Cialo (~ Beden) ' Filminin Konusu : Karısını bir süre önce kaybetmiş, ancak yoğun işleri nedeniyle yas tutmaya bile fırsatı olmayan bir savcı (Janusz Gajos), anoreksik kızı Olga'nın (Justyna Suwala) durumunun daha da kötüye gitmesinden endişe ettiği için onu bir psikayatri kliniğine yatırır. Buranın doktoru Anna da (Maja Ostaszewska) yakın zamanda önemli bir kayıp yaşamıştır ve kaybın acısını alışılmışın dışında bir yöntemle atlatmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda ölmüş tanıdıkların, yaşayan dostlarıyla iletişime geçebileceğine inanmaktadır.
W imie...(2013)(6,5-2381)
2015 yılında berlinale'de gümüş ayı ödülünü almış olan film. o kadar iyi mi? bence hayır. filmin yönetmeni malgorzata szumowska, kendisini elles, w imie gibi güzel filmlerden tanıyoruz. bence ilginç bir yönetmen szumowska. üç filmini izledim, üçü de birbirinden çok farklı konu olarak da, tarz olarak da. elles, adıyla müsemma, kadınlara, kadınlığa dair bir filmken w imie, eş cinsel olan ve bununla ilgili sıkıntılar çeken bir rahiple ilgiliydi. cialo ise bambaşka bir film konu olarak. yeme bozukluğuna sahip kızını yine kendince farklı bir prisiyatriste götüren bir adamın hikayesi. özgün bir film; konu olarak da, dil olarak da; ama maalesef bu sefer çok da beğenmedim. en azından mesela, w imie çok daha iyi bir filmdi.
(feministim ben - 22 Aralık 2016 16:02)
yönetmen malgorzata szumowska 'ya 65. cannes film festivalinde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmış 2015 yılı yapımı film. filmimiz cinayet masasında çalışan eşini kaybetmiş ve anoreksi hastası kızıyla problemler yaşayan adamın hikayesi. kahramanımız işi ve dünya görüşü gereği metafizik olaylara inanmamakla beraber kızının terapisti ve yaşadığı bir takım olaylar nedeniyle etkilenecek ve bir takım deneyimler yaşayacaktır. en iyi yönetmen ödülünün neye göre verildiği anlamadığım filmimizi ister seyredin ister seyretmeyin
(trumpets - 9 Haziran 2017 15:40)
çocukluğunuzda sağdan soldan bir şekilde duyup şu yaşınıza kadar unutmadığınız şeyler var mı? benim çok var. bazıları beni öylesine etkilemiş ki tüm hayatım boyunca sürekli aklıma gelip, kafamı meşgul etmiştir. bu herkes için geçerli mi bilmiyorum ama kendi zihnimin karmaşık dehlizlerinin bana sık sık oynadığı bir oyundur, duyduğum tuhaf şeyleri silmektense bana zaman zaman hatırlatması muziplikten başka bir şey değil. işte pek çok kayıttan bir tanesi de şu: doğup büyüdüğüm kendi halinde bir anadolu vilayetinde oturduğumuz apartmandaki komşularımızdan bir eczacı kadının gençliğinde bir ruh çağırma anısıdır. yanlış hatırlamıyorsam ablam, bu kadının kızından dinlemişti ve bana anlatmıştı, yahut bir ortamda kendi aralarında konuşurlerken ben kulak misafiri olmuştum ama her şekilde zihnim anlatılanları kabaca kayda almış ve ölene dek saklamak üzere muhafaza etmiş. bu kadıncağız, kendi gençliği sırasında, muhtemelen 1950'lerin ortasına denk geliyor, arkadaşlarıyla birlikte bir ruh çağırma ayini düzelenmişler. aranızda belki bilenler vardır, bu ruh çağırma ayinleri, 20. yüzyılın başından itibaren popülerleşmiş ve 1970'lere dek sürmüştür. çoğu yabancı filmde de hem ilk dönemlerine hem de sonraki dönemlerine dair pek çok sahnelere denk geliriz. bu cesur kızlar peki kimin ruhunu çağırmışlar dersiniz? okuyunca inanamayacaksınız... atatürk'ün... peki ya ruh çağırma seansı nasıl sona ermiş dersiniz? ulu önder genç kızlara aynen şöyle demiş: "ben bu yaptığınıız genç türk kızlarına hiç yakıştıramadım"... evet benim dolaylı şekilde öğrenip bugüne dek hiç unutmadığım bir kulak misafirliğidir bu olay.anlattıklarımdan filmin ölmüş insanların ruhlarıyla, medyumlıkla ve ruh çağırma ile alakalı olduğunu anlamışsınızdır. ama tipik amerikan klişeleriyle dolu bir film aklınıza gelmesin. bir polonya yani doğu avrupa filminden bahsediyoruz. köhnemiş gri, soluk binaları ile yılların sovyet ağırlığını üzerinden atmaya çalışan bir ülke ve sineması. polonya sineması, çek ve macar sinemasından sonra (yugoslav sinemasını çok ayrı yere koyma hakkım saklıdır) sevdiğim bir sinemadır, bilhassa teknik unsurları çok güçlü, çok sağlam bir altyapıya sahiptir, polonya ekolünün günümüzde halen sürdüğünü filmi izlerken anlıyorsunuz. film bizlere birkaç kayıp ruhun hikâyesini anlatıyor. bu ruhların bazıları yaşayan bedenlere ait bazıları da çoktan ölmüşlere. annesini kaybetmiş anoreksi hastası olga isimli bir genç kızın hem yaşama tutunmakta zorlanması hem de işinden başka bir şey düşünmeyen babası ile olan iletişim sorunlarını anlatıyor bizlere. savcı babası birbirinden tuhaf adli vakalar peşinde koştururken bir süre önce yitirdiği karısının acısını tek başına yaşıyor hem de kçaresiz ızıyla iletişim kurmaktan kaçınıyor. işte o anda devreye bir kadın giriyor. olga'nın bir süreliğine yatırıldığı hastanede çalışan ve bu tür hastalara fiziksel terapi uygulayan anna. ama kendisinin sadece bu tür bir sağaltım vazifesi yok, öte dünyanın ruhları ile de iletişim kurabiliyor. anna bir süre sonra bu ailenin sorunlarını fark edince müdahil olmaya karar veriyor ve olaylar hiç beklenmedik şekilde gelişiyor.absürt leh mizahının ağır bir dramla harmanlandığı film herkese göre değil. ama ben izlerken hem bu ekolün teknik kusursuzluğundan hem de epey alışkın olduğum mizah-humor karışımından epey keyif aldım. yani yönetmene ödülün neye göre verildiğini idrak etmiş durumdayım.
(gunduz avlanan jaguar - 18 Aralık 2017 11:25)
izlediğim çok az film hakkında bu yorumu yaparım, bu film kesinlikle çöp.
(psikopat psikolog 8 - 15 Ocak 2019 18:23)
Yorum Kaynak Link : cialo