Süre                : 2 Saat 38 dakika
Çıkış Tarihi     : 30 Ekim 1991 Çarşamba, Yapım Yılı : 1991
Türü                : Biyografi,Drama
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Erato Films , StudioCanal , Films A2
Yönetmen       : Maurice Pialat (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Maurice Pialat (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Jacques Dutronc (IMDB)(ekşi), Alexandra London (IMDB), Bernard Le Coq (IMDB)(ekşi), Gérard Séty (IMDB), Corinne Bourdon (IMDB), Elsa Zylberstein (IMDB)(ekşi), Leslie Azzoulai (IMDB), Jacques Vidal (IMDB), Chantal Barbarit (IMDB), Claudine Ducret (IMDB), Frédéric Bonpart (IMDB), Maurice Coussonneau (IMDB), Didier Barbier (IMDB), Gilbert Pignol (IMDB), André Bernot (IMDB), Lise Lamétrie (IMDB), Remy Bourgeois (IMDB), Véronique Chevallier (IMDB), Christian Dubray (IMDB), Julien Haurant (IMDB), Christian Maes (IMDB), Damien Sauvestre (IMDB), Edith Vesperini (IMDB)

Van Gogh ' Filminin Konusu :
Film, ressamın trenle köye gelmesi ve muayene olmak üzere köy doktorunu ziyaret etmesiyle başlar. Sanatsever bir kişi olan Doktor Gachet, Van Gogh’u evinde kalmaya davet eder. Van Gogh, doktorun genç ve sevimli kızını model olarak kullanır ve sonunda sevgili olurlar. Müşfik baba şaşkınlık içindedir. Bu arada Van Gogh’un kardeşi Theo’yla ilişkisi giderek gerginleşmekte ve bozulmaktadır. Istırap yüklü çalışmaları, burjuva Marguerite ve hayat kadını Cathy arasında bir türlü bulamadığı aşk, Theo ve karısı Joanna’yla paylaştığı başarısızlık karşısında duyduğu panik, ve yaşamındaki bu son yazın sıcaklığı ve şehveti, sanatçının göz göre göre yaklaşan ölümüne neden olan etkenlerdir...


Ressam / 19
  • "babası gibi rahip olmak isteyip başaramayan ,26 yaşında resme başlayıp 36 yaşında intihar eden ve bu kısa sure icinde 800 un uzerinde saheser yaratan depresif dahi."
  • ""tanriyi bilmenin en iyi yolu, pek cok seyi sevmektir. - van gogh"
  • "adina kurulmus olan müze amsterdamdadir. kesinlikle tavsiye ederim."
  • "sadece sekiz sene resim yapmıştır."
  • "eski kulagi kesiklerdendir."
  • "bugün 162. doğum günü olan sanatçı."eserlerime yüreğimi ve ruhumu harcıyorum, bunu yaptığım için de aklımı kaybettim." diyen rahmetli."
  • "" eğer içinizden bir ses "sen resim yapamazsın" diyorsa, mutlaka resim yapın; o ses susacaktır...""




Facebook Yorumları
  • comment image

    cumhuriyet kitap kulübü'nün ilk kurulduğu yıldı. annem, okumayı seviyorum diye beni kulübe üye yaptırmıştı. hoşgeldin hediyesi, o zamanlar türkiye'de bulunması zor kalitede baskıya sahip bir van gogh albümüydü. diğer ressamların albümlerini de almak istemiştik; ama mümkün olamamıştı.

    ne okulda, ne de sonrasında resim yapmayı hiç sevemedim. ama evdeki resim sanatı ile ilgili tek kitap olan van gogh albümü her zaman benim için en değerli kitaplardan biri oldu. van gogh benim tanıştığım ilk ressamdı. hatta yıllar boyunca tek ressam. sanat tarihçisi bir kız arkadaşım olana kadar van gogh'dan başka bir ressam bilmedim desem yalan olmaz. diğer yandan, onun bana tanıştırdığı diğer ressamların da beni etkilediklerini itiraf etmeliyim. sevgilimin resimle ilgili yorumları ve açıklamaları beni resime ne kadar yaklaştırmıştır bilmiyorum. bildiğim bir şey varsa, resme dair ondan öğrendiğim bir sürü akım, teknik ve isim aklımdan uçup giderken van gogh'un hep taze kaldığıdır...

    budapeşte'de van gogh sergisi olduğunu duyduğumda ilk aklıma gelen kulübün gönderdiği albümdü. ve kardeşimle beraber albümdeki sarı başaklarla dolu tarlaları seyredişlerimiz, başka dünyaların hayalini kurduğumuz o günler... serginin yerini öğrenmek için konuştuğum tüm macarlar sergi için bilet bulmanın olanaksız olduğunu söylediler. macar arkadaşlarım benimle birlikte şanslarını denemek istemediler. belki yeteri kadar ilgileri de yoktu. aslında, başka bir ressamın sergisi olsa ben de gitmezdim sanırım. ama van gogh başkaydı, ilk gözağrımdı. ve hatta tek göz ağrım.

    müzenin önüne geldiğimde iki ayrı kapı gördüm, bileti olanlar soldaki kapıyı kullanarak doğrudan içeri giriyorlardı. diğeri ise bekleyen insanlarla doluydu. sıraya geçmeden önce, kuyruğun bilet için olup olmadığını sordum. evet, bu kuyrukta bekleyerek bilet alınabilirdi; ama başka bir gün için. bekleyenlerin çoğu zaten biletlerini internet aracılığıyla ayırttırmışlardı bile, sadece parasını ödeyip almak ve günü geldiğinde sergiyi gezmek kalmıştı söylediklerine göre. oysa benim zamanım yoktu, hemen girmeliydim. beklemeye devam ettim. önümdeki adam van gogh'u boşuna beklediğimi tekrar ediyordu; ama müze gerçekten güzeldi, diğer kısımları gezebilirdim ona göre. "diğer kısımları gezerim o zaman" dedim adamı rahatlatmak için. gerçekten de, ilgimi van gogh kadar çekmeseler de, pissarro, monet, renoir, rodin, cezanne, gauguin ve aklımda tutamadığım bir sürü büyük sanatçının eserleriyle doluydu müze.

    uzun süren bir bekleyişin ardından içeri girebildim. bilet görevlisi insanların isimlerini alıyor ve onlara daha önceden ayırtılmış biletleri veriyordu. sıra bana geldiğinde içeri girmek istediğimi söyledim. beni yalvartmalarını bekliyordum aslında. yalvarmaya da hazırdım; ama bunun bir avrupa ülkesinde işe yarayıp yaramayacağından emin değildim. ama gişe görevlisi başka bir söylememe gerek bırakmadan yanında duran tek bileti bana verdi. benimle beraber kuyrukta bekleyen insanlar mı yanılıyorlardı, yani bilet almak bu kadar kolay mıydı; yoksa çok mu şanslıydım bilmiyorum. tek bildiğim, van gogh'un eserlerine açılan kapının anahtarının elimde olduğuydu.

    bir yanlışlık sonucu bileti bana vermiş olmalarından ve geri isteyeceklerinden korktuğum için hızlıca gişelerden uzaklaşıp, serginin olduğu salona doğru yürüdüm. müze'nin sıcaklığı 19 dereceye sabitlenmişti. palto, kaban gibi giyecekler ve elde çantalarla içeri girişe izin verilmiyordu. üstümdeki ağırlıklardan kurtulmak aslında benim için de iyiydi. eşyaları vestiyere teslim ettikten sonra, geniş bir holden geçip salonun kapısına geldim. kapının önündeki son kontrol için biletimi elektronik cihazlarla kontrol ederlerken kalp atışlarım yine hızlanmıştı. burada da sorun çıkmaması şaşırtıcıydı. genellikle çok şanslı bir adam olduğumu düşünürüm; ama ne zaman bir şey için çok uğraşsam, çok istesem bir cenabetlik gelir beni bulurdu. oysa bu sefer öyle olmadı. bilet kontrolü de bittikten sonra beni akvaryuma benzeyen karşılıklı iki tarafı cam kapılardan oluşan bir küçük odaya soktular. bir kapı açılırken diğer kapı kapanıyordu. o odada, birbuçuk-iki dakika süren tutsaklığım boyunca hayran hayran insanların eserlere bakışlarını izledim. bir adım sonrası çocukluk arkadaşımın yanıydı...

    van gogh'a eserleri aracılığıyla da olsa bu kadar yaklaşabilmek etkileyiciydi. her bir eserin önünde uzun zaman geçirdim. resimlere nasıl bakılacağını bilmiyordum. bilmeye, öğrenmeye de çalışmadım. birer bütün olarak seyrettim resimleri, öykülerini düşündüm herbirinin. kendim öyküler yazdım kafamdan. bütün resimler bitince en başa dönüp bir daha gezdim sergiyi. herbir resmi yeni görüyor gibiydim. bunu üçüncü kez tekrarladığımda da aynı durumun nüksettiğini farkettim. sanki yirmi, yirmibeş dakika önce görmemiştim bu tabloları... baktığım an resimler kafamda canlanıp bana öyküyle dolu bir pencere açıyor; bununla birlikte diğer resme geçtiğimde bir önceki resmin öyküsü siliniyordu. işin ilginci, aynı resme geri döndüğümde de beni yeni bir öykü karşılıyordu. bir tanesi hariç tüm resimler her seferinde farklı ve biribirinden güzel öyküler anlattılar bana.

    1884 tarihli "pipo içen köylü portresi" hiçbir öykü anlatmadı... ve ne sergi boyunca, ne de sonrasında aklımdan hiç silinmedi. tabloların çoğunu olduğu gibi, onu da daha önceden görmüştüm. peki, o tablo neden diğerlerinden farklı duygular uyandırıyordu bende? onu özel kılan şeyin ne olduğunu bulmak istiyordum. üçüncü turun sonunda sadece o resim için geri döndüm. son baktığım resim o olsun ve eğer bu sefer anlatırsa dinlediğim son öykü onun anlattığı olsun istiyordum. farklı açılardan uzun uzun seyrettim. dakikalar geçiyor; ama bir şey olmuyordu. neydi bu portreyi özel kılan?

    insanların bu tablonun önünü tamamen boşalttığı bir an tam karşısına geçtim. köylünün bakışlarıyla benim bakışlarımın kesiştiği anda her şey açıklığa kavuştu. benim kendi portremdi karşımda duran. van gogh tanışmamızdan tam yüz yıl önce beni çizmişti. resimdeki köylünün yüz hatlarıyla benim yüz hatlarımın arasında olağanüstü bir benzerlik vardı. ama bundan da önemlisi bu köylü tamamen benim bakışlarımla bakıyordu dünyaya. kimbilir belki de, ben onun bakışlarıyla bakıyordum. kesin olan tek şey aynı bakışlara sahip olduğumuzdu.

    resmi incelemeye devam ettim. aslında artık incelediğim, bir resim değildi. sanki bir aynada kendimi inceliyordum. o zaman resimdeki diğer detayları ayırtetmeye başladım. bu karanlık tablodaki aydınlık olan tek şey piponun ateşiydi. piponun parıl parıl parlayan turuncu ateşi dışında resimde canlı olan hiçbir şey yoktu. evet, işte ben... van gogh sadece portremi değil, hayatımı da çizmişdi. arada sırada çakan kıvılcımlar dışında pek bir canlılık belirtisi olmayan hayatımı... van gogh çizimleri arasında kendi portremi bulmak gerçekten çok şaşırtıcıydı.

    biz onunla gerçekten iyi arkadaştık. belki de, bu yüzden beni asıl şaşırtan bu büyük ressamın çizimleri arasında kendi portremi bulmak olmadı.
    asıl şaşırdığım şey onun benim hayatımı benden daha anlatabilmesiydi.
    sanırım onu büyük ressam yapan da buydu...

    http://www3.vangoghmuseum.nl/…gm/mmbase/images/1546


    (treachery - 12 Aralık 2006 12:58)

  • comment image

    babası gibi rahip olmak isteyip başaramayan ,26 yaşında resme başlayıp 36 yaşında intihar eden ve bu kısa sure icinde 800 un uzerinde saheser yaratan depresif dahi.


    (lecter - 15 Mayıs 2002 20:29)

  • comment image

    van gogh kulağını kesip
    bir
    orospuya verdi
    orospu
    hunharca fırlattı
    kulağı
    sokağa
    tiksinerek.

    van,
    orospular
    kulak
    istemezler
    para isterler

    sanırım bu yüzden
    muhteşem bir
    ressamsın sen
    başka
    birşeyden
    anlamadığından*...


    (tabularasa - 10 Eylül 2002 14:12)

  • comment image

    "patates yiyenler", "sarı buğdaylar", "zeytin toplayanlar" gibi tablolarına bakacak olursak, hububat manyağı, ömrünün son günlerini saint-remy tımarhanesinde geçirmiş, usta bir ressamdır. ismail uyaroğlu'na göre bir melek değil, şeytandır. nitekim kendisi bunu, şu şekilde ifade etmiştir;
    "monet, gökkuşağına yedinci rengi ekleyen melek
    manet, gökkuşağına sekizinci rengi ekleyen melek
    renoir, gökkuşağına onuncu rengi ekleyen melek
    van gogh, yeni bir gökkuşağı yaratan şeytan."


    (mavikedi - 10 Kasım 2002 23:05)

  • comment image

    ...
    plajda uzanmış konuşuyorduk. ona en sevdiği ressamı sordum.

    -van gogh, dedi.

    -neden?

    -kulağını kesebilmiş; sol kulağını. bunu yapan ilk adam o.

    sustu. az sonra değişik bir sesle,

    -ama o bile eksik adamdı. tımarhanedeyken yaptığı kendi portresinde insanlara yüzünün kulaksız yönünü gösteremedi. tam adam yok!
    ...

    aylak adam


    (buhalimlekabulet - 8 Şubat 2011 09:43)

  • comment image

    hollanda'da anlatılan van gogh'un deliliği ve renkler hikayesinin bir versiyonu ise şöyledir;
    gerçekte van gogh, sürekli hale gelen kulak çınlamasından şikayetçi olarak doktora gider, ancak doktor içine kapanık ve melankolik kişiliğinden dolayı "kafasının içinde sesler" duyduğuna kanaat getirir ve mani tedavisine başlar. bu arada doktor kendi geliştirdiği bir ilaçlı tedavi yöntemini de test etmeye can atmaktadır.

    ancak van gogh
    yüksek tansiyon hastasıdır ve bu yüzden kulağı çınlamaktadır. aldığı yanlış ilaçlar ve diyet uygulamaması çınlamayı iyice tetikler. hastalığı ilerler ve yüksek tansiyon sonucu mavi ve sarı renkleri patlar halde görür, tıpkı resimlerindeki gibi.

    doktoru bunları muhtemel sanrılar olarak algılar ve teşhisi netleşir. özellikle de van gogh bir gün kafasındaki çınlamaya ve kulağındaki zonklamaya dayanamayacak hale gelip kulağını kesince, tüm şüpheler ortadan kalkar, van gogh delidir. öte yandan psikolojik ilaç tedavisine cevap vermeyişi sürmektedir.

    diğer bir deyişle van gogh sarı ve mavileri gördüğü gibi resmetmiştir ve deli değildir van gogh belki depresif, biraz melankolik çoğumuz gibi , ama sonu bir çoğumuzdan daha trajik bir insandır, ömrü tımarhanelerde tükenmiş, deliliğine ikna olacak kadar mütevazi...


    (sadefeyn - 13 Ekim 2011 17:26)

  • comment image

    sanat tarihi dersleri yuzunden, deli, fakir, ay yazik lan olarak bilinse ve gosterilmeye calisilsa da kanimca; dunyaya dair hicbirseye ihtiyac duymayan az deli cinsinden bir guru'dur kendisi. resim yapma eylemine bagimli oldugu icindir belki resimlerinin uzerine tekrar calismasi. yasanan ana yasanmis andan daha cok deger vermistir belki. ama her nasilsa, dunya skine minare gotune'dir.


    (wolverine - 2 Kasım 2003 17:49)

  • comment image

    starry night tablosuna ve ressamın kendisine ithafen yazılmış sözleri çok hoş bir 1971 don mclean şarkısı da mevcut.

    van gogh kardeşi theo'ya şu sözleri sarf etmiştir:

    "yıldızlara bakmak bana her daim hayal kurduruyor. neden diye soruyorum kendime, gökyüzündeki parlayan noktalar, fransız haritasındaki siyah noktalar kadar ulaşılabilir olmasınlar? tıpkı tarascon ya da rouen'a giden bir trene binmemiz gibi, bir yıldıza ulaşmak için ölüme biniyoruz.

    bu sabah, gün doğumundan uzun bir süre önce şehri penceremden gördüm, kocaman görünen sabah yıldızından başka hiçbir şey yoktu. "

    neden van gogh'u seviyoruz? çünkü van gogh bize olduğu gibi empresyonist tablolar sunmuyor, ne görüyorsa değil ne hissediyorsa aktarıyor bize. kocaman bir yıldız görüyor bir gece penceresinden, onun ölümün götüreği/vardıracağı bir nokta olarak hissediyor ve bunu resmediyor, naklediyor tablosuna. ve ne ilginçtir ki bakan da bunu hissedebiliyor. demek hissettiği ölçüde hissettirebiliyor da vincent.

    şarkıda da dediği gibi:

    "but i could have told you vincent,
    this world was never meant for one as beautiful as you"


    (kedu - 13 Kasım 2013 20:55)

  • comment image

    en kisa zamanda en cok is basaran sanatcilardan biri oldugu kesindir.

    soyle ki;

    sanat hayatina atildigi 1880 senesine kadar herhangi bir akademik egitim (sanat baabinda) almamistir van gogh efendi, yani 27 yasindayken birden biseyler cizmeye baslayip bununla hayatina devam etmek istedigini gormustur, o kadar.
    daha sonra kisa egitimler almis olsa da cogunlukla kendi kendine ogrenmistir resmetme sanatini.1880 yilinda basit bir sekilde cizdigi sokak resmi (ki karakalemdir) ilk eseri olarak kabul edilir. ardindan 5 sene boyunca bol bol calisarak 1885 yilinda "potato eaters" olarak bildigimiz ilk yagli boyasini yapmistir. van gogh'un bu tabloyu hep bir manifesto olarak kabul ettigi soylenir.

    ardindan 1886 yilinda parise tasinmistir van gogh, ama ortami begenemeyip 2 ay kadar sonra fransanin guneyine, arles'e tasinmistir. burada kendini tumden (kardesinden aylik gelen para yardimlari ile) resme vermistir.

    van gogh denildiginde akla hep empresyonistlerin de kullandigi kalin firca darbeleri gelir, amma ve lakin kendisi ne tam empresyonist stili kullanir, ne de divizyonizmi(yani puantilizm). ikisinin de onemli ogelerini alarak orijinal bir bicimde birlestirir van gogh. yani empresyonizmin kontrolsuz kalin firca darbelerini divizyonizmin paleti ve renk karistirma teknikleri ile kontrol etmeye calisir.

    bu teknikler ile resme devam eden van gogh, arles'deki evine 12 tane sandalye almistir. buradaki amacinin paris'te ve cesitli yerlerde tanistigi sanatci arkadaslarini cagirip toplantilar duzenlemek, guneyde bir sanat grubu kurmak oldugunu teo van gogh'a yazdigi yuzlerce mektupta anlatmistir.

    paris'te tanistigi paul gauguin ile hicbir zaman kopmamaya calismistir. bu iliski durmadan cinsel yonlere cekilmis olsa da bu yorumlar kanimca sacmaliktan ibarettir.

    arles'e yerlestikten bir sure sonra van gogh, gauguin ile mektuplasmaya baslamistir, bu arada kendisini "buddhist munk" olarak gordugu bir tabloyu "bak ben neler yapabiliyorum" demek amacli gauguin'e gondermistir, ardindan gauguin'de ona "les miserables" isimli bir tablo yapip gondermistir, hos bir paylasim olmustur.

    arles'deki 12 sandalyesine gauguin'den baska pek bir sanatci oturmamistir 10 senelik sanat hayati boyunca. bir sanat asigi olan teo van gogh'un gauguin'in tren parasini verip arles'e gonderdigi bilinir. hatta arles'e gittigi zamanlardan birinde van gogh ve gauguin kavga etmislerdir, ardindan van gogh kulagini kesmistir, ama sanildiginin aksine kulaginin tumunu degil sadece kulak memesini kesmistir van gogh, gauguin ise dayanamayip pont-aven'e geri donmustur. bunu yaptigina cok pisman olan van gogh ise, kendini acindirmak amacli, kulagi sargili bir portresini cizerek gauguin'e gondermistir ozur dilemek amacli.

    icki duskunu oldugu bilinen van gogh bol bol absinthe icmistir. ancak sara hastasi oldugu bilinen van gogh bu yuzden bol bol aci cekmistir. ayrica psikolojik bozukluklari oldugu da bilinir. kardesine yazdigi mektuplardan birinde beyninin kotu calistigini, bazi seylerin dogru olmadigini yazmistir.

    1890 yilinda intihar ederek olmustur van gogh, ama sanildiginin aksine ne aninda olmustur ne de amaci bildigimiz intiharlara benzer.
    van gogh kendisini tufegi ile karnindan vurmustur ve 3 gun hastanede yatmistir ve bunu, cok uzun zaman boyunca gormedigi kardesinin kendisini hastahanede gelip gormesi icin yaptigini acik acik belirtmistir. kosa kosa gelen kardesinin yardimlarina ragmen van gogh kurtarilamamistir, cok yazik olmustur ve ondan bir sene sonra da 4 yas kucuk olan kardesi theo vefat etmistir.

    van gogh neden ekspresyonist kabul edildigi ise kanimca resmetme seklinden cok, amaci ile anlatilabilir. van gogh 1-2 resim haricinde hicbir resmini kendisi disinda biri icin yapmamistir ;yani resimleri kendisi icin yapilmis bir disavurumdur ve bu yuzden ekspresyonisttir van gogh kanimca. bircok mektubunda belirttigi dine ihtiyaci oldugu gercegini resimleri ile aktarmistir bizlere. resmettigi ogeler ile olmasa da, starry night veya night cafe gibi resimlerinin yaydigi enerji ile saglamistir bunu van gogh, yani hislerini inanilmaz bir sekilde tuvale aktarmistir. kisacik bir kariyer sonucunda sanat dunyasina mukemmel eserler kazandirarak gitmistir van gogh.


    (shab - 31 Ocak 2004 18:30)

  • comment image

    bugün 162. doğum günü olan sanatçı.

    "eserlerime yüreğimi ve ruhumu harcıyorum, bunu yaptığım için de aklımı kaybettim." diyen rahmetli.


    (eylulayigelsin - 30 Mart 2015 09:42)

  • comment image

    --- spoiler ---

    van gogh, kısa bir tedaviden sonra, 1890'da, bu kez anvers-sur-oise kentine yerleşiyor. ve dev bir yıldızın aydınlattığı ünlü "beyaz ev" tablosunu yapıyor.

    iki amatör astronom, don olson ile russell doeschere, uzun süren çalışmalardan sonra, bu tablonun astronomik verilerini bir süre önce çözmeyi başardılar.

    ilk kanıtları, ressamın bu tabloyu yaptığını söylediği 17 haziran 1890 tarihli mektubuydu. ikinci kanıtları, 17 haziran 1890 tarihinden önceki günlerde (16 haziran hariç) havanın yağışlı olduğunu gösteren meteoroloji arşivleriydi. üçüncü kanıtları ise, gökyüzünün açık renklerle çizilmiş olmasından dolayı, van gogh'un ya güneş doğarken ya da güneş batarken çalışmış olmasıydı.

    işte bu noktadan sonra ciddi bir bilgisayar taramasına giriştiler ve 16 haziran günü, jüpiter, mars ve venüs gezegenlerinin auvers-sur-oise bölgesinden açık bir biçimde gözlendiğini saptadılar. geriye kalan tek şey, tablodaki evin yerini ve ressamın çalıştığı yönü belirlemekti. bunun için kalkıp ta amerika'dan fransa'ya geldiler ve tablodaki evi aradılar. şans eseri eve dokunulmamıştı.

    iki astronom verileri bir araya getirdiklerinde, 16 haziran 1890 tarihinde, evin batı yönünde ve ufuk çizgisi üzerinde, günbatımı ya da gündoğusunda parıldayan tek yıldızın venüs olduğunu bilimsel olarak kanıtladılar.

    ---
    spoiler ---

    http://www.focusdergisi.com.tr/kultur/00308/

    "bence insanları sevmekten daha sanatsal bir şey yok" gibi şiirsel de bir söz söylemiş, konudan bağımsız olarak.


    (cassey jones - 18 Mayıs 2015 15:53)

  • comment image

    studio roosegaarde tarafından hollanda'da bir bisiklet yolu yapılmış. van gogh’un 1883’den 1885’e kadar yaşadığı yol üzerinde bulunana bisiklet yolu 600 metre uzunluğundaymış. yola döşeli taşlar, gün içinde şarj olup akşam olunca ışıklar saçıyormuş. van gogh’un “yıldızlı gece” eserinden yola çıkılarak tasarlanmış.

    https://youtu.be/wee8firurcy


    (cassey jones - 18 Mayıs 2015 16:21)

  • comment image

    çok delikanlı adammış kendisi. 29 yaşındayken, "sien" adıyla bilinen bir fahişeyi terk edilmiş vaziyette buluyor sokakta ve evine alıp beraber yaşamaya başlıyorlar. sien'in 5 yaşında bir kızı var bir de. yaşadıkları lahey, küçük bir yer tabii o zamanlar. dedikodular başlıyor hemen kasabada. baştan pek aldırış etmiyor delikanlı van gogh ama bu dedikodular sert tepkilere neden olmaya başlıyor giderek. öyle ki, yanında çalıştığı kuzeninin kocası ressam anton mauve, fahişeyle beraber yaşadığı için tavır koyuyor van gogh'a, ayrılmak zorunda kalıyor işinden bu delikanlı ressamımız.

    delikanlılığını, kardeşi theo'ya yazdığı mektuptan anlıyoruz:

    "insanlar beni bir şeylerle suçluyor. soruyorum sana: bir kadını terk etmek mi daha erkekçe, ahlâklıca, yoksa terk edileni korumak mı?"

    şimdi buradan böyle bakınca, acayip afili ve delikanlı bir tavır olarak görünüyor van gogh'un söylediği. belki de hiç böyle delikanlı bir tavrı yoktu adamın. tamamen yalnızlıktan ve -af buyrun- abazalıktan almıştı kadını evine. çünkü öncesine dönüp baktığımızda, kadınlar tarafından genelde reddedildiğini görüyoruz adamın. 20 yaşındayken, çalıştığı firma londra'da bir yere yolluyor van gogh'u. orada, ev sahibinin kızından hoşlanıyor ve bir nevi çıkma teklif ediyor. hatun o sırada başka biriyle gizlice nişan yapmış, nazikçe reddediyor henüz ressam olmayan van gogh'u. kız da az zilli değilmiş ayrıca. sonra 27 yaşındayken de, kendisinden 7 yaş büyük dul kuzenine yazılmaya başlıyor -ki hiç delikanlı bir tavır değil bu, evlenme teklif ettiği kuzeni öyle bir kesin "asssllaaaaa" ile reddediyor ki adamı, o saatten sonra frijit olsa yeridir. benzer şekilde 1-2 ret yanıtı daha alıyor. sonrasında o fahişe giriyor işte hayatına.

    gerçi günahını da almayalım şimdi, 25 yaşındayken amcası kendisine "güzel bir kızdan hoşlanmaz mısın" diye soruyor. böyle bir soruyu da niye sorar amca, o da ayrı muamma. belki de eşcinsel olduğundan huylandı yeğeninin. ama yeğenin verdiği yanıt gayet güzel: "çirkin, yaşlı, yoksul, ya da herhangi bir nedenden ötürü bahtsız da olsa, hayat görgüleri, çektiği acılar, çileler yüzünden bir zekâ ve bir ruh edinmiş olan bir kadınla daha iyi anlaşabilir, uyuşabilirim." buradan da van gogh'un hiç de öyle amsalak bir tip olmadığını anlıyoruz.

    sien konusunda van gogh'un samimiyeti aslında kadınla aralarında bir şey olup olmadığına bakarak belli olur. "terk edilmiş kadını korumak" diyor yaptığına ya, eğer kadınla yatmıyor olsa, gerçekten de o delikanlı tavırdan söz edebiliriz. diğer durumda koruyor olmuyorsun ki kadını hocam, af buyur, bariz şey yapıyorsun, tööbe tööbe yaaa... sien, van gogh'un evine yerleştikten 1,5 yıl kadar sonra bir erkek çocuk doğuruyor. çocuk, büyüdüğünde van gogh'un oğlu olduğunu bile iddia ediyor hatta. van gogh çocuğu sahiplenmiyor tabii. sien'in fahişelik yapmasının bunda etkisi büyük olsa gerek. çocuk belki de gerçekten van gogh'undu? çünkü bu çocuğun doğumundan 2 ay sonra, baskılara direnemeyip ayrılıyor van gogh, 2 sene sonra da model olarak kullandığı kızlardan birini hamile bırakıyor. belli ki korunmayı bilmiyormuş bizimki, sien'in doğurduğu çocuk pekâlâ van gogh'un olabilir yani.

    kardeşi theo'ya yazdığı mektuplarda aşkı falan gayet güzel anlatıyor van gogh. yani hiç öyle, "oğlum theo, bu hafta sonu bi karı götürmüşüm ki piyuuuvv" hayvanlığı yok. öyle naif, ince, sanatçı estetiğiyle tarif ediyor sevmeyi ve sevilmeyi hep.

    bu kadar duyarlı olmasına rağmen de hatunlardan yana gülmüyor kısmeti adamın (bkz: hatunların efendi adam yerine piç tercihi) komşu kızıyla yaşadığı ilişkiyi de hem kızın hem de kendi ailesinin karşı çıkması yüzünden bitiriyor. hiç evlenemeden ölüyor garibim.

    iyi olmuş aslında evlenmediği. "akıllı adam işi değil evlilik" diyeceğim ama, van gogh da pek akıllı sayılmazdı zaten. 36 yaşında akıl hastanesine yatırıyorlar adamı, 1 sene sonra da "mercure de france" dergisinde "deha" diye bahsediyorlar. adam belki de evlenemediğine delirdi, bilemedim bak şimdi.


    (cassey jones - 29 Mayıs 2015 17:56)

  • comment image

    " eğer içinizden bir ses "sen resim yapamazsın" diyorsa, mutlaka resim yapın; o ses susacaktır..."


    (hayo - 4 Mayıs 2005 13:25)

  • comment image

    aslında bu entryi adana başlığına mı girsem diye kararsızım ama başladık bir kere, zaten uzun zamandır aklımdaydı, aradan çıksın. efendim bir arkadaşla beraber adanada şadırvandayız, bilenler bilir, bilmeyenlerede söyleyeyim adanada insanın canı döner isteyince pek bi alternatifiniz yok, ille şadırvan. mekanda biraz nezih bi ortam. üst katıda aile salonu falan. bizde her niyeyse aile salonuna oturmuşuz, yemek yerken bir yandanda mekanın sahibi bizimle ve diğer müşterilerle ilgileniyor. bu arada karşı masamızda da kalabalık bir aile var ve hemen arkalarındaki duvarda büyük ebadlı van gogh tablosu. resmi araştırdım, baktım ismide yamulmuyorsam cafe terrace at night imiş. linkinide taktim edeyim; http://www.vangoghgallery.com/…eterraceatnight.html

    mekanın sahibi aileyle ilgilenirken ailenin küçük kızı annesine "anne bura neresi" diye sorunca benimde kulak iyice kabardıki ulan biz de öğrenelim bilgilenelim. amcam bir resme baktı birde altındaki "van gogh" yazısına, ve tuttup van gölü dedi. biz mavi ekrandan sonra tekrar reset atıp dönere döndük, dahada sağımıza solumuza bakmadık.

    buda van abimizle böyle bi maceramız olsun.

    edit: hayır resme bi daha bi baktımda, mekanın sahibi abime sesleniyim buradan, abi suyu nereden buldun, gözünü severim be abim?!


    (qwen - 31 Ekim 2005 21:43)

  • comment image

    focus'da yazıyordu: bazı eserlerinde (gece kahvesi, saint-remy üzerinde gece, sarı ev vs.) yıldızların ve venüs'ün konumları eserlerin ortaya çıkarıldığı zamanki konumlarının birebir aynısıymış. hatta bir tablosundaki eve baktığı açıyı hesaplayıp astronomi kayıtlarından venüs'ün konumunu bulup tabloyla karşılaştırmışlar ve kusursuz bir şekilde yerleştirildiğini görmüşler. biraz daha ileri gidelim: bir limanda çizdiği tabloda yanyana duran dört yıldız ve onların sağında duran venüs'ün suda oluşturduğu parıltıların genişliğini bile hesaplayıp çizmiş manyak herif. dergideki dosya başlığı da "van gogh astronom muydu?" gibi bir şeydi.


    (lepidodendron - 20 Aralık 2005 02:59)

Yorum Kaynak Link : vincent van gogh