• "şans eseri fragmanını gördüğüm ve izlenecekler listeme eklediğim film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    belirli bir hikayesi ve kurgusu olan bir film değilde, belirli bir dönemi anlatan bir filmdir. hatta dönemin tamamını anlatmaz, sadece bir kısmını izleriz. gerçekçi ve izlemesi zevkli bir filmdir, beklentileri yüksek tutmadan izlendiğinde dürüstçe anlatılan ve herkesin aşina olduğu yaşamlar bulunur filmde. anlatılan olaylar çok önemli ve kritik konular da içermez, buna rağmen ben sıkılmadan ve zevkle izledim. rory culkinin oyunculuğunu özellikle beğendim. emma roberts'da "the girl next door" moduna oturmuştu.

    tagline:the american dream sucks


    (acosta - 21 Eylül 2009 03:19)

  • comment image

    sanırım en yakın benzeri mürekkepbalığı ve balina.
    filmin yapımcısı alec baldwin aynı zamanda oynuyor, martin scorsese ise ortak yapımcı olarak filme güvenini gösteriyor. küçüklük idolümüz maculy culkin'in kardeşi ise başrolde.
    öyle başlayıp öyle biten filmlerden. nerdeyse çehov çekmiş diyeceğim bir film. öyle işte. ne iyi ne kötü. *


    (porco rosso - 18 Ocak 2010 16:25)

  • comment image

    7.1 imdb puanına bakıp aldanılmaması gereken film. karakterler arasındaki ilişkiler çok kopuk. hikaye desen elle tutulur bir senaryo yok. tamam hayatı anlatıyor falan da hayatı anlatan nice film var tadından yenmeyen. bu nedenle bu film olsa olsa 5 hadi bilemedin 5,5'u hakediyor.
    ayrıca (bkz: lyme hastalığı)


    (eugenol - 22 Nisan 2010 23:10)

  • comment image

    martini'lerin otobiyografik olarak tanımladığı, tema ve fikir itibariyle american beauty'ye benzetilmesi kaçınılmaz, bana kalırsa senaryosuyla ve anlatım teknikleriyle, ancak en çok da detaylara bile bulanmış gerçekçiliğiyle sağlam film.

    --- spoiler ---

    tamamen özgür bir okuma yapmak gerekirse; anlatımın okumaya el veren asli kısmını oluşturan lyme hastalıklı babanın mutsuz ve bu mutsuzluğu kabullenmiş, ne karısını memnun etmeye çalışan, ne iş bulmaya çalışan, kısaca "phony" birlikteliğin kurulduğu banliyö yaşamının yapışkan ısırığına (kene) boyun eğmiş, sessiz yaşamıyla, boyun eğmek yerine her mutsuz erkeğin bir şekilde sığındığı gibi mutsuz yaşamından sıyrılmak için dış-cinsel hayatına sığınan komşunun ve bu yaşam tarzının ekseninde ailesinin yaşamına kesit olarak değil, aslında tam olarak -silah sesiyle- noktanın konulduğu şekilde tanık oluyoruz. babalar arasındaki karşılaştırma iki ailenin çocuklarına pek yansımıyor, çocuklar arasındaki hoşlaşmalı-cilveleşmeli ilişki daha çok kapana kısılmış "kutu" banliyö hayatının (ki bu kutu niteliğinin diğer hayatlar için geçerli olmadığını söylemek zor, banliyö hayatının mutsuzluğuna bu derece, bu kadar çok filmde vurgu yapılması aslında banliyönün orta sınıfa aitliğinden kaynaklanıyor; tüm anlamsızlıklara rağmen yukarı tırmanmaya çabalayan, zoraki birliktelikli insanların hayatı elbette aile dramının makul manada -duygusal manada değil yani- doruğu oluyor) bir diğer ritüel süreç -şükran günü, noel ve 18 yaşına girip "adam" olmak gibi, hayır genellemeler o kadar da yanlış değildir, oğlanlar aynada tasarladıklarıyla tatmin olup yegâne hedeflerine ulaşmaya çalışıyor ve taşak fazla kan talep edince âşık oluyor, kızlar bu durumun farkında olmaları kolay olduğu için bu farkındalığı aktif düzeye yerleştiremedikleri büyük oğlanlara göz koyuyor ve yaşıtlarına söyleyecekleri her bir cümlenin birer hediye olduğunu bilerek hareket ediyorlar. lymelife, gerçekçiliğiyle, ne karı koca arasında, ne kaçamak yapanların arasında, ne de gençlerin arasında sahteliğe izin vermiyor; karı koca mutsuz hayatlarının gerginliğine her anlarında hissetmelerine rağmen hayaller kurmaya ve plânlar yapmaya devam ediyorlar -yeni ev aldatan kocanın mutluluğa adım atma girişimiyken, adım tercihi geriye dönmekten yana olan eşi bu girişimi beğenmiyor, kaçamak yapanlar sevişmeye başladıklarında, mekânın uygunsuz olduğunu düşünüp yer değiştirebiliyor -yani bunun kelimenin tam manasıyla anlık bir kaçamak değil, aslında mutsuz hayatlarından geniş zamanlı bir kaçamak olduğunu gösteriyorlar ve yaşıtlar, ilk sevişmelerini, hiçbir fantezilerinde olmadığı gibi ve şimdiye dek izlediğim hiçbir filmde yansıtılamadığı kadar gerçekçi çizgide problemli, zayıf ve gülünç, ancak ilişkiye giren çoğu kişide olduğu gibi kayıtsız kalınan bir şekilde yaşıyorlar.

    film sonuyla iyimser bir görüntü veriyormuş gibi bir izlenim bırakıyor ancak hayır, yalnızca kaçış olmadığını gösteriyor. bir başkasıyla, yine, daha iyisine varmaya çalışan zavallı kovalamacalarla (aldatan koca oğluna daima kovaladığını, kaçan olmadığını söylüyor) hayatını geçireceksin ve "mutlu", senin hayatının sıfatlarından biri olmayacak. lyme hastalığına sahip koca, tüm bedenine yapışan iğrenç yaşamın aynı zamanda taşıyıcısı olan, hayatı simgeleyen geyiği vurarak en sonunda kendi kaçamağını yapıyor ve kurtulamadığı mutsuzluk kaynağı karısından kendini kurtarıp deşarj oluyor, çatışıyor olsalar da, az önce sitesine satılık tabelasını koyan komşusuyla aynı yolda, boktan hayatlarını boş süslemelerle kendi gözlerinde örtmeye devam ediyorlar. gençlerin hayatlarında kısa bir sürede çok şey değişiyor; az önce dayak atan şimdi dayak yiyor, az önce kendinden üç yaş büyük oğlanla öpüşen şimdi kendinden bir yaş küçüğe bekaretini veriyor, hayatlarına sigara, içki ve uyuşturucu giriyor, savaşa gidiyorlar... ancak yetişkin cephesinde yeni bir şey yok.

    ---
    spoiler ---


    (el superagnostiko - 23 Temmuz 2010 20:34)

Yorum Kaynak Link : lymelife