• "(bkz: i am zlatan and i know it)"
  • "2007-2008 sezonu şampiyonluğun son hafta hikayesi; (bkz: #31609608)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    orijinali "jag är zlatan" olan, zlatan ibrahimoviç'in biyografisinin adı. öyle çok kitap okuyan biri değilim ama bu baya baya sardı. müthiş aforizmalar ve cesur açıklamalar var. ingilizce ve türkçeye çevirdiğim enteresan kısımlar;

    “then guardiola started his philosopher thing. i was barely listening. why would i? it was advanced bullshit about blood, sweat and tears, that kind of stuff.”
    "ve guardiola filozofluğa soyundu. onu dinlemiyordum bile. neden dinleyeyim ki? ileri derecede saçmalıktı. kan, ter, gözyaşı gibi."

    “lionel messi is awesome. he’s unbelievable, but i don’t really know him. we are totally different. he came to barça as a 13-year old. he’s raised in that culture and has no problems with that ‘school’ shit. in the team, the play is all around him, pretty naturally actually. he’s brilliant, but now i had arrived [at barca] and scored more goals than him.”
    "lionel messi müthiş biri. gerçekten inanılmaz, ama onu tanıyorum diyemem. çok değişik insanlarız. o barcelona'ya 13 yaşında geldi. o kültürün içinde büyüdü ve o 'öğrenci' halleri onun için sorun değildi. takımda oyun onun üzerine kuruluyor, doğal olarak tabi çünkü o müthiş. yalnız bu arada ben barcelona'ya geldim ve ondan daha çok gol attım."

    “i barely yelled at my teammates any more. something had happened, nothing serious, not yet, but still. i became quiet and that’s lethal, believe me. i have to be angry to play well. i have to scream and shout. now i kept it in.”
    "takım arkadaşlarıma bağırmıyordum artık neredeyse. bir şeyler oldu, çok önemli değildi. daha önemli değildi yani. ama ben susuyordum ve inanın bu öldürücü bir şey. benim iyi oynamam için kızmam lazım. bağırmam lazım, çığlık atmam lazım. şimdi kendimi tutuyordum"

    “at barca, players were banned from driving their sports cars to training. i thought this was ridiculous – it was no one’s business what car i drive – so in april, before a match with almeria, i drove my ferrari enzo to work. it caused a scene.”
    "barcelona'da oyuncular spor arabalarıyla antrenmana gelmesi yasaktı. benim düşünceme göre bu çok anlamsızdı. benim hangi arabayı kullandığım kimseyi ilgilendirmezdi. nisan ayında, almeria maçı öncesi ferrari enzo ile işe gittim. bu da olay oldu tabi"

    “i asked for a meeting with guardiola – for a discussion, not an argument. i said i was being used in the wrong way and that they shouldn’t have bought me if they wanted another type of player. i told him what a friend had said to me – ‘you bought a ferrari but drive it like a fiat’. the chat seemed to go well but then guardiola started to freeze me out.”
    "guardiola ile görüşmek istedim. kavga etmek için değil, görüşmek için. yanlış şekilde kullanılıyorum, eğer başka bir tip oyuncu istediyseniz beni satın almamanız lazımdı dedim. onlara benim bir arkadaşımın söylediği lafı söyledim: "bir ferrari aldın ama fiat gibi kullanıyorsun". konuşma iyi gidiyordu ama o andan itibaren guardiola kanımı dondurmaya başladı."

    “it was a childhood dream [to play for barca] and i was walking on air. it started well but then messi started to talk. he wanted to play in the middle, not on the wing, so the system changed. i was sacrificed.”
    "bir çocukluk hayalimdi barcelona'da oynamak, havalara uçuyordum. çok iyi başladım ama sonra messi konuşmaya başladı. ortada oynamak istiyordu artık, kanatta değil. sistem değişti o yüzden ve bu durumda ben kurban edilmiştim."

    “an injured zlatan is a pretty serious thing for any team.”
    "sakat bir zlatan her takım için büyük bir problemdir"

    edit: ingilizce pdf versiyonu; http://www.2shared.com/…t/ratt_sev/i_am_zlatan.html


    (krnja - 26 Mart 2012 14:53)

  • comment image

    sonunda bitirdim kitabı ve önemli yerlerini not etmiştim. tavsiyem kitabı kendiniz okumanız. müthiş sürükleyici olması yanı sıra zlatan ibrahimoviç'i daha iyi anlamak için iyi bir kitap. nerden geldiği, neden öyle olduğu ve iç yüzünü bilmediğimiz olayları anlatıyor. menajerlik işlerinin nasıl yürüdüğünü, hafızlarımıza kazılan gollerinin hikayelerini falan derken televizyondan ve internetten takip ettiğimiz olayların iç yüzünü öğrenmek değişik bir bir şey. her neyse, okumak isteyene ingilizce versiyonunu pdf olarak yollarım. not ettiğim bazı bölümler ise şunlar;

    # italyada evin her şeyini eşi düzenlemiş bir tek şey hariç;
    i made one contribution. in the entrance, against the red wallpaper, i put up a huge photo of my two dirty feet. when friends came by they all said cool, what an awesome house. "but what kind of shitty disgusting feet do you have there on the wall?"
    "idiots" i said. "those feet paid for all this"
    ve o fotograf: http://25.media.tumblr.com/…wrtboy1qa3jw0o1_500.jpg

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    sadece bir katkım oldu. evin girişinde, kırmızı duvara pis ayaklarımın koca bir resmini astım. arkadaşlar geldiğinde 'ne güzel ev, müthiş. fakat şu duvardaki iğrenç ayaklar da nedir?' dediler. "aptallar, onlar bunların hepsini karşıladı" dedim.


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:05)

  • comment image

    # ajax'a gelmeden önce o zamanın ajax scout'ı leo beenhakker ile görüşmesi;
    they were all looking at me: who is he, really? especially i remember leo beenhakker. he leaned forward and said: "if you fuck with me, i'll fuck you two times back", and really, that impressed me. it was my kind of talk.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    hepsi bana doğru bakıyordu: kim bu? özellikle leo beenhakker'i hatırlıyorum. bana doğru eğildi ve dedi ki: "eger beni sikersen, ben seni iki kere geri sikerim"*. beni etkilemişti. aynı dili konuşuyorduk.


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:05)

  • comment image

    # "normally, if you are from rosengard and in the media, it's bad news"

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    "normal şartlarda, eğer rosengard'dan geliyorsan ve medyaya konu olduysan, bu genelde kötü haberdir"


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:05)

  • comment image

    # malmö'den ajax'a isveç'in rekor transfer ücreti ile giderken takımdan ayrılışı;

    +“zlatan, our time together is coming to an end.”
    - “don’t tell me that you...”
    + “we want to tell...”
    - “so you’re going to thank me goodbye in here?” i said and looked around. we were in hasse’s* boring fucking office, and there were three of us in there. “so you’re not doing it in front of the fans?”
    + “you know”, bengt madsen* said. “it’s said that it brings bad luck to do it before a game.”
    - i just looked at him. it brings bad luck? “you thanked niclas kindvall in front of thirty thousand people, and that went well.”
    + “yeah, but...”
    - “but what?”
    + “we want to give you this gift.”
    - “what the fuck is this?” it was a ball, a ball out of cut glass.
    + “it’s a memory.”
    - “so this is your way of thanking me for the eighty five millions*?” what did they think? that i would have it in amsterdam, and like cry when i saw it?
    + “we want to express our gratitude.”
    - “i don’t want it. you can keep it.”
    + “you can’t...”

    i could. i put the ball on the table. and then i left. that was my goodbye from the club, nothing less or nothing more.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    + "zlatan, seninle beraberliğimiz sona yaklaştı."
    - "sakın bana sizin ..."
    + "sana şunu söylemek istiyoruz ki ..."
    - "yani bana burda mı veda etmek istiyorsunuz?" dedim ve etrafa baktım. hasse'nin* müthiş sıkıcı odasındaydık ve sadece üçümüz vardık. "yani taraftarların önünde yapmak istemiyorsun?"
    + "bilir misin, bir maçtan önce veda töreni yapmak uğursuzluk getirir derler" dedi bengt madsen*. ona sadece baktım.
    - "uğursuzluk mu getirir? niclas kindvall için otuzbin kişi önünde veda edildi ve hiç bir uğursuzluk getirmedi ama"
    + "evet ama"
    - "ama ne?"
    + "sana bu hediyeyi vermek istiyoruz"
    - "bu ne amk?" bir top verdiler. camdan kesilmiş bir toptu.
    + "bir hatıra"
    - "demek senin 85 milyon kron için bana teşekkür etme şeklin bu?" ne sanıyorlardı. amsterdamda yanımda taşıyacağıma ve her baktığımda gözlerimin dolacağını mı sanıyorlardı?
    + "sana şükranlarımızı sunuyoruz"
    - "istemiyorum, sizde kalabilir"
    + "bunu yapamazsın"

    yapabilirdim. masaya bıraktım ve gittim. kulüpten veda edişim buydu, ne eksik, ne fazla.


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:06)

  • comment image

    # eskiden nasıl bisiklet çalıdığını, saçma sapan şeyler yaptığını falan anlatıyor;
    "the time in ajax was my most crazy period. it was before mino raiola* and fabio capello got some sense in me"

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    "ajax zamanım benim en çılgın zamanlarımdı. mino raiola ve fabio capello'nun daha bana akıl/zeka katmadığı yıllardı"


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:06)

  • comment image

    # ajax'tan uzaklaşmak isterken menajeri'nin sana takım buldum diyerek görüşmesi;
    he checked it out and came back. but what did he have to show?
    "southampton is interested" he said.
    "what the fuck! southampton! is that my level?" southampton!

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    kontrol etti ve bana geri döndü. yalnız bana sunacağı ne vardı?
    "southampton ilgileniyor seninle" dedi.
    "what the fuck! southampton! benim seviyem bu mu?" southampton!


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:10)

  • comment image

    # nadiren alkol kullanıyor kendisi ve babasının alkol problemi yüzünden annesi ailede alkol içilmesine karşı. zlatan'ın kardeşi buna rağmen uçakta hostesten şampanya istiyor ve olaylar gelişiyor;

    so my mom doesn't like when we drink alcohol and considering what we've been through you understand that. so she took off her shoe. that was her way of dealing with the problem. she hit and pounded keki* straight in the head with it. bang, tjoff, ouch and keki went mad he fought back. there was complete chaos in business class at six in the morning and i looked at helena*. she wanted to dissapear.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    yani benim annem bizim alkol almamıza karşı ve başımızdan geçenlere bakarsak, haklı da. ayakkabısını çıkardı. onun problem çözme şekli buydu. keki'yi* dövüyordu ayakkabısıyla, tam kafasına. bam, güm, çat, pat. keki de kızdı ve karşılık veriyordu. sabahın altısında, business class'da müthiş bir kargaşa vardı ve o an helena'ya* baktım. ortadan kaybolmak istiyordu.

    (bkz: yer yarılsa da içine girsem denilen anlar)


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:11)

  • comment image

    # hayatında ilk kez ski yapmaya gidiyor ve tanınmamak için bere, şal, gözlük ne varsa kapanıyor. sonuç;
    one year we went to st moritz. do you think i felt at home there? not really! i had never stood on skis before. going to the alps with mom and dad when i was young would have been like going to the moon. st moritz was for the rich crowd. you had champagne for breakfast. champagne? i was sitting in boxers and wanted cereals. olof mellberg was with us and he tried teaching me how to ski. i didn't work too well. i flew down the hill like crazy, when the others danced down. i looked ridiculous. so to be sure i wore a balaclava that covered my face and a pair of huge sunglasses. no one would know who i was. but one day i went up a ski lift and had a young italian boy with his father next to me, and the kid started staring at me. don't worry, i thought, no one recognizes me in this outfit. no chance. but after a while the guy said, it must have been my fucking nose:"ibra?"

    i denied it. what ibra? who is that? but what did i gain from that? helena started laughing. it was like the funniest shit she'd ever seen, and the kid continued with his ibra, ibra, so finally i said: si, that's me, and then the most awkward silence came. the kid was super impressed. there was only one problem. he wouldn't be impressed anymore when he saw me on skis, so i thought, how do i solve this? i'm the star athlete. i can't be revealed as a loser here. and it got even worse than i thought. people started talking. a whole crowd gathered, all standing there waiting to see me skiing. i had problems with my gloves, i was very careful with how they sat around the fingers.
    i was careful about my jacket too, with my pants, the bindings, especially with those, because i've noticed that. people were messing around with their bindings all the time, opened them and closed them and so on, and who knew, maybe i was an amazing skier who had to make sure everything was perfectly set before i flew down the hills like ingemar stenmark. but it wasn't easy. the more i was fibbling around with my equipment, the higher everyone's expectations became. like, is he gonna do tricks? shoot down the mountain like a cannon ball with those football legs?
    i had to adjust my scarf too. and my cap and my hair, and eventually the crowd got bored. they left. sure, i was ibra, but you don't stand around forever waiting just because of that, and i could calmly go down the slopes like the amateur i was.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    st moritz'e gitmeye karar verdik. sence kendimi orda rahat hissedebiliyor muydum? tabi ki hayır. daha hayatımda bir kere bile kaymamıştım. küçükken annem ve babamla alplere gitmek aya gitmekle eş değerdi. st. moritz zenginlerin bulunduğu yerdir. kahvaltıda şampanya vardı. şampanya? ben boxer'ımla oturup mısır gevreği istiyordum. olof mellberg'de bizleydi, bana öğretmeye çalışıyordu. hiç bir şey yapamıyordum, gerçekten gülünecek haldeydim. tanınmamak için yüzümü kapatan bir başlık ve koca bir gözlük takmıştım. benim kim olduğumu kimse bilemezdi. bir gün, ski asansörünün ordaydım ve genç italyan bir bir çocuk babasıyla yanımda duruyordu. çocuk gözlerini bana dikti. "merak etme, bu kılıkla kimse beni tanıyamaz" dedim kendi kendime. imkansız. aradan biraz zaman geçti ve çocuk "ibra?" dedi. kesinlikle benim kahrolası burnumdu beni ele veren.

    inkar ediyordum. "ibra'mı? o kim?" yalnız pek bir etki etmedi. helena gülmeye başladı. galiba gördüğü en komik andı bu. çocuk usanmadan devam etti "ibra? ibra? ibra?" diye ve sonunda dedim "evet, o benim". ve o an çok garip bir sessizlik oluştu. çocuk müthiş etkilenmişti. yalnız ortada bir problem vardı. beni kayarken gördüğünde pek etkileneceğini sanmıyordum ve bunu nasıl aşabileceğimi düşündüm. sonuçta yıldız sporcu olan benim, burda başarısız olarak bilinmemeliydim. düşündüğümden daha kötü oldu ve büyük bir kalabalık etrafımı sardı. hepsi benim nasıl kayacağımı bekliyor. o sırada kıyafetimi düzeltmeye başladım. eldivenleri iyi takıyorum, pantolonu düzeltiyorum, ceketimi çekiyorum. bu hareketleri etraftakilerden görmüştüm. kim bilir, belki müthiş kayıyordum ve her şey kusursuz olsun diye uğraşıyordum kıyafetimle. kolay değildi. ne kadar uğraşırsam etraftakilerin beklentileri de o kadar artıyordu. "hareket mi çekecek acaba? bir gülle gibi aşağı doğru mu kayacaktı o futbolcu bacaklarıyla? şalımı da düzeltmeliydim, şapkamı, saçımı ve etraftakiler sıkılmıştı doğal olarak. ve dağıldılar. ben ibra'ydım, yalnız sırf bunun için etrafımda sonsuza dek duracak değiller. herkes dağıldıktan sonra aşağı doğru kaymaya başladım, tıpkı bir amatör gibi, kendim gibi.


    (krnja - 13 Ekim 2012 20:11)

  • comment image

    # guardiola ile problemlerinden sonra barcelona'nın başkan yardımcısı zlatan ile görüşmek istemiş. zlatan da satılacağından emin olduğu için fiyatını düşürmek istiyor. bu şekilde yeni takımı onu almak için zorlanmamış olur ve guardiola'nın barcelonası 70 küsür milyona aldığı adamı çok ucuza verip transfer fiyaskosu yapmış olacak. taktiği anlarsınız;

    “zlatan, if you have any offers, consider them”, he said.
    “i’m not going anywhere”, i answered. “i’m a barcelona player. i stay in barca.”
    josep maria bartomeu looked surprised.
    “but how should we solve this?”
    “i have an idea”, i answered.
    “you have?”
    “you can call real madrid.”
    “why would we call them?”
    “because if i really have to leave barca, i want to go to real. you can make the deal happen.”
    josep maria bartomeu got terrified.
    “you’re kidding”, he said.
    i looked dead serious.
    “not at all. we have a problem.” i continued. “we have a coach who’s not man enough to say that he doesn’t want me here. i want to stay. but if he wants to sell me he has to say it himself, clear and distinctly. and the only club i want to go to is real, just so you know.”

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    "zlatan, eğer başka kulüplerden teklif gelirse sana değerlendir"
    "hiç bir yere gitmiyorum. barcelona'nın futbolcusuyum ve burada kalacağım" dedim.
    bartomeu şaşırmıştı.
    "peki bu problemi nasıl çözeceğiz?"
    "benim bir fikrim var" dedim
    "neymiş?"
    "real madrid'i arayabilirsin"
    "neden arayalım?"
    "çünkü gerçekten gitmem gerekiyorsa, real madrid'e gitmek istiyorum. sen bu anlaşmayı yapabilrsin."
    dehşete kapıldı. "şaka yapıyorsun" dedi
    müthiş bir ciddiyetle ona bakıyordum.
    "kesinlike değil, ortada bir problem var. başımızda beni takımda istemediğini söyleyebilecek adamlığı olmayan biri var. ben kalmak istiyorum. ama beni satmak istiyorsa çıkıp kendi demesi lazım, açık ve net. ve tek gitmek istediğim kulüp real madrid, bilesin"

    maksat "real madrid'e 50'ye satacağıma 20 milyona milan'a satarım" dedirtmek. sonunda da öyle oldu zaten.


    (krnja - 13 Ekim 2012 21:53)

  • comment image

    # barcelona başkanı rosell ile takımdan gönderileceği üzerine görüşmede;

    i’m sorry for this”, he said. “but it is what it is. do you have any club that you want to go to?” mino and i did the same thing as with bartomeu
    “yes, actually”, i said. “there’s one.”
    “good, very good.” he lit up. “which club?”
    “real madrid.”
    he got pale. to let a barca star go to real is like high treason.
    “not possible”, he answered. “anything but that.”
    he was shaken up and now both i and mino felt it: now we play our game, and i continued calmly: “but you asked and i answered, and i’ll say it gladly again: real madrid is the only club i can think of. i like mourinho. but then you have to call and tell it to real yourselves. is that alright?”
    it wasn’t alright. nothing in the world was less alright, and we knew that of course, and sandro rosell started to panic now. the club had bought me for seven hundred millions*. the guy had all the pressure on him to get the money back, but he sold me to real, that was the new club of mourinho, rosell would almost get shot by the fans.
    it wasn’t easy for him, you can say that. he couldn’t keep me because of the coach. he couldn’t sell me to the arch enemy. the guy had lost the initiative, and we continued hard:
    “but think about how smooth it will be. mourinho have said it himself that he wants me!”
    we didn’t know anything about that. but we pretended.
    “no”, he said.
    “that's bad. really! real is the only club we can think about.”

    we went out and smiled. real, real we had kept saying. it was our official line. but we were in talks with milan, and we were working for them. if rosell was desperate it wasn’t really good for barca. but it was good for milan. the more rosell had to sell, the cheaper it would be to buy me, and that was good for us.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    "üzgünüm, ama durum bu. gitmek istediğin bir kulüp var mı?" mino* ve ben yardımcısına yaptığımızın aynısını yapacaktık.
    "evet, aslında var" dedim
    "iyi, çok iyi" diye sevindi. "hangi takım?"
    "real madrid"
    benzi attı. barcelona'nın yıldızını real madride vermek vatana ihanet etmek gibidir.
    "imkansız" dedi. "o hariç hepsi olur"
    sarsılmıştı ve o an mino ve ben anlamıştık; şimdi ipler bizim elimizdeydi. çok sakin bir şekilde devam ettim.
    "ama sen sordun ben cevap verdim. hatta memnuniyetle tekrarlayabilirim: şu an düşünebileceğim tek takım real madrid. mourinho'yu severim. tabi bu durumda senin real madrid'i arayıp bunu söylemen doğru olur. sakıncası var mı?"
    sakıncalıydı. şu dünyada hiç bir şey bundan daha sakıncalı olamazdı ve tabi ki biz de bunu biliyorduk. rosell paniklemeye başlamıştı. kulüp beni 70 küsür milyona satın almıştı. her kuruşun hakkını vermem için sırtında yük vardı benim transferimle. ama kalkıp beni real madrid'e satıyor, mourinho'nun yeni kulübüne. taraftarlar rosell'i neredeyse çekip vururdu gerçekleşseydi. onun için de kolay değildi. guardiola yüzünden beni takımda tutamazdı. beni ezeli düşmana da satamazdı. insiyatifi kaybetmişti artık ve biz katı şekilde devam ediyorduk:
    "ama düşünsene ne kadar pürüzsüz olacağını. mourinho kendi ağzıyla demiş beni takımda istediğini!"
    tabi ki öyle bir şeyin varlığını bilmiyorduk ama sanki varmış gibi yapıyorduk.
    "hayır" dedi.
    "kötü oldu bu, gerçekten. real madrid bizim düşünebileceğimiz tek kulüp"

    kapıdan çıktık ve gülmeye başladık. real, real diye tutturmuştuk, o bizim çizgimizdi. ama o ara ac milan ile görüşüyorduk ve onlara çalışıyorduk. rosell çaresiz kaldığında barcelona için iyi değil ama milan için iyi. rosell ne kadar satmak durumunda kalırsa, o kadar da ucuza gitmiş olurdum. ve bu da bizim işimize yarardı tabi.


    (krnja - 13 Ekim 2012 22:16)

  • comment image

    # youtube'da uzun süre ronaldoyu kesen videosuna da değinmiş; http://www.youtube.com/watch?v=zrebiauo8o0

    i knew ronaldo. i studied his tricks and his acceleration. there were a lot of us who did that, like i’ve said before. but no one took it as far as i did. i didn’t miss a detail. without him i would have been another type of player, i believe that, and i’m not the kind of guy who easily gets impressed. i’ve met all kind of types. i sat with the swedish king at a dinner in barcelona, and alright, maybe i thought: am i holding the fork the wrong way or am i saying you when it should be your highness? but still, it was cool. i’m me. i just do my thing. but with ronaldo it was different. when i was in inter he played in milan, and there’s a film on youtube where i’m chewing a gum and just watch and watch him, like i can’t understand that i’m on the same pitch as him.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    ronaldoyu tanıyordum. onun hareketlerini ve hızlanmasını öğreniyordum. bunu tek yapan ben değildim o zamanlar, dediğim gibi. yalnız kimse benim kadar detaylı izlememiştir onu. o olmasaydı tamamen farklı bir tip oyuncu olabilirdim ve ben öyle kolay etkilenen biri de değilimdir. her türlü tip insanla tanıştım. isveç kralıyla aynı masada yemek yediğimiz oldu barcelona'da. tamam belki çatalı yanlış tutuyor muyum acaba veya 'ekselansları' demem gerektiği yerde 'siz' mi diyorum diye düşünmüşümdür. her ne olursa olsun yine de bendim o, kendim oluyordum. ama ronaldo ile farklıydı. ben inter'de oynarken o milan'da oynuyordu ve youtube'da benim sakız çiğneyerek uzun süre onu kestiğim bir video var. onunla aynı anda sahada olduğumuza inanamıyordum.

    bonus; http://www.milansverige.se/…oads/2012/06/zlatan.jpg


    (krnja - 13 Ekim 2012 23:03)

  • comment image

    dün bir yerlerden pdf'sini bulup okumaya başladığım acayip taşşaklı kitap. zaten böyle bir şey bekliyordum bu adamdan. guardiola tavuğuna karşı tutumuyla bir kez daha gönlümdeki yerini perçinlemiştir.


    (giallo rosso - 14 Ekim 2012 16:13)

  • comment image

    # inter'de oynarken başkan'ın cömertliği hakkında;

    moratti had an attribute. he was too generous, and kind. he could give us big bonuses after one single win, and i reacted on that. not that i have anything against bonuses. who does? but these bonuses weren’t given after a league- or cup victory. it was after single games, a game that maybe wasn’t even important.
    it gave the wrong signals, according to me, and sure, as a player you don’t step up to moratti just like that. moratti is from a nice finance family. he’s power. he’s money. but i had been given such a position in the club that i did it anyway. moratti is not a difficult person. he’s easy to talk to, and i said to him:
    “you!”
    “yes, ibra?”
    “you have to take it easy.”
    “in what way?
    “with the bonuses. the guys can become satisfied. damn, one win, that’s nothing. we get paid to win and absolutely, if we get the scudetto, give us something nice if you want to, but not after one single win!”
    he got it. it came to an end, and don’t misunderstand me, i didn’t think that i could run the club better than moratti, not at all. but if i saw something that was a negative influence on the motivation i pointed it out, and the thing with the bonuses was just a little thing.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    morattı'nın bir özelliği vardı. gereğinden çok cömert ve nazik. her galibiyet sonrası bize prim verebilirdi ona kalsa ve ben buna tepki gösterdim. prim almakla bir sorunum yok tabi ki, kim istemez ki. yalnız bu primler şampiyonlukta veya kupa kazanıldığında verilmiyordu. sadece bir maç sonrası veriliyordu, çok da önemli olmayan maçlarda bile.

    bana göre bu doğru bir işaret değil. bir futbolcu olarak moratti'nın karşısına öylesine çıkılmazdı. morattı iyi bir finansal aileden geliyor. gücü var, parası var. yalnız kulüp içinde bana öyle bir yer verilmişti ki buna güvenerek karşısına çıktım. çok zor bir insan değil zaten, kolay sohbet edebileceğin biri.
    - sen!
    + efendim ibra?
    - biraz daha sakin olman lazım.
    + hangi konuda?
    - primlerle. oyuncuları mutlu edebilirsin. ama sadece bir galibiyet, bu bir şey değil ki. biz sahada yenmemiz için para alıyoruz zaten. tabi ki lig'de şampiyon olursak bize bir güzellik yapabilirsin eğer istersen ama sadece bir galibiyet sonrası yapılacak şey değil ki bu.

    anlamıştı ne demek istediğimi ve primler kesilmişti. beni yanlış anlamayın, kulübü moratti'den daha iyi yöneteceğimi sanmıyordum kesinlikle. ama motivasyonu düşürecek bir şey gördüğümde de açıkça söylerim ve bu prim olayı da bunu bir ayrıntısı.


    (krnja - 17 Ekim 2012 23:13)

  • comment image

    # inter'e geldiğinde gördüğü gruplaşma hakkında;

    the real challenge was the alignments. that bothered me from day one, and it wasn’t only because i was from rosengård, where everyone got on in a mess, the turks, the somalian, the yugoslavs, the arabs. it was also because i’d seen it so clear in football, both in juventus and in ajax: every team performs better when the players stick together. in inter it was the other way around. over there the brazilians sat in a corner. the argentineans in another, and then the rest of us in the middle. it was so shallow, so flaccid.
    alright, sure alignments happen in the clubs. it’s not good but it happens. but then at least people chose their friends, and go after the people they get along with. here they went after nationality. it was so primitive. they played football together. but then they lived in different worlds, and that made me furious and i got it right away, this needs to change. or else we won’t win the league. some maybe said: what does it matter who we eat lunch with? believe me, it mattered. if you don’t stick together outside the pitch you’ll notice it in the game.

    it affects the motivation and team spirit. but i noticed, talking wasn’t enough.
    i walked around and said: what is this silliness? why do you sit there in groups like little children? and absolutely, many agreed with me. others got a little embarrassed, but nothing happened. the habits were strong. those invisible barriers were to sharp. that’s why i went to moratti again, and this time i was as clear as i could. inter hadn’t won the league in ages. would it continue like this? would we be losers just because people didn’t talk to each other?
    “of course not”, moratti said.
    “then we have to break these alignments. we can’t win the league if we don’t function as a team.”
    i don’t think that moratti knew how bad it was, but he understood my reasoning.

    “we must be like a big family in inter. i will talk to them”, and not much later he came down to the guys, and you could tell right away what kind of respect the guys had for him. he held a little speech. he was burning and talked about staying together and everyone looked at me of course. it sounded like my words. is it ibra who has talked? most of them were probably assured of that. i didn’t care. i just wanted the team to stick together and the atmosphere also became better, step by step. the alignments were broken and everyone started to hang out with each other.
    we became much more hungry and welded as a group and i went around and talked to everyone and tried to held everyone together even more.

    --------------
    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    asıl sorun gruplaşmaydı. daha ilk günden rahatsız etmişti beni. bu sadece benim rosengard'dan gelmem ile alakalı değildi. orda türkü, somalilisi, yugoslavı, arabı hepsi birbiriyle geçiniyordu. futbolda şimdiye kadar juventus ve ajax'da da gördüğüm gibi her takım birlik ve beraberlik olduğu sürece daha iyi performans gösteriyor. rahatsız olmam bunla da alakalıydı. inter'de bu olay tam tersineydi. bir tarafta brezilyalılar bir köşede, diğer tarafta arjantinliler bir köşede ve biz diğerleri ortada. çok sığ bir ortam vardı.

    tabi ki gruplaşmalar olur kulüplerde. iyi bir şey değil ama oluyor. ama en azından insanlar arkadaşlarını seçiyordu, kimle iyi geçinebiliyorsa onla bir oluyordu. burda herkes kendi vatandaşlarıyla beraberdi. çok ilkel bir şey bu. beraber top oynuyorlar ama ondan sonra kendi dünyalarında yaşıyorlardı. bu durum çok öfkelendirdi beni ve anında farkına vardım, bu değişmesi gerekiyordu. aksi takdirde şampiyon olamazdık. bazıları şöyle diyordu; "yemeği kimle yediğimizin ne önemi var ki?" inan bana, çok önemi var. eğer saha dışında beraber olmazsan, oyunun içinde bunun farkına varırsın. motivasyon ve takım ruhunu etkiler.

    sadece konuşmak yetmiyordu. etrafta biraz dolaştım ve "bu salaklık nedir? neden orda grup halinde oturuyorsunuz küçük çocuk gibi" dedim. ve tabi ki bir çoğu bana katıldı. bazıları ise biraz utandı, ama değişen bir şey yoktu. herkes alışmıştı bu duruma. o görünmez kalkanları aşmak kolay değildi. yine moratti'nın* yanına gittim ve bu sefer açık ve net konuştum. inter çoktan beri şampiyon olamıyor. böyle mi devam edecek? oyuncular birbiriyle kaynaşmıyor diye böyle ezik mi kalacağız?
    "tabi ki hayır" dedi moratti.
    "o zaman bu gruplaşmaya bir son vermeliyiz. bir takım olamazsak şampiyon olamayız" dedim.

    moratti'nın dururumun vahametini anladığını sanmıyorum ama mantığımı anlamıştı en azından. "inter'de büyük bir aile olmamız gerekiyor. onlarla konuşacağım" dedi. aradan fazla zaman geçmeden soyunma odamıza geldi ve oyuncuların başkana karşı ne kadar saygılı olduğunu anında görebiliyordun. küçük bir konuşma yaptı. hararetli bir konuşmaydı, bir arada olmakla falan bahsediyordu ve herkes bana doğru bakıyordu tabi. sanki benim cümlelerim gibi duruyordu. "ibra mı konuştu yoksa?" bir çoğu emindi benim konuştuğuma. umurumda değildi. tek amacım takımı bir araya toplamaktı ve adım adım ortam daha iyiye gidiyordu. gruplaşmalar çözüldü ve herkes birbiriyle takılıyordu. daha iştahlı hale geldik. etrafta dolaşıp herkesle konuşuyordum ve herkesi bir arada tutmak için büyük çaba sarfediyordum


    (krnja - 18 Ekim 2012 00:06)

  • comment image

    bir ara milli takım kampından kovulması olayını içeren bölümü;

    -------------- kitaptan spoiler --------------

    litvanyaya karşı maçımız vardı ve 1-0 kazandık. ondan sonraki gün boş günümüz vardı, eylül'ün üçü, olof mellerg'in 29. yaş günüydü. milli takımda karşılaştım onunla ve başlarda çok sakin biriydi, tıpkı david trezeguet gibi. sonradan açıldı ve arkadaş olduk onunla. chippen ve benle dışarda kutlamak istiyordu, neden olmasın?

    avenyn'de bir yere girdik. gazeteler tarafından medyatik, gazetecilerin olduğu bir yer olarak lanse ediliyordu. gittiğim her mekan zaten böyle oluyor. yalnız mekan iyi değildi, neredeyse boştu. tek başımıza oturduk ve sakince bir şeyler içtik. bundan fazlası değil. saat 11'e doğru geliyordu. milli takım kurallarına göre saat 11'de otelde olmamız lazımdı. "bu ne böyle, o kadar dakik olmamıza gerek yok" dedik. daha önce de dışarı çıkmıştık ve geç geldiğimizde sorun olmamıştı. bunun yanında olof'un doğum günüydü ve ayıktık, sakince takılıyorduk. saat 00.15'te geri otele döndük ve uslu çocuklar gibi güzelce yatağımıza girdik. hepsi bu. rosengard'dan arkadaşlarıma anlatsam dinlemezler bile beni. cidden bir şey değildi.

    sadece bir sorun vardı, dışarıya süt almaya çıksam bile gazetecilerin haberi olur. nereye gidersem gideyim peşime takılan birileri var. mesajlar yollanmış, fotoğraflar çekilmiş. "zlatan'ı şurda gördüm, şöyle şöyle yapıyordu". biraz da abart ki bir şeye benzesin milletin ilgisini çekmek için. genelde bu tür salak haberlere gülüp geçen, anlamsızlığını bilen insanlar olur çevremde. ama bu sefer gazeteciler biraz daha akıllıydı. takım yöneticisini arayıp bizden bahsetmeden takımın en geç kaçta ötelde olması gerektiğini sormuşlar. "zlatan, chippen ve mellberg daha geç geldiler, tanıklarımız var" dediler. takım yöneticisi iyi bir insan, yalnız biraz tecrübesiz veya ne diyeceğini düşünemedi. biraz akıllı olsa italyan takımlarındakiler gibi, sebepleri var, onlara izin verildi gibi şeyler söyleyip problemi içimizde halledebilirdi. sonuçta takım olmamız lazım, bir olmamız lazım. takım içinde istediği gibi cezalandırabilirlerdi bizi. yalnız yönetici takım içinde böyle şeylerin olmaması, kuralları çiğnediğimizi söyledi.

    sabah aradılar beni: "lagerbäck seninle görüşmek istiyor".* evet, toplantıları sevmem. diğer yandan da tecrübem var. ilkokulda bile toplantılara çağırılırdım. benim için normaldi, hayatımın bir parçasıydı ve bu sefer konunun ne olduğunu biliyordum. konu saçmalıktı, sakindim. güvenlikten tanıdığım, genelde bu tür şeylerden haberi olan birini aradım durumu sormak için. "valizini hazırlaman lazım sanki" dedi, hiçbir şey anlamadım. valizimi hazırlamak? biraz geç kaldım diye? inanamıyordum. yalnız sonrada kabullendim, başka ne yapabilirdim ki? valizimi hazırladım ve bir açıklama bile düşünmedim. bir açıklama için durum çok salakçaydı.

    toplantıya gittim, chippen, mellberg, lagerbäck ve ekibi oradaydı. chippen ve mellberg benim kadar sakin değildi. benim olduğum kadar alışkın değillerdi duruma, ben sanki evimde gibi hissediyordum. hatta biraz özlemişim gibi, biraz daha kıyılarda yaşamam lazım gibi. "sizi eve gönderme kararı aldık" dedi lagerbäck "ne diyorsunuz?" diye ekledi. "özür dilerim, aptalca bir davranıştı" dedi chippen. "ben de özür dilerim" dedi mellberg. tüm toplantı boyunca sessizce oturdum orda ve lagerbäck bunun normal olmadığını gördü. çekingen biri değildim.

    "peki sen zlatan, sen ne diyorsun bu konu hakkında?"
    "bir şey demiyorum"
    "ne demek istiyorsun yani?"
    "dediğim gibi, bir şey demiyorum"

    endişelendiklerini gördüm. atarlı olsam daha sakin olurlardı, çünkü beni tanıyorlar. onlar endişelendikçe ben daha sakin oluyordum. yalnız beni sinirlendiren bir şey vardı; "biz sizi liechtenstein'a karşı oynatmama kararı aldık". bunun bana koyduğunu sanmayın sakın, zaten valizimi hazırlayıp gelmişim. isterse beni buzullara yollasın sorun değil, liechtenstein'ı kim sikler.*ordaki "biz" kelimesiydi beni sinirlendiren. biz kim oluyor? patron oydu, diğerlerinin arkasına neden saklanıyordu? adam olsa "ben böyle bir karar aldım" der ve saygı duyardım. keki'yi* aradım ve beni ve chippen'i almaya geldi. bir benzin istasyonunda durduk ve gazetelere göz attım. tarih boyunca bir geç gelme bu kadar büyütülmemiştir eminim. sanki bir uzaylı dünyaya ayak basmıştı ve dünyanın sonu geliyordu. mellberg ve chippen ile sürekli görüşüyorduk, bu durumda onlara bir baba oluyordum. "merak etmeyin, bu durum bize bir ödül olarak geri dönecek. kimse uslu çocukları sevmez".

    bu siz-biz durumu benim canımı çok sıkmıştı. bundan biraz önce milan'da onyewu ile kavga etmiştik. tabi ki kimse bunu tasvip etmedi ama yönetimde kimse de beni asmadı. durum iyi yönetilmişti ve takım bir arada tutulmuştu. yalnız bu durumda iyi adam kötü adam imajı çizildi. kötü yönetildi ve bunu lagerbäck'e de söyledim.

    "biz olayı unuttuk, geri dönebilirsiniz" dedi lagerbäck. ona geri dönmeyeceğimi söyledim. "cezalandır, istediğini yap ama sen medyanın bizi asmasına müsade ettin. bunu kabullenemem" dedim. milli takıma hayır dedim ve olayı unuttum. gerçi tam unutamadım, hala ara sıra aklıma geliyordu ve keşke bir şeyi farklı yapsaydım diyordum içimden. daha klas bir skandal yaratsaydım keşke madem uzaklaştırılıyordum. boş bir mekanda tek içecekle otur ve bir saat geç gel otele? bu ne böyle! o bar'ı yıkmalıydım, arabayla fiskiyeyi dağıtmalıydım, iç çamaşırımla dolaşmam lazımdı. işte o zaman adıma yakışır bir skandal olurdu. şimdiki saçmalıktı.


    (krnja - 27 Ekim 2013 18:43)

  • comment image

    oğlu maximilian'ın doğumunda bulunması ve hastaneden firarı hakkında.

    --- spoiler ---

    have i said that i hate hospitals? i hate hospitals. i feel good when others feel good. if people are sick around me i get sick, and least it feels like that. i can’t explain it. it is something in the air and the atmosphere, and most of the time i try to get away as soon as possible. but now i had decided to stay and be a part of everything, and that made me tense.

    i get a lot of letter from all over the world and most of the time i don’t open them; it’s some sort of fairness thing. because i can’t read and answer them all, i often let be unopened. no one should benefit whilst others don’t. but sometimes helena can’t resist and then we’ve heard the most horrible stories, like a child who’s going to die within a month and has me as a idol, and then helena usually asks: what can we do? can we get them match tickets? send signed shirts? we really try to help. but i feel bad about it. it’s a weakness i have, i admit it, and now i was going to sleep at a hospital, and i was worried about it, but helena had it worst obviously. it’s not easy being chased when you’re having your first child. if something goes wrong, the whole world will know about it. was something going to go wrong? i had those thoughts. but it went good, and afterwards i felt joy, happiness. ıt was such a nice little boy and we had done it. we were parents. i was a dad and that something could be wrong with the boy wasn’t in my head, not when we had taken ourselves through this ordeal and all the doctors and nurses seemed so happy. i wasn’t even on the map, but the drama wasn’t over, not at all.

    we named the boy maximilian. i don’t really know where we got the name from, but it sounded powerful. ibrahimoviç was powerful itself. maximilian ibrahimoviç was even more powerful. it was nice and powerful at the same time but we called him maxi in the end, but that was also good. it felt overall very promising, and i got out of the hospital almost right away. not that it was easy though. there were journalists everywhere outside. but the security guy put a doctor’s coat on me, doctor ibrahimoviç you know. after that they put me in a laundry basket, sick, a big fucking basket, and i laid there crouched together like a ball and was driven through the halls down to the garage, and there i jumped out of the basket and put on my clothes and went to italy. it fooled everyone.
    ---
    spoiler ---

    elimden geldiğince türkçe çevirisi;

    --- spoiler ---

    hastanelerden nefret ettiğimi söylemiş miydim? hastanelerden nefret ediyorum. başkaları iyi hissetiğinde ben de kendimi iyi hissediyorum. etrafımda insanlar hasta ise ben de hastalanıyorum, en azından öyle hissediyorum. açıklanması zor. havasından ve atmosferinden olsa gerek, genellikle en hızlı şekilde terk etmeyi deniyorum. yalnız şimdi kalmayı ve herşeyin bir parçası olmayı seçmiştim ve bu beni biraz gerdi.

    dünyanın her bir tarafından mektuplar alıyorum ve çoğu zaman açmıyorum onları. adil olmakla alakalı gibi bir şey çünkü hepsini açıp okuyup cevap veremem. çoğu zaman kapalı bırakıyorum o yüzden. bazıları faydalanırken diğerlerinin faydalanmamasını istemiyorum. bazen helena (eşi) dayanamıyor açıp okuyor ve o zaman korkunç hikayelerle karşılaşıyoruz. bir aylık ömrü kalan çocuğun idolü ben olduğum gibi. helena o zaman soruyor ne yapabiliriz diye, maç bileti mi ayarlarız, imzalı forma mı göndeririz? gerçekten yardım etmeye çalışıyoruz ama kendimi kötü hissediyorum. bu benim zayıf yanım, bunu itiraf ediyorum. şimdi de hastanede kalmam gerekiyordu ve endişeliydim. tabi ki helena daha kötü durumdaydı. ilk çocuğunu beklerken takip edilmek kolay değil. bir şeyler yolunda gitmezse tüm dünya haberdar oluyor. bir şeyler yolunda gitmeyecek mi diye aklımdan geçiyordu hep. doğum iyi geçtiğinden sonrasında sevinç ve mutluluk hissettim. o kadar tatlı ve küçük oğlandı ki, başarmıştık. artık bir aileydik. ben bir babaydım ve bu çileden geçip doktorlar ve hemşirelerin de mutlu olduğunu görünce oğlumun başına bir şey gelebileceği aklımdan çıkmıştı artık. konu ben olmamama rağmen, dramımız bitmemişti.

    oğlumuzun adını maximilian koyduk. nerden bulduğumuzu hatırlamıyorum ama kulağa güçlü geliyordu. ibrahimoviç zaten başlı başına güçlü, maximilian ibrahimoviç daha güçlü geliyordu kulağa. güzel ve kulağa güçlü gelse de, sonunda maxi diye çağırıyorduk yine de. durum iyi gibi görünüyordu ve hastaneden neredeyse direkt çıktım. tabi bu o kadar kolay olmadı, etraf muhabir kaynıyordu dışarıda. güvenlik bana bir doktor önlüğü verdi, doktor ibrahimoviç anlayacağın. ondan sonra beni büyük bir çamaşır sepetine koydular. harika, dev bir çamaşır sepeti. içinde öylece top gibi duruyordum ve beni koridorlardan garaja kadar götürdüler. orda sepetin içinden çıktım, kıyafetlerimi giydim ve italya'ya geri döndüm. herkesi kandırmıştım.
    ---
    spoiler ---


    (krnja - 9 Ocak 2015 00:38)

  • comment image

    kitapta ayrica attigi efsane golleri de anlatmaktadir. ajaxta birden fazla oyuncuyu calimlayip attigindan tutun da italya'ya attigi acayip topuk golune kadar. attigi ilginc golleri onun agzindan dinledikten sonra acip youtube'dan golleri izlemesi oldukca keyiflidir. bazen sutunun gol olacagina kendisinin bile sasirdigini soyluyordu.


    (latios - 24 Aralık 2013 05:17)

Yorum Kaynak Link : jag ar zlatan