Dolls (~ Babák) ' Filminin Konusu : Filmde üç ayrı hikâye anlatılıyor. Birinci öykünün kahramanı düşük maaşlı bir çalışan olan Matsumoto, ikinci yaşlı bir Yakuza patronu olan Hiro’dur. Üçüncü kahraman ise bir zamanların ünlü popstarı Haruna.
Re-Animator(1985)(7,2-49431)
From Beyond(1986)(6,7-18798)
Society(1989)(6,5-10572)
Bride of Re-Animator(1990)(6,3-11641)
Night of the Demons(1988)(6,2-12426)
Tourist Trap(1979)(6,2-6490)
Dagon(2001)(6,2-16458)
Basket Case(1982)(6,2-14042)
The Pit and the Pendulum(1991)(6,2-3598)
The Prowler(1981)(6,1-9302)
Castle Freak(1995)(5,9-5324)
Puppetmaster(1990)(5,7-8278)
olur ya birgun 'soyle bakalim sinema sanati nedir,nasil olmali?' derse birileri,hic konusmadan hemen elimin gidecegi, cevap vermeden player e yerlestirecegim filmdir bu.ustad kitano bu filmde gereken her cevabi vermistir.gorsel acidan bu filme laf soyleyebilecek goz zevkine sahip birileri olacagini sanmam.atmosfer ve anlatim bicimi ise esi benzeri bulunmaz kalitededir.tarihin en iyi on filmi arasina girebilecek filmdir benim gozumde.insana 'eger boyle bir film cekseydim daha film falan ugrasmazdim,gider aynada kendime tapardim' dedirtir.yogun kaninin aksine takeshi kitano nun da defalarca belirtigi uzere bu film ne ask uzerinedir ne de tutku.bu filmin ana temasi bencilliktir.bu bilgiyle tekrar izlenince aslinda cok farkli bir konum alacaktir gozlerde.ask denilen sanal olgunun aslinda kati bir bencillik oldugu dusuncesindedir kitano (zaten kitano sinemasina asina olan bunyeler o nun asla ask gibi basit bir temayi islemeyecegini bilir).disaridan fedakarlik,tutku,sevgi gibi gozuken seylerin aslinda nasil birer bencillik urunu oldugunu anlatir. (film bu bilgiyle izlenince bunun acik acik neredeyse butun sahnelerde gosterildigi anlasilacaktir)
(lemre - 8 Kasım 2007 03:21)
takeshi kitano'nun bu yıl venedik ve selanik film festivallerinde gösterilen, selanik'dse izlediklerini sandığım atilla dorsay'ın sinema dergisinde fırat yücel'in de www.istanbuldostlari.org'da ve altyazı'da hakkında çok güzel şeyler yazdıkları son filmi.
(eskici - 10 Ocak 2003 12:32)
ayrıca afişinde kırmızı fon üzerinde bir sonbahar günü dökülmüş yaprakların arasında çekik gözlü bir kız ile bir oğlan vardır ve bana çok güzel gelmiştir...
(eskici - 10 Ocak 2003 12:33)
önce godfather'ı açtım, yok dedim ruh halim bu değil. sonra wong kar-wai'nin happy together'ı. hayır dedim, şu anda buda olmaz. sonra the fall'u açmak üzereyken hemen üstteki dolls'a kaydı mouse. film başladı, bitti. ben hala kendime gelemedim. farklı bir yerden nişan aldı, o manzara tasvirlerine çok başka şeyler gizlemiş yönetmen. ve anlatmaya çalıştığı da kesinlikle sadece aşk değil. hele saf aşk hiç değil. aşkın yapı taşlarından olan bencillik ve acı çekmek burada dokunan. keşke ama keşke japon kültürüne biraz daha aşina olsam, elimden geleni yapacağım bu hususta. çünkü, film anlam açısından bir üst seviyeye çıkacak o zaman biliyorum. anladığım kadarıyla bile ağlayabiliyorum tabii o başka.ben izlediğim hiçbir uzak doğu filminde o iri ve çekik gözleriyle böylesine güzel ağlayan bir kız görmedim. kırmızının bu kadar güzel kullanıldığı bir filmse hiç izlemedim. filmin beni üzdüğü tek nokta ise, kendisini sinemada izleme zevkini yaşayamamış olmam. umarım yarın öbür gün festivallerden birinde tekrar gösterilir.
(phoebe buffay - 5 Mart 2011 01:38)
bir $ekilde icime i$leyen, derinden sarsan tuhaf takeshi kitano filmi. "neden begendin ?" seklinde bir soru sorulsa mantikli cevap vermem mumkun degil. ancak hissedebileceginiz ve disarda kalanlar icin hicbirsey ifade etmeyen bir film diyelim, anlayan anlasın artık...
(neen - 25 Nisan 2003 15:25)
dolls’un dolls hakkında yazdıklarıdır. *bu neydi şimdi? diye kendi kendimize soru sorduğumuz anları hatırlayalım bir an. rüya mıydı? yoksa gerçek miydi? bilemeyiz hani. anlayamayız hissettiklerimizi, tarif et deseler kelime bulamayız. rüya desek değil, o kadar gerçekti ki deriz. gerçek desek o hiç değil, rüya gibiydi herşey diye düşünürüz. dolls işte böyle bir film. rüya gibi bir gerçeklik, hiç olmayacak kadar gerçek bir rüya alemi. iç içe geçen, ama ayırt edilemeyen.filmi tek cümle ile anlatmak zor olsa da; benim için dolls nihai aşkı anlatan bir filmdir. ama aşkın sonunu değil, sona giden bir aşkı. ama sona giderken biten bir aşk hiç değil. sona giderken, peşini hiç bırakmayan bir aşkı.üç ayrı hikaye görüyoruz filmde, üç farklı aşk öyküsü, üç başka kadın, üç başka adam. tamamen ayrı olduklarını iddia edemiyoruz. ama kesiştiklerini de söyleyemiyoruz. o kadar başka dünyalar ki, kendi uzay boşluğunda dönen üç ayrı dünya. ara sıra yanyana gelip, geçip gidiyorlar. bir süre yanyana yürüyen ama birbirini tanımayan insanların kesiştikleri kadar, hepsi bu. ama üç ayrı dünyadaki bu üç hikayede de yaşanan tek ortak şey; aşk. filmin derdi de bu ya zaten. her birimiz başka bir dünyayız aslında, farklıyız. bazen paralel yürüyoruz zamanda, farketmesek bile. çok benzer hikayeler yaşıyoruz kendi dünyalarımızda ama diğer dünyada neler olup bittiğini görmüyoruz. bazen çarpıyoruz birbirimize, dünyalarımızı birleştiriyoruz, aynı gökyüzünü paylaşıyoruz, bağlanıyoruz, elele dönüyoruz, bazen biri kopup gidiyor, diğeri onsuz dönmeyi unutuyor, bazen de aynı anda duruyoruz, dönmekten birlikte vazgeçiyoruz. hikaye bu ya, bir de meşhur kırmızı bir ip var filmde. hani şu filmin merkezindeki hikayenin karakterleri matsumoto ve sawako’yu birbirine bağlayan kırmızı, kalın ip. bu ip iki anlama gelir bana göre; ilki az önce de söylediğim bağlanan dünyalarının temsili. kırmızı ip; çarpışan dünyalar, çarpışan hayatlar. kırmızı ip; aralarındaki aşk. ikinci anlamı; geçmişlerini temsil etmesi. matsumoto, yaptığı hataya rağmen, sawakoya döner dönmesine ama bir süre sonra anlar ki artık paylaşacakları bir gelecekleri yoktur, ortak bir gelecek ihtimali yoktur. matsumoto, birlikte bir gelecek hayali kurmak için sawako’ya geç kalmıştır. o da ellerindeki tek ortaklığı, onları birbirine bağlayan tek zaman dilimini; yani paylaştıkları geçmişi alır, ikisinin beline bağlar. yürürler, yürürler, yürürler; geçmişleri, yani kırmızı ipleri de peşlerinden gider. mevsimler değişir ve geçmişleri onları takip eder. amaçsızca yürürler çünkü bir gelecekleri yoktur, ona doğru yürüdükleri ama yürüttükleri bir geçmişe sahip olmuşlardır. bu sebepledir; seneler önce bir cumartesi günü bir parkta “geri geleceğim” diyerek onu terk edip giden sevgilisini, her cumartesi aynı parkta bıkmadan bekleyen kadının bu hayale tutunması. yine bu sebepledir; pop yıldızı haruna’ya imkansız bir aşk besleyen hayranı nikui’nin son olarak onun posterine bakarak gözlerini kör etmesi ve bundan sonra hatırladığı tek görüntünün haruna’nın o posterdeki suretinin olması. hepsi de bir gelecek için geç kalmışlardır belki ama tutunacak bir geçmiş yaratmak yine hepsinin ellerindedir.bu yüzden en baştan nihai aşk dedim ya, sonu gelmeyen aşklardır hepsi. çünkü hepsi aşklarını geçmişlerine yani bir anlamda kendilerine hapsetmişlerdir. kutsamışlardır. ve kendilerini bitmeden aşkları da bitmeyecektir.film bir ilkbahar mevsimi kiraz çiçekleri ile başlar, bir kış mevsimi beyaz karların içinde biter. lakin biten şey sadece filmdir. filmdeki aşklar da, tüm hissedilenler de film akla düştükçe akmaya devam eder zamanda, zamanla. çünkü geçmiş hep oradadır, arkamızı döndüğümüz her an peşimizden gelen bir kırmızı ip gibi. bir kırmızı ip ki; bitmeyen, upuzun aşklar gibi.
(dolls - 2 Şubat 2012 22:24)
harika film yorumları yazan yazar. verdiği spoiler'lar bile anlattığı filmi spoil etmekten çok merak ettiriyor, filmi izlemediyseniz izleme, izlediyseniz tekrar izleme isteği uyandırıyor.
(james choice - 20 Şubat 2012 16:37)
a$kı, sulu zırtlak romantik komediler yerine gerçeğe yakın hislerde arayanların filmidir bu...
(lem - 16 Mayıs 2003 13:15)
"aman yarabbi! aman yarabbi" nidalarıyla, "aşkın tarifi imkansızdır ama illa tarif edilecekse bu öykülerden daha iyisi seçilemezdi" diyerek çıkılan film...
(eskici - 30 Mayıs 2003 19:21)
aşk zamanı** tadında 'kırmızı beyaz', mükemmel karelere sahip bir film. ortak noktaları aşkları uğruna fedakarlıklarda bulunmak olan çiftlerin hikayelerinin anlatıldığı, bu bakımdan gerçeklikten uzak, masal tadında bir film. biz ki aşktan aşka, maceradan maceraya koşan, iki aşk arasında nefes almak için çok az bir mola süresi verilen bir dönemin yaşayanlarıyız. elbette ki zor gelecektir tüm bunları algılamamız.
(decafeinee - 2 Haziran 2003 12:08)
aşk'ı hollywood filintalarının elinden alıp onu gerçekten hakeden; kaybedenlerin eline geri veri veren film. tek bir öpüşme sahnesi bile içermeyen aşk filmi.
(cameltosis - 4 Haziran 2003 22:49)
" oysa sevgiyi hep eşitlik terimleri içerisinde düşünür, tasarlar, düşleriz. bencil, tekelci duygularla bu eşitliği biz altüst ettiğimiz zaman bile karşımızdakinin her hatasını bu eşitliği bozan bir davranış diye görüp mutsuzluklara düşmez miyiz? haksızlığa bozulmak, temelde eşitliğe inanmak değil mi?belki de en "mutlu" masal, birbirlerine saygı duymuş, birbirlerini sevmekte gerçek eşitlik tansığına ulaşmış-ya da ulaşmağa çalışmış-sevgililerin masalı; bir araya gelmeleri için, ölmeleri, gömülmeleri gerekmiş de olsa... öğrenilecek başlıca erdem, belki de, bu eşitliktir."bilge karasu, göçmüş kediler bahçesi,masalın da yırtılıverdiği yer filmdeki erkek aşıklar da kendilerinin ya da başka bir nedenin bozduğu eşitlik ilkesini hayattaki herşey pahasına tekrar yerine koyup, acı bir "mutluluğu" yakaladılar.
(oralet - 6 Haziran 2003 19:06)
japoncanın acı söz konusu oldugunda pek itici bi dil oldugunu farkettiren film. masal gibi bi filmken hatun "her cumartesi seni burda bekleyecegim" diye ciyak ciyak bagırınca kabusa döndü.
(jud - 23 Haziran 2003 13:13)
kendisini sarı- mavi renklere bağlayan teklife "evet!" demiş bulunuyor. * *
(dolls - 8 Aralık 2012 13:43)
sonunda karayer ordusundaki yerini almış sıra neferi *
(kilerci - 9 Aralık 2012 14:29)
hay allah! 11 ekim 2012 ankara yağmuru'ndan sonra tanıdığım bu eşsiz yazar hakkında, "artık bir şeyler yazmalıyım." diye geldim bu başlığa ama bütün gazozlar dağıtılmış zaten. gelin ve damat danslarını bitirmişler, herkes kurtlarını dökmüş, saçma sapan elbiselerle süslenmiş çocuklar (çocuklar damatlık ve gelinlik saçmalığından uzak tutulmalı) masalarında uyukluyorlar. her zaman olduğu gibi uzak akrabalar gitmiş ve şimdi dostlar ne yapacaklarını bilmiyor: ya sessiz sedasız çekip gidecekler, ya da bir filmle aynı ismi paylaşan dostlarına iyi niyetle sarılıp bulabildikleri ilk barda sarhoş olacaklar. gün doğumlarını ve dolls'u seviyorum. bazen bütün gece içerek karşılıyorum onları, bazen de bir çocuk gibi hayretle seyrederek.
(bir nick bulamadim ki - 23 Mayıs 2013 00:14)
film yakında tek bir salondan da olsa bize yeniden ufak bir göz kırpıp kaçacakken bir hatırlama iyi olacak:kitano bu filmle pek de alışmadığımız bir yanıyla karşımıza çıkıyor. melankolik, aşırılıktan uzak bir romantizm ve ziyadesiyle sebeplendiğimiz enfes görüntüler eşliğinde bir masal anlatıyor. aslında insanoğlunun yaşadıklarının çok da geçmişle ayrışmamasından, tarihin tekerrürden ibaret oluşundan bahsediyor ve soruyor "bir insan başka birini en fazla ne kadar sevebilir?.."dolls, inandırıcı olmak için çaba harcayan, muhteşem bir dramatik yapı vaad etmiyor. çünkü niyeti bambaşka. tam manasıyla her şeyin mümkün olabileceği, daldan dala atlayan ama neşeden ziyade hüzün barındıran bir yolculuk filmin izleyiciye sunduğu yegane vaad... filmi bu nedenle hikaye açısından çok fazla mantıki ölçütlerde değerlendirmek, atıflardan, hislerden arındırarak değerlendirmek pek mümkün değil. bu açıdan bir parçasını kopardığınızda diğerine de etki eden zincirleme bir yapısı olduğu söylenebilir. birbirlerine bellerinden bir halatla bağlı bir kız ve bir oğlanı yolda yürürken görseniz neler hissederdiniz?.. kitano önce izleyicisine anlatacağı hikayedeki bu dünyevilikten uzak görüntüyü sıreadan insanların nasıl karşıladığını göstererek başlıyor işe. filmin ana karakterleri kalabalık bir caddede birbirine iple bağlı yürürken karşımıza çıkıyor. kalabalığın içinde onlarla dalga geçenler, iplerinden tutup onları durduranlar var. ancak bu sahnelerde filmin geneline yayıldığı gibi müthiş bir oyun sergileyen ikili durumu izleyen gözler olan bizlere işin aslının pek de göründüğü gibi olmadığını yansıtıyorlar. kalabalık ise çözümü buluyor. çifte dilenci yaftasını yakıştırıp uzaklaşıyorlar. bize ise bunun ardında bir masal var gözlerinizi oraya çevirin deniyor. boynumuz kıldan ince öyle yapıyoruz..biraz karmaşık ve iç içe görünse de dolls'un hikayesi fazlasıyla özü sözü bir olan türden. filmde aşkı, acının yer ettiği her ilişkide arayan kitano, bunu bir yaşam üzerinden anlatırken adeta bunu bir tez olarak ortaya koyup ispatlamaya çalışır gibi karşımıza benzer bir kaç örnek de sunuyor. söz gelimi aşkını yılar önce bir parkta bırakıp giden mafya patronu, sevdiği pop yıldızına uğruna büyük fedakarlıklar yapabilecek kadar aşık olan trafik görevlisi gibi... filmde sürekli karşımıza çıkan flash back / flash forward ilişkili sahnelerde çiftlerin mutlu oldukları anlara kısmen de olsa şahitlik ediyoruz. ancak bu sahnelerde de bir durağanlık ve genel anlamda soğuk tonlar hakim. sanki tüm bu mutlu anlarda karakterlerin yaşadığı aşkın varolmadığını belgelemek ister gibi kitano... yani dönüp dolaşıp tezine geliyor, "aşk ancak birlikte duyulan acı hissi varoldukça yaşanabilir". zaten filme tagline olan "dört mevsim aşk"da bahsedilen bu dört mevsim boyunca özellikle ana karakterlerimiz acı çekerek yaşıyorlar.. dört mevsim boyunca acı eşittir dört mevsim boyunca aşk... bu karamsar tablo belki de kitano'nun bir kaç yıl önce kalkıştığı intihar girişiminin de açıklamasıdır kimbilir...nihai sözde filmde eksik kalan bir yan yahut çıkarılması gereken bir husus bulunmadığını gönül rahatlığıyla belirtmeliyim. arandığında kişisel tercihlere göre bir iki kusur bulunabilir. lakin bunların yerine daha iyi ne koyabilir ki diye de düşünmeden edemiyor insan mevzu bu film olunca. hani alberti'nin güzel tarifi gibi; ona göre güzel kendisinden bir şey çıkarılamayan ve de başka bir şey eklemeye ihtiyaç duymayandır. sanırım dolls "güzel"in bu tarifinin filmleşmiş hali...
(lem - 2 Kasım 2003 01:59)
sonbahar sessizliğine büründü bu aralar. nerede ne yapar bilinmese de düşünüldüğünü bilsin yeter.
(geridonusumkutusundavizildayansinek - 30 Eylül 2013 23:54)
çok yaşasın, çok gezsin, çok film izlesin, çok yazsın. hep kocaman gülsün ki bizim büyük çaresizliğimiz ancak kitaplarda, filmlerde kalsın. doğum günü kutlu olsun.https://m.youtube.com/watch?v=a1dsegoslnchttps://m.youtube.com/watch?v=2pgpoosfs8q
(aysetatilecikti - 16 Mayıs 2015 09:46)
--- spoiler ---sawako'nun aşka/sevgiliye olan inancının sarsılmasını ve kırılan kalbini simgeleyen, hastane bahçesinde çimenler üzerinde duran parlak pembe* ölü kelebeği matsumoto'nun görmemesi; bir şekilde sawako'nun onu yanında aldığını ama arbadan inerken yere düşürdüğünü farketmemesi ve asfalttaki kelebeğin üstünden arabayla geçmesi; sawako'nun yine parlak pembe renkli oyuncak topunun araba altında kalınca artık uçmaması ve matsumoto'nun o sırada uyuduğu için olanlara - az kalsın sawako'nun da topu kurtarayım derken ezilecek olmasına - engel olamaması sinema dilinin en yoğun kullanıldığı ve kelimelere gerek kalmayan sahnelerden. sawako ve matsumoto'nun (iç) yolculuklarının sawako'nun nihayet geçmişi hatırlamasıyla sona ermesinin ardından sevgililerin uçurumdan yuvarlanırken birbirlerine bağlı oldukları kırmızı ** ip sayesinde yaşam ağacında asılı kalmaları diğer iki öykününkilere nazaran daha umut verici bir son. her ne kadar japonca bilmesem de keşke filmin açılış sahnesindeki kukla gösterisinde erkek kuklanın kadın olana söylediği son söz "güvenmelisin" değil de "inanmalısın" olarak çevrilseymiş. o zaman pop şarkıcısının sahilde kör hayranının samimiyetine olan inancı ve yine kendisini ziyarete gelmesini beyhude bekleyişi, parktaki kadının sevgilisinin bir cumartesi günü çıkıp gelecek olacağına dair inancını asla yitirmemesinin altı çizilmiş olurmuş. --- spoiler ---
(beatific - 5 Eylül 2004 11:59)
Yorum Kaynak Link : dolls