Ödüller :
Toronto International Film Festival : "Best Canadian Short Film"
--- spoiler ---danimarka yapımı son derece başarılı bir film.. en etkileyici kızmı 2 kız arasında seçim yapmakta zorlanan alexin seçim yapmadığı süre boyunca iki kız tarafından da hatırlanmamasıydı.. bir seçim yapamadığı için belli bir süre sonra tabiri caizse adam yerine konmamaya başlandı.. oyuncu olarak iki hatunu da aynı oyuncunun oynaması da cidden güzel bir gönderme..24 saatlik olayları son derece başarılı ve bölerek anlatmış film, zaman zaman bir alejandro gonzalez inarritu filmleri senaryosu ile bir david lynch filmi salaklaması yaşattığı yerler de az değildir..--- spoiler ---
(liberty666 - 29 Aralık 2006 12:48)
derin ve düşündüren film. özellikle replikleriyle. --- spoiler ---"alex bir an arkasını dönse, bir an tereddüt etse; aimee yok olacaktı."--- spoiler --- *
(jrixy - 2 Aralık 2007 20:58)
insanin kafasini karistiran, bittikten sonra bazi sahnelere geri donup tekrar izleme, bu sefer farkli acilardan bakma ihtiyaci hissettiren degisik film. tamam izledim hop unutayim diye bir sey yok bu film icin, hele bi soluklan dusun uzerinde bakalim.--- spoiler ---simone ve aimee'yi ayni kisinin* canlandirmasi pek hos.. alex'in aralarinda secim yaptigi kadinlar (hayat secimlerden olusur evet) seyirci gozuyle baktigimizda ayni kisidir; ancak alex icin burada "komsunun tavugu komsuya kaz gorunurmus" hadisesi mevcut.bi de alex, aimee'yle gecirdigi gecenin ardindan dondugunde dairesinin yerinde olmadigini, simone, babasi dahil butun tanidigi kisilerin kendisini hatirlamadigini fark eder. oysa ki dondugunde onlari yerlerinde bulacaklarina emindir (ingilizlerin taking for granted dedikleri hadise). ama isler her zaman oyle yurumuyor der film, senin her zaman orada olacaklarina kesin gozuyle baktigin kisiler seni bir bekler iki bekler, sonra bir bakarsin 'geri donusu olmayan bir sekilde' hayatindan cikarlar. ben kafama gore alip basimi gideyim, ama dondugumde onlari biraktigim gibi bulayim demek olmaz sonucta.--- spoiler ---
(edoras - 29 Ocak 2008 19:41)
kadından çok erkeğin filmidir. evet böyledir. adam sahiden sevdiği kadını metroda bırakır ve hiç bir açıklama yapmadan başka bir kadının peşinden sürüklenmeye başlar. koşulsuz ve sınırsız sevgi erkek için, gizemli ve güzel bir kadın kadar ilgi çekici değil. konu aşk olduğunda bu film konuşulmalıdır. bir yabancı her zaman daha çekici, başlangıç duygusu her zaman daha şiddetli ve alıkonulamazdır. bu film için closer ın kardeşi demek de yerinde olur sanırım. aynı soruları soruyor iki film de sanki. aşk neden hep karşı pencerededir? bu sürüklenişte nelere sırtımızı döndüğümüzü, ne için neyi feda ettiğimizi, hangi anlamsızlığı hangi gerçeğe değiştimizi ve bunu nasıl da gözükaraca teredütsüz yaptığımızı ve belki de yapmakan başka çaremizin olmadığını, yani bu denklemin kaybediş üstüne kurulduğunu ve hiçlikten başka hiçbir yere yaslanmadığını....yaşamak istediğiniz şeyi isteme sebebiniz kaybediş nedeniniz de olacaktır. emin olun olacaktır (bkz: bazı nehirler tükenmek için akar). yani film ne kadar umutlu ne kadar karamsar bilmiyorum ama şunu anlattığını biliyorum, bu tren böyle gider. başka türlü değil...
(goldeki sandal - 6 Mayıs 2008 16:47)
anlamayanlar için filmi kendi anladığım şekilde anlatmak gerekirse, neredeyse tüm anlaşılmayan sorulara cevap verdiğimi belirtmek isterim, yazar kimdir ? sevgilisi ve yazarın karısı arasındaki bağlantı, neden alex'i kimse tanımıyor, filmin kurgusu nasıl işliyor vs.. vs.. tabii anladıklarımın hepsinin yanlış ve teorilerimin çok saçma olma olasılığı da yüksek.öncelikle;--- spoiler ---kurguyu anlamayanlar için filmin başında ve sonunda konuşan adam kitabı veya senaryoyu yazan adam. filmdeki yazarda aynı kişi ama filmin içinde sadece bir karakter. yani filmde olayları o yazmıyor. zira ben bir noktada aslında her şeyin filmdeki yazarın yazdığı kitabın kurgusu zannettim ama daha sonra taşlar farklı şekilde oturdu bende. yaratıcı olarak tanrısal anlatımla filmi anlatıyor ve filmde de kendisine bir karakter biçmiş. aslında tüm film bize yaratıcının bir anlatısı. iki kız aynı kişi, sevgilisi isveçli yazarın karısı fransız ama kızı barda sorarken isveçli birisini soruyor ki, bu yüzden zaten kıza ulaşamıyor, çünkü kız filmin başında fransız olduğunu söylüyor. roma olmazsa paris'e gitmekten falan bahsedilen bir diyalog var. ayrıca bir vitrin sahnesinde camın bir yanında sevgilisi bir yanında yazarın karısı yansımalarında birbirlerini görüyorlar. peki neden aynı kişi ? biraz sonra onunda cevabını vereceğim.bunu da belirttikten sonra, şunu açıklamak gerek ki, filmin başında adam kadınla seviştikten sonra gidecekken resmini çekiyor, üzeri giyinik, ve bir sahne sonra duştan çıkıyor, yani o kısımdan sonrası aslında yaratıcı tarafından kurgulanan alex'i hayal dünyası diyebiliriz. o yüzden aslında bana kalırsa yazarın karısı tamamen farklı, başka birisi ama onda sevgilisinin yüzünü hayal ediyor, ama yazar başından sonuna bize aynı kişiyi gösteriyor. zira alex'in sevdiği kişi aslında sevgilisi.peki açıkta kalan şeyler neler ? 1 yüzük, 2 otel odası başka otel odası. ilk sahnelerde otel kapısı demirken, son sahnedeki çıkış kapısı tahta.. bu bizi yine aynı noktaya sürüklüyor, yani tüm olaylar aslıda yaratıcının hikayesi, zira otel odasının kapısı tahta, demir, çelik, saman olmasının kitapta bir önemi yok, önemli olan o otel odası ve yaşanılanlar. ee peki yüzük ? yüzük başında beri alex'indi bana kalırsa, film bittikten sonra ilk sahnelere döndüm ve kızın elinde bir yüzük bulunmamakta, bana kalırsa alex yüzüğü sevgilisine verecekti ama o gecenin ardından, veda hediyesi olarak kadına bıraktı. en önemli noktalardan birisi ? alex'i neden kimse tanıyor ? daha önce dediğim gibi kızın uyurken çektiği fotoğraftan sonrası alex'in kurgusu ve eğer sevgilisini değil de, kızı seçer, birlikte roma'ya giderlerse vs.. vs.., arkadaşlarını, sevgilisini, babasını, evini her şeyini arkasında bırakıp, hepsinden vazgeçmesi gerekiyor ve kızı seçtiği zaman olacakları o şekilde kurguluyor. yazarın karısını seçerse her şeyi kaybetmekle beraber, onu da kazanabileceğinden emin değil, bu yüzden kurgusunun sonunda kadın kocasıyla gidiyor. tabii aslında bunların hepsini kurgulayan filmdeki yazardan bağımsız olarak aslında tüm hikayeyi yazan ve filmdeki yazar karakterini kendisini oynayan yazar.--- spoiler ---
(balkabagi krali sakir - 8 Temmuz 2012 06:50)
bir sınav kapsamında eleştirisini yazdığım muhteşem filmdir .buyursunlar :yönetmen: christoffer boesenaryo : christoffer boemogens rukovoyuncu kadrosu : klaus mulbjerg... tryllekunstnernikolaj lie kaas... alex davidmaria bonnevie... simone / aimeekrister henriksson... august holmnicolas bro... leo sandpeter steen... mel davidıda dwinger... monicamalene schwartz... fru banum (mrs. banum)helle fagralid... nan sandmercedes claro schelin... mercedes sandjens blegaa... garsonısabella miehe-renard... gazetecikatrin muth... barmendavid dencik... barmen‘’kurgu hayat’ı yenemez belki ama, zaman’ı yener. ve bu çoğu zaman, yeterlidir. ‘’ 2003 yılında yapılan ve bir kısa film senaryosunun genleştirilmesi ile elde edilen filmin dili sade ve güzelliğiyle örtüşen bir şekilde ya da bundan kaynaklı olarak fransızca. film paris’te geçer, hikayesi ismi ile oldukça paralel olarak ‘’ kurgulamak ‘’ üzerinedir. filmin başındaki ‘’ bu bir kurgu, ancak yine de acıtır ‘’ repliği filmin güzellemesine başlangıç olarak önemli bir nüanstır. filmin konusu şu şekilde özetlenebilir : 4 karakter vardır ve kendi dramaturgilerini yaratırlar. bir yazar, bir fotoğrafçı ve iki kadın. hikaye bu dört kişi çevresinde dönerken metinin kurduğu dramaturgi geometrisi bir dönme dolabı andırır. bu dönme dolap simgesi şu şekilde işler : 3 kafesli dönme dolabın en tepesine geldiğinde, dönme dolap durur, aşağıdan bir başkası dönme dolabın bir başka kafesine biniyordur çünkü. bu biniş , kendi tedirginliği getirir ve hikaye bu şekilde ‘’ dönmeye ‘’ başlar. olaylar, bir kararsızlık içinde yürür. bu kararsızlık kurgunun kendisidir. yazar ile kadın’lardan birisi evlidir, fotoğrafçı ile de bir diğer kadın sevgililerdir. iki kadını aynı oyuncu canlandırır ve kurgunun yanılsaması organik bir hale getirilir. bir aşk hikayesi vardır ancak ‘’ merhaba ile hoşça kal ‘’ arasında inşa edilen bir ‘’ an ‘’ olarak karşımıza çıkar. bu yüzleşme güzel müzikler ile desteklenerek metinin projeksiyonunda görsel parametreler yaratılarak gerçekleştirilir. aşk , bir kurgudur. kurgu’nun kurgu olduğunu bilen seyirci, heterojen bir inanç kazanır ve sallandıkça midesi bulanır. kusmak ister, ancak elleri yoktur. camdan atlamak ister, giriş katında oturuyordur. ilaç içip ölmek ister, hastanede yaşıyordur. ancak yazarın, yani kurgunun istediği şeyi yaşayabilir ve yazarın yani kurgunun istediği kadar yaşayabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıp, filmi seyre koyuluruz. dönme dolabın dramaturgisinden hareketle , dönme dolaba binen ve inen karakterler vardır. bu bir huzursuzluk yaratırken filimdeki en önemli iki gösterge karşımıza çıkar : bunlardan birincisi sigara , ikincisi ise telefondur. bir iletişim aracı haline gelmiş sigaranın kendi anlam kanavaları varken, metindeki ‘’ haberleşme ‘’ problemi son sahnede orpheus mitolojisi ile anlam kazanır. iletişim araçları ile ‘’ haber alamama ‘’ hissiyatından eksik bırakılan modern insanın bir tersinlemesi olarak, bozuk para ile çalışan bir ‘’ her ‘’ telefon ,çalışmamasının öz güveniyle tüm hikayeyi alt üst eder. orpheus mitolojisinin anlamı ise ‘’ tereddüt’’ ile doğru orantılı olarak gelişir. aşk, yani kurgu bir ‘’ oyun ‘’ ile son bulur. bu oyun , metinin hem nedeni hem de sonucudur. bir oyun kendini yaşamaya başladığı zaman, bir seksekten en çok ‘’ taş ‘’ keyif almaya başladığı zaman insan biter. insan biterse, insan biter. metindeki hafıza kurgunun boyunduruğu altındadır. kişisel bir hafızanın katmanlarından taşarak ve kaçarak oluşturulan ‘’ bina ‘’ hafızası, alex’in evine geldiği zaman kendi ‘’ evini ‘’ bulamaması ile açığa çıkar. kendi evi, alex’in evi olmaktan vazgeçmiş, bu vazgeçiş bir farkındalık yaratırken, karakterin zihnine çengelli bir soru işareti takmıştır. yazar, yazdığı satırları silmektedir. bu , kurgunun kendi hafızasından vazgeçebilmesinin bir yoludur. en anlamlı ve asfalt olmayan bir yol. birbirlerini bir oyunun içine sürüklemekten korkmayan karakterler için en önemli mesele hatırlamak ve haberleşmektir. unutmaya ve haber alamamaya tahammül edemeyen modern insanın karşısına bir organiklik problemi çıkaran film, insanları acizleştirir. telefon yoktur, taksi’ye verecek para yoktur. zaman hızlı geçmektir ve insan ona yetişememektir. hafıza vardır, ancak kurşun kalemle yazılmıştır. o da silinebilir. tam bu noktada filmin bir ‘’ kader ‘’ olmadığından bahsetmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum; keza filmde anlatılan hikaye hiçbir kaderin boy ölçüşemeyeceği bir ‘’ kurgu ‘’ biçimiyle karşımızdadır. kurgu kendini yaşar ve kendine hizmet eder. film , kendini izler. filmin başında bir hokkabaz göstergesi vardır ve oldukça mühimdir. sigarasını iki elinin arasında havaya asılı tutabilen bir adam, kurgudan sıkılır ve sigarasını tüttürerek uzaklaşır. yine aynı adamı filmin en sonunda görürüz. göstergelerin en babalarından olan ‘’ sigara ‘’ bu film için bir kurgu temsilidir. kendi kağıdını yakarak var olan sigara, filmin sonunda yine aynı hokkabaz tarafından yok edilir, etraf dumana boğulur. ancak bu yanan bir sigaranın değil, yok olan bir sigaranın dumanıdır. gelecek olan yeni bir kişi için anlaşılmaz bir ceset olarak ; cinayet mahallinde kalır ve kendi sonunun anlatıcısı olur.sigara meselesine eğilmek gerekirse, filmde hemen hemen her karakterin sigara içmeleri , sigaranın bir kurgu nesnesi olarak yaratılmış olabileceği fikrini gündeme getirir. sigara özelinde düşündüğümüz zaman, bir ateşe ihtiyacı olan ancak sonrasında kendi mütevazi intiharını yaşayan bir nesnedir . intihar etmez, intiharını yaşar. çünkü onun süreci, izmaritten daha önemlidir. onun süreci, insan için önemli bir ‘’ haz ‘’ haline gelirken, aşkı tasvirler . tasvir ölümlü bir anlamdır ve karakterlerin sevme, unutma ve terk etme döngülerine eklenen ‘’ tereddüt ‘’ bir kül tablası olarak insanları var eder. kendi sigaralarını, kendi içlerine döktükleri kül tablaları. oyunda anagrorisis kullanımı kurgunun şehvetini destekler niteliktedir. bunlardan bazıları çakmak, yüzük, barmen ve kartpostallardır. çakmak’ın hikayesi şöyledir, yazar’ın karısı ve fotoğrafçı otelde bir gece geçirmişler ve erkenden fotoğrafçı odadan çıkmıştır. dışarıda odasına dönen yazar ile karşılaşır. yazar , tanımadığı fotoğrafçıdan ‘’ ateş ‘’ ister, fotoğrafçı ‘’ hediye ettiğinden ‘’ bahseder. ayrılırlar. yazar odaya geldiğinde hiç tanımadığı bir çakmak bulur. yatağı darmadağınıktır , ve eşi duştadır. yazar, hatasını telafi etmek için bir şans verir eşine ve dışarı çıkar. bir süre sonra tekrar gelir. eşi duştan çıkmış, etrafı toparlamıştır. yazar üstelemez, çünkü kaybetmek istemediği kadının hatalarına mecburdur. bu mecburiyetin doğurduğu ‘’ hatasını telafi etme imkanı ‘’ ise bir mastürbasyon , daha doğrusu ise bir hava yastığı’dır. yazar kendini, kurgu ile korur.kurgu’yu korumak için yeni bir kurgu daha yapar. yeri gelmişken bahsetmekte yarar var ki buradaki ‘’ kurgu ‘’ zahir değil, aksine gerçeği kapsayan , yeni bir ‘’ gerçek ‘’ anlamında kullanılmaktadır. ikincisi ise yüzük ; yüzüğü fotoğrafçıya hediye eden kadın, filmin son sahnesinde bir başka odada yatağında uyuduğu sırada, fotoğrafçı yüzüğü ona iade eder ve kapıdan çıkar gider. bu , aslında tamamlanmış olan kurgunun eşantiyonudur. oda başka bir odadır. bunu kapının renginden anlarız ve yönetmen çekimi ile bunu tetikler. barmen ise iletişim araçlarının olmaması ile ortaya çıkan hatırlamaya ve zamana mecbur olmanın anlam silsilesine, hiç önemsemeden yaptığı bir konuşma ile damgasını vurur. buluşmaya geç kalan adamın , bir ankesörlü telefondan zorlukla açtığı telefonu geçiştirir ve hemen önündeki ‘’ güzel ve sarışın kadın ‘’ orada yokmuş gibi davranarak hikayenin kırılmasını güçlendirir. karpostallar ise fotoğrafçının fotoğrafları olarak mizansen içindeki bir başka anlam zerresidir.aynı , üç fotoğrafı ilk sahnelerde yan yana dizip, bir kadının sırttan çekilmiş fotoğrafına anlamlar yükleyen fotoğrafçı, üçüncüsü için bir şey söylemez ve ‘’ kendi bilir ‘’ der. oyunun sonunda, her şeyin başladığı ‘’ metro istasyonu ‘’nu karanlık yutarken,duvarda aynı kartpostaldan iki afiş görürüz. üçüncüsü artık yoktur. çünkü adam tereddüt etmiş ve kurguyu ‘’ içmiştir ‘’ . orpheus söylencesine yapılan gönderme ise metinin oldukça dramatik sekanslarından biridir. bu durum, küçük bir oyun ile kurgunun savaştığı bir tereddüt ekimidir. tereddüt eken karakter, yokluk biçecektir. toparlanacak olursa, zengin, gösterişli , düzenli bir hayattan , tesadüflere soyunmak muhteşem bir çatışmadır. içilen bir sigara gibi ,için için kendini yiyen metin, dumanını bize savururken her şey yeni baştan dizilmeye başlar. ancak bize ne görmemiz gerektiğini söyleyen tanrı-yönetmen her şeyi açıklamaz, koklayalım ister. adam, sevgilisi ve sevgilisiyle karşılaşır. birisi sadık , diğeri tesadüfidir. bu iki değer çatışır. burada yazar, camekanı temsil eder ve alex’i ( fotoğrafçı ) kendi içine almaz. ona bir düzlem oluşturarak acımasızca sarsar. metindeki yazar’ın , kurgu’daki mi , dışarıdaki yazar mı olduğu ise soru işareti olarak ironiyi destekler bir nitelik kazanmaktadır. burada ‘’ yazıcı ‘’ yani yaza ; karakterin kararsızlığını ve temel problemini bulamayan çalışan bir görevlidir. kararsızlığını bilememenin kendi yarattığı kararsızlık bir ‘’ kare ‘’ problem yaratır. kararsızlık üzeri kararsızlık. matematiksel bir ‘’ çok ‘’ , kurgusal bir ‘’ bok’’ tan daha üstün tutulmaz elbet. insan tanrı olmak ister, tanrı aşık olmak ister. film, budur.
(hobiligirtlak - 29 Kasım 2013 17:54)
isimlerin aimée ve alex olmasinın rastlantı olmadığını ve aimée ve simone'u ayni oyuncunun canlandırmış olmasınının oyuncu darlığından kaynaklanmadığını düşündüren pandora'nın kutusundan çıkmış film. aimée alex'e "ben senin hayalinsem sen de benim hayalimsin" der, düşlerde kurulan aşk düş kırar, her seçiş bir kaybedişse, seçemeyiş hiç olmamayı kabullenmek midir? alex, gördüğü düşü arkadaşına anlatırken "düşümde simone'dan başka birisine, ondan daha güzel olmayan birisine aşık oluyormuşum, öyle kırılganmış ki onu incitmemem gerektiğini düşünüyormuşum, simone'a karşı duymadığım bir sorumlulukla, özellikle de bu nedenle." der. biz tutmazsak düşecek olanı mı severiz, bizi düşmeyelim diye tutanı mı seçeriz. kalpsizler izlemesin.
(koyumavi - 20 Nisan 2004 10:33)
orpheus ölen karısı eurydicei, ölüler diyarı hadesten kurtarmaya gider. türlü zorluk çeker, başka pek az kişinin yapabildiğii başarir ve hades'i karisini geri vermeye ikna eder. ancak bir şarti vardir hades'in, orpheus'un eşi yeryüzüne çikan merdivenler boyunca orpheus'u izleyecektir. orpheus yer yüzüne çikincaya kadar tek bir an bile karisinin kendisini takip etmediğini kontrol etmek için arkasina dönmemelidir, en ufak bir tereddüt, en ufak bir bakışta testi geçemeyecektir. orpheus yeryüzüne uzanan uzun merdivenlerin son basamagina geldiğinde dayanamaz ve geriye döner, o anda eurydicei sonsuza kadar kaybeder.
(insidious - 20 Nisan 2004 11:30)
adını koyamadığınız acayip bir çekiciliği olan bir yandan da içten içe sizi rahatsız eden filmlerden. bir nev-i "bana o kadar mükemmel bir yalan söyle ki iki saat boyunca bu karanlık ve kapalı salondan ayrılmak istemeyeyim" diyen sinema seyircisine "işte seni parmağımda böyle oynatıyorum" diye haykıran, aldatılmanın hazzını yaşatırken bir anda tepe taklak ediveren illüzyonlar zinciri. alex in nezdinde biz de şaşırdık, kızdık, düştük, kalktık, sevindik, üzüldük. üzüldük, evet. bile bile.
(dubstar - 22 Nisan 2004 15:52)
filmin hikaye anlatmak ve yeni bir romana ba$lamak ile birebir tutulabilecek olan "a$ık olma safhası" üzerine söylediği; hınzır, beri yandan korkutucu, kafa bulandırıcı, aynı zamanda net ve kıvrandıran kelamları var... özellikle tiyatro ve epizodik anlatımla kefene girmi$ öykücülükte fazlasıyla yer alan tanrı-yazar kavramının üzerine; a$kın olu$umu, a$ıkların kendine çizdiği yollar ve bu yollardaki kilometre ta$ları üzerinden gidiyor film biraz da. elbette yönetmen boe, kendisinin de bir film kurguladığının farkında olarak, izleyicinin de sinema salonunda bir kurguya kendi zihniyle e$lik ettiğini filmin kimi kö$elerine iğneleyemeyi de ihmal etmiyor....filmden çıkıp da, a$k me$k dolaylarına saplanan hüzünlü mü hüzünlü, kurgulu mu kurgulu kelamlar olduğundan dem vurmu$tum. bunlardan en önemlisi, herhangi birini tanımanın ne denli uzun bir dramatik yapıyı pe$inden sürklediğine kimi zaman aldırmayan insan doğası aslında (çok uzun oldu biliyorum)... söz gelimi her yeni me$k öncesinde bu me$kin a$ka meyletmesi için; daha önceden alı$ılan, zihnin raflarına kaldırılmı$ ve çoğusu ba$ka birine ait olan anıların benzerlerini yeni biri için saklamak zorundadır insan... yani, "kim", "ne yapıyor", "nasıl yapıyor", "neden benimle?", "ne yaptığını bilmem ne i$ime yarıyor?", "benden ho$nut mu?", "ho$nutluğumdan ho$nut mu?" vesaire de vesair deyu ilerleyen yepisyeni bir yapıyla, insan yeniden kar$ıla$ıyor en nihayetinde her yeni insanın yüzünde... a$k ve ili$kiler babında ya$anan durumun gelip de sinemaya bağlandığı nokta ise tam da burada, durumun bu tekerrürden ibaret kronik hastalığında yatıyor. zira, bir filmin kurgulanı$ı, ama lineer ama değil, bir biçimde hikayenin, onu olu$turan karakterlerin, bu karakterlerin olayları ve durumları geli$tiren eylemlerinin hepsi de her yönetmenin ve her izleyicinin zihninde, kar$ıla$ılan her yeni filmde yeniden geli$iyor. a$ka gelip de salona gark olan her izleyici, daha önce diğer bir filmde kurmak zorunda olduğu bu kurgusal ili$kiyi, o anda yüzyüze gelmi$ bulunduğu yeni filmle de kurmak zorunda kalıyor bir yerde, tıpkı yeni sevgililer gibi... yönetmen boe'nin tam da bu noktada ellerinden öpmek gerekiyor..üstelik bu durumu destekleyen, filmin tamamen bu genel paralel yapıdan feyzaldığını belgeleyen ba$ka anlar da spoiler olamayacak derecede saklı bir senaryo içeren bu güzideliğin içinde mevcut!söz gelimi, ana karakterlerden birini aniden tanımamaya ba$layan diğer karakterleri, ba$ka bir filmin içinden çıkıp, diğer bir filmin içersine giren, haliyle "burada ne arıyorsun? sen kimsin nesin be adam?" gibi suallerle muhattap olan bir aktörün zayıf hafızalı dostlarıymı$ gibi algılamak son derece olası. aynı biçimde; hayatı ele alalım; bir kaç ay önce can ciğer olmakla kalmayıp kuzuya sarma olduğunuz bir ki$iyi, o an için yolda görüp de selam vermediğiniz, hatta yolunuzu deği$tirdiğiniz olmadı mı? bunun daha legal ve fena bir o kadar da doğal olanı, kalabalık bir topluluk içersinde, gözgöze geldikleri halde konu$mayan ve birbirini gayet iyi tanıdığını varsaydığımız kimseler değil midir? peki bu manzaraya $a$ırmayan insan evaldı, böyle $eyleri filmlerde görünce neden her $ey gözüne fantastik kuntastik görünür?...i$te film biraz da bunların cevabı için bakınıyor karanlık salonda. ayrıca, son derece tuhaf bir hüzne sahip olan, alı$ık olunmayan türden bir filme imza attığının neyseki bilincinde olan rejisörümüz, bu duruma merhem olarak gayet makul de bir hikaye dizisi olu$turmu$ durumda. yazar, onun karısı, bir yandan gerçek, bir yandan hayal, yahut bir yandan hayal bir yandan daha da hayal bir adam ve hepsinin ya$adığı kader anları. neden kader anları deniyor bilinmez ancak; mevcut ki$iler arasındaki ilk bakı$, tanı$ma, ilk dokunu$, ilk öpü$me, ilk sevi$me ranevula$ma, bu randevula$ma esnasında gerçekle$en kar$ıla$ma-kar$ılama fenomeni ve en nihayetinde de veda...i$te tüm bunları filme almı$, üstelik hikayedeki kurguyu kuran yazarı da o kurgunun içine dahil edebilen bir yönetmenin elinden izlemek elbette bamba$ka bir anlam deryasına olta attırıyor... bununla birlikte; karanlık haliyle değilse de, a$kın $üpheye yer vermez güven duygusuna muhtaç haliyle öyküde yer bulan orpheus mitinin kullanımına hayran kalmamak elde değil. buna ek olarak hemen filmin ba$ında ve önemli bir kaç sahnesinde yer alan "sigara" ilüzyonu üzerinden de herkesin kendince varabileceği noktalar farklı olsa gerek. kendi adıma, sigaralı adam olarak adlandırılabilecek bu tipin, bir yandan gayet normal biçimde sigarasını tüttürmesi ile aynı sigarayla bir yandan da adeta bir sihire imza atması, filmin önemli dertlerinden biri olan "bu sadece kurgu, ama gene de acı veriyor"un da görsel kar$ılığı. yani son derece sıradan, ama aynı zamanda sihirli... acı verse de, mutlu etse de, ya da sigaralı adamın yaptığı gibi büyülese de...tüm bunların haricinde dem vurmadan geçemeyeceğim maria bonnevie faktörü var filmin... (ki kendisi dünyanın en $ık tenine sahip kadınıdır)bittikten sonra filmin bana sordurduğu sorulardan bir çoğunun direk, bazısının da dolaylı muhatabıdır kendisi. misal; bir cafe'ye girsem, kar$ıma maria bonnevie çıkar mı? dolmu$a binsem yanıma oturur mu? hadi yanıma oturmadı diyelim, para uzatırken ön koltukta otursa, "$unu uzatabilir misiniz" desem, $öyle gülmser mi bir kez olsun? elimde roma bileti olsa kar$ıma çıkan ilk ki$i maria bonnevie mi olur? olursa benimle gelir mi? gelirse yanımda oturur mu? uçak koltuğunda ba$ını omzuma yaslayıp mı uyumayı tercih eder, yoksa uyumayıp dergi okumayı mı? ola ki tüm bunlar oldu diyelim; indikten sonra beni hatırlar mı? ya da uyandıktan sonra?...
(lem - 4 Eylül 2004 02:51)
orpheus önde, eurydice arkada, ölümden yaşama çıkan merdevenleri tırmanırlar adım adım. orpheus tek bir an bile tereddüt edip arkasına bakarsa, biricik aşkı eurydice’i kaybedecektir. tam yeryüzüne vardıklarında, gün ışığına bir kaç adım kala, içini bir tarif edilmez bir tereddüt kaplar orpheus’un. dönüp bakar geriye ve sonsuza dek yitirir sevdiğini, karanlık gölgelerin içinde....*cannes film festivali'nde altın kamera ödülü, istanbul film festivali'ndeyse radikal halk jurisi ödülü alan "reconstruction - yeniden sev beni" 24 eylül'de vizyona giriyor. yonetmenligini christoffer boenun üstlendiği film gösterildiği her ülkede büyük begeni ile karşılanmıştı.reconstruction 24 eylül'de sinemalarda.
(ekşisözlük - 22 Eylül 2004 10:46)
olayları değil olguları baz alan bir film. "küçük insanlar ve büyük insanlar" ayrımcılığının yapıtaşı olaylar ve olgular.nice filmler vardır bir olguya parmak basmak amacıyla yola çıkılmış ancak olay örgüleri içinde arapsaçına dönmüş.bu öyle değil. cidden değil. olaylar kurgulanabilir ancak, olgular asla. bu nedenle "sadece kurgu ama yine de acı veriyor". acı veren olay kurgusu değil;acı veren hissedilen, sezilen, bilinenler.
(kafka - 27 Eylül 2004 02:17)
iki kez gitmeye değer bulduğum nadir filmlerden... pek başarılıymış evet emin oldum sağlama yaparak. aimee çok güzel bir karakter, bakışları büyüleyici kadınlardan. yüzlerin yakın çekimleri ve arkadaki aydınlık etkileyici... -ayrıca sevişme sahnesi de gerçekten çok başarılı.---- spoiler ---"seninleyken kelimeler yok. elveda""tek bildiğim, sen benim hayalimsen, ben de senin hayalinim""bir an tereddüt etse, aşk yok olacaktı""bu bir film. hepsi kurgu. ama yine de acıtıyor."--- spoiler ---
(pati - 18 Ekim 2004 23:24)
"kuzey avrupa sineması adamı geremez" dusuncesini yıkan film. cep telefonu ne nimetmis be, hele de romaya gidilcekse ve de asıksa insan. ayrıca o barmen* de dovulmeliydi kanımca.
(berenice - 17 Ocak 2005 15:56)
sevginden tereddüt ettiğin herkesin bi anda pof diye yok olmasi,daha dogrusu seni hiç varolmamış sayması kalbime sancilar soktu..yarim yasantılara yer yok bu filmde,belki hayatımızdada olmamalıymış..sanırım entry yazmak için daha fazla düsünmeliyim..hala sancıyorum ben..
(pingo - 3 Mayıs 2005 23:44)
bir masal. dört kahraman var: yazar august, karısı aimee, fotoğrafçı alex ve sevgilisi simone. olayları anlatan aynı zaman da yazar olan august. masalı başlatan, masala son veren, kelimeleri şekillendiren, olayları biçimlendiren, "bu bir film. bir kurgu. ama yine de acı veriyor." diyen. renkli sahneler, içiçe geçmiş zaman ve mekan birleşimleri, özgünlük kokan metaforlar, aralara serpiştirilmiş piyano melodileri. ve bir aşk. ilüzyon gibi bir aşk.danimarkalı christoffer boenin elinden çıkmış, 2003 yapımı, cannesdan ve istanbul film festivalinden ödül almış bir film. muhteşem bir kurgu. farklı bir anlatım. altı çizilesi diyaloglar...
(pumuckl - 23 Haziran 2005 22:29)
aşkla birlikte ruhunuz ve hayatınız baştan kurgulanır. o kadar ki kendinizi tanıyamaz olursunuz bir zaman sonra. tepeler düzlük, düzlükler tepe olur. ne yapacağınızı bilemezsiniz böyle olunca da. bülent ortaçgil şöyle bir şarkıyla özetlemiştir bu kısmı hatta: "kaçıyor muyuz? kalacak mıyız? yoksa çığlık çığlığa.."*. belirsizlikle birlikte elinize yüzünüze bulaştırırsınız her şeyi. bir de bakmışsınız ki, alex ve amiee'nin son karşılaşmalarından sonra, amiee ve kocası arasındaki şu diyalogtaki kadar basitmiş hissettikleriniz:--- spoiler ---- ne oldu orda?- gencin biri işte..- seni tanıdığını mı sanmış?- hayır, beni sevdiğini sanmış..--- spoiler ---beceremeyeceğinizden endişeliyseniz, peşinden koşulacak değil, bilâkis kaçılacak bir şeydir aşk. yoksa film de olsa, kurgu da olsa acıtır evet.
(gosalyn mallard - 22 Ekim 2005 04:43)
sinema tanımına izlenen bazı filmler olumlu veya olumsuz yönde bazı fikirler eklerler, geliştirirler. kurgunun varlığını memento ile öğrenmiş idik, donnie darko ile farklı boyutlar açılmış, eternal sunshine of the spotless mind çoşturmuş idi. bu film ile, önüne gelenin işlediği ve eline yüzüne bulaştırdığı bir sıradan sayılabilecek bir konunun belkide sadece bir digital kamera ile ne kadar farklı kurgulanabileceği, yavaş bir konunun ne kadar sürükleyici olabileceğini; gerçek sinema izleyicisinin de "düşünmeden hoşça vakit geçirmek" için izleyen biri olmayıp, düşünen, kafa yoran biri olması gerektiğini anlamış olduk. bu tür örnekler olduğu sürece film izlemek ayrı bir zevk oluyor, sinemanın verdiği duygular tarif edilemiyor. sinemanın sınırsızlığını heyecanlandırıyor. ufkumuz genişliyor ve umarız ki genişlemeye devam eder.
(hayo - 20 Şubat 2006 17:52)
--- spoiler ---orpheus'un ve alex'in arkasına dönmesine neden olan, eurydice'e veya aimee'ye karşı hissettiği sevgi konusunda tereddüt etmesi değil, eurydice'in veya aimee'nin ona karşı olan duyguları konusunda tereddüt etmesidir. mantıken; eğer kadının seni sevdiğinden eminsen dönüp bakmaya gerek görmezsin. değilsen bakarsın. filmin sonundaki "hayır, beni sevdiğini sanmış" lafını da, aimee'nin, alex'in sevgisinden emin olmadığını göstermek için yazılmış bir diyalog olarak kabul edersek; şunu sorarım ben şahsen: bir kadın olsanız, sevgiliniz onu sevdiğinize tam olarak inanmıyor diye onu terkeder misiniz? film evet diyor.alex, arkadaşına rüyasını anlatırken, "düşümde simone'dan başka birisine, ondan daha güzel olmayan birisine aşık oluyormuşum, öyle kırılganmış ki onu incitmemem gerektiğini düşünüyormuşum, simone'a karşı duymadığım bir sorumlulukla, özellikle de bu nedenle" diyor. yani simone, kolay kolay incinmeyecek, arkandan geleceğinden şüphe etmeyeceğin kadını temsil ediyor. bu güven, alex'i aslında simone'dan farklı olmayan, tek farkı "alex'i takip edeceğinin şüpheli olması" olan bir kadına yöneltiyor. o kadın da yukarıdaki paragrafta anlattığım gibi "bu" şüphe sonucunda alex'i terkediyor (ya da kaybolup gidiyor). yani başlangıca sebep olan şey, bitişe de sebep oluyor.şüphe etmeyince adam başka çiçekleri koklamaya meylediyor, şüphe edince de kadın kendini koklatmıyor. sonuç aynı. yalnızlık. aynen filmin başıyla sonunun aynı olması gibi. alex'in barda gösterdiği fotoğraflar da bunu destekliyor. üçü de bir birinin aynı olan bu fotoğraflar, üç farklı seçenek olarak gösteriliyor. oysa üçü de birbirinin aynı. seçim ne olursa olsun aynı kapıya çıkıyor.--- spoiler ---bence film bunu anlatmak istiyor. "ne diyor bu film" diye bi saat düşünmemin ardından ben bu anlamı çıkardım. ama filmin söylediklerine katılıyor muyum? hayır.
(hokkaz - 25 Mart 2006 00:00)
aşk üzerine en yalın tanımı içerir... borges'in başkasının düşü olan adam hikâyesinin aşka yansımasıdır... biri diğerinin hayali olduğu sürece yaşanan aşktır, birilerinin hayali olarak var oldukça âşık da, hep aşkla ilintili olacaktır... zaten düş olmaktan çıkınca aşk da aşk olmaktan çıkar...
(cirquedusoleil - 9 Nisan 2006 14:05)
Yorum Kaynak Link : reconstruction