Süre                : 1 Saat 50 dakika
Çıkış Tarihi     : 31 Mayıs 2018 Perşembe, Yapım Yılı : 2018
Türü                : Drama,Müzik,Müzikal
Taglar             : Kadın çıplakları,kısa üstsüz kadın çıplaklık
Ülke                : Brezilya
Yapımcı          :  Case Filmes , Dueto Filmes
Yönetmen       : Monique Gardenberg (IMDB)
Oyuncular      : Lee Taylor (IMDB), Jaloo (IMDB), Erasmo Carlos (IMDB), Júlio Andrade (IMDB), Seu Jorge (IMDB)(ekşi), Felipe Abib (IMDB), Humberto Carrão (IMDB), Marjorie Estiano (IMDB), Celso Frateschi (IMDB), Malu Galli (IMDB), Hermila Guedes (IMDB), Julia Konrad (IMDB), Cristina Mutarelli (IMDB), Nicole Puzzi (IMDB)

Paraíso Perdido (~ Paradise Lost) ' Filminin Konusu :
Paraíso Perdido is a movie starring Lee Taylor, Jaloo, and Erasmo Carlos. Marked by losses and mismatches, José's eccentric family seek to be happy while locked in Paraíso Perdido, a nightclub that has stopped in time, where they...


Oyuncular
  • ""ne kadar uzun ve karmaşıksa da, her yazgı gerçekte bir tek an içerir; insanın kim olduğunu anladığı an!" lafini etmis buyuk insan."
  • "bir sevgiliye söylenebilecek belki de en hosnut edici (ya da duruma göre en korkutucu ! ) söz ona aittir : << seninle ya da sensiz olmaktir benim zaman ölçütüm. >>"




Facebook Yorumları
  • comment image

    yazdıkları garip bir muhabbet ve insanın karşısında oturup konuşuyormuşvari bir varolmuşluk havası içeren, sanki hala yaşıyor ve bir yerlerde yazıyormuş gibi duran enfes kişilik.sanki herhangi bir kitabında bizim de konuşma hakkımız var fakat o , o kadar güzel konuşuyor ki, biz susup dinliyoruz. öyle ki, insan bu adamı düşünürken girip çıktığı dilek/temenni frekanslarına dikkat etmeli. pek garip şeyler olabiliyor.hikaye şu ki;

    hayatta nadiren birşeylerin iyi gitmesi, parasızlık had safhadayken okulun iyi bir kütüphaneye sahip olaması sonucu mesela;
    cin aliye borges'ten borges'ten sekmekte, hafıza tufanı sonrası okuduğu kitapları tekrar elden geçirmekte,bir nevi 'ikinci bahar okuması' yapmaktadır.alef verilip , atlasalınmıştır.hayat devam eder.

    anneye mavi gül alınır.güllerin rengi sebebiyle uyandırdığı yapaylık duygusunun getirdiği tiksinti ve mavinin güle yakışmasının getirdiği neşe arasında gelinip gidilmektedir.
    otobüse binilir, güllerin yapay olmadığını beyine hatırlatma telaşı yüzünden güller sık sık koklanır.(sağ tarafta bir nesne seçili.)
    akla 100 metre engelliler kategorisinde yarışan türden bir çağrışım sonucu, önce borges'in sonsuz gülü(sağ tarafta bir nesne seçili), sonra da mavi ve sonsuzlukla ilgili salak bir metaforu anlatırken takındığı artis surat ifadesiyle anımsanan bön bir eski sevgili fotoğrafı gelir.(sağ tarafta benim de kendisinde seçili olduğum hissedilen bir nesne seçili) mavi gülün bünyede uyandırdığı iki zıt hissiyat gibi, sırayla çağrışımların ilkinden haz alınır, ikincisine ise kıl olunur.(hayır, sağ tarafta bir kişi seçili, nesne değil)
    otobüs efendi durayürüye ilerlemektedir.(sağ tarafta bir adam seçili)

    sağ tarafımda bir adam var, yaşlı bir adam.gülleri koklamak istiyor.her halinden belli.yüzüne bakmıyorum ama yarı kör bir noktadan, mavi güle şaşkınlıkla baktığını sezebiliyorum.
    zırt pırt gülleri kokluyorum.adamın açlığı ve merakı resmen "ses" gibi duyuluyor.ama ne "eheh,amcacım ,buyrun koklayın" diyen kibarmutlu gençkız portresi çizebilecek kadar öyle ya da sosyalim,
    ne de hiç tanımadığım biriyle donk diye diyaloğa girebilecek kadar enerjim var.utangacım.hele de halk otobüsünde iyice kanatlarını açıyor insanın utangaçlığı.adama gülleri koklatmak ve sahte olmadıklarını söylemek için feci bir istek duyuyorum. fakat yapmayacağımı biliyorum ve sonraki pişmanlık anında kendime okuyacağım muhtemelen "n'olurdu konuşsaydın ki.sersem..hayat olurdu işte biraz" şeklinde gidecek azar metnini kafamda yavaş yavaş kurmaya başlıyorum..
    son anda dayanamayarak "eaah ,buyrun koklayın" demeye karar veriyorum fakat adam benden önce davranıyor ve
    -bunlar gerçek mi genç bayan? diyor.(bu ne şimdi?replik gibi.genç bayan.genç bayan)

    ben de;
    -evet,tomurcuk halindeyken boya enjekte ediyorlar muhtemelen.
    diyorum..
    bu konuşmayı bahane ederek güllerden birine dokunup gülümsüyor.gülümsemesini hissedip fotoğrafı aklıma kaydetmek için dönüp yüzüne bakıyorum, ayaküstü fenalık geçiriyor, dumurdan dumura sekiyorum. muhtemelen adı ahmet/mehmet yada mustafa vs. olan bu yaşlı adam borges'e haddinden fazla benziyor.elinde naylon dosya içinde fatura gibi birşeyler tutuyor. kahverengi takım elbise giymiş, üç boyutlu,devingen bir kitap arkası fotoğrafı sanki. insan sağında solunda havaya yazılmış borges biyografisi falan arıyor.titreyip salak gibi adamın suratına bakakalıyorum.

    adam güllere;
    -harikalar.
    diyip gülümsedi.otobüsün kapısı iki durak arası içeriyi havalandırmak için açıldı. adam, indi gitti. borges' o kadar fazla benziyordu ki,"eh be kardeşim" dedim ve sinirlendim."zaten deli gibi benziyorsun,elimi ayağımı titrettin, bir anda niye çekip gittin ki?!"
    bu bir hikaye olsa beğenemez, fazlaca ağdalı bulurdum.acemice katılan çürük gizemin dozuyla bolca alay ederdim.
    otobüste yalnız başına seyahat eden biri için biraz fazlaca titrediğimden,kendi kendime "abartma,kitap yüzünden coştun" dedim. kendi içimde iki el telkin pokeri çevirdim.kazandım.
    eve geldim, gözlerimin bana palavarayı sıktığı hususunda emin olmak için, çantadan çıkartıp atlas'ın kapağınabir daha baktım.pokeri kaybettim. elim ayağım yine titredi.

    fazlaca cesur ya da patavatsızca bir çıkış mı olur bilemem ama, 15 mayıs 2003 tarihinde saat 7 civarlarında herhangi bir ziverbey otobüsünde, bir borges hrönü gözüktü bana.
    eprimiş çuval üstünde yatmış,karanlıkta,gözleri 19 basamağa ayarlı, alefüzre evrenle sohbet ederken, benim yaşadığım bu anı da* gördü mü bilemem ama, şunu bilmekteyim şimdi;
    "insan dalgınken dilediği şeylere dikkat etmeli."


    (sukedisisu - 18 Mayıs 2003 23:31)

  • comment image

    goz ile gormek arasindaki iliskiyi sorgulamama neden olmus insanlardan biridir. tipki cemil meric gibi, asik veysel gibi. "yasamadim, okudum" diyen bu tutkulu masalci, bir mabed gibi gordugu buenos aires milli kutuphane'sine 1955'te mudur olarak atanir ama ayni yil gozlerini kaybeder. "elimin altinda 200 bin cilt kitap ve ben onlari okuyamiyordum. hepsi birer tugla tanesine donusmustu." fransiz etkisindeki hatay'da dogup buyuyen cemil meric de butun cocuklugu ve ilk gencligi boyunca gormek istedigi paris'e gozlerini kaybetmeye basladiginda tedavi icin goturulur. "yillar yili reyhanli'nin camur damli evlerini seyreden gozlerim, paris'te kapaliydilar. ben paris'i goremiyordum!".

    o perde inmis gozlerin gerisinden nasil bir dunya gozukmektedir? renkler de ucup gitti mi? bizi merakta birakmaz borges; "dusledigim sey belki de tumuyle anakronik. gorme yetimden yararlandigim zamanlardan kalma izlenimlere atifta bulunuyor olmam mumkundur. simdi, bir gozumu kapattigimda, bazi renkleri, ozellikle de yesili ve maviyi fark edebiliyorum. sari beni hicbir zaman terk etmedi. buna karsilik siyahi yitirdim.. karanligin eksikligini cekiyorum. tuhaf, oyle degil mi? karanliktan yoksun bir kor! uyudugum zaman bile yesilimsi ya da mavimsi bir nebulanin icinde buluyorum kendimi."

    annesi ingilizdi ve onunla ingilizce konusur. cok genc yasinda onu isvicre'ye gotururler ve okuldaki ogretmeniyle fransizca konusmaya baslar. ayni donemde bir hocadan da latince ogrenir. babasiyla ise ispanyolca konusmaktadir. "dolayisiyla, o donemler, her insanin kendi dili oldugunu dsundum. tuhaf, milyarlarca yoresel dil. ama belki de dogrudur. belki de bunun icin birbirimizi anlamiyoruz".
    buyuk dedesi 'general borges'in yerlilerle bir savasta tek basina yerlilerin uzerine yururken oldurulmesini kahramanlik destani olarak gormez. bir askerin cesur oldugunu varsaymak icin hicbir neden yoktur ona gore. "butun yasamini rutbe almak icin bir kisladan otekine dolasmak ve strateji ogrenmekle geciren bir kisinin cesur olmaya ihtiyaci yoktur. ve elbette o, ulke yonetmek icin de hazirlanmis degildir. komuta etmek ve itaat edilmek fikri cocukca bir zihniyete ozgudur. bu da diktatorlerin olgunlasmamis insanlar olmasini aciklayan seydir." savaslar ve siddetle dolu bir soykutugunun mirascisidir ancak savastan da siddetten de nefret eder. eserlerine yansitir. "bir bakima, atalarimin bellegi olmus olmam mumkundur. kim bilir, belki de benim üzerimden savas ve siddetle gecmis yasamlarini silmeye calisiyorlar."
    sinirlar ve uluslar dusuncesini sacma bulur. "kucuk yastayken, babamla montevideo'ya gitmistik. dokuz yasimda falan olmaliyim. babam bana soyle demisti: 'bayraklara, gumruklere, askerlere, papazlara iyi bak, cunku butun bunlar ortadan kalkacaklar ve cocuklarina onlari gormus oldugunu anlatabileceksin'. tam tersi oldu. bugun(1978), hic olmadigi kadar cok sinir, hic olmadigi kadar cok bayrak var. ve babam ayni zamanda da vejetaryen oldugundan, daha sonra, 'ben icerde et satilan bir dukkan bile gordum' diyebilmem icin bana bir de kasap dukkani gostermisti.. babam belki de hakliydi. bu hic suphesiz gerceklesmesi birkac yuzyil alacak erken bir kehanetti."
    etimoloji en buyuk tutkularindan biridir. her borges seven insana da sonunda bulasacak bir tutkudur bu. ama haksiz midir? "sozcuklerin kokeni kusaklarinkinden de daha geriye gider. sakson dilinde "renksiz" anlamina gelen bleich sozcugune bakin. iki zit anlam dogrultusunda evrim gecirmistir. ispanyolcada 'beyaza(blanco) ve ingilizcede de 'siyah'a(black) dogru."

    kum saatlerini, haritalari, on sekizinci yuzyil tipografilerini, beydeba'yi, siraz'i, isfehan'i, kutsal kitaplarin dilini, tangonun arzu kokan ritmini, aynalari, labirentleri seven insanlar, borges'i de severler.


    (ben - 5 Mayıs 2004 07:00)

  • comment image

    anlar(ın adamı)

    eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
    ikincisinde daha çok hata yapardım.
    kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
    neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
    çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
    temizlik sorun bile olmazdı asla.
    daha çok riske girerdim,
    seyahat ederdim daha fazla.
    daha çok güneş doğuşu izler,
    daha çok dağa tırmanır,
    daha çok nehirde yüzerdim.
    görmediğim bir çok yere giderdim.
    dondurma yerdim doyasıya,
    daha az bezelye.
    gerçek sorunlarım olurdu
    hayali olanların yerine.
    yaşamın her anını gerçek ve
    verimli kılan insanlardan olurdum.
    farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten.
    anlar, sadece anlar, siz de 'an' ı yaşayın.
    hiçbir yere, yanına: termometre, su, şemsiye ve
    paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.
    yeniden başlayabilseydim,
    ilkbaharda, papuçlarımı atardım.
    ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayakla.
    bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
    çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer...
    ama işte, 85' imdeyim ve biliyorum...
    ölüyorum...

    jorge luis borges


    (thefragile - 17 Haziran 2004 09:13)

  • comment image

    conversations with jorge luis borges'de dikkatimi çeken, borges üzerine birtakım ilginç ayrıntılar ve alıntılar:

    "buenos aires'in gri ve hiçbir özelliği olmayan bir sokağında, küçük, yıkık dökük bir kütüphanede çalışıyordum. günde altı saat çalışıyordum, iş çıkışında bazen arkadaşlarla buluşup sinemaya veya yemeğe giderdik, ama benim içimde sürekli o hayatın gerçekdışı olduğu hissi vardı. bana daha yakın, daha gerçek gelen, üzerinde çalışmakta olduğum hikayeydi."

    - uykusuzluk üzerine: (bkz: #47812962)

    - tolstoy hakkında: "kısa hikayelerinden bazılarını okudum. onları okumanın bir çaba gerektirdiğini hissettim. hiç hoşlanmadığım bir duygu. matematik, psikoloji veya bilim üzerine kitaplar okurken iyi de, -öyle olmalı zaten- bir roman veya bir hikaye okurken çaba göstermek istemem. okuduğumun, beni eğlendirmesini isterim. bir hikayecinin veya romancının hayatımı zorlaştırmasını anlamıyorum."

    - lorca'yı sevmiyor. "sözcüklerinin arkasında fazla bir şey yok" diyor. "saçmalamaya yeteneği vardı. örneğin, çarpıcı metaforlar yapar, ama galiba o metaforları sadece kendisi için yapardı. lorca, kelimeler dünyasında yaşıyordu. kelimelerle oynamaktan, onları birbirleriyle çarpıştırmaktan zevk alıyordu. ama acaba ne yaptığını biliyor muydu? bundan çok şüpheliyim."

    - neruda'yı şair olarak seviyor ama politik kişiliğinden hoşlanmıyor. "ben arjantin'li bir şairdim, o şili'liydi; o komünistleri tutuyordu, ben onlara karşıydım."

    - stravinski'yi seviyor, bach'tan, debussy'den hoşlanmıyor.

    - sevdiği ressamlar: turner, rembrandt ve titian.

    - nietzsche hakkında: "kitaplarının çoğunu okudum ve bir tanesi, zerdüşt böyle buyurdu, -tevrat'ın stilinin kötü bir taklidi- dışında hepsi çok ilginç kitaplar." alçakgönüllü olmadığı için onu sevmiyor. schopenhauer'ı yeğliyor. "sürekli büyük genellemeler yapan yazarlardan hiç hoşlanmam." diyor.

    - komünizm hakkında: "ben, bireyin kuvvetli, devletin de zayıf olması gerektiği ilkesiyle büyüdüm. devletin bireyden kuvvetli olmasını isteyen tezleri benimsemem beklenemezdi."

    - çağdaş felsefe üzerine: "okuyup, tekrar okuyup, çok ilginç bulduğum, sevdiğim konulardan birçoğunu eserlerinden aldığım bertrand russell var. varoluşçulara gelince, denedim, ama onlardan hiçbir zaman hoşlanabileceğimi sanmıyorum. gene de sartre bana, kişisel olarak çok iyi davrandı, dergisinde benim hakkımda yazılar yazdı. paris'te buluştuğumuzda görüşlerimizin çok ayrı olduğunu biliyordu sanırım, ama iki insan olarak uyuşmaya çalıştık ve başardık. ama felsefesine nedense hiç sempatim olmadı. patetik felsefeler hoşuma gitmez. kişisel meselelerle ilgilenip duran filozofları da hiç anlamıyorum." "kierkegaard'ı okumaya çalıştım, ama bana itici geldi."

    "varoluşçuluk bir anlamda kişisel kibrin yerini alan bir felsefe."

    - freud hakkında: "hiçbir zaman hoşuma gitmedi. buna karşın, jung'u çok okurum. jung'u, plinius'u veya frazer'in altın dal'ını okuduğum gibi okurum; bir çeşit mitoloji veya ilginç bilgilerle dolu bir ansiklopedi veya müze gibi. freud'un bir çeşit deli olduğunu düşünüyorum. cinsiyetle ilgili bir sabit fikrin üzerinde gidip gelen bir adam. belki bu konuda çok ciddi değildi. belki hepsini bir oyun olarak gördü ve yaptı. okumaya çalıştım ve onun bir şarlatan ya da bir deli olduğunu düşündüm. dünya, o kadar basit bir fikre indirgenemeyecek kadar karmaşık bir yer bence. jung değişik; onu, freud'dan çok daha fazla okudum. geniş ve açık bir kafası var. freud her şeyi bir iki sevimsiz gerçek parçasına indirgiyor. belki de ben bu konuda cahil ve önyargılıyım."

    - bir insanın gerçekten mutlu olduğu zaman yazmak veya herhangi başka bir şey yapmak ihtiyacı duymadığını, yalnızca varolmak istediğini söylüyor. "çünkü mutluluk kendi başına bir amaç. mutsuzluğun avantajlarından biri, belki de tek avantajı, bu: onu, başka bir alana kanalize etmek zorunluluğu."

    - mutluluk üzerine: "çok mutlu olmaktan korkmamız gerekmiyor bence. örneğin, sokakta yürürken veya burada, odamda otururken, bir anda kendimi mutlu hissetsem, en iyisi bunu kabullenmek ve fazla sorgulamamak. çünkü sorguladığım anda, mutsuz olmak için çok fazla nedenimin olduğunu da keşfedeceğim. bence insan mutluluğu kabul etmeli; belki de nedensiz mutluluk daha bile iyi, çünkü insanın içinden gelen, vücudunda olan bir mutluluk bu. ya da kafasında."

    - felsefe ve materyalizm üzerine: "kanımca, felsefesiz yaşayan insanlar çok zavallı bir hayat sürüyor. kendilerinden ve gerçeklerden çok fazla emin olan insanlar bunlar. bence felsefe, insanın yaşamasına yardım ediyor. örneğin, hayatın bir rüya olduğunu düşünebilirsiniz. bunun ürkütücü ve garip bir yanı olabilir, ama gene de, gerçeği değişmez bir şey olarak düşünmekten daha iyidir. felsefe, dünyayı bir anlamda puslandırabilir, ama bence bu puslandırma çok yararlı. materyalistseniz, değişmez nesnelere bağımlıysanız, gerçeklikle, daha doğrusu sizin gerçeklik adını verdiğiniz şeylerle sınırlanmış, onlar tarafından hapsedilmiş durumdasınızdır. felsefe, bir anlamda gerçeği dağıtıyor, sulandırıyor, ama gerçek her zaman çok zevkli olmadığından, bu sulandırma, insana yardım edebiliyor."


    (fleur du mal - 22 Aralık 2014 00:40)

  • comment image

    bir sevgiliye söylenebilecek belki de en hosnut edici (ya da duruma göre en korkutucu ! ) söz ona aittir : << seninle ya da sensiz olmaktir benim zaman ölçütüm. >>


    (el aleph - 10 Ağustos 2004 17:10)

  • comment image

    yazdıkları arasında en sevdiği hikaye araya giren'dir. hikayeyi annesine adamış, annesi de hiç beğenmemiş.

    araya giren hikayesini olabildiğince yalın yazdığı ve fazla yerel ögeler kullanmadığı için beğendiğini söylüyor borges. çünkü üstat edebiyat duygusu olmayan insanların bir metni sevdiklerinde bunu sürekli karmaşık nedenlere bağlamalarına, metnin içinde sürekli semboller, olmayan neden-sonuç ilişkileri aramalarına hep öfkelenmiştir. borges beyfendiye göre insanlar her türde yazılmış 'edebi eserlerin arkasında bir tür ders arıyorlar.'

    "hikayenizi beğendik, ama ne demek istediniz bu hikayeyle, diye soruyorlar. cevap şu:hiçbir şey demek istemedim. anlatmak istediğim sadece hikayenin kendisiydi. eğer daha da yalın bir şekilde, daha basit kelimelerle anlatabilseydim öyle yapardım. ama insanlar yazarların gizli amaçları olduğuna inanıyorlar. olara göre her yazı bir gerçeği ispatlamak amacıyla yazılmış; sadece yazmak zevkinden veya yazarın yarattığı kişilere veya bir konuya duyduğu ilgiden dolayı yazılmış olamaz!"


    (us and them - 25 Ağustos 2015 12:49)

  • comment image

    arada şu sölediklerini hatırlamak iyi gelir. "bir şey sona erdiği zaman yeni bir şeyin başladığını düşünmemiz gerekir. yitirdiğimiz şeyi çok iyi bildiğimiz ama onun yerine ne koyacağımızı bilemediğimiz için mutsuzuz."

    sayesinde pedro bonifacio palaciosu keşfetmek ayrı bir güzelliktir.


    (minotauros - 9 Ekim 2016 18:18)

  • comment image

    horge lui borhe(s) ispanyolca bayanlar beyler baştakı j-jh, g lerde mecburen kapalı h okunacak okunucak tahmınım (tahmınım dııl bı donem bızde konaklamışh olan arjantınlıden dolayı emınım)

    yıllar sonra gelen edit: efendim bu şahane yazarımızın isminin nasıl okunduğuna dair tereddütlerle dolu entryler vardı bu entrynın ustunde. onlar gıtmıs meydan buna kalmış:(

    daha yıllar sonra gelen edit: corazon valiente ekşi duyurudan duzelttı: merhaba, diyeceğim önemli değil aslında. "jorge luis borges" entrynizde tanımı doğru yapıp (g harfinin h okunacağını belirtmişsiniz) küçük bir yerde yanlış yazmışsınız. "horge" yazmışsınız ancak okunuşu "horhe" olmalı onun. yani "horhe luih borhe". önemli bir şey değil ancak düzeltmek istedim.


    (arcadia - 22 Aralık 1999 14:54)

  • comment image

    ana caddelerde karshıdan karshıya gecmek ıcın, tanımadıklarının koluna gırıverdıgı, bir gun karshıdan karshıya gecherken koluna gırdıgı adamın, karshıya gechtıkten sonra "cok saolun ne kadar ıyı ve korlere merhametlı ınsanlar var shu dunya da" dıye ona tesekkur ettıgı soylenır.


    (arcadia - 3 Şubat 2002 23:24)

Yorum Kaynak Link : jorge luis borges