çeşitlendiriyor. kaynatma işleminden sonra sıvıdaki şerbetçiotu süzülerek alınıyor, kalan sıvı soğutulmaya bırakılıyor. daha sonra içine maya ilave edilip fermantasyona tabi tutuluyor. mayanın etkisiyle sıvıdaki şeker alkole dönüşüyor. alkole dönüşüm normalde bir haftada tamamlanıyor ve artık bira olan içki dinlendirilmeye alınıyor..

    dünyada sarı, kırmızı ve siyah renklerde bira üretiliyor. en çok üretilip tüketileni, diğerlerine göre daha lezzetli, daha hafif ve daha az alkol içeren sarı bira. kırmızı bira daha çok avusturya'da, siyah bira ise almanya'da üretiliyor.
    biranın çeşitlendiği bir alan da alkol derecesi. standart biranın alkol derecesi 4 civarında ancak bu rakam özel üretilen biralarda 8'e çıkabiliyor. son zamanlarda ise çeşitli yöntemlerle damıtılan biralar alkolsuz yada az alkollu duruma getiriliyor.
    türü ne olursa olsun bira çok besleyici bir içecek. b vitaminlerin çoğunu içeriyor. karaciğer ve safra kesesi fonksiyonlarında yararlı etkisi var. böbrekleri çalıştırması yanında iştah açıcı ve hazmı kolaylaştırıcı özelliği var.

    birayı saklarken ve soğuturken diğer içkilere oranla biraz daha özenli davranmak gerekiyor. soğutulup daha sonra oda ısısında tutulan bira tekrar soğutulursa berraklığını kaybediyor. sıcak ortamda çabuk bozuluyor ve -2 derecede de donuyor. açık renkli biraların soğuk, diğer biraların ise biraz daha az soğutulup servis edilmesi gerekir. aşırı derecede soğutulan biranın tüm lezzeti ve tadı, güzelim köpüğü kayboluyor..


    (blasphemy - 28 Eylül 2001 00:11)

  • comment image

    sürekli konya kadar boyuyla tüm türkiye'den fazla tarım ihracatı yapıyor dediğimiz hollanda var ya, işte o tarımın güçlenmesinin başlıca sebebi işte bu antik dönemden kalma serinletici içkidir.

    kısaca: 1917'de abd'de akp kafalı ahmaklar alkolü yasaklıyor. distile alkol üretimi kaçak köçek iyi kötü devam ediyor ama bu döneme kadar ingiltere'ye bile bira satan abd'nin tüm bira üretim altyapısı yerle bir oluyor. çünkü bira günaşırı tüketilen ucuz bir şey, atıyorum bir fıçı bira 10$ ise aynı fıçıya votka 100$, burbon viski 150$ falan, haliyle kaçakçılar yükte hafif pahada ağır viski ve ingiltere'den gelen moonshine geleneğiyle diğer distile alkollere yöneliyorlar. bunun bir sonucu olarak abd'de arpa üretimi durma noktasına geliyor. çünkü arpa dediğiniz tahıl, bira ve viski üretimi dışında pek kullanılan bir şey değil, buraya geleceğiz. dediğimiz gibi bira dışında distile alkol dağıtımı mafyanın denetiminde devam ediyor. abd bu böyle gitmez, kaçak viski yapıyorlar vergi alamıyoruz diyip 1933'de içki yasağını kaldırıyor.
    yasak kalkınca, moonshinerlar üretimlerini yasal altyapıya tekrar taşıyor, mafya da mevcut altyapısını kısmen yasallaştırı dağıtımı devam ettiriyor. ama bira daha çok kişisel tüketim için kurulan çiftliklerin gizli dehlizlerinden dışarı çıkmamış. haliyle abd'de, yerli üretim tekrar kurulana kadar inanılmaz bir bira ithalat talebi ortaya çıkıyor. hah işte hollanda burada olaya dahil oluyor. neden diğer ülkeler değilde hollanda başka bir konu***. abd'nin bira ithalatında hollanda, yani heineken patlama yapıyor, heineken abd'ye gemiler dolusu bira yollarken hollanda halkının bira talebini karşılayamaz hale geliyor.

    şimdi burada biranın ne olduğunu söyleyelim: eser miktar arpa maltı ve şerbetçiotu aromalı %95 su... yani aslında hollanda gemilerce su satıyor abd'ye ve geride ellerinde çok değerli bir şey kalıyor: bira mayşesi posası... bu posa ne oluyor, hani şu meşhur hollanda ineklerinin yemi. millet çiftliklerindeki hayvanlarına düşük kaliteli buğday sapı, çeltik çöpü, çavdar falan yedirirken hollanda'nın elinde parasını abd'lilere ödettiği ve giderek artan miktarda, kaliteli mayşe posası kalıyor. haliyle bu posa çiftçilere ucuz bir şekilde satılıyor, hollanda inekleri lüks bir hayat sürüyor, güzelim arpaları yiyip yiyip sıçıyor. sıçtıkları bok ne oluyor? olurda kralları moskova'ya atar yaparsa tezek yapıyorlar.. hadi len bizimkiler gibi çomar mı onlar, bu biradan üretilen inanılmaz miktardaki kaliteli bok, bu meşhur hollanda çiftliklerindeki tarlaların gübresi oluyor.
    bu arada heineken dünyada en çok ithal edilen biradır.


    (kodoman - 12 Eylül 2017 15:25)

Yorum Kaynak Link : bira