Süre                : 1 Saat 39 dakika
Çıkış Tarihi     : 27 Kasım 2002 Çarşamba, Yapım Yılı : 2002
Türü                : Drama,Gizemli,Romantik,Bilim Kurgu
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Twentieth Century Fox , Lightstorm Entertainment
Yönetmen       : Steven Soderbergh (IMDB)
Senarist          : Stanislaw Lem (IMDB)(ekşi),Steven Soderbergh (IMDB)
Oyuncular      : George Clooney (IMDB)(ekşi), Natascha McElhone (IMDB), Viola Davis (IMDB), Jeremy Davies (IMDB)(ekşi), Ulrich Tukur (IMDB)(ekşi), John Cho (IMDB)(ekşi), Morgan Rusler (IMDB), Michael Ensign (IMDB)(ekşi), Elpidia Carrillo (IMDB), Kent Faulcon (IMDB), Lauren Cohn (IMDB), Jennie Baek (IMDB), Annie Morgan (IMDB), Jude S. Walko (IMDB)

Solaris ' Filminin Konusu :
Kendisi yaşayan dev bir dimağ olan sularla kaplı Solaris gezegeni, Dünya'dan gelen insanların bilincinde ve bilinçaltında oyunlar oynayarak hafızalarında kalmış olayları maddeleştirmektedir. Bu tuhaf gezegeni araştırmak için kurulmuş üsse, açıklanamaz bir şekilde ölen meslektaşının yerini almak üzere gönderilen filmin kahramanı, gezegenin esrarınına cezbolurken, kendi geçmişinin hayaletleriyle de yüzleşmek zorunda kalacaktır. Polonyalı yazar Stanislaw Lem'in 1961'de yazdığı bilim kurgu romanı Solaris'in sinema uyarlaması olan filmin yönetmeni, Sovyetler Birliği'nin yetiştirdiği belki de en büyük yönetmen olan Andrey Tarkovski.


  • "mare nostrum.arzular oradaaaaaa, zevk oradaydıııııı / bir deniz kiiii aşk doluuuu dalgalar vardııııı"
  • "işletim sistemi desem, bilimkurgu severlere ayıp olacak. yok bilimkurguyla ilgisi olan kitap ya da filmdir desem, unixci arkadaşlara ayıp olacak şeydir"
  • "izlediğimi bildiğim ama ne izlediğimi bilmediğim film"
  • "insanlarin aciklayamadiklari seyler karsisindaki acizliklerini sorgulayan kitap."
  • "canlı denen şeyin plazma halinde koca bir gök cismi biçiminde de olabileceği şeklindeki yaratıcı fikri barındıran bilimkurgu. buna hayal gücü deniyor işte..."
  • "14 yaşında sinemaya ilk defa gidiyordum. bu filmi seçmişim. ara sıra hala travmalarını yaşıyorum. daha fazla konuşamayacağım."
  • "bir zamanlar cin buyukelciliginde network guvenliginden sorumlu arkadasimiz"




Facebook Yorumları
  • comment image

    ucretsiz indirildikten sonra 90 gun ucretsiz olarak "denenebilir", fakat sonrasinda kullanmak icin "ucretsiz" olarak "register" olmak gerekir. tekrarlayayim, "register" islemi ucretsizdir ve buna "satmak" denilmez. pa$a gonlunuzun keyfine gore "ucretsiz olarak" istediginiz gibi kullanabilirsiniz.

    solaris'i download ettikten sonra genellikle 90 gun beklemezsiniz, zira software update yapmak icin registeration sarttir ve genellikle yeni bir isletim sistemi kurduktan sonra yapilacak en mantikli is update'lerini cekmektir.


    (guru - 15 Nisan 2007 09:04)

  • comment image

    işletim sistemi desem, bilimkurgu severlere ayıp olacak. yok bilimkurguyla ilgisi olan kitap ya da filmdir desem, unixci arkadaşlara ayıp olacak şeydir


    (filthy notes - 19 Kasım 2007 20:03)

  • comment image

    kurulum/upgrade için sepeti hayli geniş tutmuş bir işletim sistemidir kendisi.
    - ben tek bir sistem kurucam bana atraksiyon yapma derseniz cd/dvd'den kurulum,
    - ulan cdrom bozulmuş ama ethernet çalışıo derseniz network'den kurulum,
    - ben bu konfigürasyon ile rahat otuz kırk makina kurarım, hamallık diz boyu diyorsanız jumpstart,
    - zaten elimde güzel bi sistem var ha bunu diğerlerine de kopyalayıp yapıştıramıyor muyuz diyorsanız flash archive,
    - benim makinalarımın bi kısmı bacanağın labında diyorsanız, wan boot,
    - benim zaten kurulu sistemin var da outagesız upgrade var mı ki derseniz live upgrade ,
    - sokakta hanimefendi mutfakta asci yatakta orospu olsun derseniz de solaris zones
    ile işleri kolaylaştırır.


    (sevisgentosbaga - 8 Şubat 2009 22:24)

  • comment image

    filmini izlemeden önce bir kritiğini yaparsak, bir filminin çekilmesinin ne kadar zor olacağını tasavvur edebileceğimiz roman.

    bunun filmini çekmek istiyorsak, bir dış sesin felsefi çözümlemeleri sürekli okuması, sorular sorması gerekli ki bu koskoca filmi bir "yemekteyiz" konseptine indirgeyebilir. o yüzden muhtemel hayal kırıklığından ötürü filmini izlememeyi düşünüyorum. ne clooney, ne tarkovsky kurtarabilir bu filmleri. (yine de iki filmden birinin başarılı olma ihtimali var, ama düşük işte.)

    uzattım. konu, eternal sunshine of the spotless mind'ın tam tersi gibi düşünülebilir. onda insan zihnindeki izlerin silinebileceği gösterilmişti bunda da insan zihninde yer eden imgelerin tekrar vücuda getirilebileceği.

    --- spoiler ---
    gezegende yer alan okyanus daha ilk bölümlerde tanrıyla ilişkilendiriliyor. iki farklı boyutta ve çekim gücünde güneşi olmasına rağmen solaris'in yörüngesi hiç sapmıyor. fizik kurallarının ötesindeki bu gerçeklik, onu evrendeki diğer bütün gezegenlerden ayırıyor ve ona fizikötesi (metafizik) bir önem bahşediyor.

    zamanla, insan ilminin çok ötesinde bir evrim aşamasında olduğu anlaşılan okyanus hakkında yüzbinlerce kuram ortaya atılıyor. kuramlardan hiç biri okyanusun davranışlarını aydınlatmaya yetmiyor. bu, insan ilminin, var oluşundan beri çok da yol alamamış olduğunu gösteriyor. bir çizelgeye x200 dışarı zoom yaptığını düşün, birdenbire gidilen yolun ne kadar da ihmal edilebilir olduğunu görebilirsin. işte bu zoom yapmayı sağlayan gizem ve bilinmezliğin akıllara ziyan anlaşılmazlığı karşısında yeryüzündeki ve solaris'deki insanların zaman zaman sabırları taşıyor; zaman zaman da zihninin sınırlarını zorlama fetişizminden dolayı araştırmacılar tekrar araştırmalara asılıyor. çaresizlikten deliren araştırmacılar cesaret kırarken, tanrı'nın somut cismine ulaşacak olmanın hayali tüm insanlığı cesaretlendiriyor.

    okyanus, insan zihininin en çok zedelenmiş (en etkili hatıralarının olduğu bölgeleri) fark ediyor, insan zihinsel aktivitesinin büyük çoğunluğu olan bilinç dışı aktiviteleri de algılıyor ve buradaki izlerden, bu izlere neden olan cisimleri tekrar oluşturabiliyor. insan zihninde en çok yer eden anıların kötü anılar olması nedeniyle, solaris üzerindeki araştırmacıların, yerdeki hayatlarında başlarına gelen en kötü insanlar ve en acı olaylar solaris üssünde tekrar canlanıyor. bu da, okyanusu bir düşman olarak görmelerine neden oluyor. "okyanus ve dolayısıyla tanrı, insanın acı çekmesi için zamanı tekrarlatıyor olabilir mi?" sorusu soruluyor.

    bu yeniden oluşturulma (rekonstrüksiyon) çok daha değişik bir maddesel boyutta. değişen atom altı yapının nötrinolardan oluştuğu ve solaris dışındaki herhangi bir yerde yok olacağı varsayılıyor. kötü anılarının yeryüzünde tekrar yokolacağını düşündüklerinden, solaris üssündeki araştırmacılar ya intihar ediyor ya da yeryüzüne dönmek istiyor. burada ben, insanın en büyük avantajı olan unutma yetisine bir güzelleme yapıldığını düşünüyorum. (unutma yetisi olmasaydı, kötü anılar ve olaylar tekrar tekrar canlanacaktı. bu tekrar canlanma bilinç dışının bir ürünü olduğundan asla kontrol edilemeyecekti). insanın unutma kabiliyeti ile alaka kurulmayıp bir başka yorumlamayla "tarihin tekerrürünün engellenemeyeceği" sonucu da çıkartılabilir. yani tarihin tekerrür etmesi de insanlığın kontrolü dışındadır; geciktirilebilir ama engellenemez.

    aşkın da sorgulaması yapılıyor. kris'in, yeryüzünde kendisi yüzünden intihar eden sevgilisi burada okyanus tarafından tekrar maddeleştiriliyor (insan zihninde en çok yer eden kişinin vücuda getirildiğini hatırlayalım) ve ne tuhaftır ki kris'e yeniden aşık oluyor. sıfırdan yaratılan rheya nasıl oluyor da tekrar aşık olabiliyor? benim çıkardığım sonuç şu: aşk, bir insanın bize karşı davranışlarının beynimizde bıraktığı izlerdir. yoksa okyanus, rheya'nın kris'e aşık olduğu sonucunu nereden çıkartacaktı? ( 4s kuralının geçerliliğini de ispatlayabilir bize bu. karşılık alamadığımız kişiler zihnimizde derin izler bırakır, bilinç dışı aktivitelere neden olur ve bu aktiviteler fizyolojik sonuçları tetiklediğinden aşk dediğimiz hormonal ve fizyolojik değişimlere neden olur. bu değişmeler de yeni bilinç izlerine neden olur ve bu sonsuz döngü, bir mecnuna, bir meczuba dönüşümünü açıklayabilir insanın)

    zamanla, okyanusun insan zihnini okuması ve zihindeki imgeleri cisimleştirmesinin rastlantısal (düşmani değil) olduğu kanısına varılıyor. okyanus, fiziksel olmayan bilinç akışını maddeleştiriyor, çünkü o maddeyle var oluyor. bu noktada tanrı'nın rastlantısallığı ( maddeyle var olabilmek için evreni ve insanları yaratması - aksi takdirde ezeliyeti ve ebediyetinin manasızlaşması ) , var olmak için yarattığı maddeler üzerindeki tasarrufunu iyilik için mi kötülük için mi kullandığı, yoksa yarattığı maddeler üzerinde münzevi bir varlık gibi etkisiz mi olduğu tartışılıyor.

    eğer bu tasarruf zarar vermek adına kullanılıyorsa, ona karşı çıkılmalıdır. öyleyse çeşitli insan üretimi cihazlarla, düşüncelerle onunla mücadele edilebilir. gerçekten de tanrıya benzetilmiş okyanusa zarar verilebiliyor. biraz irdelenirse tanrı fikrinin yok edilebileceği düşünülebilir. fakat bu fikri yok etmenin insanlık üzerinde bırakacağı etkileri görebilmek için yeterli zamanımız olmayabilir. okyanusun da, kendine zarar verildikten sonraki davranışlarının tahmin edilemez olması buna bir alegori olabilir.

    gizemini çözmek, açıklarını bulmak için götürülen ihtişamlı, çekici okyanus parçaları, yeryüzünde sıradan kurşuni bir metal küle dönüşüyor. yani okyanus, yalnızca var olduğu yerde varlığını sürdürebiliyor. bu, tanrı'nın maddeler üzerindeki tasarrufunu "içinekapanık" kullandığının bir kanıtı olabilir mi? bilinmez.

    kitap içinde bir de sürpriz var. hani peygamberlerin aslında sara nöbeti geçiren, bu yüzden kendilerine vahiy geldiğini düşünen insanlar olduklarını söyleyenler var ya, ha işte onlar için de güzel yeni fikirler var. okyanusun çevresindekileri taklit etmesini, zihinlerdeki bilinç akışlarını okuyarak madde yaratmasını, bu dev beynin üzerindeki urlar veya sara nöbetlerine bağlıyorlar. yani madde yaratması, tanr'nın bir kusuru olabilir, insanlığın, maddelerin hayatına karışması da bilinçsizce olabilir.

    ---
    spoiler ---

    kitabın yine magazin boyutuna bakalım. stanislaw lem, aşk meşk işlerinin "roman okuyucusunun kitap üzerindeki dikkatini koruma gücünü" çok iyi kullanmış. bir bilimkurgu romanının içinde akılcılığı elden bırakmadan, fantastik ögelerle gerçek insani düşünceleri açıklamaya çalışması takdire şayan.


    (alti kursunlu rus ruleti - 28 Şubat 2009 16:48)

  • comment image

    insanlarin aciklayamadiklari seyler karsisindaki acizliklerini sorgulayan kitap.


    (bart - 5 Ekim 2002 15:14)

  • comment image

    lem'in kitabiyla karsilastirildiginda hikayenin oldukca degistirilmis bir versiyonunu aktarmasina ragmen, romanin temelinde yatan insan hafizasi, ask ve bilincalti hakkindaki gondermeleri basariyla aktarmis, yavas tempolu olmasina ragmen seyirciyi sikmayan, kendini merakla izleten, goruntu yonetmenini ayrica tebrik etmek istedigim soderbergh filmi.

    tarkovsky'nin 1972 tarihli ilk adaptasyonuyla karsilastirildiginda ise, soderbergh'in calismasi ilk versiyondaki komunist ogeleri cikararak daha kapitalist bir yaklasim sunmakta. tarkovsky, tanriya ve dinsel inanclara hicbir gonderme yapmamakla birlikte, solaris'i her seyden ustun bir devlet mekanizmasiyla birlestirmisti, soderbergh ise ayni yolu izliyor, ancak cozumu bireysel bir yaklasimla ana karakterin kendi kendini kurtarmasinda sunuyor.

    iki film ve kitap arasindaki farklar uzun uzun tartisilabilecek olsa da, hicbirinin digerinden ustun olmadigi (belki kitap biraz daha basarili) ve hepsinin temelinde insanligin kendini anlayabilmesi icin uzaya acilip farkli dunyalar kesfetmesi degil, cevabi kendi icinde aramasi gerektigi dusuncesi yatmakta, kendi icimizde ne bulursak bulalim, ihtiyacimiz olan en gelismis uzay teknolojisi degil, bir ayna.


    (journeyman - 5 Aralık 2002 17:57)

  • comment image

    spinoza'nın tanrısının bir boyut aşağı, bizimkine düşürülmüş hali, onun bir taslağı olarak okumak mümkün solaris denizini. aslında sadece spinoza'nın değil, bütün panteist tasvirin bir taslağı olabiliyor solaris. ben onun güzelad'ı ve geometrik netliği yüzünden ondan açılıyorum. yoksa daha sonra diyeceğim gibi daha ilk tasvirlere, thales'e kadar yolu var solaris'in.

    nasıldı? her şey tanrıdır. her şey tanrının uzantısıdır ("her şey tantının 'uzattığıdır'" daha iyi gibi). tanrı aslında var olanların "olabilirliğini" içinde taşıyan mutlak birdir. lem'in daha çok organizma olarak okunan denizi bundan çok farklı değil (eğer bizi, tüm karakterleri ve geri kalan evreni görmezden gelir ya da zaten lem'in öyle yapmamızı istediğini varsayarak onların aslında orada olmadığını, bu iki şeyin farklı boyutlarda olduğunu 'bilirsek'). denizin yaratımları onun 'uzattıkları'dır ve ondan asla kopamazlar. deniz onları yarattığında kendisinden bir şey eksilmez. deniz onların içindedir, onların tamamıdır. onlarda denizden başka hiçbir şey yoktur ama bu onların yeni yeni, daha önce 'olmayan' varlıklar oluşuyla da çelişmez. onlar sonradan olmuş da değildirler. olabilirlikleriyle deniz'in içinde hep vardırlar.

    başta da dediğim gibi, daha buralara, tanrıya gelmeden de solaris'le bu yönde uğraşmak mümkün. bu versiyonda deniz arkhedir. en çok da -dediğim gibi- thales'inkine benzer. daha dört elementin sözü geçmezken thales arkhenin su olduğunu, her şeyin sudan olduğunu ve suyun her şeyin içinde olduğunu söylüyordu. belki görünce belli olmuyor benim etimin suyun hareket ve yoğunluk değişimlerinden meydana geldiği. solaris denizi zaten bu yüzden bir 'taslak'. bir alegori... onun yaratımlarında, yaratılanların onun maddesinden olduğu gözle görülebilir, diğer duyularla duyulabilir halde. bu söylediklerim benim sadece şu işime yarıyor: "lem bir gün bu yaşlı tasvirleri düşünürken aklına solaris fikri gelmiş olabilir."

    --eğlenceye devam-- denizin yarattıklarını, bizim evrenimizdekilere bakarak oluşturduğunu biliyoruz. buna çok benzer bir evren tasvirini de başka bir allah dostu platon'da buluyorduk. idealar... idealar vardı ve bizim duyabildiklerimiz ancak onların birer taslağıydılar. bu durumda deniz bizde gördüklerini idealar gibi de kullanıyor olabilir. deniz beni gördüğünde benimle tıpatıp aynı olan ama yapı maddesini kendinden sağladığı bir şey üretiyordu. o şey bana göre epey kusurluydu (bunun organizma olan denizin bir çeşit iletişim çabası olduğu fikri çok daha ikna edici duruyor ama dedim, eğleniyoruz şurda). ben olmak istiyordu, sonsuzda ben olacaktı ama onun sınırları ben olmaya, benim kadar olmaya elverişli değildi. buradan bakarsak bizim evrenimiz, solaris evreni için bir çeşit idealar evreni haline geliyor. daha önceki bakışlarda olduğu gibi solaris burada da bizden bir boyut aşağıda kalıyor. ama...

    ...ama ideaların şekil ve yapı olarak kusursuz ve katıksız olması gerekliliği düşünüldüğünde işler daha da karışabiliyor. solaris'in uzattıkları bizim ona verdiklerimizden daha pürüzsüz, daha bütün. şu halde solaris az öncekinin tam tersinden, bir idea yaratma makinesi olarak da okunabilir.

    bütün bunlar, denizin, yaptıklarını neden yaptığı konusuna da ışık tutabiliyor. lem bu soruya hiçbir yanıt vermiyordu. fakat böyle okuduğumuzda beklenen yanıtın neden gelmediği de açık. çünkü asıl var olan tanrı bütün var olanların nedenidir. o kendi kendisinin de nedenidir. oluşmuş ya da yok olacak değildir. evet, biz doğal olarak soruyoruz, "peki denizi kim yarattı? deniz niye var, bunlar neden oluyor?" bin yıllar önce denmişti ki, bir soru iki bacaklı birer iskemle gibidir. onu ayakta tutmak için iki bacak daha gerekir ve bu iki bacağı ancak iki bacaklı başka bir iskemle sağlar. fakat bu yeni iskemlenin de arka bacakları yoktur ve ona da iki bacak gerekir. yani her soru yeni bir soru doğurur. nihayetinde dört bacaklı bir iskemleye gereksinmemiz vardır. bu dört bacaklı iskemle de çoğu zaman -kendi kendinin nedeni olan- tanrıdır. o halde lem'e ne ki denizin ne olduğunu anlatsın?


    (ambrose pierced - 13 Mart 2011 14:11)

  • comment image

    bazi guzel replikeri vardir

    "we don't want other worlds, we want mirrors"

    1"you think you're dreaming me"
    2"you're not gibarian"
    1"non?" "who am i, then?"
    2 "a puppet"
    1 "and you're not?" "maybe you're my puppet" "but like all puppets you think you're actually human" "that's the puppet's dream... being human"
    .....
    1"if you think there's a solution, you'll die here; there are no answers, only choices"

    "chris, i love you so much, don't you love me anymore?"


    (italyan - 25 Şubat 2003 23:50)

  • comment image

    canlı denen şeyin plazma halinde koca bir gök cismi biçiminde de olabileceği şeklindeki yaratıcı fikri barındıran bilimkurgu. buna hayal gücü deniyor işte...


    (simply human - 4 Kasım 2012 23:19)

  • comment image

    --- spoiler ---

    yazar stanislaw lem'in modern dünyaya dair anti-miti. lem her "teknolojik" gelişmenin insanın ruhani entropisi ile mücadele ettiğini ve ahlâki değerleri azalttığını; fakat insan ahlâki değerlerinden kurtulmaya çalışırken gelişmesiyle birlikte yeni bir tanesini de yarattığını kurgulamaya çalışmıştır, sanırım. bu noktada oluşan ikilem ise münferiden insanlığın daha üst bir ruhani ideali yakalamasıyla atlatılır. kişinin dış dünyaya karşı özgür olabilmesi ise ruhani açıdan dünyevi sorulara cevap harcayabileceği enerjiyle kendi vicdanının daha derinlerine inebilmesidir.

    lem'in solaris gezegenindeki okyanusu ya da organizması ding an sich'dir, fakat insan tarafından ne derece algılanabileceği bilinmemektedir*. kitapta da bahsedildiği üzere insanlık her ne kadar uzaya açılmış ve yeni şeyler keşfetmeye çalışıyor olsa da kendi sınırlarını bilmediği için yeryüzünün sınırlarını gökyüzüne taşırken başarısız olmaktadır. okyanus ile insan arasında oluşan ilişki zamanla tekbenci bir hâle gelerek insanın insan ile olan ilişkisini azaltıyor ve onu kendi algılarıyla başbaşa bırakıyor. okyanus ile insan arasında kurulan ilişki ile birlikte her birey kendine özgü bir evrede bulunmaktadır, bu evren bireyin kendi algısı ve gerçekliğidir. gezegen ile insan arasındaki ilişkiden sonra insan için gerçeklik --bir bakıma- kendi zihinlerindeki algılardan oluşmaktadır*.

    okyanus yollamış olduğu misafirler vasıtasıyla solaris'te araştırma yapmakta olan bilim adamları ile iletişim kurarken descartes'in şeytanı gibi oyun oynamaktadır, hatta abartıp bu oyuna okyanusun oynadığı bir çeşit simülasyon dahi de diyebiliriz. hegel'e göre kişinin bilincinin farkına varması descartes gibi koyu bir iç sorgulayıcılık ve sonrasında da "düşünüyorum, öyle ise varım." ifadesine ulaşmaya kıyasla kompleks ilişkiler ağı, bireyin isteyerek ya da istemeden gerçekleştirdiği eylemlerdir. bu noktada ise okyanus'un misafirlerinden dolayı bilim adamları sorun yaşamaktadırlar; çünkü onların misafirleri yine onların zihinlerinde yer etmiş imgelerden tezahürlerdir, yani onların hatırladıkları ve dolayısıyla algıladıkları ölçüde de gerçektirler. yine de misafirlerin var olması ancak simülasyon sonrası gerçekleştiği için gerçek bir var olma değildir; çünkü onların varlığı misafir geldikleri kişinin zihinlerindeki kadardır ve var oluşları kendileri için herhangi bir amaç ya da anlam ifade etmemektedir. sartorius'un belirtmiş olduğu gibi misafirler gerçek değildirler, sadece birer kopyadırlar; yine de rheya'nın dediği gibi -tam olarak hatırlamıyorum- misafirler öğreniyorlardır. dolayısıyla şunu da diyebiliriz ki misafirler, yani simülasyonlar, aynı zamanda gerçek ile halüsinasyon, madde ile insan arasındadır ve tam olarak bir kategoriye sokulamamaktadırlar. misafirler bilim adamlarının bilinçlerinin birer parçasıdırlar ve aslında okyanus bilim adamlarına geçmişteki hatalarını vs. düzeltmek için adeta bir fırsat da vermektedir. misafirlerin gelmesi ile birlikte onların varoluşu da ilginç bir şekilde olmaktadır, bu durumda ortaya başka bir soru çıkmaktadır. varoluş insanın özünden ötürü ortaya çıkan bir durum mudur, eğer öyle ise varlığın da eşsiz ve üretilemez olması gerekmez mi? her ne kadar misafir olan rheya hafıza ölçüsünde bir kopya olsa da uzay-zamanda bulunmaktadır ve "dasein, kendini her zaman kendi varoluşu, yani kendine ait bir kendi olma ya da kendi olmama imkanı, üzerinden anlar."*. yine de misafir var olduğunu ve gerçek olduğunu algılayabilmesi ve özüne kavuşabilmesi için gerekli olan temel şey ironik bir şekilde belki de ölümdür*. dolayısıyla gerekli olan şey zihinde bulunan imgenin ortadan kaldırılması, yani kişinin bilincinde bu algının var olmamasıdır, bir bakıma şunu da diyebiliriz ki unutmak insana ait yeteneklerden biridir. yine de ölüm öldükten sonra bilinebileceği için misafirin gerçek mi simülasyon mu olduğu konusunda paradoks şeklinde bir soru ortaya çıkmaktadır ve ölümün çağrışması ise bence -anlayabildiğim kadarıyla- biraz unheimlichdir*.

    solaris okyanusu'nun bilim adamlarından ne istediği tartışılırken eğer yanılmıyor isem "cevaplar yok, tercihler var." şeklinde bir açıklama gelmişti. başka bir şekilde ifade etmek gerekirse bireyin kişiliği, dolayısıyla varlığı, yeteneklerinden ya da hayat hakkında elde ettiği cevaplardan ziyade yaptığı tercihlerdedir; yani insanlar tercihleri ölçüsünde var olurlar. dolayısıyla insanın ihtiyacı olan yeni dünyalardan ziyade kendi içlerine dönüşlerini sağlayacak olan aynalardır. bu sebepten ötürü de bazen misafirler kendilerini öldürmek istemektedirler; çünkü onların davranışları onların davranmak istedikleri şekilden ziyade misafir geldikleri kişinin bilincindeki gibi şekillenmektedir, yani insanın varlığı derin bir şekilde iç sorgulayıcılıktan ziyade kompleks ilişkiler ağı ve isteyerek ya da istemeden yaptıkları eylemler kaynaklıdır. bir bakıma diyebiliriz ki solaris'in insanları gerçeğin birer simülasyonu olmaktan ziyade dünyayı tasavvur ettikleri şekilde yansıtılmasını istemektedirler. fakat insanın tercih yapma hakkı olması ve yaşamlarının önceden belirtilmiş bir şekilde yeniden yaşamamaları doğrultusunda kişilere gelen misafirler de orijinalin bir kopyası olmalarına rağmen kişinin algısından türediği için orijinali olmayan misafirler de var olma kapasitesi olan varlıklardır**. misafirlerin var olma durumubu daha iyi tanımlamak maksadıyla biraz abartıp insan olmak isteyen pinokyo'ya benzetirsek sanırım yanlış olmaz.

    ---
    spoiler ---


    (flavius aetius - 7 Nisan 2013 19:45)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bellek ve anılar insanın peşine düşerse ne olur ? bilinçaltından kopup gelen yaratılar, gizemli plazmal okyanusun, insanla iletişim kurma çabası mı ? ödül mü ? ceza mı ? yoksa yoksa kendine yapılan nükleer saldırıya misilleme mi ? uyarlandığı filmlerin aksine, duygulardan ve sonuçlardan çok sorular var romanda.

    solaris, iki ayrı güneş arasında yörüngesini dengeleyebilecek kadar gelişmiş bir varlıktır. bu denge söylemi, id-ego-süper ego, denge durumuna bir benzetimdir. dev canlı, okyanus, karanlık ve aydınlıklarını göstermeyen gizil bir bilinçtir. münzevi bir varlık olarak nitelendirilse de, kabuğunun içinde insanlarla iletişim yoluna girmiştir ve cevaplarından çok, sorularıyla meşgul eder. bilinçaltının en karanlık noktalarında yatan anıları, imgeleri, belki de korkuları, tıpkı yapım olarak onlara sunar. uzayı ve evreni keşfe çıkmış insanlığa, kapalı kartların arkasından bir soru sorar: kendinizi ne kadar tanıyorsunuz ?

    bellekten gelip kararlı bir şekilde maddeleşen varlıkların belleksizliği, hatırlandıkları son halleriyle yaratılmaları, şu soruyu akla getiri: anıların, anıları var mıdır ?
    rheya'nın, kelvin'den ayrı duramaması, kendi varlığını hissedememesi, mevcut olduğu zihinden kopamamasıdır. anılar insana muhtaçtır ve işte bu yüzden solaris'in tıpkı yapımları, birer canlı değil, bağımlı birer imgedir. sadece anıların sahibinin hatırladığı şeyleri hatırlar, yok edilince ya da uzaklaştırılınca, tekrar belleği sıfırlanır ve geri dönerler. ancak rheya, sonradan bellek kazanır ve kendi varlığını sorgulamaya başlar, anı olmaktan çıkıp varlık olma yoluna girer. acı çeker. gitmesi gerektiğinin kararına varınca, oluşturduğu bilinciyle, bir seçim gerçekleştirir ve çözünüp yok olur. ilginç olan onun bıraktığı izdüşümdür.
    solaris olgunlaşmamış bir çocuk gibi, oyuncaklar mı yaratmıştır ? deneme-yanılma metodu uygulayarak insanı mı tanımaya çalışmaktadır ? tıpkı çocuklar gibi oyunun kendisine mi aşıktır ? yoksa bu bilge okyanusun istediği, bu oyunları nasıl oynadığımızı bize göstermek midir ? belki de stanislaw lem, tanrı ve insan ilişkisinin yetkinleşmemiş sürecine dikkat çekmiştir. bizimle olan iletişimini, anılar ve bellek yoluyla sağlayan bir tanrıyla olan ilişkiyi.

    solaris, kesinlikle bir diyalog içeriğidir ve insanlığın, kendinde keşfetmeyi unuttuğu, en derinde yatan soruları, aramaya ve arattırmaya yöneltir. bütün kitap, suskun okyanus solaris'in, bizimle olan sessiz konuşmasıdır. şu soruyu sorar: kendinle yüzleşmeye hazır mısın ?
    ---
    spoiler ---


    (darkpoe - 23 Haziran 2013 14:54)

  • comment image

    "aslında kozmosu ele geçirmek değil istediğimiz, yalnızca yerin sınırlarını kozmosun sınırlarına dek genişletmek. yalnızca insanı arıyoruz biz, başka dünyalara gereksinimimiz yok. ayna gerek bize..."

    (filmde de beş yüz kere filtrelenmiş halde verilmiştir bu düşünce)


    (dreamania - 2 Mart 2004 09:21)

  • comment image

    --- spoiler ---

    tanrının çocukluk sürecini bir gezegende; yetkin olmayan, anlamaya çalışan, sonraları bile unutamayacağı gibi en sevdiği özelliği de olan, yani doğrudan iletişimden kaçan, dolaylı yoldan kendini benimsetmeyi ve yer edinmeyi ilke edinen bilinçli bir okyanus olarak anlatmak...

    bu kitap yazılmasaymış bir şeyler eksik kalırmış gibi.

    kitabı şüphesiz ki yeri ve onun bir parçası olan, kendinin de bir parçası olduğu polonyayı ve sorunlarını düşünerek yazdı stanislaw lem.

    bir gece bellekten çıkıp gelen anılar ete kemiğe bürünürken, tüm bu olanların dolaylılığının odağında –tıpkı diğer dolaylılık gibi- yine insanlar vardır. insanlar ve onların doğrudan iletişim kurma hevesi. doğrudan iletişim kurma hevesi ve çabası insanın egoist bir tanrı olduğunun göstergesi; yetkin olmayan bir tanrı.

    peki ya dolaylı yoldan iletişim? o da alaycı ve umursamaz bir böbürlenmeden başka nedir ki?

    insanlar için yerin önemi üstünde gezen insanlardır. tabii ki tanrı için de geçerli bu. onlar olmasa ne önemi kalır yerin? bir bellek için de bu önemin odağı anılardır. insan -erk- anılara da tıpkı yeri yönettiği gibi bir kısmına baskıcı diğer bir kısmına yumuşak ve desteklercesine bir üslupla yönelir. onları tanımaya çalışır ama x ışınlarıyla. karşı taraf ise karşı tarafın belleğindeki geçmiş argümanlardan faydalanır. rheya’ları diriltir geçmişten, çünkü daha evvel onlar başarılı olmuşlardır. yani bir nevi panzehir. yılan ölünce zehri de ölür.

    kitabın son kısmı kocamış öykünce'de şöyle diyor stanislaw lem:

    "tanrıya inanır mısın?

    o kadar basit değil. yerdeki dinin geleneksel tanrısını amaçlamıyorum ben. dinler tarihinde uzman değilim. belki düşündüğüm yeni de değil ama – duyduğun oldu mu insanların hiç yetkin olmayan bir tanrıya inandıklarını?

    yetkin olmayışı onu yaratan insanların açık sözlüğünden gelen bir tanrıdan söz etmiyorum. yetkin olmayışı özsel niteliği olan bir tanrıdan söz ediyorum. her şeyi bilme yetisi ve erki sınırlı, yanılabilir, edimlerinin sonucunu önceden göremeyen, dehşet uyandıran şeyler yaratan bir tanrı… hasta bir tanrı, tutkuları güçlerini aşan ve bunu da hemen sezemeyen bir tanrı. saatleri yaratan ama saatlerin ölçtüğü zamanı yaratamayan bir tanrı. öyle bir tanrı ki özel amaçlara yarayan dizgeleri, düzenekleri yaratmış ama bu araçlar sonradan amaçlarını aşmış, amaçlarına ihanet etmiş. o öyle bir tanrı ki öncesizliği, sonsuzluğu yaratmış, onunla kendi gücünü ölçmeyi ummuş, ama öncesizlik sonsuzluk onun sonu gelmez bozgununun ölçüsü olmuş."
    ---
    spoiler ---


    (obsk - 30 Haziran 2014 03:11)

  • comment image

    stanislaw lem'e ait bilimkurgu kitabı.

    uzun süre aradığım şeyi bulduğum ender kitaplardan biri solaris. sadece bilimkurgu denip okunamaz, okunmamalı. okumaya da imkan yok. geçtiği zaman, yer ve olaylar itibarı ile bilimkurgu olmasına rağmen kitabın son sayfalarına dek -hatta son bölümlerde daha da fazla- bitmek bilmeyen eleştirme, sorgulatma, sorular sorma ve cevaplama var.

    --- spoiler1 ---

    kris kelvin'in ağzından anlatılan kitabın beş kahramanı var: kris kelvin, rheya kelvin, dr. snow, dr. sartorius ve elbette okyanus. okuma boyunca bu kahramanların karakterleri hakkında oldukça az şeyler öğreniyoruz. zaman zaman kişiler hakkında daha çok ayrıntı arasam da şimdi farkına varıyorum ki eğer lem böyle bir yola gitseydi, belki zaten ağır olan kitap karmaşıklaşabilir, okuyucu fikirlerden ve okyanustan çok kişilere odaklanabilirdi. bu da kitabın vermek istediklerini gölgeleyebilirdi. bu bağlamda kris & rheya ilişkisi de oldukça dozunda tutulmuş. rheya hakkında, kris'in, zihninde "kistleştirdiği", geçmişe ait bir acı olduğundan başka çok az şey biliyoruz.
    ---
    spoiler1 ---

    benim anladığım kadarı ile kitap, hepsi de insanoğlunun merkezde olduğu konularda oldukça güzel yorumlarda bulunup, önemli noktalara parmak basıyor. stanislaw lem'in gerçekten insanoğlunun davranışlarını iyi gözlemlediğini hissedebiliyoruz çoğu sayfada.

    --- spoiler2 ---

    kitabın ilk sayfalarından kitabın sonuna dek sürekli tekrar edilen, hatta göze sokulan ilk mesaj, "diğer gezegenleri fethettiysen de kendi zihninin labirentlerini çözemedin."di.

    kibirli insanoğluna, pozitivizme yeri geldiğinde güzel güzel giydirmiş lem amca.

    insanoğluna ait özellikle başka dünyalar bulma çabamızın amacı ile ilgili snow'un söyledikleri oldukça güzeldi. resmen aydınlandım diyebilirim: "bize ayna gerek."

    bakışıkçalar, öykünceler, uzatankasların anlatıldığı bölümlerde ise insanoğlunun gülünç "insanmerkezciliği"ni gördüm. özellikle bu kısım ve kitabın geneline yayılmış olan bir durum için parantez açmak istiyorum: çeviri çok zorladı beni. belki ben bu kadar öztürkçe (?) kelimeye aşina olmadığımdan ancak ciddi anlamda okumakta sıkıntı çektim. kaç tane kelimeye tdk'dan baktım hatırlamıyorum, öztürkçe kelime olsun diye bu kadar "kasılması" romandan aldığım keyfi yarı yarıya azaltmıştır herhalde.

    dr.sartorius'un fizikçi, kris kelvin'in ise psikolog olması bence tesadüf değildi.
    ---
    spoiler2 ---

    özellikle "düşünen adamlar" ve "kocamış öykünce" bölümleri en çok hoşuma giden bölümler oldu.

    keşke romanın bütününü hakkıyla kavrayabilseydim. ancak sanırım ikinci ya da üçüncü okuyuşumda, temelim daha sağlamken olacak.

    bunun dışında bir de 2002 yapımı soderbergh solaris'ini izledim. hani kitabı okumasam bir halt anlamayacak olacağımın dışında,
    --- spoiler3 ---

    koskoca kitapta azıcık yer kaplayan kris ve rheya aşkını merkeze koyup en sonunda ise kris ve rheya aşkını kurtarmakla ne yapmaya çalıştıklarını pek anlayamadım. ya da lem buna nasıl izin verdi? bilemiyorum. ama biraz romana hakaret gibi olduğu kanısındayım. çünkü solaris tarihine dair hiçbir şey yok, kris'in, snow'un konuşmaları iç edilip erkek sartorius'tan bozma ancak onda olması gereken sinir bozuculuğun binde birini bile taşımayan bir kadın gordon'a bölük pörçük devredilmiş. kris'in rheya'nın gelmesiyle nasıl dağıldığı, kütüphane, iki güneş, gezegen üstünde herhangi bir öykünce... hiçbiri yok ama kitapta olmayan bir rheya kris tanışması, sevişmesi, şiir ile resmen gülünç bir hal almış rheya'nın intiharı var! bir tek gibarian'ın kris'e geldiği sahneyi çok beğendim.

    gibarian: you think you're dreaming me.
    chris kelvin: you're not gibarian.
    gibarian: no? who am i then?
    chris kelvin: a puppet.
    gibarian: and you're not? or maybe you're my puppet. but like all puppets you think you're actually human. ıt's the puppets dream, being human. (imdb'den aldım valla)

    son olarak jeremy davies in canlandırdığı snow'un film boyunca ağzını burnunu kırmak istedim. o neydi öyle lan? hayatımda gördüğüm en sinir bozucu tiplerden biriydi. dünya'dan uzak solaris'e yakın. tövbe estağfurullah.
    ---
    spoiler3 ---


    (cay posetinin hazin sonu 2 - 3 Temmuz 2014 22:53)

  • comment image

    14 yaşında sinemaya ilk defa gidiyordum. bu filmi seçmişim. ara sıra hala travmalarını yaşıyorum. daha fazla konuşamayacağım.


    (duygusalvekomik - 17 Ekim 2014 12:50)

  • comment image

    - system v degil 4.3bsd tabanliymi$. (ilk olarak "sun unix 0.7" adi altinda unisoft'un 4.3bsd source'larindan turetilmi$).
    - 2gb'tan buyuk dosyalari i$leyebilme ozelligine 1996 yilinda solaris 2.6 surumuyle kavu$mu$ (nt'den 3 yil sonra)
    - "fast local interprocess communication" destegi 1995'te gelmi$. nt'den 2 yil sonra. (bkz: lpc)
    - 64-bit destegine sanildigi gibi ciktigi gunde degil 1998 yilinda kavu$mu$.
    - 1998'de cikan solaris 7 surumune journaling file system destegi gelmi$. ntfs'ten 5 yil sonra.

    not: cpu cikarilinca tanir, ram sokulunce anlar gibi ozellikler i$letim sisteminin degil sun'in kendi urettigi donanimin ozellikleridir. hakkindaki aciklamalari okuyup solaris x86 uzerinde alet cali$irken ram sokmeye cpu degi$tirmeye cali$mayin.


    (ssg - 14 Ocak 2006 10:16)

Yorum Kaynak Link : solaris