Süre                : 1 Saat 20 dakika
Çıkış Tarihi     : 25 Şubat 2016 Perşembe, Yapım Yılı : 2016
Türü                : Heyecanlı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  8180 Films
Yönetmen       : Larry Brand (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Larry Brand (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Henry Ian Cusick (IMDB)(ekşi), Nicki Aycox (IMDB)(ekşi), Stephen Lang (IMDB)(ekşi), David Margulies (IMDB), Charles Aitken (IMDB), James Biberi (IMDB)(ekşi), Waltrudis Buck (IMDB), John L. Payne (IMDB), Tom Morrissey (IMDB), Nathalie Lyon (IMDB), John Fugelsang (IMDB), Alex Vega (IMDB), Jennifer Lynn Nuccitelli (IMDB), Maria Chinappi (IMDB), Drew McConnell (IMDB), Matt Saxon (IMDB)

The Girl on the Train (~ A Rapariga no Comboio) ' Filminin Konusu :
Eşinden ayrıldıktan sonra yeniden normal hayatına dönmeye çalışan Rachel Watson (Emily Blunt), her gün işe giderken bindiği trenle eski kocasıyla bir zamanlar birlikte yaşadığı, şimdi ise eski kocasının yeni ailesiyle birlikte yaşamayı sürdürdüğü evin önünden geçmektedir. Her seferinde aynı acıyı tekrar yaşamamak adına eve yakın başka bir evde yaşayan Megan Hipwell (Haley Bennett) ve Scott Hipwell (Luke Evans) çiftini dikkatle izlemeye, onların hayatlarıyla ilgili kendince yorumlar yapmaya başlar. Yine bir gün trenle oradan geçerken çok kötü birşeye tanık olur. Ertesi sabah uyandığında geceyle ilgili hiçbir şey hatırlamaz ve televizyonda Megan'ın kaybolduğunu öğrenir. Rachel hem Megan'ın akibetini, hem de kendisinin o gece nerede ne yaptığını öğrenmek isteyecektir. Trendeki Kız filmi, İngiliz yazar Paula Hawkins'in 2015'te yazdığı aynı adlı çok satan kitaptan uyarlanarak çekildi.


  • "az önce netfixte izlemeyi bitirdiğim ve ağırlığını hala midemde hissettiğim muhteşem film. 8,5/10."




Facebook Yorumları
  • comment image

    gerilim romanı. türkçeye trendeki kız adıyla çevrilmiş bestseller. dün iş çıkışı merak edip aldım, eve gelip başlayayım dedim. kitabı bitirip bıraktığımda gece 1di. pişman mıyım? hayır!

    tom sana laflar hazırladım yalnız.


    (mor salkimli karpuz - 28 Mart 2015 11:54)

  • comment image

    simdi bitirdim, hayattan, insanlardan sogudum adeta. ne cok cirkinlik var, kurgu falan da degil. bu dunyada anna, tom gibi insanlar var, dikkatli olun. rachel'lar lafim ozellikle size.

    --- spoiler ---

    yalan soyleyen, aldatan, manipule eden, gercekleri carpitmakla kalmayip, kendi hatasindan dolayi seni suclu hissetirmeyi becerebilen adamlar. karisini dovup edip, sabahina 'sen sarhostun yanlis hatirliyorsun, sen bana saldirdin, zarar verdin' diye hikaye anlatmak, ustune kadina trip atmak.. ici sizlar mi bunun yillar boyu cocuk ozlemi cekmis, sahip olamayinca mahvolmus karisini bosayip, beraber dosedikleri eve yeni karisini, cocugunu getirirken? uzerine onu da komsunun sorunlu, depresif karisiyla aldatirken.. sonra muhtemelen kendi cocuguna hamile o kadini oldururken..

    anlatirken icim sisti. ama var boyle adamlar. potansiyeli olan bi tane ben gordum en azindan.

    ama benim asil soklar gecirdigim anna oldu. hep kendini dusunen, sadece kendini dusunen bencil, asagilik bi surtuk. rachel'a yaptiklari yetmezmis gibi, ondan olesiye nefret etmesi, her firsatta 'tom'la ne kadar mutluyuz, harika bi aileyiz biz' modlari..en sonda bile, eger tom kendisine zarar vermeyecek olsa, inanabilse ona, izin verecek rachel'i da oldurmesine, mutlu mesut yasayacak tom'la. pis surtuk.

    scott falan masum kaliyor bunlara gore. garibim rachel da ictim hatirlayamadim, yok haliya kustum diye kendini yesin. dunya boyle kibar, duyarli insanlarin dunyasi degil, tom gibi les, yalanci pezevenklerin dunyasi.

    ne giydirdim, sinir yapmissam demek ki. tahmin ettim ben bu tom'u en basindan beri de, sonda yine supheye dustum acaba scott ogrendi de, o mu yapti diye. ki cok da olasiydi. yazar iyi oynuyor okucuyla, psikolog mu, koca mi derken.. basarili.

    ---
    spoiler ---

    gone girl sevenlere tavsiye edilir. bir de ingilizcesi cok agir degil, gelistirmek icin iyi bir kitap, eglenceli, surukleyici.


    (dimi ama - 20 Ağustos 2015 00:57)

  • comment image

    gone girl'le kıyaslandığında gerilim dozu düşük olabilir fakat yine de kötü bir kitap değil. olayı ve faili daha olay meydana gelmeden tahmin ettiğim halde (örüntü okuma konusunda iyiyimdir, beni baz almayın) sonuna kadar okudum, türünü bir yana bırakıp her kadına tavsiye ederim, okuyun, okuyun da insanları görün.

    --- ağır spoiler ---
    --- çok ağır ---

    henüz ilk çeyreğinde bile değilken, megan hala hayattayken megan'ın öleceğini de, katilin tom olduğunu da, hatta bunun hamilelikle ilgili olduğunu da tahmin ettim, çünkü elimizde şu vardı: kitabın ilerlemesiyle ayyuka çıkan şerefsizliği daha ilk kısımlarda anlaşılan erkek tom watson. çünkü bir kadına bunu yapan, aldatan, canını acıtmak için kasıtlı olarak bir şeyler yapan (yeni salak karısını rachel'ın mutlu olduğu o eve getirmesi gibi) başka bir kadına daha yapacaktır, ve sonra bir başkasına. kitabın sonunda anna'ya (anna'yı gebertse umrumda olmazdı bu arada) megan'la ilişkisinin cinsellik kısmını, mekanları filan çok rahat şekilde anlatmasından bile tom'un kadınlara olan bakışını net görebiliyorsunuz: libidosuna hizmet eden, çocuk doğuran ve kendini çocuğa adayan, ama bir yandan da hep manken gibi bakımlı olması gereken, çok soru sormayan, evde uslu uslu onu bekleyen, çocuğu ona yük etmeyen, hata kendisinde olmadığı halde özür dileyen vb.. sorun tom'un böyle olması kadar, onun böyle olmasına müsade eden, bu vandallığı destekleyen kadınlar. önce rachel, sonra anna. ama megan bunu yapmıyor, "erkeğin hayatı mükemmel olsun, kadın olarak tüm acılar tüm sorumluluk benim olsun" demiyor ve öldürülüyor. uzun zamandır bu kadar başarılı yazılmış bir erkek iğrençliği okumamıştım. sadece rachel - tom - anna eksenindeki ilişkiden ders almak için bile her kadının okuması lazım.
    ayrıca tom'da mitomani var, en basit durumlar için bile yalan söylüyor. aldatan ve dayak atan, hatta öldüren bir tiple tanışma olasılığınız ne kadardır bilmiyorum ama mitoman bir erkekle tanışma olasılığınız çok fazla. şahsen ben bir tane tanımıştım, dış görünüşünden gelirine, mesleğinden oturduğu muhite kadar tek bir olumsuzluk yaşamamasına rağmen sürekli ve en basit konularda yalan söyleyebilir, yoktan yere "kuzenim kanser" diyebilir, çocukluğuyla ilgili garip hikayeler uydurabilir, bir drama queen gibi davranabilir, her an öldürülme tehlikesi yaşadığından bahsedebilir, gittiği basit bir dönercide kendisine özel servis yapıldığını, doğumgününde ofisine gizli hayranları tarafından çiçekler yağdırıldığını filan anlatabilir bu tipler. yavaş yavaş tanımaya başladığınız biri hayatında çok fazla uç olaylar ve dram barındırıyorsa mitomani nedir, mitoman kimdir bir araştırın derim.

    rachel, ah rachel, kitabın içine girmek, o trende tüm vagonları geze geze rachel'ı bulup "ablacım kendine bunu neden yapıyorsun, neden neden!" diye haykırmak istedim kaç kez. bir bebeği isteyip istemediği kitapta açıkça belirtilmediği halde insanların rachel'ın çocuk doğurmasını dillerine dolamasıyla beraber iyice kötüleşen hamile kalamama durumu rachel'ı önce alkolizme, sonra "fırsat bu fırsat" diyerek ellerini ovuşturan bir erkekten duygusal ve fiziksel şiddet görmeye, sonra terk edilmiş, işinden olmuş, bir odaya sıkışmış, daha da alkolikleşmiş, ezilmiş büzülmüş, kendine acıyan, insanların kahpeliğinden nasiplenmiş, dip bir hale sokuyor. erkekler aşağılıyor, dövüyor, fiziksel özellikleriyle dalga geçiyor, anna ve trendeki kızlar en az erkeklerin yaptığı kadar rencide edici davranıyor, ama rachel kitabın son çeyreğine kadar tom'u bir tanrı ve olayların tüm suçlusunu kendisi gibi görmeye devam ediyor, ne kadar da öğretilmiş bir kadınlık rolü, değil mi?
    boşanmalarının üzerinden 2 sene geçtiği, aldatıldığı, kocası onu aldattığı diğer kadınla evlenip bir de üstüne rachel'la döşedikleri evde oturduğu halde, yani "ben bir psikopatım, bir pisliğim" diye bas bas bağırdığı halde adamın soy adını bırakmıyor, nikah yüzüğünü boynuna asıyor, kitap boyunca pek çok kez tom'un iyiliğini, sağlığını istediğini yineleyip duruyor, tom'un anna'yı bırakıp kendisine geri döneceğinin hayaliyle yaşıyor, içiyor, daha çok içiyor, kilo alıyor, işinden oluyor, rezil oluyor, küçülüyor. scott'ı aslında kaybettiği tom'un yerine koyuyor, onun için olmadık fedakarlıklar yapmaya başlıyor, ve sonunda dayak yiyip aşağılanıyor. yazarken bile yine gerildim, bir kadın kendine bunu nasıl reva görür? tabi ki ipin ucunu elinden kaçırarak. çocuk doğurmasa bile, işsiz kalsa , şişmanlasa bile değerinden bir şey kaybetmediğini çevresine hissettirmekten vazgeçerek. "seninle bir ilişkim olup olmadığını sordular, karımı görmediler herhalde, standartlar öyle bir anda düşmez" diyen scott'a "ulan senin karının kimden hamile kaldığı belli değil, seni boynuzladığı hangi adamın onu öldürdüğü belli değil, ne standartından bahsediyorsun dürrük?" diyeceği yerde başını önüne eğip kızararak. yapmadığını bırakmayan tom'un avuç içini öperek, ayrılmalarında tüm suçu anna'ya yükleyip tom'a toz kondurmayarak.
    rachel insanı çıldırtıyor, beni o kadar delirtti ki kitabı ortadan ikiye ayırasım geldi, neyse ki sonunda aklı başına geldi de daha iyi bir hayata adım attı.
    kadınlar maalesef erkekler tarafından çok kolay manipule edilebiliyor, çirkin olduklarına, yetersiz olduklarına, güçsüz olduklarına inandırılabiliyor. donunu yıkamaktan aciz salağın teki kadına "şişmansın iğrençsin", "parfümün kötü" diyebiliyor, şu sözlükte bile her gün ağzından parmaklarından bok damlayan adamların kadınlara attığı iftiraları, ettikleri hakaretleri okuyoruz, bir kadının bu yoğun baskı sonucu "tüm suç benim hakim bey" demeden sağlam durabilmesi çok zor ama yapılması gereken bu. kilo verilir, iş bulunur, hayat düzelir ama sizden gidenler geri gelmez. rachel'ın kendine yaptığını siz yapmayın.

    anna, yine etrafımızda çokça olan bir kadın tipi, benim sokağa çıkıp hakkını savunmayacağımgillerden. nedeni net; anna basit, ucuz bir sürtük. güzelliğinden ve sinsiliğinden başka hiçbir vasfı yok ve yolun sonuna gelindiğinde anna'yı ikisi de kurtarmıyor, küçümsediği rachel'a dönüştüğünü gördükçe kendinden hem korkuyor, hem de rachel'ın en azından bir slut olmadığını düşünüp daha da düşmanlaşıyor. tom'la yaşadığını sandığını düşman çatlatan hayatın sadece bir ilüzyon olduğunu fark ettiği ana kadar rachel umrunda değil.
    bu kitabın en hoş özelliği, konu basit, kurgu tahmin edilebilir olsa da karakterlerin çok iyi çalışılmış olması, mesela anna, evli erkeği baştan çıkarırken "ama karısı korkunç bir kadın ve zavallı sevgilime işkence ediyor" argümanına aslında içten içe inanmayan, sorunun erkekte olduğunu bildiği halde tercih edilen kadın, femme fatale olmanın hırsıyla çevreye böyle yansıtan, rachel'dan hem nefret eden, ondan korkan, ama bir yandan da kazandığı zaferin -yani evliliği- ne kadar küçük ve değersiz olduğunu anladıkça rachel'ı görüp ego tatmin etmek isteyen gerçek bir çakal-gerizekalı. sosyal ağlarda mutluluk şovu yapan, kendisine hiçbir zararı olmasa da eski eşe laf sokan şeyler paylaşan güzel ama beyinsiz ikinci eşlerin çok başarılı bir örneği.
    rachel'dan korkmasının sebebi evine gelmesi, bebeğini alıp bahçeye götürmesi filan değil, kendisi ne kadar güzel, ne kadar sarışın, yataktaki performansı ne kadar iyi, ne kadar seksi, ne kadar tercih edilmiş ve ne kadar iyi bir anne olursa olsun, tom için asla rachel'ın yerini alamayacağını, sahip olduğu her şeyi güzel bir vücutla elde ettiğini bilmek. o kadar iğrenç bir kadın ki, olaylar anlaşıldığında tom megan'ı da öldürmüş olmasa, sadece rachel'ı öldürse tom'u affedip rachel'ın cesedinden kurtulmaya yardım edebilecek tıynette. tom'un kendi götünü de gün gelince kesebileceğini anladığı için rachel'a yardım ediyor sadece.
    yuva yıkanın neden yuvası olmadığını açıklamada kullanılabilir anna, çünkü boş evde buluşup seks yapmakla yıkabildiğiniz yuvadan arta kalan adamla/kadınla senin kuracağın yuvadan da bir bok olmaz. bu kadının bir benzerini de sözlükte, karısına saydıran bir başlıktaki adama destek çıkan bir kadında gördüm, her yerdeler yani, "boşanır da benim kucağıma düşer" diye girip çıkmayacakları hiçbir ortam yok. böyle kaltakları feminizm ocağının dışına atıyorum, geberebilirler.

    megan, histriyonik kişilik bozukluğunun bariz örneği, kendini çok zeki sanan aptal, ama mesela anna'dan daha insancıl. megan tam olarak teoman şarkılarındaki kendine sahip çıkmaktan aciz, hırçın, post-küçük kızlık sendromu yaşayan, kendine zararlı kadın örneği. sorunu tam bir mal olan scott'la evli olması değil, kamal, tom, ya da başka herhangi bir erkekle evli olsa yine aynı şeyleri yaşar, çünkü sorun hayatındaki erkeklerde değil bizzat kendisinde. başka kadınlarda küçümsediği her şey gün gelip kendisini bulunca gidip en olmadık insan olan tom'u tehdit ediyor, bir türlü baştan çıkaramadığı kamal'ı takıntı haline getiriyor, ve gidip yaralı bir köpek gibi scott'a sığınıyor, çünkü aslında hayatındaki erkekleri duyguları, geçmiş ve gelecekleri olan insanlar olarak görmüyor, insan olarak değil kendi oyuncağı olarak görüyor hatta. bencil, aptal ve zavallı olduğunu için artık sorumluluk alacağım, bebeğime anne olacağım diye karar verdiği halde bile gidip o sorumluluğun ilk adımı olarak tom'u tehdit eden bir aciz. tom'a yaptığı kötü demiyorum, çok da iyi yaptı ama bunu bebek için değil önce kendisi için yapmalıydı. hep daralan, bunalan, zır zır ağlayıp psikiyatrist kapılarında yatan sorunlu kadın tipi, hani sevgilisinin en yakın arkadaşını ayartıp gözyaşı, sahte sinir krizi ve manipülasyonla insanları onu bunu yapmaya itenin sevgilisinin ilgisizliği vb. olduğuna ikna eden, 2 ay sonra yeni sevgilisinin arkadaşını ayartıp yine aynı filmi döndüren, korunmaya muhtaç tavırlarıyla erkek egosunun en aptal tarafını meşgul eden tiplerden. tom nasıl libidosunun direktifinde yaşıyor ve kadınlara değer vermiyorsa, megan da attention whoreluğunun götürdüğü yere gidiyor ve kadın - erkek kimseyi insan yerine koymuyor. böyle zelda fitzgerald ekolünden kadınlardan nefret ederim, o yüzden karakteri çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim.

    scott, insan ilk başta üzülüyor bu herife, nitekim karısını mutlu etmek için elinden geleni yapan ama yetiremeyen zavallı adam portresiyle karşılaşıyoruz ilk olarak. tom'un rachel'a evliliklerinin son 2 yılında uyguladığı şiddetin çok hafif dozunu megan buna uyguluyor ama kendisi farkında değil. nasıl ki anna tom'u sadece güzelliğiyle elde etmişse, scott da megan'la aslında sadece güzelliği için birlikte, ufak tefek oluşunun yarattığı koruyup kollama hissinden, güzel karısıyla hava atmaktan hoşlanıyor. dediğim gibi ilk başlarda acıyorsunuz, ölen karısının karnındaki bebeğin kimden olduğu bile bilinmeyen bir adam sonuçta, hatta bir yere kadar "keşke rachel'la birlikte olsalar" bile diyorsunuz, ta ki zor zamanında sığındığı, daha karısının 40'ı çıkmadan birlikte olduğu rachel'ı fiziksel özellikleri üzerinden küçümseyip megan'ın güzelliğini övene kadar. o megan ki kendisini kaç kişiyle aldatmış, karnındaki bebek kimdenmiş belli değil, geçmişinde yanlışlıkla öldürdüğü bir bebeği olduğunu bile söylememiş ama "korom çok gozoldo son çok çorkonson". kusura bakma ama scott, tüm kasabaya hatta tüm birleşik krallık'a "ölü karısının kimden hamile kaldığı belli olmayan boynuzlu" olarak nam salmayı hak ettin, çünkü aşırı beyinsizlikten muzdariptin.

    kamal ve cathy, kitaptaki nadir iyi karakterlerden. kamal en ufak bir olayda, çalışıp bir yere de gelmiş olsa hemen etnik kimliği üzerinden vurulan mülteci ingiliz vatandaşı, cathy ise can dostu bile olmayan bir kadına gösterdiği sonsuz anlayış ve karşılıksız iyi insan olmanın hakkını sonuna dek vermesiyle takdir kazanan gerçekçi karakterler. kişiye bazen en yakın destek en iyiden, en sıkı fıkıdan, en samimiden değil, şöyle 3 adım geride durandan gelir.

    katili nasıl daha megan öldürülmeden bildiğime gelirsek, otel odasında birlikte olduğu adamın megan'a hayatıdaki önceki ve "daha önceki" iki kadını anlattığı yerde. çünkü her ne kadar kadının hayatını mahvetmesiyle başlayan süreç ensesine tirbüşonu yiyip feci şekilde gebermesiyle bitse de tom'un 3 kadın içinden gerçekten sevgi namına bir şey hissettiği ve takıntılı olduğu tek kadın rachel. evet o kilolu, alkolik ve kontrolsüz haline rağmen, işte o yüzden rachel ölsün de yalan üzerine kurduğu hayatındaki tek zaafı bitsin istiyor.
    --- spoiler ---

    alın okuyun, hatta bir rachel olmaya meyilli arkadaşınız varsa ona da okutun, pişman olmazsınız. filmi çekiliyormuş, cast açısından sadece emily blunt nasıl rachel olacak onu düşünüyorum, emily blunt çok güzel allahsızlar. rebecca ferguson'dan ise 10 numara anna olur.


    (isolde - 18 Kasım 2015 20:12)

  • comment image

    romandan bihaberim ancak öncelikle film teknik anlamda gayet güzel kotarılmış bir iş. emily blunt izlemeyi sevdiğim aktris. bu yapımda da obsesif - alkolik karakteriyle gayet üst düzey bir oyunculuk performansı çıkarmayı başarmış. bunun dışında görüntü yönetmenliği, kamera işçiliği gibi konularda filmi beklentilerimin bir hayli ötesinde başarılı buldum. filmi zaman kaybı olarak tanımlayanlar olmuş, kendilerini esefle kınıyorum.

    the girl on the train müthiş sayılamayacaksa da gayet eli yüzü düzgün, kendisini izleten bir yapım olmuş. hem imdb'de, hem de burada kendisine haksızlık edildiğini düşünüyorum. öte yandan gone girl'u kusursuz, the girl on the train'i zaman kaybı olarak niteleyen sinema değerlerinin ne olduğunu da merak ediyorum.


    (at war with self - 11 Ocak 2017 11:20)

  • comment image

    kitabı için şunları yazmıştım:

    (bkz: #61643090)

    filmi, kitapla karşılaştırınca biraz daha kötü ama kitap da sonuçta dünyanın en iyi kitabı değildi.

    filmde, en azından kitapta gözümüzde canlandırmaya çalıştığımız banliyö evleri, tünel, koru falan çok güzel, birebir belirdi. yazar tam olarak o ortamı yazmış olabilir, o derece birebir aynıydı.

    rachel'ın çirkin ve şişman olması gerekiyordu, kendisini emily blunt oynuyor, "hahahahahahahaha no."

    filmi izlerken "rachel'ın işi gücü yok, nasıl yaşıyor, nasıl geçiniyor?" sorusu akıllara geliyor, kitapta annesinden maddi yardım alıyordu ve hatta annesi sürekli rachel'la buluşmak, onun geleceğiyle ilgili konuşmak istiyordu.

    ben kitabı okurken dedektifi hep erkek olarak düşünmüştüm, benim hatam olabilir, muhtemelen kitapta da kadındı, ben salak gibi cinsiyetçi yaklaşıp erkek gibi hayal etmişimdir, filmde kadın dedektif görünce ilginç geldi. yine kitapta dedektifin rachel'la çok daha fazla diyaloğu vardı.

    kitapta, onca az karakterin olması göze çok batmadı. filmde, tüm sorgulama süreci üç beş karakter arasında geçiyordu ve izlerken göze hakikaten battı. yani "bir avuç insan var, katil mutlaka bunlardan biri..." diye düşünerek filmin polisiye yönünü kötü bulmak çok normal. okurken karakterlerin ağızlarından gelişmeleri takip ettiğimiz için olayın nasıl araştırıldığı, kimlerin sorgulandığı, neler olduğu biraz daha havada kalıyor ve daha inandırıcı geliyordu.

    megan, kitapta daha gizemliydi, filmde sorunlu bir geçmişe sahip, hafifmeşrep bir kadın oluvermiş ama kitapta kadının sıkıntısının ne olduğunu bilmeden birinci ağızdan kederini okuyorduk. bir tek megan'ın filmde daha yüzeysel gösterildiğini düşünüyorum ki diğer karakterler kitapta da filmde neyse oydu. (rachel şişman ve çirkindi haha.)

    film buram buram iç sıkıcı bir atmosferde çekilmiş ki bu da güzel. ama yine de iyi bir polisiye ya da gizem filminin kalitesinde değil. daha çok bir genç kadın filmi, zaten goodreads'in, wattpad'in falan yeni yazarlara belirli okuyucu portrelerini keşfetme olanağı tanıdığını bilirsiniz, bazı kitapların tam olarak bazı kitlelere reklamının yapıldığı gibi büyük reklamcılık sonucunda bu kitap bu kadar kısa sürede ünlü olmuştu ve filme çekilmişti. tam olarak kitabın pazarlandığı kitleye yapılan bir film olmuş ki çok üzgünüm, bu kitle biraz fifty shades of grey kitlesi. hani kitabın kapağında kaslı erkek vücudu olan kitapları okuyan bir ev hanımı kitlesi var, kitap tam olarak onların satın alacağı düşünülerek dünyaya yayıldı. kitabın edebi değerini bir kez daha tartışacak değilim ama yöneldiği kitleyi göz önünde bulundurarak filmi de o gözle izlemek lazım, çok da sinefillere hitap eden bir film değil.

    lisa kudrow çok yaşlanmış ve bunun için çok üzgünüm. filmde oynadığını bilmiyordum ve çok güzel bir sürpriz oldu fakat canımız, kıymetlimiz phoebe buffay'i başka bir rolde görsek de hep gülümsüyor, hep sıcak, yerim. çok seviyorum.

    sonuç olarak kitap da, film de tek bir deyimle özetlenebiliyordu, "rachel dertsiz başına dert aldı." filmde daha da dertsiz olan başına dert almış, ufak ayrıntılarla kitap biraz daha tutarlı ve biraz daha okunabilirdi, filmde rachel'ın stalkerlığı sadece trenden bakıp arada bir hayal kurmak gibi olmuş, kitapta hayatla tek bağlantısı trenden izlediği çiftin hayatını gözetlemekti.

    yine de her şeye rağmen filme de kötü bir film demedim, en azından izlerken huzursuz ediyor, boğucu atmosferine izleyiciyi çekebiliyor, film de izlenebilir seviyede, tıpkı kitabın da beklentisiz okuyunca tatmin ettiği gibi.


    (sweet leaf - 13 Ocak 2017 03:59)

  • comment image

    bu bir tren filmi değildir

    sırf adında tren geçiyor diye izledim. ne fragmanını izlemiştim ne de bir kitap uyarlaması olduğunu biliyordum. her adında tren geçen film, tren filmi olmak zorunda değil elbette ama insan yine de hüsrana uğruyor biraz. umut oluyor çünkü. umut olunca da hüsrana da bir davetiye yollamış oluyorsun ister istemez. ki kendisi lcv'yi hiç umursamaz.

    tren filmi sanılsın da seyirciyi çekelim diyerek çakallık yapıp bu ismi vermişler de diyemiyorum zira ismini kitaptan almış. kaldı ki, bir filmi sadece isminde tren geçiyor diye seyreden şunun şurasında kaç öküzüzdür ki?

    filmi izlemeli misiniz? ben bir film için "izlemeyin" demem. ben hep "izleyin" derim. "seversiniz" veya "sevmezsiniz" diyebilirim belki en fazla. lakin sizi tanımadığım için onu da diyemiyorum. "ben sevmedim" diyeyim o vakit. ama siz yine de izleyin. bak yine dedim.

    haydarpaşa-gebze treni de yalan oldu, kaç yıl oldu valla. kaç yıl oldu hakikaten? o hatla pek işim olmasa da 2012 yılı baharında çalıştığını gayet net hatırlıyorum. ondan sonrasıyla ilgili bir kayıt yok zihnimde.


    (ronesans adami - 19 Ocak 2017 00:04)

  • comment image

    orta yaş bunalımı geçirip durmadan içen, kocasını aldatan avrupalı kadınların "ay aynı ben ben, ne güzel anlatmış" diyerek okuyup bestseller yaptığı dandik takip. bir başka dandik kitap olan fifty shades of grey i de aynı şekilde içindeki fantezileri dışarı çıkaramamış kadınlar kendini bulup bestseller yapmıştı. güzel falan değildir, okumayın boşuna, bundan daha güzel yüzlerce polisiye roman var.


    (ozmania - 2 Şubat 2017 07:30)

  • comment image

    filmin yarısına kadar sıkılarak izledim. ancak sonradan olaylar gelişince, acayip bir şekilde merak uyandırıyor ve vay be diyosunuz.
    çoğu kişinin dediği gibi, keşke ilk önce kitabını okumuş olsaydım.

    film kötü değil ama süresi uzun tutulmuş ve işleyiş tam olmamış gibi. ama bi süreden sonra merakla izettiği bi gerçek.


    (kesesini kaybeden kanguru - 18 Mart 2017 00:05)

  • comment image

    içi antidepresan dolu aynalı dolabın kapağını kapatınca arkada kuyu cadısı görme gibi klişelere girmeden, tertemiz gerilim filmi çekmişler. kadın o kadar gerçek ki, tüm filmi samimi kılıyor. aslında filmdeki bütün karakterler fazla gerçek. çok beğendim.


    (men rabbuke - 29 Nisan 2018 23:20)

Yorum Kaynak Link : the girl on the train