Maid to Order (~ A Vida e o Amor) ' Filminin Konusu : Maid to Order is a movie starring Ally Sheedy, Beverly D'Angelo, and Michael Ontkean. Spoiled Jessie Montgomery, whose wild behavior and spending excesses cause her well-meaning but exasperated millionaire father Charles to wish he...
Big Girls Don't Cry... They Get Even(1992)(6,5-1606)
Big Business(1988)(6,4-10541)
Hiding Out(1987)(6,4-2815)
Down and Out in Beverly Hills(1986)(6,2-14470)
Outrageous Fortune(1987)(6,1-6615)
Straight Talk(1992)(5,7-3085)
Troop Beverly Hills(1989)(5,6-8513)
Sibling Rivalry(1990)(5,4-2246)
Madhouse(1990)(5,4-2607)
She's Out of Control(1989)(5,3-3638)
Like Father Like Son(1987)(5,2-5364)
Hello Again(1987)(5,2-2710)
güçlü bir ilişkidir. toplumbilimcilerin, dilbilimcilerin, psikologların inceleme alanıdır. dil pek çok duyguyu barındırabildiği gibi şiddeti de taşır ve aktarır. peşin edit: burada konuşulan dili kastediyoruz, lisan'ın eşanlamlısı.
(ribbons - 15 Kasım 2006 13:27)
(bkz: dakikada 120 dil darbesi)
(alexander goygoyevic - 15 Kasım 2006 13:30)
(bkz: sozlu siddet)
(ride - 15 Kasım 2006 13:31)
dilin açıkça ilan etmediğinde bile ele vermeden duramadığı bir ilişki türü...bir örnek vermek gerekirse:bir gün televizyonda bir akademisyen, hayat kadınlarının toplumsal durumu, acıları, gördükleri zararlar üzerine konuşuyordu. uzun uzun, edinilmiş, öyle davranmanın iyi olduğu bellenmiş yaklaşımlar sergiledi. "hayat kadınları'nı nesneleştirmenin, onları diğer insanlardan ayrı tutmanın" ne kadar kötü bir anlayış olduğunu anlattı. buradan konuyu genel olarak kadının nesneleştirilmesine götürdü ve yine çok uygar bir tavırla konuştu, konuştu... ardından, iki hayat kadınının bir sorunlarını dile getirmeye geldi sıra. ve aynı adam söze "iki tane hayat kadını" diye başladı.nesneleştirmemek? tane?bu çok anlamsız bir detaya takılmak gibi görünebilir belki.ama adamın halindeki, derin bakan birinin kolayca yakalayabileceği, "kanıt" olmadığı için ifade etme hakkını kendinizde bulamayabileceğiniz sahtelikle çok iyi örtüşüyordu.aynı adamın "iki tane profesör" demeyeceğini çok iyi biliyorsanız, "iki tane hayat kadını" ifadesini bir suç üstü saymaya hakkınız var.evet insanlardan söz ederken "tane" bazen kullanırız, ama kızınca... "olumsuz" duygu ifade ederken: "gelmiş iki tane profesör... bana bilmem ne diyo" gibi. onlardan yana konuşurken kullanırsanız... olsa olsa onlara gerçekte nasıl baktığınıza dair ipucu olabilir bu tür sözcükler. örnek şiddete dair değil ama, ucubelerin dilin içinde nasıl saklandığına dair...şiddet de tüm diğer ucubeler gibi, kendini güvende hissetmeyip gözden uzaklaşma ihtiyacı duyduğunda, dile saklanır.
(conahmetinmakinesi - 15 Kasım 2006 13:47)
insanlar bilinmeyen bir tarihte bin yıllar önce bir kule inşa etmişler. bu kulenin adı babil'miş. tek bir dili olan insanların amacı bu kuleyi alabildiğine yüksek inşa edip tanrıya ulaşmakmış. ama tanrı insanların bu saygısızlığına çok sinirlenmiş ve dünyaya farklı diller göndermiş ki insanlar arasındaki iletişim kopsun. insanlar yeni gelen birbirinden farklı dillerle karmaşıklığa düşmüşler ve babil kulesi asla tanrıya ulaşamamış. birbirleyle kavga edip durmuşlar çünkü birbirlerinin ne dediğini asla anlamamışlar ve anlamak da istememişler.bu üstteki paragraf incil'de geçen babil kulesi efsanesi. efsanedir inanmayabilirsiniz ama günümüzdeki yaşanan şiddeti en iyi özetleyen şeydir aslında dil farklılığından doğan iletişimsizlik. birbirini asla anlamayan ve anlamak için çaba göstermesi bile akıntıya çekeceği kürekle eş anlamlı bir davranış olan bir dünya dolusu insan ve bu insanlar arasındaki şiddet. çok ilintili bir ilişki. öyle değil mi?bu konuda babel filmini izlemek bu efsanenin günümüz şartlarına uyarlanmış bir anlatımını görmek ve iletişimsizlikten doğan şiddetin nedenini anlamak için güzel bir örnek olabilir.
(peder zickler - 15 Kasım 2006 13:49)
dil ve şiddet ilişkisinin temeline inmek için; j. l. lemke’nin "şiddet ve dil" başlıklı makalesinden şu alıntıları yapabiliriz:inciten göstergelersimgesel bir eylem, sözlü şiddete yol açabilir mi? konuşma bedensel acıya neden olabilir mi? biz kendi güvenlik duvarlarımızın ardındayken, nefret konuşmaları ve gaddarlık aşıklarından fiziksel olarak korunmuş oluyor muyuz? bu duvarlar zihinle bedeni, olayla anlamı ayırmaya muktedir mi? ya da duygularımız bu bariyerleri eritiyor ve bizi yumrukların olduğu kadar sözcüklerin de yıkıcılığına maruz bırakıyor mu? benim kendi çalışmamda; toplumsal sürecin maddesel ve simgesel boyutlarından gelen görüşlerimizi birleştirme çabası sırasında bu sorular ortaya çıktı. columbia üniversitesi’nde akademisyenler seks endüstrisi, güney afrika’daki etnik şiddet ve nefret dili yasası gibi farklı konular üzerinde çalışırlarken, kendilerini aynı zamanda simgesel şiddetin etkilerini anlamlandırırken buluyorlar. şiddet sadece maddesel bir güç değildir. hepimiz birer toplumsal oyuncuyuz ve acıya açığız. her toplum, bizim bireysel eylemlerimizin başkalarından gelen acı tehditi, anı ve olgu oluşturma ile denetlenme ihtimalini sömürür. çocuklarımıza terbiye vermek için onları incitiriz, bazen tokat atarız, bazen azarlarız, ama her iki biçimde de eşit bir acı verme söz konusudur. çocuk gelişimi teorileri; çocukların ebevenylerce ne kadar sık ağlatıldığını ve bu şiddetin toplumsallaşma sürecinde ne kadar temel olduğunu unutmamızı kolaylaştırıyor. şiddet; toplumsal etkilerini, fiziksel olan sonuçlarıyla ortaya koyuyor. columbia’da karşılaştırmalı edebiyat bölümünden anne mcclintock temel güç ilişkilerindeki cinsellik ilintisinin dönüşümünü araştırmıştı. (ebeveynler ve çocuklar, öğretmenler ve öğrenciler, polisler ve vatandaşlar, erkekler ve kadınlar arasında.) her inceleme konusunda, toplumsal denetimdeki acı, cinsel bir hazza dönüşüyordu. birinin başkasına olanağanüstü bir güç uygulaması, güç sahibi kişinin bedenindeki sadomazoşist ritüellerle bütünleşiyordu. ...mcclintock’ın araştırması tarihçi michel foucault, disiplin ve ceza üzerine yazdıklarını doğrular biçimdeydi. şiddetin çoğu yapısal özellik taşımaz. aynı tür insanlar, aynı tür insanlara aynı tür şiddet uygularlar. küçük bir şiddet olayı, anlam kazandırılırken uzun bir yoldan geçer, bu arada da insanlar neyin cezaya yol açacağını tahmin eder olurlar. bu anlam, şiddetin bir kontrol mekanizması olmasını sağlar. hiç bir toplumsal düzen, kendini fiziksel şiddetin etkileriyle koruyamaz. şiddet aynı zaman da bir uyarıdır, daha fazla şiddetin geleceğine dair bir tehdittir. şiddet, hepimizin yorumlamayı öğrendiğimiz bir dildir. ...yumrukların şiddeti ile simgesel eylemlerin şiddetini ayırmak güçtür. toplumbilimci pierre bourdieu’nun "dil ve simgesel güç" adlı çalışmasında açıkladığı gibi, insanların mizaçları; aksanlarından diyalektlerine, tepkilerinden simgesel formlarına, onların deneyimlerinin fiziksel bedenlere bürünmüş halini yansıtır. eğer biz ne hissediyorsak oysak, simgesel şiddet araştırmaları bireyler ve bu şiddetin biçimlendiği toplumlar için daha da özel bir önem taşımaktadır. kaynakça:lemke, j.l. textual politics: discourse and social dynamics. washington, d.c.: taylor & francis, 1995. mcclintock, anne. "maid to order: commercial fetishism and gender power." social text, winter 1993. nixon, rob. homelands, harlem, and hollywood: south african culture and the world beyond. new york: routledge, 1994. greenawalt, kent. fighting words: individuals, communities, and liberties of speech. princeton university press, 1995. matsuda, m. "public response to racist speech: considering the victim's story." 87 michigan law review 2320-2336, 1989.
(ribbons - 15 Kasım 2006 14:01)
dil ve şiddet ilişkisini kurmak için dönüp toplumların yapılarını derin derin incelemek gerekiyor efenim. derrida'ya, barthes'a falan hiç girmeden günlük hayattan bir örnek verelim hemen:siktir sözcüğü... açarsak, git kendini siktir demek. ben bu eylemi gerçekleştirmeyeceğim, buna tenezzül etmiyorum, başkası yapsın seni demek.aslında edilen küfürde birden fazla şiddet unsuru var. fiziksel eylem ögesinin yanında, bir de psikolojik, duygusal olarak bir şiddet ögesi katıyor edilen küfre.ingilizce'de fuck you... ya da go fuck your self bile daha az şiddet içermektir bu yapıya göre. ya da çok fena saçmalıyorum. artık nereden bakarsanız.gereksiz bir bilgiyi de buraya sıkıştırmak istiyorum. efendim uzmanlar araştırmışlar, agatha christie neden bu kadar seviliyor diye, sırrı kullandığı sözcüklerdeymiş. nezaket, zerafet, içtenlik, incelik gibi sözcükleri bol bol kullanıyormuş kendileri. böyle olumlu kelimeler de beyinde endorfin salgılatıyorlarmış.self test: o sırada elindeki kalemi büyük bir zerafetle tutan kadın, karşısındakine içten bir gülümsemeyle baktı. güzel bir bahar gününde, pencerede küçük ve sevimli serçeler vardı. sonra siktirdiler gittiler...
(lepistes - 15 Kasım 2006 14:34)
eğer günlük hayatlarımızın her katmanına sirayet eden şiddeti önlemek ya da en kötü ihtimalla birazcık azaltmak istiyorsak, üzerinde düşünmemiz gereken ilişkidir. dildeki şiddet; sadece şiddetin fizikselliğe varacağının tehditini içermekle kalmaz, aynı zamanda fiziksel şiddete göre daha az cüret gerektirdiği ve amiyane deyimle "kıvırması" daha kolay olduğu için daha da yaygın kullanılır. dildeki şiddet, dediğimizde bunu sadece küfür ya da argo kullanımına indirgemeye çalışanlar var. dilbilimciler, diller üzerinde yaptıkları sayısız çalışmada küfrün, olmazsa olmaz bir dilde şiddet aracı gibi görülmemesi gerektiğini vurguladılar. yani, küfür diye tabir ettiğimiz şey, bir şiddet duygusunun yansıması olabilmek ile birlikte, başkalarına yönelik bir şiddetin varlığının ya da tehditinin göstergesi olarak kabul edilemez. bu nedenle, dilde şiddet tartışmalarını "küfür, pis tü kaka" ekseninden çıkarıp, hiç argo ya da küfür içermeyen ama başkaları üzerinde psikolojik şiddet uygulamaya yönelik simgelerin kullanımı açısından gözden geçirmemiz gerekiyor. örnekleyelim:"ayağını denk al"nerede küfür? yok. ama şiddet ifadesi var mı? evet. "gtüm dondu, nsını satayım"küfür ve argo var mı, var. şiddet ifadesi gibi görülebilir mi? bağlamın da içermediğini düşünürsek, hayır. öküzün altında buzağı aramayalım. dildeki şiddet elbette ki çıplak gözle kolayca tespit edilir bir şey değildir. öyle olsa, lemke çıkıp "özel bir önemle araştırmak gerekir" demezdi. hepimiz, akademik alanımız, eğitimsel artalanımız ne olursa olsun, çıkıp "işte bu dilde şiddet" diye tespit yapabilir, cadı avı başlatabilirdik. dil ve şiddet ilişkisini iyi açıklamak için, dilin özelliklerini, yapısını, anlamlandırma türlerini ve de ifadelerin kullanıldığı bağlamları göz önünde bulundurmamız gereklidir.
(ribbons - 15 Kasım 2006 14:42)
dil ve şiddet üzerine genel geçer dilbilim, sosyoloji ve feminist teori kökenli ahkamlar kesecek durumumuz yok ama küfür ve dil ilişkisi konusunda eklemeli diller diye tabir ediler türkçe, moğolca, fince, macarca vs. nin küfüre ve argoya şiddeti perdeleyen edebi bir lezzet kattiğini düşünmek çok da yanlış olmaz sanirim. küfürlerinin yüzde 90'i shit, bitch, suck ve fuck bilmem neden öteye geçemeyen gariban gündelik ingliizce'yi ya da küfür dili biraz daha gelişmiş kendi halinde bir almanca'nin fick'li arschloch'lu küfürlerini düşününce, dil ve şiddet ilişkisinin eklemeli diller konusan toplumlarda çok daha ilginç olabiliceğini düşünüyorum kendi kendime. uzmanlar daha kolay ayirdedebilir belki ama arapça ya da farsça bir kenarda tutulmak üzere, eklemeli dil aileleleri dişinda dil gruplarinda, yani yerleşik yaşama daha erken geçen ya da diğer dillerle/toplumlarla ilişkisi daha zayif toplumlarda (avrupa, afrika, japonya, asya'nin yüksek bölgelerinde yaşayan toplumlar gibi) dil'in şiddet içeren yönleri oldukça zayif kaliyor. bunda fetih ve işgal kültürünü daha uzun süre yaşayan, askeri ve siyasal gücü olduğu kadar toplumsal iktidar yapilarini da aynri zamanda dil'inde taşıyan, diğer kültürlerle ve dillerle yüzyillar boyu sürnekli geçişlerin yaşandığı bu toplumlarda dil'in şiddet potansiyeli çok daha güçlü hissediliyor. türkçe gibi eklemeli diller konusan halklarin dilin yapisi, kolayliği ve diğer dilleri kolaylikla içerebilmesi gibi yetenekleri nedeniyle her bakimdan (bu arada şiddet içerme yönünden de) zenginleşmesi yönünde güçlü bir avantaj içerdiği de muhakkak olmali. nihayetinde küfürlerinde ve argosunda lezzet içerdiği kadar çok sert bir şiddet de içeren bu tür diller konuşan (türkler gibi) toplumlarda "dil ve şiddet" ilişkisini ve sonuçlarini pek öyle lacan'la barthes'le falan sınırlı kalmadan daha geniş bir çerçevede tartişmak gerekir diye düşünür bu garip...
(ged - 15 Kasım 2006 14:44)
dilden kasıtın jargon olarak okunması gerektiğini düşündüğüm, yerinde bir inceleme konusu.
(plynoz - 15 Kasım 2006 14:51)
(bkz: sembolik siddet)(bkz: seks ve siddet)(bkz: siddet ve cinsellik)(bkz: psikolojik siddet)(bkz: kadina yonelik siddet)(bkz: cocuk istismari)(bkz: escinsellere yonelik ayrimcilik ve siddet)(bkz: televizyondaki siddet ve teror dersleri)
(ribbons - 15 Kasım 2006 16:19)
(bkz: dil küçük cürmü büyük)(bkz: dil küçük yarası büyük)(bkz: dil yarası)
(karviskali - 15 Kasım 2006 22:01)
önce dilin mantığını kavramakla işe başlamak gerektir.ilkin, dil; varlıklara adlar koyarak dünyayı düzenlemektir.ikinci adım olarak ise bu varlıkların arasında bir ilişki kurulur. bu ilişkiler ise genellikle bir özne ile onun eyleminden etkilenen bir başka varlık arasında, eylemi bildiren bir fiil aracılığıyla kurulur.üçüncü adım, kurulacak bu ilişkinin niteliğini saptamaktır. her fiil belli çekim ekleri almış tümleçler (başka varlık demiştik) gerektirir. yani bize kalıplaşmış bazı ilişki türleri sunar.ancak bazen, özneyle başka bir varlık arasında değil de, özneyle bir oluş, bir durum, bir süreç arasında da ilişki kurulmalıdır. bu da adlaştırmaya yol açar. dördüncü adım olarak inceleyebileceğimiz adlaştırma, eyleminden tanıdığımız varlığı temsil eden fiili adlaştırmaktır. adlaştırma gerçekleştirilince fiil geçici olarak ad konumuna yükseltilir.beşinci adımda ise artık ad konumuna yükseltilmiş bu fiile özne ve tümleçlik eklerini getirmektir. bu da yapılırsa artık verili kurallar çerçevesinde tümce kurulabilir.toparlarsak; bir şey söyleyeceğimiz zaman zihnimizde bir ön düşünce oluşur. zihnimizdeki bu ön düşünce henüz bir tümce şeklini bile almadan önce de vardır. yani bir koşullanmayı kullanarak iki nesne ya da olay arasında bir bağlantı kurmuşuzdur. ortaya bir önerme çıkar. dil bize bu önermeleri, üzerinde uzlaşılmış kuralları kullanarak başkalarına sunma olanağı verir.dil ve şiddet ilişkisi işte bu noktada ortaya çıkar. içerisinde bulunduğunuz toplumun üzerinde uzlaşılmış ortak kavramlarından birisidir aslında şiddet kullanımı. (şiddet kullanmayan toplumların biz vahşilerce yok edildiğini öne sürüp ortalığı karıştırmak da var aslında elimizde) verili kurallarımız var. küçüklükten öğrendiğimiz sevgi sözcükleri veya küfürler, sevgi sözcükleri ve dile yerleşen cinsiyet temelli aşağılamalar, saygı ve saygısızlık sınırları... bir çok da karmaşık var aklımızın bir yerlerinde. insan diliyle düşünür denilen işte budur. dilde var olan sözcükler aslında kafamızdaki kavramlardan başka bir şey değildir. küçükken eline oyuncak silah verilen bir çocuğun şiddetle ilgili bir kavramı zaten oluşmuştur. ceza verildiğinde suç kavramı oluşur. dilde olmayan şey insanın aklında da yoktur.ayrıca küçük bir bilgi de verelim. bazı "ilkel" toplumlarda suç kavramı olmadığı için ceza kavramı da yoktur. bazen pek gelişmeseydik, o seviyelerde kalsaydık dediğim olmuyor değil.
(antropolog - 15 Kasım 2006 23:07)
Yorum Kaynak Link : dil ve şiddet ilişkisi