Ego (~ Rasrisk) ' Filminin Konusu : Ego is a movie starring Martin Wallström, Mylaine Hedreul, and Sissela Kyle. For 25-year-old Sebastian it is all about surface and appearance. Life is full of party, money and one-night stands. He has never challenged himself,...
I rymden finns inga känslor(2010)(7,1-7643)
Känn ingen sorg(2013)(7,1-4399)
Remake(2014)(6,9-199)
Himlen är oskyldigt blå(2010)(6,6-3057)
Simon och ekarna(2011)(6,5-2702)
I taket lyser stjärnorna(2009)(6,1-1820)
Tjenare kungen(2005)(6,1-2988)
Små citroner gula(2013)(6,0-1605)
Bitchkram(2012)(6,0-893)
Linas kvällsbok(2007)(5,3-966)
Hip Hip Hora!(2004)(5,3-4258)
Sandor slash Ida(2005)(5,2-1552)
ego hakkında iki asır boyunca türlü yorumlar yapılmış, cilt cilt kitaplar yayınlanmıştır. özellikle, psikanalizin üç devi sayılan freud, jung ve adler, ömürlerinin önemli bir bölümünü, bilinç ve bilinç dışı davranışlarımızı incelemekle geçirmişlerdir. ego, bilinç dışı boyutlarımızda yaşar ve varlığının etkisini pek çok alanda gösterir. bencildir, tatminsizdir; her zaman ilgi odağımız olmak ister. o, hayatımızı yönlendiren/biçimlendiren, bilinç altı boyutumuzun en önemli öğelerindendir. egomuzu tatmin etmek uğruna, gerektiğinde çevremizdeki insanları ezer, geçeriz. her defasında kendimizi haklı görebilmemize yardımcı olacak nedenleri/bahaneleri de hayatımızdan hiç eksik etmeyiz. egomuz, bizim için sonsuz bahaneler üretebilir, bu konuda oldukça eli açık sayılır.insan algısının, ömrün ilk on beş yılı boyunca edilgen olduğu saptanmış. bu zaman zarfında, dışarıdan gelen her türlü bilgiye açık oluruz. daha ileri yaşlarda ise, duyduklarımızı, okuduklarımızı öğrenir, bilgi bankamıza ekleriz fakat nesnel ya da tinsel bir kavramı algılayabilmek/özümseyebilmek için kişisel deneyimlere gerek duyarız. o nedenle çocuklarımızdan, davranışlarının açıklamasını yaptıklarında, içinde ‘ama, fakat, lâkin, çünkü...’ türünden, bahanelere yataklık eden eklere yer vermemelerini isteyebiliriz. bununla birlikte, aynı talebi büyüklerimize yöneltemeyiz, onlar bizi değil, kendi seslerini dinleyeceklerdir. egonun başımıza ne işler açtığını birlikte inceleyelim: adımızın her zaman saygıyla anılmasını bekliyoruz. herkesin gıpta edeceği, mükemmel bir mesleğe sahip olmaya çalışıyoruz. ölürken arkamızda, gelecek kuşakların da paylaşacağı, dolayısıyla bize saygı duyacağı, maddi ya da manevi eserler bırakmaya gayret ediyoruz. giyimimize, davranışlarımıza, sözlerimize özen göstererek çevremize örnek olmak istiyoruz. dikkatlerin üzerimizde toplanması için kimi zaman sıra dışı olmaya çabalıyor, kimi zamansa, bizde saygı uyandıran birini taklit etmeye kalkışıyoruz. çevremizdekilerin bize değer vermesini istiyoruz. herkes tarafından beğenilmek ve sevilmek istiyoruz. en önemlisi ise: anlaşılmak istiyoruz, daha doğrusu, egomuzun uygun gördüğü biçimiyle anlaşılmak!bu liste daha uzar, gider. anlaşılan o ki bizim kendimize yakıştırdığımız ya da başkalarının bize giydirdiği kimliklerden öteye gidemiyoruz egomuz sayesinde. bu durumda şöyle bir soru geliyor akla: günün birinde, bütün bu yakıştırmaların ötesine geçmek ve yalın halimizle kendimiz olmak istersek ne olacak? egomuzu besleyip büyütmeye devam etmemiz hâlinde, böyle bir düşünceyi aklımızdan dahi geçirmemeliyiz. egonun hizmeti, göründüğünün aksine, bireye değil, topluma yöneliktir. birey egonun emrindedir, ego ise toplum bilincinin. burada amaç, kitaplarda zaten var olan bilgilerin tekrarını yapmak değil. bununla birlikte, bazı bilgileri aktarmak gerek. örneğin, kişi kendi özüne, egodan arınabildiği oranda yaklaşır. öte yandan, egodan arınabilmek için de kendimizi tanımamız, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi ve her şeyden önemlisi, sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. egodan arınmanın türlü yolları saptanmış. bu yolların çoğu anlamsız ve yetersiz bulunabilir. içlerinde en berbat olanı, toplumdan uzaklaşmak, mümkünse dağ başında bir mağaraya, bitimsiz görünen bir çöle, karanlık bir ormana ya da ıssız bir adaya sığınmak ve belki yıllar boyu başka insan yüzü görmemek! bu, sadece berbat değil, aynı zamanda saçma bir görüş. dünyada yaşayan herkes bu yöntemi uygulamak isterse, ne ıssız ada kalır, ne mağara, ne de bir ağaç kovuğu. bunun yerine, yaşadığımız konutlarımızda kalırsak, en azından çevre bilinci açısından daha akıllıca davranmış oluruz.gerçekte egodan arınmak, çoğunluk için gerekli bile değildir. insanlar, egolarıyla birlikte, çok da mutlu bir ömür geçirirler. egodan arınmak bir tek kendi özünü bulmak isteyenlerin işidir. büyük olasılıkla düşünürler, bu esastan yola çıkarak mağaraları, ağaç kovuklarını önermişler. ben yine de, toplumdan soyutlanmadan bu işin üstesinden, önemli ölçüde gelinebileceğine inanıyorum; en azından, bizleri özümüzle, biraz olsun yakınlaştırmaya yetecek kadar. bunun için de gerekli alt yapıya sahip olmak gerekiyor: tarafsız, yorumsuz inceleme ve gözlem yetisi, kişisel deneyim ve bunların toplamını oluşturan bilgi dağarcığı. bilgi bitimsiz olduğundan, öğrenmenin de sonu yoktur. o halde öğrenmek, ömür boyu sürecek bir uğraştır ve her adımda bizi özümüze yaklaştırır.egodan arınmanın yolu, onun varlığını tanımaktan, onu kabul etmekten geçer ki bunun için onu görebilmemiz şarttır. bunu gerçekleştirmek için öncelikle artılarımızla, eksilerimizle kendimizi sevmeyi başarmalıyız. yola, ne olduğumuzu belirlemekle değil, ne olmadığımızı keşfetmekle çıktığımızda, yanılgısız, en doğru ve kestirme biçimde varabiliriz özümüze. kendi öz kimliğimizi bir kez ortaya çıkardıktan sonra, egonun üzerimizdeki etkilerini daha kolay görebilir, onunla başa çıkmayı öğrenebiliriz. ne olmadığımızı nasıl bileceğiz? elbette araştırarak, öğrenerek ve tanıyarak yapabiliriz bu saptamayı. odamızda/algımızda ne kadar çok pencere varsa, o kadar kolaydır bunu başarmak. ancak, pencerelerimizin oyalı, dantelli süslerle değil, salt ardındaki manzarayla donanmış olmasına da dikkat etmek gerekir. bizler, bize giydirilenlerden ibaret değilizdir. önemli olan, bu farkı anlayabilmektir.anlaşılan o ki egodan arınırsak özümüze varabiliriz, buna karşın egodan arınmak için de önce özümüze varmalıyız. karmaşa sözcüğü ego için geliştirilmiş olabilir mi? her iki ucu birbirini hem iten hem de çeken, bu özelliği nedeniyle mıknatısı andıran, garip bir sorun bu. bu sorunun bir ucunu çözebilmek, diğer ucunu çözmekle doğru orantılı... akla uygun tek çözüm, bilgi seviyemizi, elden geldiğince yüksek tutmaya çalışmaktır. boşuna düzinelerce kitap yazılmamış ego üzerine! boşuna ömürler tüketilmemiş bilinç altı boyutumuz uğruna.egoyu algılamak, zor ve acı veren bir süreçtir. ne bilgi, ne yetenek, ne de deneyim bu işi başaramaz; önemli olan, özümsemektir. başkaları adına özümseyebilir miyiz? herkes bu işi kendi başına başarmak zorunda; kimsenin kimseye, örnek olmak dışında, herhangi bir yararı dokunamaz. karşımızdaki bizim sahip olduğumuz gücü/sevgiyi hissedebilir ama özümseyebilmesi için yine de kendi pencerelerini oluşturması gerekmektedir.genelde bu pencereler yanlış yorumlanır. sevme yetisi şeklinde algılanır. dünyaya açılan pencerenin sevgiyle ilişkisi yoktur. pencereler yalındır, içlerinde duygu barındırmazlar. onlar sadece bilgi ve deneyimlerden oluşurlar. bir çiçeği sevmek, bir insanı sevmek, hayvanları sevmek bizleri sevgi dolu bir insan yapmaz. kendimizi, çürük, eksik ya da çirkin bütün özelliklerimizle sevmeyi başardığımız an gerçek sevgi ile tanışmış oluruz. sevgi ise egoyu dizginleyebilecek en güçlü silahtır. onunla kuşanalım!bu makalenin yazarını belirtmeden geçiyor olmam kimseyi rahatsız etmesin, zira zamanında bizzat tarafımdan yazılmıştır kerata.
(nikneym - 18 Ekim 2006 17:48)
sigmund freud'un ortaya attığı, davranışlarımızı belirleyen üç unsurdan biridir. id ile süper ego arasında köprü vazifesi görerek en önemli vazifeyi üstlenmiştir. id'in bitmek bilmeyen istekleri (cinsellik, saldırganlık, yemek, içmek...) ile süperegonun toplumdan çekinerek ide ket vurması durumunda ego ortaya çıkar. farz-ı misal: caddede yürürken önünden gecen hoş kalçalı bayana id'in sürtünme isteğini süperego, rezil olmak bahanesiyle engeller. bu durumda ego'nun yapması gereken ne bayana sürtünmek için bireyi yönlendirmek ne de utandığı için yolunu değiştirerek kişiye tevbe tevbe dedirtmektir. asıl olan bireyi bayanının yanına giderek uygunca konuşmasını sağlamak id'in ve süperego'nun gönüllerini almaktır.
(der lehrer - 6 Kasım 2007 17:08)
"if there is anything more important than my ego around, i want it caught and shot now" (bkz: zaphod beeblebrox)
(locke - 7 Mart 2000 19:32)
ilginc uygulamalarina bir yenisini eklemistir bu kurulus. zaten istanbulun akbili, izmirin akilli karti gibi bir uygulamaya gecemeyip kagit israfi yaptirmalari bir yana, bu sefer de tek binislik kartlari ortadan kaldirmislardir. alacaksaniz artik iki, on ya da yirmilik secenekler mevcuttur. elinizi uzatirsaniz kolunuzu kaptiriyorsunuz, yok oyle vay efendim ben bir kere binecektimler artik. ayrica ogrencisiniz diyelim, bandrol alarak ogrenci indirimden faydalanmak istediniz. o zaman bu yil ucreti olarak on yedi bucuk ytl odeme yapmaniz gerek. onluk ogrenci bileti ile tam bile arasindaki farkin bir ytl oldugunu dusunurseniz, bandrole verdiginiz paradan kar edebilmeniz icin yilda on sekiz adet onluk kart - bu da yuz seksen binis demek - tuketmeniz lazim. aslinda dusununce derse devam icin bulunmayacak firsat demek bu, alirsiniz bandrolunuzu sonra en azindan zarar etmek icin donem icinde butun derslere gidersiniz.*
(sarmal - 26 Mart 2008 23:55)
arada bir şarj edilirse uslu bir çocuk olabilir.
(morina - 19 Nisan 2010 19:07)
bunu şişirip şişirip can simidi yapıp da, ona sarılarak yaşayanlar var. balon gibi mutluluklarıyla. ilginç tabii.
(suyunrengi - 4 Ağustos 2011 15:20)
ayrık otu.ayrık otu, kırk yıl taşın üstünde durmuş, en sonunda bir rüzgar esmiş de onu toprağa düşürmüş. ayrık otu, "az daha ölüyordum." demiş.
(rozge - 28 Ocak 2012 09:52)
dikkat: 18+ (bkz: parental advisory lyrics) ;ego iyi ya da kotu degildir, ne kadar gelistigine gore iyi ve ne kadar ilkel kaldigina gore kotudur. iyi bir ego, kucuk bir cocugu severken ona bir sey katarak kendinizi var etmenizi saglar, ya da bir kadindan tek beklentinizin icine girip arkadaslariniza nasil siktiginizi anlatmak da igrenc ve zayif/ilkel bir egodur.daha da otesi, ego cok tehlikeli bir otuzbir malzemesidir. ego o denli gucludur ki kendinizi dev aynasinda gorursunuz fakat hakikat odur ki dunya karsisinda osuruk kadar varolus gostermemissinizdir. empire states binasinda calisan bir beyaz yaka, binaya bakip kendisini empire states kadar buyuk goruyorsa, dev bir penise benzeyen ve gogu sikip atmaya sahlanmis empire states'in buyuklugu karsisinda savunma mekanizmasi olarak kendisini onla ozdeslestirmekten baska care bulamamasindan oturu boyle yapiyordur. bu onu sadece guclunun yaninda, veyahut bir baba figuru karsisinda baska bir varolusun tahakkumu altina girip kendi hayal dunyasinda otuzbir olarak o iktidara ortak olarak gormeyi aliskanlik haline getirip zevk almaya iter.guclu ego ise nedir? empire states dev bir penis gibi saha kalkmis gogu sikip atmaktadir, goge bakar ve onun tasaginin kili bile olmadigini yedirirsin kendine. geceleri kabuslar gorur, "ben empire statesin sidigi bile degilim, bu bir gercek, ve ona hizmet ediyorum" dersin. boyle de demelisin, cunku seni insan yapan sey kendini tatmin etmek icin hayal dunyasinda buyuklenmek degil (buyuklenmek tum dinlerce lanetlenmistir, allah buyuklenenleri sevmez, doga ise sikip atmakta tereddut etmez, evrimin kaidesidir bu (bkz: dinozorlar) ) tam aksine hakikati perdeleyen igrenc gercek karsisinda metin olup korkmak, korkunla yuzlesmek, korktugun gerceklikten korkarken "onu nasil yenebilirim, bu imkansiz, onu yenmek icin hangi metotlari kullanabilirim" gibi akli basinda, mantikli dusunceleri dirayetli bir sekilde, hislerine ragmen aklinla uretebilmektir.butun bunlardan oturu empire states, yani bu metinde, insanlarin kendileri disinda urkutucu ve saygiyla karisik bir korkuyla imrendikleri iktidarin ta kendisi yerine kullanilmistir. bu durumda ben bu entry'de empire states derken, aslinda bir placeholder kullaniyorum (tanri gibi :)) ), ne demek istedigime gelince: empire states bazen senin gozunde yucelen paradir, bazen senin gozunde yucelen eril iktidardir, capkinliktir, bazen bir cocuk uzerinde kurdugun iktidar, bazen senin uzerinde kurulan iktidar, bazen bir yigin kas, bazen de basa cikamadigin bir akil. onemli olan empire states karsisinda alacagin tavrin seni var etmesi gerekir, yoksa zayif bir egoya sahipsen, diger tum kuzular gibi kurda benzemek istersin fakat hakikat, kuzu iken kurdu sikip atmak, beyaz yaka iken empire states'i yerle bir etmek, empire states'in ortasinda "hepiniz gotverensiniz, o yuzden burada butun dunyanin anasini sikiyorsunuz" deyip karisini siktirmekten zevk alan ceo'larin suratinini tokatlayabilmektir. bak bu da bir tavir, (bu arada 39 derece atesle bu entry'yi yazmaktayim).bak ben ne diyorum, kork, her kim bu entry'yi okuyorsa korksun, bir guc var cunku. burada kolaylikla tarif edemeyecegim (cunku bilincaltimin kokusunu aldigi bir hakikati tarif edecek mecalim yok), fakat herkesin hissettigi, dile getiremese de, dil ile vasfolunmaz olan bu bass/alcak frekansli varolusun sana tezahurlerinin hepsinden daha guclu ve cetin, yenilmez olusundan (hakiki empire states'ten) kork. niye kork biliyor musun? hakiki olani kendi icinde kopyalayip sahte olan putvari babil kulelerini yikmak icin kork. yani burada dine gonderme falan yapmiyorum abicim, dogrudan dogruya olani biteni, yani benim gozumde olup biten seyi tarif etmeye calisiyorum. diyorum ki iktidar, oldugu haliyle zaten yeterince guclu, fakat iktidarin resmi olan, simulakr'i olan somut empire states ise sahte, sen ise o sahte olani kendi icinde kopyaliyor, simule ediyor ve yeni bir sahte gerceklik icinde gozunde, aslinda bir beton yiginindan baska hicbir sey ifade etmemesi gereken bir yapay binayi yuceltiyor ve o sahtelige burunmeye calisiyorsun. bu da senin zayif egon, senin zafiyetin, senin guclu karsisindaki tek savunma olarak gosterdigin benzesmeden baska bir sey olmuyor. yani bu neye benzer biliyor musun, belgesellerde gosterirler ya zavalli ceylana kaplan adim adim yaklasir, ikisi de hisseder bir olusa hizmet ettiklerini, hadi kaplanin amaci yemek, fakat gerizekali ceylanlarin hepsinin de savunma mekanizmasi olarak gosterdikleri tek sey, "sanki kaplan yokmuscasina" davranmak, yani sanki "ben seni farketmedim aslinda sen yoksun" gibi bir savunma mekanizmasiyla yasamlarini var etmeye calisma hatasina dusmek. ne oluyor ki? en nihayetinde korktuklarini kabullenip deli gibi kaciyorlar, fakat son anda kacmalari hicbir sey ifade etmiyor, belki bastan kacmayi akil etseler, o zaman zamanla basa cikmayi da akil ederlerdi, ama amina koydugumun ceylani iste, tek bildigi sey tehlike gotunun dibine gelene kadar kafasini kuma gommek, senin de yaptigin tek sey bu dostum, senin de gozunde buyuyen tek sey bu? cunku sen de o zayif egoya sahipsin, sen de istanbulu gozunde buyutuyorsun, sen de basariyi gozunde buyutuyorsun, sen de sahte olan her seyi, tum empire state binalarini, amerikayi, ne bileyim herhangi bir "onemli, buyuk" populer kultur nesnesini, ne bileyim okan bayulgeni, acunu, marragi kuregi buyutuyorsun iste, bu yuzden sen gercek potansiyelini gosteremiyorsun, baskalarini izlemekten kendini varetmeye vaktin kalmiyor. isin en acisi ise, kendini varetmek gibi bir gaye elde edebilecek vizyondan muafsin, cunku zaten senin kafanda, hazir bir prototip guclu var, hazir bir empire states var, onun otesini goremiyorsun, kucuk tepeler benzemeye calismaktan dag olmaktan vazgeciyorsun, al sana ego tanimi.
(bozdoganli - 17 Eylül 2013 04:26)
her insanın o veya bu şekilde tatmin etmeye ihtiyaç duyduğu ama bunu ancak "dıştan" gelenlerle yapabildiği şey. bazıları zamanında sarsılmış egolarını tamir için sizi kullandığında (kendileri bu yolda maymun olsa bile, hatta maymun olduklarının o kadar farkında olmasalar bile) ne kadar gereksiz bir olgu olduğunu anlıyorsunuz aslında.
(wounded walker - 11 Mart 2004 02:17)
zihin°=1likzihin¹=zihinzihin²=ego
(jeordie - 11 Mart 2004 17:07)
sandıran(!). sanma, bilmeye çalış! önünde dümdüz yollar varken sana engebeli sandıran, korkutan, gerçek bilgiyi de kirleten saptıran o. işte koridorlar bunlar. sana çizdiği koridorlar. hepsi sanma, düşünme ve yorumlama üzerine kurulu sınırlar. bir şey göremiyor ve duyamıyorsun esasında. gördüğünü, duyduğunu, hissettiğini zannediyorsun. gerçek orada öylece duruyor. sen ona bakmak, görmek, anlamak ve bilmek yerine kafanda yorumlayan ve düşünen şeye uyuyorsun. bilmek, öğrenmek yerine düşünüyorsun yani sanıyorsun. işte cesaret burada gerekli. sandığının, korktuğunun, düşündüğünün, yorumladığının üstüne giderken. akıl sanmaz ve düşünmez! akıl bilir, öğrenir, görür, duyar, anlar! ego(yani seni taklit eden şey, sahte merkez) aklı örter ondan gelen doğru bilgileri yorumlar, geçmişten örnek verir, geleceği planlar, böyle mi der, şu olabilir der, kesinlikle böyle der, eski deneyimlerde yaşadığın duyguları önüne pişirir koyar, seni koruduğunu söyler, tehlike var der, düşünmeni öğütler, genelleme yapar, alakasız olaylardan silsile düşünceler yoluyla çok daha alakasız sonuçlar çıkarır, seni çepeçevre sarar ve "ben"i hissettirir, sebep ister sonucu merak eder. hızlı olsun, tek atımlık olsun ister. tahammülsüz ve sabırsızdır. ama aynı zamanda çok hızlıdır, aptalca sonuçlar olsa da size anında bir şeyler sunar, sonuç verir, sebebi sonuca bağlar. peki meanwhile yapsak, gerçekte ne oluyor tüm bunlar olurken? hiçbir şey! gerçek öylece duruyor, bekliyor, bakacak, görecek birini bekliyor. akıl da öyle. kullanacak birini arıyor. sanmadan bilecek! tek tehlikenin bu sinsi düşman olduğunu görecek! ama yok! ego onları ele geçiriyor. kaybediyorlar ve en kötüsü kazandık sanıyorlar. yazık. çok yazık.
(cok az prensibi olan adam - 3 Mayıs 2014 15:09)
çoğunlukla yanlış anlaşılan kavram. freud'un kemikleri sızlamasın ama id, ego ve süperego hep yanlış kullanılır toplumda.genelde özgüveni fazla yüksek kişilere ya da bencil kişilere, ne bileyim işte benzer tabirleri karşılayabilmek adına sizin de bildiğiniz gibi "egosu yüksek kişiler" diyoruz, oysa ki başlı başına yanlış bir tabir anlamsal olarak. ego, sağlıklı insanın kanıtıdır. ego ne kadar iyi çalışıyor ise o kadar benlik bütünlüğü sağlanır.id, en ilkel ve tamamen haz odaklı güdülerimizi temsil eder. misal yolda yürürken görüyorsunuz ki tanımadığınız birinin elinde çok sevdiğiniz bir çikolata var, o çikolatayı yiyebilmek için hemen o an gidip o insanı gasp edercesine yiyeceği almak idin isteğidir. yani herhangi bir ahlaki kural gözetmez.süperego ise bunun tam zıttı olarak, babaanne tavrı diyebiliriz. başkasının elinde gördüğünüz yiyeceği o anda çalmanın ne kadar ayıp bir şey olduğunu içsel olarak sizin bilinçaltınıza işleyen şeydir. ilkel istekleri bastırma, toplum kurallarına uyma, içten içe bir suçluluk hissetme; süperegonun sonucudur.ego ise; id ile süperegoyu dengeler. hem ide kulak verip, hem de süperegonun maruz bıraktığı kadar suçluluk duymadan o çikolatayı yemenin yolu; o kişiye kibarca sorup bir parça çikolata istemekten geçer. bu dengeyi kuran da egodur.yani genelde "egosu yüksek" tabiri, "idi yüksek" olarak kullanılırsa doğru olacaktır.-----------------------------daha ilgi çekici şekilde bir örnek daha verirsek;şehvet duyduğunuz bir kişiyle yolda karşılaşıyorsunuz, hemen o anda ve orada sevişmek istemeniz idin isteğidir. sokakta outdoor sex yaparsanız id galip gelmiştir.o kişi ile evli değilseniz, sevgili değilseniz; buna rağmen şehvet duyduğunuz için kendinizi suçlamanız ve bunun çok yanlış çok kötü bir şey olduğunu düşünmeniz, süperegonun ürünüdür. eğer kendinizi utanç içinde hisseder ve şehveti aklınızdan silip ne kadar iğrenç bir insan olduğunuzu düşünüp bu yüzden o kişiden kaçarsanız süperegonuz galip gelmiştir.eğer o kişiyi insanca yemeğe, sinemaya ya da direkt eve; flört anlayışınız nasıl ise size uygun gelen şekilde, herhangi bir ilkel güdüye yenik düşmeden ve suçluluk da hissetmeden davet edip hamle yaparsanız da egonuz güzel bir denge kurmuştur.-------------------------------alkollüyken düşünmeden yaptıklarınız id, akşamdan kalma bir şekilde uyanıp "naptım lan ben" diyen yönünüz süperego; yapılan mallıkları ise "pardon kuzenim yazmış" edasıyla kabul edilebilir kılıfa sokarak düzeltmeye çalışmak ise egonun görevidir.
(cerebralcortex - 9 Haziran 2014 00:01)
eski erkek arkadaşımı facebook arkadaş listemden çıkarmış, instagram ve twitterda takip etmeyi bırakmıştım. ikimiz de artık tanıştığımız şirkette çalışmadığımız ve en azından ben o şirketten pek kimseyle görüşmediğimden ne yapıp ettiğinden haberim yoktu 1 seneden fazla süredir. arada birine bir şey anlatırken örnek vermede kullandığım bir insan, ama ne aklıma geliyor ne düşünüyorum ne umursuyorum. cok uzun zaman gecirmedik birlikte, zaten hic bir zaman birbirimizi cok sevmedik, dolayısıyla hic zor da ayrılmadık. çok net maziden bir sima.neyse geçen hafta instagrama bir fotoğraf koydum, biraz sonra ekranda adını gördüm, fotoğrafımı beğenmiş. fotograf da oyle alakasız ve sıradan bir sey ki, emin de olamadım o mu. o kadar o kadar zaman geçti ki beni hala takip edip etmediğinden haberim yoktu. ve neredeyse günde 1 fotoğraf yüklediğim bir programda herhangi bir “like”ini görmeyeli de iste 2 seneye yakın olmustu. karsıma cıkınca bi anda hayır olsun insallah nidasıyla profiline baktım. evlenmis, maldivlerde balayındaymıs. my love, my sweet angel tagleriyle karısının fotograflarını yukledikten 3 dakika sonra falan da, 2 sene sonra benim en sıradan en anlamsız fotografımı begenmis. bu vesileyle de ben onun varlıgını hatırlayıp “rüya gibi bir balayı” gecirdigini gormus olmusum. o kadar anlamsız geldi ki. artist gibi bir kızla evlenmişsin, bak maldiv’e balayına gitmissin falan; “bunu mg de duymalı” havasına neden giresin ki? seni kıskansam nee, kıskanmasam ne. beddua etsem ne, mutluluk dilesem ne. ben kimim? allah sürekli pohpohlanmayı, kıskanılmayı, onaylanmayı isteyen; hava atmadan, övünmeden yaşadığının kıymetini bilemeyenlerden korusun. kendimi cok inatcı ve guclu addederim de, ego ile basetmek benim bile sınırlarımın çok ama çok ötesinde.
(m g - 24 Eylül 2014 12:47)
başımıza ne geliyorsa bu halt yüzünden geliyor bak yemin ediyorum koca evrende nokta kadar yer kaplamadığımız halde yaşayacak üç günümüz varken bununla zirzebil ediyoruz her şeyi.bazı analar ego doğurur mesela, ağalar paşalar o eşşiz(!) erkekler bu analardan çıkar. plesentasından ayrılmazlar üstelik. görünmez bir göbek kordonuyla anneler ve egoları çevrenizde dalgalanırlar. bazen bu bağın tam ortasında kalıp düğüm olursunuz. üzerinize bir ağırlık çöker ve "ööeehh kaç yaşında adama yakışıyor mu" dersiniz. çünkü yaş aldıkça eğitmemiz gerekenlerin başında egomuz geliyor. elinden şekeri düşünce ağlayan çocuk o an kendine ait bir şeyi elinden kaybetmenin hıncıyla ağlıyor. yetişkinler kendilerine ait şeyleri kaybettikleri zaman yaygara koparmazlar. düzeltmeye çalışır yahut kabullenirler. plesentanızdan ayrılın ve derin nefes alın.ben büyük resim meraklısıyımdır. o mecazen kastedilen büyük resim. yani o sırada galakside ne oluyor diye sorarım kendime. meşhur samanyolu görselini düşünürüm. ben o görselde kendimi seçebilene kadar ortalığı ayağa kaldıracak bir şeyim olduğumu düşünmeyeceğim.sanırım gözlerim bozuk. başkaları kendilerini görebiliyor.bu her şeye söz geçirme, her şeyi üzerine alınma, her şeye son sözü söyleyebilme hıncını başka bişiye bağlayamaz oldum. kimsenin kalp kırmaktan korkusu kalmamış, odaya girdiğimde herkes egosunu okşuyordu, muşambalar serilmiş, egolar yarışıyordu... kendi can acınız yahut hırsınız yahut varlığınız kendi gözünüzü öylesine kapatmış ki mil çekilmiş cüneyt arkın gibisiniz hiçbir şeyi görmeden dövüşüyorsunuz. "burada olur dersem, sonunda bu işten herkes rahat çıkar" demiyorsunuz mesela "ille benim dediğim gibi olacak" diyorsunuz. ne düştüğünüz ne de düşürdüğünüz durumu zerre umursamadan.bir insanı ağlatmak sizi etkilemiyor mesela, onun hıçkırıklarına kulaklarınızı öyle tıkıyorsunuz ki bi "özür dilerim, gerçekten üzgünüm"le halledebilecekken daha geniş bi uçurum yaratıyorsunuz. hıçkırıklanan zaten o uçurumdan kendini çoktan bırakmış oluyor. küçük hesapların insanı oluyorsunuz. küçük ama mide bulandırıcı hesaplar bunlar ve size acıyarak bakmamıza neden oluyor. başkaları adına utanmayı yaratıyorsunuz, ceremesini biz çekiyoruz. çoğu zaman güzel yerlere geliyorsunuz. hepimiz size gıpta ederek bakıyoruz. o yeri sindiremeyip bize tepeden bakıyorsunuz. kafamızı çevirdiğimizdeyse şovunuz başlıyor. başlamasın. biz bakmıyoruz hadi bi gidin artık. yorulun. alim ulema nefs için "iki kaşının ortasındadır" der, yani yediğimizin burnumuzdan gelmesinin de bir şekilde bağlandığı yer budur. nefs terbiyesi o yediğimizin burnumuzdan gelmesiyle olur. egonuz her neredeyse ve neyle terbiye ediliyorsa lütfen oraya bi eğilim bi bakın bi karşınıza alın konuşun. kendinizi sevmeyin ezdirin demiyorum lakin gerektiğinde imdat kolunu çekin, gereksizse söndürün.saygılar sevgiler.
(ekacaddesi - 10 Mart 2015 14:58)
kişiliğin gerçekci,akılcı,mantıklı yönüdür.gerçeklik ilkesine uyarak işler.gerçek dünya ile id arasında aracı işlevini görür. id "hemen şimdi istiyorum", ego ise " koşullar uygunsa sana istediğini verebilirim" der.ego akılcı ve pratiktir.temel işlevi uyumdur.aslına bakacak olursak id ile süperego arasında kalmış bir canbaza benzetilebilir.hem id'i memnun etmeye hem de süperego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
(neceflimasrapa - 17 Ocak 2005 13:24)
ego bizi yaşatan şeydir. ne yaparsak egomuzu tatmin için yaparız. yani kendimiz icin. bu yüzden birilerini veya bir şeyi kendimizden fazla sevdiğimiz ya da sevebileceğimiz en büyük yalandır. yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, içmedim içirdim gibi sozler belki doğrudur ama birileri için bir şeylerden vazgeçmek daha fazla egomuzu tatmin eder. bir şey için ölmek de böyledir. ölmek yaşamaktan daha fazla egomuzu tatmin ettiği için tercih edilmiştir. yani ego tatmini her zaman mutluluk değildir. bazen acı da egomuzu tatmin edebilir. mesela sevgilimizden ayrıldığımızda veya biri öldüğünde üzülmemiz bizi tatmin eder. sonuçta ego için yaşarız.
(oshamahue - 11 Nisan 2005 11:36)
osho'nun, zihnin sınırının ötesi adlı kitabından.ego - sahte merkez en önce anlaşılması gereken şey egonun ne olduğudur. bir çocuk doğar. doğduğunda kendisi hakkında hiçbir bilinci, bilgisi yoktur. ve bir çocuk doğduğunda ilk olarak farkına vardığı şey kendisi değil diğeridir. bu doğaldır çünkü gözler dışa doğru açıktır, eller diğerlerine dokunur, kulaklar başkalarını duyar, damak yiyecekleri tadar ve burun dışarıyı koklar. tüm bu duyular dışa doğru açıktır. doğmanın anlamı da budur. doğumun anlamı, bu dünyaya gelmektir, dışarının dünyasına. dolayısıyla da bir çocuk doğduğunda, bu dünyanın içine doğar. gözlerini açar ve diğerlerini görür. diğer siz demeksiniz. çocuk ilk önce annesinin farkına varır. daha sonra da yavaş yavaş kendi bedeninin farkına varmaya başlar. bu da aslında diğerdir ve de bu dünyaya aittir. acıkır ve bedenini hisseder; ihtiyacını giderdiğinde de bedenini unutur. bir çocuk şöyle yetişir: önce sizin, ötekinin farkına varır ve sonraysa sizinle, ötekiyle kıyaslayarak yavaş yavaş kendisinin farkına varır. bu farkındalık yansıtılmış bir farkındalıktır. o kendisinin kim olduğunun bilincinde değildir. o yalnızca annenin ve de onun kendisi hakkında ne düşündüğünün farkındadır. eğer annesi ona gülümserse, onu takdir ederse, "sen çok güzelsin" derse, onu kucaklayıp öperse çocuk kendisi hakkında iyi şeyler hisseder. işte şimdi bir ego doğmuştur. takdir,sevgi, ilgi aracılığıyla iyi olduğunu, değerli olduğunu ve bir önemi olduğunu hisseder. bir merkez doğar. yalnız bu merkez yansıtılmış bir merkezdir. onun gerçek varlığı değildir. kendisinin kim olduğunu bilmez; yalnızca başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğünü bilir. ve bu bir egodur; yansıma,, başkalarının ne düşündüğüdür. şayet herkes onun bir işe yaramaz olduğunu düşünürse, kimse onu takdir etmez, gülümsemez. böyle bir durumda da bir ego doğar: hastalıklı bir ego; üzgün, reddedilmiş, değersiz ve diğerlerinden aşağıda hissederken kendisini incinmiş. bu da bir egodur. bu da bir yansımadır. önce anne - ve anne başlangıçta tüm dünya demektir. sonradan anneye başkaları katılır ve dünya büyümeye başlar.ve bu dünya büyüdükçe de ego daha karmaşıklaşır çünkü birçok başka insanın daha görüşleri yansır. ego biriktirilmiş bir olgudur, başkalarıyla yaşıyor olmanın bir yan ürünüdür. eğer bir çocuk tamamıyla yalnız yaşarsa, hiçbir zaman ego geliştirmiyecektir. ama bunun bir yararı olmaz. bir hayvan gibi kalacaktır. hayır, böyle birşey onun gerçek kendi benliğini bileceği anlamına gelmez. ego bir zorunluluktur çünkü gerçek olan ancak sahtesi aracılığıyla anlaşılır. kişi onun içerisinden geçip gitmelidir. bu bir öğretidir. gerçek yalnızca yanılsama sayesinde anlaşılır. gerçek olanı doğrudan bilemezsiniz. öncelikle gerçek olmayanın ne olduğunu bilmek zorundasınızdır. önce gerçek olmayanı tanımak zorundasınız. bu tanışıklık vasıtasıyla gerçeğin ne olduğunu bilmek için yeterli hale gelirsiniz. şayet siz sahteyi sahte olarak bilirseniz, gerçek üzerinize gün gibi doğar. ego bir ihtiyaçtır; o toplumsal bir ihtiyaç, toplumsal bir yan üründür. toplum sizin çevrenizdeki herşeydir - siz değil ama etrafınızdaki tüm şeylerdir. herşeyden sizi çıkarttığınızdaki şeydir toplum. ve herkez yansıtır. okula gidersiniz ve öğretmen sizin kim olduğunuzu yansıtacaktır. diğer çocuklarla arkadaşlıklarınız olacak ve onlar sizin kim olduğunuzu yansıtacaklar. adım adım herkes sizin egonuza birşeyler katar ve herkes egonuzu topluma problem oluşturmayacak hale getirmeye çalışır. onların derdi siz değilsinizdir. onlar toplumla ilgilenmektedirler toplum kendisini düşünür ve bu böyle de olmalıdır. onların önemsediği şey sizin 'kendini bilen' insanlar haline gelmeniz değildir. onlar için önemli olan sizin toplum denen mekanizmanın yararlı bir parçası olmanızdır. resmi bozmamalısınız. dolayısıyla da size toplumla uyumlu bir ego verirler. size ahlak öğretirler. ahlak, size topluma uyacağınız bir ego vermek anlamına gelir. eğer siz ahlaklı değilseniz, şurada ya da burada uyumsuz olursunuz. bu sebeple suçluları hapishanelere koyarız - hayır,yanlış birşey yaptıkları için ya da onları hapse atmakla onların iyileşeceği için falan değil! sadece onlar uyumsuzdur. onlar sorun üretirler. onların sahip oldukları türden egoları toplum onaylamaz. şayet toplum onaylarsa her şey iyidir. bir adam birisini öldürür - o bir katildir. ve aynı adam savaş zamanında binlercesini öldürür - o muhteşem bir kahraman haline gelir. toplum cinayetten rahatsız olmaz ama cinayetin toplum için işlenmesi gerekir.o zaman sorun kalmaz. toplum ahlakı önemsemez. ahlak yalnızca sizin topluma uymanız demektir. toplum savaştayken ahlak değişir. barış dönemindeyken toplumun başka ahlakı vardır ahlak toplumsal bir politikadır. diplomatiktir. tüm çocukların toplumla uyumlu halde yetiştirilmesi şarttır ve her şey bu kadar basittir. çünkü toplumun ilgilendiği tek şey yararlı üyelerdir. toplum sizin kendinizi bilmeniz gerekliliğiyle ilgili değildir. toplum bir ego yaratır çünkü ego istenilen yönde kullanılabilir ve kontrol altında tutulabilir. kişinin öz benliğiyse hiçbir zaman kontrol edilip kullanılamaz. toplumun bir insanın öz benliğini kontrol altında tuttuğu duyulmuş birşey değildir çocuğun bir merkeze ihtiyacı vardır ve çocuk kendi merkezinin tamamıyla farkında değildir. toplum ona bir merkez verir ve çocuk ta azar azar toplumun kendisine verdiği egonun kendi merkezi olduğuna ikna olur. bir çocuk eve döner - şayet sınıfta birinci olduysa tüm aile mutludur. onu kucaklayıp öper, omuzunuza alır dans edersiniz ve, "ne güzel bir çocuk! sen bizim için gurur kaynağısın" dersiniz. ona ayırt edilmesi güç bir ego verirsiniz. eğer çocuk eve utanç içinde, başarısız becerememiş, sınıfta kalmış olarak gelirse ya da alt sıralarda kalmışsa - o zaman kimse onu takdir etmez ve o da kendisini dışlanmış hisseder. bir dahaki sefere daha sıkı çalışacaktır çocuk çünkü merkezi sarsıntı hisseder. ego her zaman sarsıntıdadır, her zaman beslenmenin peşindedir, yani birisinin takdir etmesi gerekir. bu nedenledir ki sürekli ilgi talep edersiniz. kim olduğunuz hakkında başkalarından fikir alırsınız. bu doğrudan bir deneyim değildir. sizin kim olduğunuz hakkında edindiğiniz fikirker başkalarından gelir. onlar sizin merkezinizi biçimlendirir. bu merkez sahtedir çünkü siz kendinize ait gerçek merkezinizi taşımaktasınız. o kimsenin karışamayacağı birşeydir. kimse ona şekil veremez. siz onunla beraber gelirsiniz siz onunla doğarsınız. bu demektir ki, sizin iki merkeziniz vardır. birisi varoluşun size vermiş olduğu, sizin beraber geldiğiniz merkezdir. bu gerçek öz benliğinizdir. ve diğeri, toplum tarafından yaratılmış olan merkez ise egodur. o sahte bir şeydir - ve çok büyük bir kandırmacadır. ego aracılığıyla toplum sizi kontrol etmektedir. siz belli bir şekilde davranmak zorundasınızdır, çünkü sadece o zaman toplum sizi takdir eder. belli bir tarzda yürümek, belli bir şekilde kahkaha atmak; belli bir tarzı, ahlakı, formülü takip etmek zorundasınız. ancak o zaman toplum sizi takdir eder, ve etmezse de egonuz sarsılır. ve egonuz sarsıldığında, kim olduğunuzu, nerede olduğunuzu bilmezsiniz. başkaları size fikri verdi. bu fikir egodur. onu mümkün olduğunca derinden anlamaya çalışın, çünkü ondan kurtulmak durumundasınız. ve ondan kurtulamazsanız hiçbir zaman öz benliğinize ulaşamazsınız. çünkü siz merkeze bağımlı haldesiniz, hareket edemezsiniz ve öz benliğinize bakamazsınız. ve, egonun parçalanacağı, kim olduğunuzu bilmeyeceğiniz, nereye gidiyor olduğunuzu bilemeyeceğiniz, tüm sınırların eriyip gittiği geçici bir zaman dilimi, bir aralık olacağını anımsayınız. en basitinden aklınız karışacak, bir kaos olacak. bu kaos nedeniyle egonuzu kaybetmekten korkarsınız. fakat bu böyle olmak zorundadır. kişi kendi gerçek merkezine varmadan önce bu kaosun içerisinden geçmek zorundadır. ve şayet cesursanız, bu dönem kısa olacaktır. eğer korkarsanız ve tekrar egonun kucağına düşerseniz, ve yeniden onu ayarlamaya başlarsanız, işte o zaman çok, çok uzun sürebilir; bir çok hayat ziyan edilebilir. şöyle bir öykü duymuştum: küçük bir çocuk büyükannesini ziyaret etmekteymiş. sadece dört yaşındaymış çocuk. geceleyin büyükannesi onu uyuturken, çocuk aniden bağırmaya ve ağlamaya başlamış ve "eve gitmek istiyorum. karanlıktan korkuyorum" demiş. fakat büyükanne de, "çok iyi biliyorum ki, evde de karanlıkta uyuyorsun; hiç bir zaman ışığının yandığını görmedim. öyleyse burada neden korkuyorsun?" diye sormuş. çocuk, "evet, bu doğru - ama o benim karanlığımdı" demiş. bu tamamıyla bilinmeyen bir karanlık. karanlık ile birlikte bile, "bu benim" diye hissediyorsunuz. dışarıdayken bilinmeyen bir karanlıktır. egoyla birlikte ise "bu benim" diye hissediyorsunuz. sorunlu olabilir, belki de bir çok can sıkıntısı yaratır ama hala o benim. tutunacağınız, yapışacağınız, ayaklarınızın altında olan birşey; boşlukta, vakumda değilsiniz. berbat bir durumdasınız, ama en azından varsiniz. kötü hissetmek bile size 'ben varım' hissi verir. ondan uzaklaşınca korku her yanı sarar; bilinmeyen karanlıktan ve kaostan korkmaya başlarsınız - çünkü toplum sizden bir parçayı silmeyi başarmıştır. aynen ormana gitmek gibidir bu. biraz temizlik yaparsınız, zemini biraz temizlersiniz; çit örer, küçük bir kulübe yaparsınız; küçük bir bahçe yaparsınız, çim bir alan, ve iyisinizdir. çitinizin ötesi ormandır, vahşidir. burada (alanınızda) herşey yolundadır, herşeyi planladınız. nasıl olduğu böyledir işte. toplum sizin bilincinizde bir miktar temizlik yapmıştır. küçük bir kısmını tamamen silmiştir, çitle çevirmiştir. orada herşey yolundadır. işte tüm üniversitelerinizin yaptığı da budur. bütün kültürün ve şartlandırmanın temeli kendinizi evinizde hissettirecek bir kısımı temizlemektedir. ve siz o zaman korkarsınız. çitin ötesinde tehlike vardır. çitin ötesindeki de, çitin içindeki gibi sizsiniz - ve bilinçli zihniniz sadece bir bölümüdür, tüm varlığınızın onda biridir. onda dokuz karanlıkta bekliyor. ve bu onda dokuzun içinde sizin gerçek merkeziniz saklıdır. korkusuz, cesur olmak zorundasınız. bilinmeyene adım atmalısınız. bir süre tüm sınırlar kaybolacaktır. bir süre başınız dönecek. bir an için deprem olmuşçasına çok korkacak ve sarsılacaksınız. ama eğer cesur olur, geri çekilmezseniz, sürekli bir şekilde egonuzun kucağına düşmezseniz, bir çok hayatlarınız boyunca taşımakta olduğunuz gizli bir merkeziniz vardır orada. bu sizin ruhunuz, benliğinizdir. bir kez ona yakınlaştığınızda, herşey değişir, herşey yerine oturur. fakat bu yerleştirme toplum tarafından yapılmaz. artık herşey bir kaos değil kozmoz'a dönüşür; yeni bir düzen ortaya çıkar. fakat bu artık toplumun düzeni değildir - o tam olarak varoluşun kendi düzenidir. o, buddha'nın dharma, lao tzu'nun tao, heraclitus'un logos dediği şeydir. insan yapımı değildir. o tam olarak varoluşun kendi düzenidir. o zaman aniden herşey tekrar güzelleşir ve ilk olarak gerçekten güzeldir, çünkü insan yapısı şeyler güzel olamazlar. yapabileceğiniz en iyi şey onların çirkinliklerini gizlemektir hepsi bu. onları süsleyebilirsiniz ama hiçbir zaman güzel olamazlar. aradaki fark aynen gerçek bir çiçekle plastik ya da kağıt çiçekler arasındaki gibidir. ego plastik bir çiçektir - ölüdür. o çiçek gibi gözükür, çiçek değildir. onu bir çiçek olarak adlandıramazsınız. hatta onu çiçek olarak adlandırmak dilbilimi açısından da yalnıştır, çünkü çiçek, açan şeydir. ve bu plastik şey sadece bir nesnedir, çiçek açmanın kendisi değil. o ölüdür. içinde yaşam yoktur. içinizde çiçek açan bir merkeze sahipsiniz. bu yüzden hindular onu bir lotus çiçeği olarak adlandırırlar - o çiçek açmanın kendisidir. bin yapraklı lotus çiçeği derler ona. bin tane demek sınırsız yaprak demektir. ve çiçek, açmaya devam eder, hiçbir zaman durmaz, ve hiçbir zaman ölmez. ama siz plastik bir egoyla yetiniyorsunuz. neden yetiniyor olduğunuzun sebepleri vardır. ölü bir şeyde çok uygun şeyler vardır. bir tanesi, ölü bir şeyin hiç ölmeyeceğidir. ölemez - hiç yaşamadı ki! dolayısıyla plastik çiçeklere sahip olabilirsiniz, bir yönden iyidirler. kalıcıdırlar; ölümsüz değil, süreklidirler bahçenin dışındaki gerçek çiçek ölümsüzdür, ama kalıcı değildir. ve ölümsüz olanın kendisine özgü ölümsüz olma yolu vardır. ölümsüz olmanın yolu tekrar tekrar doğup ölmektir. ölüm yoluyla kendisini tazeler, gençleştirir. bize göre çiçek ölmüş gibi görünür - hiç ölmez. sadece bedenleri değiştirir, böylece her dem tazedir. eski bedeni bırakıp yenisine girer. başka bir yerde açar; açmaya devam eder. yalnız, biz bu sürekliliği göremeyiz çünkü o görünmezdir. biz yalnızca bir çiçeği, başka bir tanesini görürüz, hiç bir zaman sürekliliği görmeyiz. dün açan çiçekle aynı çiçektir o. aynı güneştir, ama ayrı bir elbisede. egonun belli bir niteliği vardır - o canlı değildir. o plastikten yapılma bir şeydir. ve onu elde etmek çok kolaydır, çünkü onu birileri verir. sizin aramanıza gerek yoktur, arayışla bir ilginiz yoktur. bilinmeyenin peşinde bir arayan haline gelmezseniz, bir birey olamamışsınız demektir bu. sadece kalabalığın bir bileşenisinizdir. sadece bir kütlesiniz. gerçek bir merkeze sahip değilken nasıl bir birey olursunuz? ego birey değildir. ego toplumsal bir olgudur - o toplumdur, siz değilsiniz. fakat o size toplumda bir işlev verir, toplumda bir yer verir. ve eğer siz onunla yetinmeye devam ederseniz, kendi benliğinizi bulma fırsatını temelden yitirmiş olursunuz. işte bu yüzden son derece mutsuzsunuz. plastik bir hayatla nasıl mutlu olabilirsiniz ki? sahte bir yaşamla nasıl zevkli, huzurlu ve mutluluk içerisinde olabilirsiniz? işte o zaman da ego bir çok can sıkıntısı yaratır, milyonlarcasını. siz onu göremezsiniz çünkü o sizin kendi karanlığınız. ona göre ayarlandınız. tüm mutsuzlukların ego aracılığıyla hayatınıza girdiğini fark ettiniz mi? o sizi mutlu kılmaz; sadece mutsuz yapar. ego cehennemdir. acı çektiğiniz zaman izleyip analiz etmeye çalışın ve göreceksiniz ki, bir yerlerde neden egodur. ve ego acı çekmek için sebepler bulmaya devam eder. siz de herkes gibi bir egoistsiniz. bazıları yüzeydedir, çok belirgindir ve onlar çok ta zor değildir. bazılarıysa çok derinlerde ve zor farkedilirler ve onlardır esas problem. bu ego sürekli olarak başkalarıyla çatışma halinde belirir çünkü her ego kendinden hiç emin değildir. öyle olmak ta zorundadır - çünkü sahtedir. elinizde hiç bir şey olmadığı halde var olduğunu düşünüyorsanız, sorun çıkacaktır. biri çıkar da "sende hiç bir şey yok" derse, kavga başlar, çünkü siz de bir şey olmadığını hissediyorsunuzdur. diğerleri gerçeği fark etmenizi sağlar. ego sahtedir, o hiç bir şeydir. bunu siz de biliyorsunuz. bunu nasıl olur da bilemezsiniz? mümkün değil! bilinçli bir varlık - nasıl olur da bu egonun sahte bir şey olduğunu bilemez? ve birileri diyor ki, hiç bir şey yok - ve birileri hiç bir şey yok dediğinde gerçeği söylerler onlar; darbe yersiniz - ve hiç bir şey doğrular kadar çarpıcı olamaz. savunmak zorundasınızdır, çünkü savunmazsanız, savunmaya çekilmezseniz, o zaman nereye gideceksiniz? kayıplara karışacaksınız. kimliğiniz dağılacak. dolayısıyla savunacak ve savaşacaksınız - çatışma budur işte. kendi benliğini bulmuş bir insan hiç bir zaman çatışmaz. birileri onunla çatışmaya gelse de, o kimseyle çatışma halinde değildir. bir zen üstadı sokak boyunca yürürken başına böyle bir şey gelmiş. bir adam koşarak gelmiş ve sert bir şekilde ona vurmuş. üstad yere düşmüş. ayağa kalkmış ve önceden yürüdüğü yönde, geriye bile dönüp bakmadan tekrar yürümeye başlamış. yanında bir öğrencisi varmış. şoka uğramış. "bu adam da kim? bu nedir? böyle birileri yaşıyorken, herhangi birisi gelip sizi öldürebilir. ve siz adamın kim olduğunu, bunu neden yaptığını merak edip dönüp bakmadınız bile" demiş. üstad da, "bu onun sorunu, benim değil" demiş. siz aydınlanmış birisiyle çatışabilirsiniz, ama bu sizin sorununuzdur, onun değil. ve bu çatışmada incinirseniz o da sizin kendi sorununuzdur. o sizi incitemez. bu bir duvarı yumruklamak gibidir - canınız yanacaktır ama duvar değildir sizi inciten. ego sürekli problem peşinde koşar. neden? çünkü kimse size ilgi göstermezse, ego acıkmış hisseder. o ilgi ile yaşar. dolayısıyla, birisi size kızgın ve sizinle kavga ediyorsa, bu bile iyidir, çünkü en azından ilgisi üzerinizdedir. eğer birisi severse, iyidir. eğer kimse sizi sevmiyorsa, o zaman kızgınlık bile iyi olacaktır. en azında ilgi üzerinizde olacaktır. fakat, kimse size hiç bir ilgi göstermezse, kimse sizin önemli birisi olduğunuzu düşünmezse, o zaman egonuzu nasıl besleyeceksiniz? diğerlerinin ilgisine ihtiyaç vardır. milyonlarca şekilde insanların ilgisini çekersiniz; belli bir tarzda giyinirsiniz, güzel görünmeye çalışırsınız, çok kibar olursunuz, roller edinirsiniz, değişirsiniz. ne tür koşulların geçerli olduğunu sezinlediğinizde , hemen insanların size ilgi göstereceği yönde değişiverirsiniz. bu çok derinden bir dilenciliktir gerçek bir dilenci ilgi arayan ve talep eden kişidir. ve gerçek imparator da kendi içinde yaşayandır; onun kendi merkezi vardır, başka kimseye bağımlı değildir. buddha bodhi ağacının altında oturuyor… o an dünya yokoluverse, buddha için bir şey fark edecek midir? hiç birşey. hiç bir şey fark etmemiş olacaktır. tüm dünya kaybolsa bir fark yaratmayacak çünkü o merkezine ulaşmıştır. ya siz; şayet eşiniz kaçar, sizi boşar, başka birisine giderse tamamıyla dağılırsınız - çünkü o size ilgi gösteriyordu, özen gösteriyor, seviyor, etrafınızda dolaşıyor, sizin kendinizi birisi olarak hissetmenize yardım ediyordu. tüm imparatorluğunuz kayboldu, siz dağılıverdiniz. intihar etmeyi bile düşünmeye başlarsınız. neden? neden karınız sizi terk edince intihar edesiniz? neden kocanız sizi terk edince intihar edesiniz? çünkü kendinize ait bir merkeziniz yok. karınız size merkezi veriyordu; kocanız size merkezi veriyordu. insanlar bu şekilde varolurlar. böylelikle insanlar başkalarına bağımlı hale gelir. o çok derinden bir köleliktir. ego bir köle olmak zorundadir. o başkalarına bağımlıdır. ve sadece egosu olmayan kişi ilk defa olarak efendidir; artık o bir köle değildir. bunu anlamaya çalışın. ve egoyu kendi içinizde aramaya başlayın - başkalarında değil, bu sizin işiniz değildir. kendinizin ne zaman mutsuz hissedecek olursanız hemen gözlerinizi kapayın bu mutsuzluğun nereden gelmekte olduğunu bulmaya çalışın ve her seferinde göreceksiniz ki, sahte merkeziniz başka biriyle çatışmakta. siz bir şey umdunuz ve gerçekleşmedi. siz bir şey beklediniz ve tam tersi oldu - egonuz sarsıldı, mutsuzsunuz. yalnızca bakın; ne zaman mutsuz olursanız, neden olduğunu bulmaya çalışın. sebepler sizin dışınızda değil. temel neden içinizdedir - ama siz her zaman dışarı bakarsınız, her zaman sorarsınız: beni kim mutsuz ediyor? benim kızgınlığımın sebebi kim? beni kim hayata küstürüyor? ve dışarı bakarsanız göremezsiniz. sadece gözlerinizi kapayın ve her seferinde içe bakın. tüm mutsuzluğunuzun, kızgınlığınızın, can sıkıntınızın kaynağı sizde, egonuzda gizli. ve kaynağı bulursanız, onun ötesine geçmeniz kolaylaşacaktır. eğer sizin başınıza dert açan şeyin kendi egonuz olduğunu görebilirseniz, ondan kurtulmayı tercih edersiniz - çünkü hiç kimse mutsuzluğunun kaynağını anlayacak olduktan sonra onu taşıyamaz. ve şunu unutmayın ki, egodan vazgeçmeniz için bir neden yoktur. ondan vazgeçemezsiniz. ondan kurtulmaya çalışırsanız, "alçak gönüllü oldum" diyen, daha zor farkedilen türden bir egonuz olacaktır. alçak gönüllü olmaya çalışmayın. bu kendini gizleyen bir egodur - ama ölü değildir. alçak gönüllü olmaya çalışmayın. alçak gönüllü olmayı kimse deneyemez, ve kimse kendi çabasıyla alçak gönüllülüğü yaratamaz, asla! ego ortadan kaybolunca, alçak gönüllülük size gelir. o yaratılan bir şey değildir. o gerçek merkezin gölgesidir. ve gerçekten alçak gönüllü bir adam ne alçak gönüllüdür ne de bencil. o sadece basittir. hatta alçak gönüllü olduğunun bile farkında değildir. eğer alçak gönüllü olduğunuzun farkındaysanız, orada ego vardır. alçak gönüllü kimselere bakın…kendilerinin gerçekten alçak gönüllü olduğunu düşünen milyonlarca insan vardır. yerlere kadar eğilirler, ama izleyin onları - en sofistike egoistlerdir onlar. artık onların besinlerinin kaynağı alçak gönüllüktür. "ben alçak gönüllüyüm" derler ve sonra da size bakıp sizin onları takdir etmenizi beklerler. sizin onlara "sen gerçekten alçak gönüllüsün" demenizi isterler. "aslında sen dünyanın en alçak gönüllü kişisisin; hiç kimse senin kadar alçak gönüllü değil". sonra da yüzlerine gelen gülümsemeye bakın. ego nedir? ego "kimse benim gibi değil" diyen bir hiyerarşidir. alçak gönüllülükle kendisini besleyebilir - "kimse benim gibi değil, ben en alçak gönüllü kişiyim" zamanın birinde: sabahleyin hava henüz aydınlanmamışken fakir bir dilenci caminin birinde dua etmekteydi. kutsal bir gündü ve o dua edip şöyle diyordu, "ben bir hiçim. ben fakirlerin en fakiriyim, günahkarların en büyüğüyüm" birden bir başka kişinin daha dua etmekte olduğunu fark etti. adam ülkenin imparatoruydu ve bir başka kişinin daha dua etmekte olduğunun farkında değildi - karanlıktı, ve imparator da, "ben bir hiçim. kimse değilim. sadece kapındaki bir dilenciyim" diyordu. başka birisinin daha aynı şeyleri söylediğini duyduğunda imparator dedi ki, "durun! beni geçmeye çalışan da kim? sen kimsin? bir imparator 'bir hiç olduğunu' söylerken, onun önünde aynı şeyi söylemeye nasıl cesaret edersin?" işte ego böyle çalışır. çok zor farkedilir. onun çalışması çok kurnazca ve derindendir, çok çok uyanık olmalısınız, ancak o zaman onu görebilirsiniz. alçak gönüllü olmaya çalışmayın. yalnızca tüm mutsuzlukların, acıların ego yoluyla geldiğini görmeye çalışın. sadece izleyin. vazgeçmenize gerek yok. ondan vazgeçemezsiniz. kim vazgeçecek ondan? o zaman da vazgeçenin kendisi egoya dönüşecektir. her zaman geri dönecektir. her ne yapıyorsanız yapın, dışında kalın ve bakın, izleyin. ne yaparsanız yapın - alçak gönüllülük, mütavazilik, basitlik - hiç birisi yardımcı olmaz. mümkün olan sadece birşey vardır, o da tüm mutsuzluğunuzun kaynağının ego olduğunu izlemektir. onu söylemeyin. tekrar etmeyin - izleyin. çünkü ben onun tüm mutsuzluklarınızın kaynağı olduğunu söylersem ve siz de bunu tekrar ederseniz yararsız olur bu. siz bu anlayışa gelmek zorundasınız. her mutsuz olduğunuzda yalnızca gözlerinizi kapayın ve dışardan nedenler aramayın. bu mutsuzluğun nereden kaynaklandığını görmeye çalışın. o sizin kendi egonuzdur. eğer sürekli olarak egonun esas kaynak olduğunu anlar ve hissedecek olursanız, bu derinlerde kök salar ve egonun bir gün onun ortadan kayboluverdiğini görürsünüz. kimse ondan kurtulmaz - kimse ondan kurtulamaz. onu öylece görürsünüz; ortadan kayboluverir çünkü herşeyin kaynağının ego olmasının anlaşılması demek ondan kurtulmak demektir. bunu anlamak demek egonun kaybolmasi demektir. ve siz egoyu başkalarında görmek hususunda çok kurnazsınız. her hangi birisi başka birinin egosunu görebilir. kendinizinkine sıra geldiğindeyse, işte o zaman sorunlar ortaya çıkar - çünkü araziyi bilmiyorsunuz, orada hiç gezinmediniz ki. nihai olana, tanrısal olana giden yolun tümü, egonun bu zorlu arazisinden geçmek zorundadır. sahte olanın sahteliği anlaşılmak zorundadır. mutsuzluğun kaynağı olan, mutsuzluğun kaynağı olarak anlaşılmalı - o zaman ortadan kalkıverir. onun zehir olduğunu bildiğiniz zaman kaybolur. onun ateş olduğunu bildiğinizde kaybolur. bunun cehennem olduğunu anladığınızda yokolur. ve işte o zamandır ki, bir daha hiç "egodan vazgeçtim" demezsiniz. o zaman herşeye, tüm mutsuzluklarınızın yaratıcısının kendiniz olduğu şakasına gülmek dışında hiç birşey yapamazsınız. charlie brown'ın bazı karikatürlerine bakıyordum. bir tanesinde logolarla bir ev yapıyordu. duvarları yaptığı logoların ortasında oturuyordu. duvarlarla çevrelendiği bir an geliyor; her tarafını duvarlarla kapattığı bir an. sonra da "imdat, imdat" diye bağırıyor. herşeyi kendisi yaptı! şimdi de onlarla çevrelendi, hapsoldu. bu çok çocukça, ama sizin de tüm yaptığınız bu işte. kendi çevrenize bir ev inşa ettiniz ve şimdi de "imdat, imdat" diye bağırıyorsunuz. ve mutsuzluğunuz milyonlarca kez çoğaldı - çünkü sizinle aynı teknede olan yardımcılarınız var. çok güzel bir kadın hayatında ilk kez bir psikiyatriste gider. psikiyatrist kadına, "lütfen biraz yaklaşın" der. kadın yaklaştığında hemen kadının üzerine atlayıp sarılır ve onu öper. kadın şok olur. sonra da adam "şimdi oturabilirsiniz. bu benim sorunumu halleder, şimdi sizin sorununz nedir?" diye sorar. problem katmerlenir, çünkü aynı teknede olan yardımcılar var. ve onlar yardım etmek isterler, çünkü birisine yardım ettiğinizde egonuz çok çok iyi hisseder - çünkü siz binlerce insana yardım eden büyük bir yardımcı, büyük bir guru, efendisiniz. ne kadar çok insan sizi izlerse, kendinizi o kadar iyi hissedersiniz. fakat siz de aynı teknedesiniz, yardım edemezsiniz. daha çok, zaranız dokunur. hala kendi sorunları olan birisinin başkalarına pek yararı dokunamaz.yalnızca kendi sorunları olmayan birisinin size yararı dokunabilir. ancak o zaman sizin içinizi görebilecek netlik vardır. hiçbir soruna sahip olmayan bir zihin sizi görebilir; siz saydamlaşırsınız. sorunları olmayan bir zihin kendi içinden görebilir; bu nedenledir ki, başkalarının içini görebilme yeteneğine ulaşır. batı'da çok, birçok sayıda psikanaliz okulu vardır ama insanlara hiç bir yardımı dokunmadığı gibi, çoğunlukla da zarar verirler. çünkü başkalarına yardım eden kişiler ya da yardım etmeye çalışan veya yardım ediyormuş gibi yapanlar da aynı teknenin içindeler. …kişinin kendi egosunu görmesi zordur. başkalarının egosunu görmekse çok kolaydır. fakat önemli olan bu değildir, onlara yardım edemezsiniz. siz kendi egonuzu görmeye çalışın. sadece izleyin. ondan kurtulmak için aceleci olmayın, sadece izleyin. ne kadar izlerseniz, o kadar yeterli hale gelirsiniz. bir gün aniden görüverirsiniz ki, kendiliğinden kaybolmuş. ve aslında sadece kendiliğinden olduğunda kaybolmuş olur. başka bir yolu yoktur. olgunluğuna erişmeden ondan kurtulamazsınız. kuru bir yaprak gibi düşer. ağaç hiç bir şey yapmaz - hafif bir meltem, bir şeyler olur ve ölü yaprak öylece düşer. hatta ağaç yaprağın düştüğünün farkına bile varmaz. o ses çıkarmaz, bir şey idda etmez, hiçbirşey yapmaz. kurumuş yaprak öylece yere düşer ve dağılır hepsi bu. bilinç ve anlayış yoluyla olgunlaştığınızda ve egonun tüm mutsuzluklarınızın nedeni olduğunu derinden hissettiğinizde, birgün aniden, kurumuş yaprağın düşmekte olduğunu göreceksiniz. o yere ulaşır ve kendi kendine ölür. siz hiç bir şey yapmadınız dolayısıyla ondan kendinizin kurtulduğunu idda edemezsiniz. onun kayboluverdiğini görürsünüz ve gerçek merkez ortaya çıkar. ve gerçek merkez ruhtur, tanrıdır, benliğinizdir, gerçekliktir ya da onu nasıl adlandırmak isterseniz odur. onun adı yoktur, o nedenle de tüm adlar uygundur. ona canınızın çektiği her ismi verebilirsiniz.
(bubez laab - 24 Ocak 2006 20:38)
tatmini kısa vadede mutluluk, uzun vadede sığlaşma; tatminsizliği kısa vadede mutsuzluk, uzun vadede olgunluk getiren
(amorfati - 4 Eylül 2005 11:10)
ego hakkında verebileceğim kapsamlı bir tanımım var. ego hakkında verebileceğim sade tasarımlı tanımlarım da var. ego hakkında uzun uzun geyik yapabilirim. ego hakkında alegorilerle aklınızı alabilir, sembollerle size "hah lan tam öyle işte" dedirtebilir, doğadan örneklerle kendinize, benim hiç tanımadığım, görmediğim size dair bilgiyi, hem de sizin her gün aynadan aldığınızı düşündüğünüzden daha fazla bilgiyi size verebilirim. tam şuraya, şu soldaki noktanın sonuna bir "egoya bak ahahahhayt" ifadesi içeren akıllı bakınız koyup bi takım manasız kaygı ve yalamalıklarla entry oyuna soyunmak için yapabilirim bunları mesela. dolambaçlı bi takım ifadelerle bu entryi tamamen içi boşken en azından buraya kadar okunmaya değer gösterebilir, tam buraya koyacağım merak uyandıracak bir iddia ile yarım cümle önce tersini vermeye çalıştığım yeni bir izlenim için size acaba dedirtebilirim. bunları, tamam en azından denk gelenlerinizin bir kısmı için, kesinlikle gerçek kılabileceğimi benimle beraber onaylayacaklar var şu anda "hadi ordan lan dallama" diyenleriniz arasında bile. "ben" bu yüzden bu başlıkta değilim. ne "egonuzu aşın" safsatalarıyla, ne de "egonuzun esiri olmayın" temalı yumuşak bir geçişle, en az vakti olanınızın, şu ana kadar okuduklarını en az okunmaya değer bulanın tolerans aralığını, severek ne diyecek acaba diye okumaya başlayanlarınızın merak düzeyini falan gözeterek devam edecek değil bu entry. size ne bencillikle, paylaşmayla, dostlukla ilgili atıp tutacağım, ne de birey olmanın ne güçlü bir his olduğundan falan dem vuracağım. filozoflardan, din kitaplarından bundan çok çok önce biriktirdiklerim, bunlardan doğru hatırladıklarım, yanlış bildiklerim, net örneklerim, flu ama ilgi çekici cümlelerim var, hazırda da var, hemen yenilerini de uydurabiliyorum. yapabiliyorum bunu, aranızdan mankafa olmayanlar, ki oy için dahi olsa azınlıkta olduklarını elimde sözlük kullanıcılığı gibi bir veri olmasaydı dahi varsaydığımı şimdi söyleyebilirim söylemem falan meselenin bu olmadığını bi kere daha anlatmış bulundum şimdi tedbiren, neyse efem ne diyoduk, aranızdan mankafa olmayanlar asgariden "ne var lan bunda anladık işte biz de yapabiliriz bunları" diyor olmalılar zaten. ben bu başlığa bu tip saçmalıklar için ayırmıyorum bu güzel yirmi dakikamı. iyi kötü 3 paragraf bağlamışım, buraya kadar okutmuşum şimdi tam buraya "ego yaptığın iyiliğin kaydını tutmamayı becerdiğin an, onu o anda bir iyilik olarak değerlendirmeden ve karşılık beklemeden değil, karşılık alamayacağını bildiğin halde yaptığın an, vazgeçmek zorunda olmadığın değil, vazgeçmemek zorunda olduğun bir hakkından vazgeçtiğin an aşılmış olur" diye vurucu bi slogan yazıp entryi samimiyetinden asla emin olamayacağınız bi yalama, ezme blog yazısına çevirebilirim. yok niyet bu da değil. "ben size burada herkes için geçerli bir doğruyu yazmaya geldim. ister öğrenir faydalanırsınız ister siklemez geçersiniz" diye başlayacak bir final paragrafını hiç üzerinde düşünmeden hızlıca ve asgariden "iyi ki okumuşum lan" dedirtmeye yetecek şekilde tasarlayacak bin farklı kurgu var şu an zihnimde, bu son söylediğimin çok inanılır durmamış olabileceğine yazarken ben de kani oldum, yalan söylüyorsam en adi adamım ki var. bunları yapmayacağım.neden mi bu başlıktayım? paparazzi falan izliyodum tv'de, gribim, hafif ateşim var, iki zap yaptım, hoşuma giden bişey yok tv'de, azıcık eğleniyim diye takılıyorum, gönlümü hoş eğliyorum, işim bitince aşağıdaki yolla'ya basıp çıkıcam. shaolin soccer seyredicem sonra da eğer film cem'de kalmadıysa. beni bu kadar eğlendireceği garanti değilken, kendimi sorgusuzca teslim etmiş olmaktan bir kez daha memnun kaldığım egom beni buralara getirdi. hiçbir fikrim yokken varmış gibi yaptım. üç-beş insanın merakını uyandırdım. belki bi ikisi şukelaya da basar, "ben" de "ben"e basarım, "ben"i "ben"im doğru bildiğimi, doğru bildiğimi iddia ettiğimi, öylesine çalakalem yazdığımı, uğrunda yıllarımı yediğim araştırmamın bu sonucunu beğenen varmış oh ne ala, taam yeter sikerim sözlüğünü, şimdi de başka eğlence bulayım der , çıkarım. ego denen bu sevimli, sempatik, gıcık, eğlenceli, dürüst, haksız, aptal, şaheser hakkında sade bi tasvir yapmış gibi yaptıktan ya da tam üzerine bastıktan sonra bu entry de istersem burada biter istersem tam şurada biter. (bkz: oh)
(aligit - 21 Ocak 2006 00:37)
kişisel egoyu besleme isteğinin bazı zamanlarda nasıl tavan yaptığını, diğer büyük değerlerin bile önüne nasıl geçtiğini şöyle bir örnekle açıklayabilirim.eş dost toplanmış evde milli maç izlemektesinizdir. pek tabii sizde ulusal takımın kazanması arzusundasınızdır. takımın yaptığı her hatada küfürler savurur, forvet oyuncusuna gelen ortada sanki siz ordaymışsınız gibi kanepe üzerinden sanal vole çakarsınız. bunlar takımın zaferini ne kadar arzuladığınızın bir göstergesidir. fakat ilerleyen dakikalarda görürsünüz ki bu takımdan pek de bir bok olmayacaktır. oyun sistemi açısından zayıf oldukları aşikardır. o vakit ister istemez ortamda çaresizlik içerisinde şöyle bir laf sarfedersiniz. "yok aga biz bu takıma gol mol atamayız, hatta savunmada zaaf veriyoruz, aksine onlar bize geçirirler". evde bulunan herkez bu yorumunuzu duymuştur. işte o andan sonra, arzuladığınız maç sonucuna daşşaklı bir karşı kutup yaratmış olduğunuzu farkedersiniz. bir ikilem içerisine düşersiniz. bir yanda milliyetçilik duygunuzun (tabii bu da bir egodur) tatmini varsa diğer yanda da daha çok sizin kişiliğinize özel, futbolu bilen, akıllı adam gibi görünme isteğinizin tatmini vardır. ve kendinizin farkında olan bir bireyseniz o bilgiç lafı sarfettikten sonra nedense milli takımın gol yemesini ister hale geldiğinizi görürsünüz. deminden beri tüm yüreğinizle desteklediğiniz takımınızın şimdi yenik durumda görmek artık size daha fazla mutluluk verici bir olaya dönüşmüştür.(aslında bu his çok keskin değildir, iki duygu arasında gidip gelmeler yaşanır) çünkü alınacak yenilgi sonucunda size yapıştırılan "olayı bilen ,zeki adam" sıfatı. dostlarınızın size sarfettikleri "hocam sen bu işin doktoruymuşun" tarzı sözleri, sizin için milli takımınızın yenilmesinden bile önemlidir. burada milli takım örneği vermemin nedeni kişisel ego tatmininin böyle sağlam,sarsılmaz bir duygunun üzerine bile çıkabileceğini anlatma isteğinden kaynaklanıyor. bunun bilincinde olarak şanlı beşiktaşımın maçlarında sesli yorum yapmayı kendime yasaklamışımdır.
(crimsonoise - 4 Ağustos 2005 21:59)
Yorum Kaynak Link : ego