Jarhead ' Filminin Konusu : 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle başlayan Körfez savaşı döneminde, 3. jenerasyon askerlerden Jarhead, sınırlı ve rahat bir görevden çok daha aktif bir göreve alınır. İşi Irak askerleri ve sıcağa karşı hiçbir savunması olmadan sırtında dev bir çanta, ağır bir tüfekle Orta Asya çöllerinde nereye gittiğini bilmeden ilerlemektir.
End of Watch(2012)(7,6-208331)
Southpaw(2015)(7,4-195559)
Three Kings(1999)(7,1-151131)
Brothers(2009)(7,1-102719)
Jarhead 2: Field of Fire(2014)(5,5-4388)
mehmedin kitabı'nın değil, coninin kitabı'nın filmidir. yoktur başka söze gerek diye kesip atmak isterdim ama... :mehmedin kitabı: "askere gitmeden beynimde bir düşman vardı. onu her an vurulabilecek bir şey gibi düşünüyordum. düşmanı görmeden askerliğim bitti."coninin kitabı: "four days, four hours, one minute. that was my war. i never shot my rifle"mehmedin kitabı: bu anadoludan görünüm programı için herkesin eline bır kagıt veriliyor. bu kelimeler dışında tek kelime söylemek yasak.coninin kitabı: kruger, çavuşun basına ne söylemeleri gerektiğini dikte etmesine kızar: "that's censorship man". sonra aynı kelimeler söylenir hep aynı kameralara.ha bir de bu var:mehmedin kitabı: tck'nun 159.maddesini uyarınca devletin askeri kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif suçundan beyoğlu 2. ağır ceza mahkemesi özel ödülüconinin kitabı: san diego film eleştirmenleri derneği özel ödülü
(leave - 17 Nisan 2007 08:31)
bir adam yıllarca tüfek ateşler.ve savaşa gider, sonra tüfeğini cephaneliğe geri verir.ve işinin bittiğini düşünür.ama elleri; ne yaparsa yapsınister bir kadını sevsin, ister ev yapsın,hep o tüfeği hatırlar.girişjarhead 2005’te gösterime giren, anthony swofford’un romanından william broyles jr.’ın senaryolaştırmasıyla perdeye uyarlanmış, bir sam mendes filmidir. formel açıdan çıplak gözle de fark edileceği gibi, otoritelerin de mutabık kaldığı üzere 1987 yapımı full metal jacket filminin bire-bir benzeridir. körfez savaşında yaşananlar üzerinden askerlerin iç dünyalarını, savaşın yalnızlaştıran yüzünü, savaşa katılan ve katılmak zorunda bırakılanlar üzerinden yürütülen siyasi ve askeri ortamı; aksiyonel, dramatik, biyografik öğeler kullanarak anlatan bu filmde yönetmen kara komedi silahını ustaca kullanmıştır.akışfilm swofford’un minik ve komik bir oto-biyografisiyle başlar. vietnam’da savaşmış bir babanın ve bu babanın savaş sonrası yaşadığı bunalımı en az onun kadar yaşamış ve yaşamakta olan alkolik bir annenin oğlu, tüm depresif ve travmatik yaşamı kaldıramayıp akli dengesini yitiren bir kız kardeşin ağabeyi olan anthony swofford (jake gyllenhaal), lise eğitiminden sonra koleje girememesi üzerine deniz kuvvetlerine katılmaya kara verir.ağır ve aşağılayıcı bir eğitim ile denizci olarak eğitilen swofford, eiğitimdeki başarısı ve yetenekleri sayesinde staff sgt. sykes (jamie foxx) tarafından nişancılık görevine atanır. tam da o sırada patlak veren körfez savaşına acilen dahil edilen 5000 askerden birisi olan swofford arkadaşlarıyla beraber çöle gelir gelmez lt. col. kazinski’den (chris cooper) kışkırtıcı bir ön bilgilendirme alsa da olacaklardan bir hayli habersizdi.ülkeleri adına savaşmaktan ve böylesi bir hizmetten gurur duyan swofford ve arkadaşları –ki bunlar kendilerini, özgürlük verdiği için abd’ye, borçlu hisseden birçok milletten insanlardır- bir müddet görmedikleri ve uzun bir zaman da görmeyecekleri düşmanlarına karşı bu defa çölde ağır ve yıldırıcı bir eğitim almaya devam ederler.çölde ilerleyişe geçen tim filmin sonlarına doğru yakılan petrol kuyuları ile karşılaşırlar. en az vietnam’daki misyonlar kadar anlamsız ve filmin içinde de çok fazla anlamlandırılamayacak bir kazı işinin içine girerler.tam da bu sırada swofford ve nişancı arkadaşı troy (peter sarsgaard), lt. col. kazinski’den iki ıraklı subayı öldürmeleri için özel bir görev alırlar. bu görev için uzun bir yol alan iki asker sonunda görev mahalline ulaşırlar. hedeflerini vurmak için onay alan iki nişancı son anda major lincoln (dennis haysbert) tarafından bizzat engellenirler.bunun üzerine timlerinin bulunduğu üsse doğru yola çıkan swofford ve troy, döndüklerinde savaşın sona ermesi hasebiyle çılgınca parti yapan birlikleriyle karşılaşırlar. silahlarını bir defa bile düşmana karşı ateşlemediklerini fark etmeleriyle bütün kurşunlarını gökyüzüne kusarlar.ülkelerine döndüklerinde büyük bir gururla karşılanan askerler aynı ihtişamı bir defa daha göremeyeceklerdir. swofford etrafına ve kendi hayatına dair yitişleri sıra sıra yaşarken bir daha hiçbir zaman, birliğine ait olduğu kadar, bir yere ait olmayacaktır.filmin yansıttığı tarih ve konjonktürel durum bu savaşa irak devlet başkanı saddam hüseyin'in çıkardığı körfez krizi sebep olmuştur. 1980-1988 yıllarında iran ile savaşan irak, ekonomik yönden ağır zararlara uğramış ve bu savaş sonrası kolay kolay ödeyemeyeceği bir dış borç yükü altında kalmıştır. bu durumdan kurtulmak isteyen saddam hüseyin, çareler aramaya başlamış ve 1991 yılı ilk yarısında ortadoğu'da huzursuzluğa yol açacak bazı iddialar ortaya koymuştur. bu iddialar körfez krizinin ilk filizleri olmuştur. iddiaların başlıcaları şunlardır: körfez ülkelerinin 1981–1990 arasında petrol fiyatlarını sürekli düşürerek irak'ı zarara sokmaları; kuveyt'in rumeyla bölgesindeki irak'a ait petrollerden de faydalanmış olması; kuveyt toprakları üzerinde tarihi hakkı olduğunda ısrar etmesi ve irak-iran savaşı sırasında kuveyt'in irak'a yaptığı para yardımını silmesini istemesiydi.kuveyt ile ilgili iddialarının kuveyt tarafından kabul edilmemesi üzerine, saddam hüseyin, meseleyi bir oldu-bitti ile çözümlemek istemiş ve 2 ağustos 1990'da kuveyt'i işgal etmek ve bir hafta sonra da ilhak etmek suretiyle körfez krizinin çıkmasına sebeb olmuştur. irak'ın kuveyt'i işgali üzerine birleşmiş milletler güvenlik konseyi, irak birliklerinin kuveyt topraklarından şartsız ve derhal çekilmesini isteyen bir karar almıştır. abd öncülüğünde onu destekleyen müttefik ülkeler, irak'ın suudi arabistan'a veya diğer bir ortadoğu ülkesine muhtemel taarruzunu önlemek üzere çöl kalkanı adı verilen bir harekâtı uygulayarak basra körfezi ve suudi arabistan başta olmak üzere bölgeye deniz, hava ve kara birlikleri göndermeye başlamışlardır. 33 ülke kuvvet göndermek veya yardım yaparak, irak'a karşı teşkil edilen bu koalisyon kuvvetlerine katılmış veya bu kuvvetleri desteklemiştir. bunlar arasında sekiz arap ülkesi de vardır. gerçi arap ülkeleri; saddam'a karşı olanlar, saddam'ı destekleyenler ve çekimser kalanlar olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır. ancak arap birliği, irak'ı kınamış ve derhal kuveyt'ten çekilmesini istemiş ve irak saldırısına karşı çok uluslu arap ordusu kurulmasını oy çoğunluğuyla kararlaştırmıştır. bu sebepten dolayı mısır ve suriye, saddam'a karşı olanların başında gelerek, suudi arabistan'a kuvvet göndermişlerdir. ürdün, yemen ve fkö, saddam'ı desteklemişlerdir. bu arada birleşmiş milletler güvenlik konseyi, oy çoğunluğuyla irak'a karşı ekonomik yaptırım ve silah ambargosu kararı almıştır.saddam'ın vazgeçmez tutumu karşısında bm güvenlik konseyi, eylül 1990 ayı içerisinde irak'a karşı hava ambargosu uygulama kararı almış ve daha sonra bunu deniz ablukası şeklinde bir kararla genişletmiştir. ayrıca 29 kasım 1990 tarihinde almış olduğu bir kararla, irak'ın 15 ocak 1991 tarihine kadar kuveyt'i terk etmemesi halinde güç kullanılmasını kabul etmiştir. birleşmiş milletler, abd ve müttefik ülkelerin ısrarlarına rağmen, saddam hüseyin'in kuveyt'i terk etmemekte kararlı olduğunun anlaşılması üzerine 17 ocak 1991 tarihinde, irak'a müttefik çok uluslu hava güçleri'nin taarruzları ile körfez savaşı başlamış oldu.kamuoyufilm bize savaşın taraflarını oluşturan kamuoyuna dair iki belirgin birde kapalı ipucu vermektedir.irili ufaklı birçok anekdot olsa da söz konusu savaşın etkilediği ve oluşturduğu kamuoyunu bahsedeceğimiz bu üç olay net bir şekilde bize özetini sunmaktadır.olaylardan birincisi çöle yığılmış yüzlerce amerikan askerinin moral motivasyonunun yüksek olduğunun kampa gönderilen cnn muhabir ve kameralarıyla yansıtılmak istenmesidir. türk kamuoyuna yakın bir olgu olarak da bu tip bir girişim; ulusal ve uluslar arası platformda kamuoyları karşısında savaşları meşrulaştırmanın en etkili yöntemlerinden birisidir. filmde eğitim subayının erlerine kameralar karşısında savaştan ve bulundukları durumdan gurur duyduklarını söylemelerini istemesi, üst rütbeliler, diplomatlar ve siyasilerin söz konusu görüntüleri izleyecek olanları nasıl bir etkileme ve yönlendirme çabası içinde olduklarının açıkça göstergesidir. hiyerarşik içyapı öylesine sertleşmiştir ki cnn’e demeç vermek istememiştir. ancak bu isteği eğitim subayı tarafından sert bir şekilde reddedilmiştir. bu sayede a.b.d hükümeti savaşından gurur duyan askerleriyle kamuoyunun bu konuda kesin ilgisini ve desteğini kazanmıştır.bir diğer net olay da filmin sonundaki, ülkesine tek bir kurşun dahi atmadan dönen askerleri tıpkı vietnam ”kahramanları “ gibi karşılayan amerikan halkı ve daha da ileriye gidip “kahramanların” otobüsüne atlayıp tek tek hepsiyle tanışmak isteyen ve bir başka savaş yüzünden akli dengesini yitirmiş gibi betimlenen amerikan vatandaşının görüntüsüdür.bu kısımda görülüyor ki bahsettiğimiz cnn röportajları ile çoktan kamuoyu savaş konusunda bilgilendirilmiş.ancak bu bilgi abd kongresinin bütçe aktarımlarında halkın desteğini alarak meşrulaştırmak için gerektiği kadar bir bilgi olacaktı.zira otobüse atlayan ve yol kenarda yığınlanan diğer yurtseverler gurur duydukları o askerlerin “tek bir kurşun bile atmadığından” habersiz şekilde onlara dokunmak istiyorlardı ve hatta vatanlarına ilk ayak bastıklarında biralarını paylaşıyorlardı.başta da söylediğimiz gibi bir kapalı bir ipucu vardı kamuoyu’na dair. kapalı çünkü filmin işlenişi itibariyle savaşın sadece bir tarafı gösterilmiştir. amerikan kamuoyu anlatılırken, savaşın diğer tarafı yani ırak’lılar hakkında bize sadece onların ölüleri bir şeyler anlatabiliyor. haberlerinde cihada çağrılan ırak’lıların bölgeden kaçma çabasında olduklarını, tam da kaçarken üstlerine yağan bombalar yüzünden katlolundukları son vaziyetlerinden anlayabiliyoruz. arabalarıyla konvoy şeklinde bir yerlere gitmeye çalışan ve akabinde ölen ırak’lıları bulan swafford kül olmuşlarında birine “zor bir günmüş” diyerek aslında empati kurmaya çalışmıştır. yönetmen bu empati sahnesiyle bize aslında iki tarafın da yani birbirini düşman olarak görenlerin tamamının aynı acıları çektiğini ifade edebilmiştir.kısaca kamuoyu; söz konusu savaş olduğunda, ya –amiyane tabirle- galeyana getirilen ya da bombaları üstüne yiyen taraflar olmaktan ileri gelememiştir. tarih bunu ispatlayan örneklerle doludur. etkinlik anlamında belki de kamuoyunun en etkin olduğu an yine diplomatlar tarafından yönlendirilmiş siyasilerin yönlendirdiği fikirleri doğrultusunda savaş lehine oy attıkları andır.diplomasifilmin içeriğinde özellikle körfez savaşında kullanılan diplomatik argümanlar kara komedi şeklinde anlatılmış. bu anlamda yönetmen aktarımı sorunsuz yapması itibariyle başarılı sayılabilir. bizse savaşın hep bahsedilegelen kasvet dolu diplomatik ağından kasıtlı bir kaçışla, yönetmenle özdeş bir tavırla daha fazla ilgimizi çeken taraflara dikkat çekmeye çalışacağız.onlardan biri; filmde çok önemsiz gibi gözükmesine rağmen, amerikan askerlerinin çölde karşılaştığı araplarla selamlaşma ritüeline dair sahne idi. olay anında sol elini sallayarak selam veren bir amerikan askerini, bir diğeri sol eliyle değil de sağ eliyle vermesini salık verir. nedenini de arap halkının tuvalette sol elini kullanması nedeniyle karşı taraf bunu hakaret olarak algılayabileceği idi. görüyoruz ki diplomasi sadece yüksek şuurların olduğu yerlerde değil de çıkarların karşılaştığı her noktada kullanılabilmektedir.ulusal ve uluslar arası ortamulusal ortam bağlamında aslında daha önce açtığımız kamuoyu başlığında konuya girmiştik. ancak yine o eksenden uzak, filmde can alıcı doneler mevcut ve biz bunlara değinmek istiyoruz.ta başta, filmin başkarakteri olan er belli ki orduyu koleje gidemediği ve başkaca da çıkar yolu kalmadığından seçmişti. anlıyoruz ki abd’de askerlik konusu her şeyin ötesinde bir kariyer alanı ve bu biliyoruz ki öldürmeye dayalı bir alan.20 yaşında bir gence, toplumun böyle bir seçenek sunarak yönlendirmeyi düşünmesi bile toplumsal psikolojinin ne denli irrasyonel olabileceğini gösteriyor.orduya katıldığı andan itibaren ilk zorluk fiziksel eğitimlerin yanı sıra yine ulusal bilince açık seçik belli eden vietnam ve onun getirdikleridir. vietnam skandalı yüzünden rehabilite dahi olamayacak bir babanın oğlu olarak katıldığı orduda sanki bundan hiç ders alınmamışçasına başroldeki er vietnam ruhuna yakın olmamakla suçlanmıştır. bu da gösteriyor ki ulusal bilinç o tarihlerde dahi aradan yıllar geçmesine rağmen eksenini değiştirmemiştir.hepsinden öte uçakta savaşacakları düşündükleri çöle doğru giderken, askerin avrupa’ya gittiğini sanması ayrıca traji-komiktir. zira dünya haritasında amerika dışında bir tek avrupa’yı bilmeleri ve onu da ancak düşman olarak tanımış olmaları, globalleştirdikleri dünyayı kendilerine ne denli mündemiç hale getirdiklerini göstermektedir. ulusal açıdan bakıldığında film ne yazık ki ırak tarafına dair bir anlatım sunmuyor. bu bir anlamda etnosantrik bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. ancak yönetmenin diğer filmlerine bakıldığında, bu tür bir dar kalıplılığa girmeyebileceği tahmin edilebilir. zaten demin de dediğimiz gibi kendi tarafını anlatırken yönetmen ziyadesiyle amerikanları komedize edebilmiştir.sonuç ve değerlendirmebu film geneline bakıldığında izlemesi, bire-bir benzese de full metal jacket kadar, kolay olmadığı barizdir. ancak değerlendirmesini yaptığımız ana ve tali başlıklar anlamında (diplomasi, kamuoyu, ulusal ve uluslar arası ortam, dış politika ve çevre vb.) bize yeterinden fazla bilgi sunmaktadır. hatta günümüze atıfta bulunan edasıyla da, yaşadığımız tarihte neler olabileceğinin de öngörülerine dair yardım etmektedir. özellikle “baba” bush’un dönemini anlatan bu film, george w. bush’un yaptıklarını ironize etmektedir.en nihayetinde de filmin üstüne sinen savaş kasveti hakkında da yorum yapma hakkını kendimizde bulabiliyoruz. savaş; onunla alakası olmayan hayatları kullanarak beslenir ve silahlarıyla dünya toprakları üzerinde, bir diplomatın da dediği gibi, yara izleri yaratır. ancak savaş diye bir fenomene böylesi anlamlar yüklemek, en az trafik problemini “trafik canavarı” nın üstüne atmak kadar aciz bir yaklaşımdır.hepsinden ziyade; savaşın, “globalleşen” ve modernleşen dünyada hala diplomatik bir tehdit unsuru olarak kullanılması, gelişmişlik olgusunu sakatlamaktadır.bu anlamda ordu komutanlarının ve diplomatların ve olayın tümünden nema sağlayan politikacıların tehdit algısı”nı daimi suretle genişletmesi, savaşsız dünyalar düşleyenleri rüyalarında karabasana tutturmuşlardır.bireyler olarak kişisel anlamda yapabileceğimiz ilk şey belki de bu tür dehşetleri sadece filmler yine bu dehşeti yaratanlar tarafından önümüze getirilmeden hatırlamak, hatırlamadığımız anda da erdemli insanların yapacağı gibi çözümler sunabilmek olacaktır. böylesi duygusal yolları aradıktan sonra, bu tip olayları yaratan mercileri işgal ettiğimiz esna da ehliyet sahibi insanlar olarak hatırımızı kuvvetli tutmak ve icracı olmak, savaşsız bir dünyayı “dilemekten” daha samimi bir davranış olacaktır.
(kerrake - 11 Kasım 2009 12:13)
herkesin filmden bahsettiği ama kimsenin terimin kökenine inmediğine şaşırdığım başlıktır. amerikalı bir askere sormuştum ve bana şu açıklamayı yapmıştı.askerlerin özellikle marine corps askerlerinin saç traşı şekline alay edilmek için takılmış bir isimmiş. sadece tepede bir tutam saç bırakıp geriye kalanı kazıyınca reçel kavanozu gibi bir kafa ortaya çıkıyor tepede de kavanozun kapağı gibi saç bırakıyorlar demişti. bunu diyen de emekli kurmay deniz kuvvetleri pilotuydu. alay edilmek için kullanılan terimin yapışıp kalmasına örnek bizde de kısa dönemlere poşet denilmesini gösterebiliriz.
(windrider - 26 Nisan 2014 17:04)
sam mendes'in kötü filmi.bir kere film ordu, askerlik vs. üzerine yeni hiçbir şey söylemiyor. amerikan deniz piyadelerinin eğitimlerinin çok zorlu olduğunu, üstlerin piyade adaylarını sürekli aşaüıladıklarını, deniz piyadelerinin diğer ordu birimlerindne farklı bir ethosları olduğunu bilmeyen kalmadı artık. jarhead bunları tekrar ediyor.askerlerin savaş döneminde en çok sıkıntıdan ve bir şey olmasını beklemekten dolayı delirme noktasına geldiğini ve bir çatışma olduğunda bunu sevinçle karşıladığını da vietnam savaşı kitap ve filmlerinden biliyoruz. jarhead bunu da tekrar ediyor.filmin en sorunlu tarafı siyasi konumlanışı. birinci körfez savaşı'nı hiç bir çekince olmadan meşrulaştırıyor. ırak'ın kuveyt'i işgali haberinden sonra kuveyt büyükelçisinin amerika'yı yardıma çağıran acıklı mesajı var. o kadar. tamam, bir holywood filminde tutarlı bir bağlamsallaştırma beklemiyoruz ama meseleye başka türlü bakılabileceğine dair bir ipucu ver be adam!ikide bir bir yolunu bulup saddam'ın kürtleri ve iranlıları kimyasal silahla öldürdüğü hatırlatılıyor. saddam'ı iran'ın üzerine kim saldı, kürtlerin katline kim yeşil ışık yaktı, hiç birine dair en ufak bir şey yok.pespaye bir oryantalizmin de izleri var filmde. sürekli çöl, çöl, çöl. iraklılar neredeyse hiç gösterilmiyor. abdlilerin ırak gibi dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden birini çölden ibaret zannetmelerinin zavallılığı burada da var.filmin bir yerinde bir subay aslında senede 100 bin dolar kazanıp, çok mutlu bir hayatı olabilecekken niye bu mesleği seçtiğini, "seviyorum bu işi anlıyor musun" tarzında gülünç biçimde anlatıyor. evet, biz abd ordusuna katılanların etnik ve sınıfsal geriplanlarını bilmiyoruz, biz aptalız, tüm askerler kahramandır masalını yeriz.yönetmenin bir yerde "attırdığı" yabancılaştırma efekti dışında hiç bir akılda kalacak yeri olmayan, kötü çekilmiş, siyaseten fazlasıyla muhafazakar, zaman zaman gerici bir film. son olarak düşünelim, bu zamanda niye birinci körfez savaşı hakkında bir film?
(ottoman vampire - 6 Kasım 2005 21:47)
mesaj vermekten cok bir askerin gozunden orduyu ve sava$i yalin bir $ekilde anlatan (ki zaten kaynagi gercekten bir askerin ya$adiklari oldugu icin burda bir terslik yok) anlamak isteyene yeterince net mesajlar veren gayet kaliteli bir film.
(fall blau - 7 Kasım 2005 10:01)
genç adamımız ırak'a gitti, eğitildi, aşağılandı, pislendi, çoştu, öğrendi, geri geldi. annesi babasıyla derdi neymiş, silah ortağı neciymiş, işimiz olamadı. korkak ama sevimli çocuk bir kahraman olarak ölmedi, cıvıtıp ortalığa atılanlar salaklıklarının bedelini ödemedi, düşman ıraklılar neredeyse hiç görünmedi; seyirciyi yakalayacak bir patlama noktası, bir duygusal zirve hiç gelmedi. niye seyredilsin bu film öyleyse? anthony swofford ve arkadaşlarının savaş esnasındaki mallıkları için mi? bir kez bile ateşlememiş adam tüfeğini. nerede bu savaşın bize vah vah dedirtecek korkunç yüzü? bu dönenlerin mallığında. bildik savaş filmlerinden, kahramanlık hikayelerinden değil jarhead. seyirciye biraz uzak duruyor, parçalarının birleştirilmesini istiyor. çıkan, söylenen çok yeni ya da gerekli bir şey değil, günümüzde yankılanan geçmiş sadece. bir de kişisel nefretlerini kusabilmek için öldürmeyi bekleyen askerlerin vahim durumu. bunlar sallanmayıp petrollerin yandığı sahneler için bile görülebilir. ellerine sağlık roger deakins.
(amphibian - 9 Aralık 2005 16:06)
"fena degil" bir film. anti - savas olmadigi icin begenip begenmemem konusunda karar veremezken, bir filmin illa ki cok net bir tavirla "hayir!" diye bagirarak msj vermesinin gerekmedigini anladim. cünkü bu film savasi degil, savasin icindeki insanlari da degil, sadece ve sadece bir avuc dolusu keskin nisancinin hikayesini anlatiyor. evet, bazi sahneler cok sig olabilirler, ama sanirim hayat her kosulda - bu kosul savas kadar büyük ve ürkütücü olsa da - yüzeysel olabiliyor; tam olarak o hayati yasayan insanlar kadar.körfez savasina katilan askerler vietnamdakiler gibi zorla degil, (öyle ya da böyle) kendi istekleriyle savasa katilmislardir. sanirim cogu maddi nedenlerden dolayi böyle bir karar almistir ve bu güzel bir is olmasa da "madem burdayiz, isimizi halledelim" zihniyetiyle sürdürmüslerdir askerlik hayatlarini. filmin bir sahnesinde "fuck politics" deniyor ve sanirim filmi en iyi özetleyen cümlelerden biri de bu: hayir, propaganda yok ve evet, "savasa karsiyiz" msj'lari verilmiyor. aslinda film nötr olmayi basarmis; hic bir sahnede aglamaya tesebbüs edilmiyor, hic bir sahnede fazla gülünmüyor, hic bir sahnede fazla heyecanlanilmiyor; askerlerin masturbasyon, apocalypse now'u izleyip anlamamak, spor, uzaktaki sevgilileri düsünmek ve can sikinti ile gecen günlere eslik ediliyor daha cok. izleyiciye yaklasmamayi tercih ediyor, büyük bir mesafe var. resimler güzel, soundtrack cok uygun, jesus walks'a bayiliyoruz, jake sen cok yasa ve hep böyle iyi oyna.belki büyük bir film degil, belki önemli bir film degil. ama "fena degil" bir film.(kizlara ve homoseksuellere kücük bir) not: jake gyllenhaal'in ne kadar yavru bir insan oldugunun bir kaniti daha, iki saat boyunca salyalarim akti, evet. o nasil bir sirt, o nasil bir dudak, nasil bir gülüs, o nasil gözlerdir alaaam. "mmm" ve hatta "ohs", afedersin.
(chileksuyu - 9 Şubat 2006 02:04)
açıkçası filme gitmeden önce bir yerlerde savaş karşıtı bir film olduğunu okumuş hafiften tırsmış idim. zira sizi bilmem ama bir milyonuncu defa "bakın savaş işte böyle fenadır insanlar falan ölüyor" mesajı almaya hiç hevesli değilim ben. salak değiliz o kadarına bizim de aklımız eriyor hamdolsun. o yüzden başta sırf işin içinde sam mendes ve jake gyllenhaal olduğu için şans verdim bu filme. ve gördüm ki süper de bir iş yapmışım (aferin bana). sam mendes kendine yakışır biçimde tüm derdi, savaşa giden ortalama bir insan evladının neler yaşadığını, neler hissetiğini, neler gördüğünü anlatmak olan şahane bir film çıkarmış ortaya. ne luzumsuz bir dramatizasyona tenezzül etmiş ne de seyirciyi aptal yerine koyan kör gözüne parmak bir anti emperyalist ya da savaş karşıtı mesajlar verme derdine düşmüş. ortada savaşa giden sizin benim gibi sıradan bir adam var. ne düşünür bu adam? bütün gün oturup kahrolsun amerikan emperyalizmi mi der? ya da bütün gün tüm düşmanlarımı öldürmeliyim yaşasın amerika diye mi sayıklar? ikisi de olmaz ya da daha doğrusu her ikisi de olabilir. esasen böyle bir adamın gün içerisinde düşünceleri "ne bok yiyorum ben lan burda ne için kim için savaşıyorum" ile "biraz hareket olsa da geldiğimize değse, bir kaç düşman vursam da evime kahrman olarak dönsem" arasında gidip gelir. geride bıraktıklarını düşünür, evini özler, ölmemek ister, düşmanını öldürmek ister, ölü bir adam görünce midesi kalkar, kusar, içki bulursa içer ve fırsat buldukça otuzbir çeker falan filan...zaten bildiği şeyleri (ırak savaşı sırf amerika'nın emperyal amaçları için tezgahlanmıştır, saddam amerika'nın oyuncağıdır falan filan) bir de sinemada duyup kendi kendini onaylamak ihtiyacı duyanlar bu filmden umduklarını bulamayacaklar, hayal kırıklığına uğrayacaklardır (beter olsunlar diyesim var) ama gerçek bir film izlemek isteyenlerin sinemadan halay çekerek çıkacaklarını, american beauty'den sonra sam mendes'a bir kez daha "aferin lan sam" diyeceklerini gönül rahatlığı ile müjdeleyebilirim...(not: herşeyi geçtim sırf "something in the way" için bile verdiğim parayı haketmiştir bu film. ne güzel yakışmış o şarkı o sahnelere. hastası oldum)
(days - 11 Şubat 2006 22:55)
en başta film hakkında söylenmesi gereken şey, o çok bilinen aksiyon - savaş filmlerinden biri olmadığı. bu tür filmlerin olmazsa olmazı bol bol mermiler, patlayan bombalar, parçalanan binalar, havaya uçan arabalar, kopan eller bacaklar yok burada. jarhead, savaşı kendine temel alan ama savaş üzerinden politik değil toplumsal/bireysel mesajlar vermeyi hedefleyen bir yol çizmiş kendine. zaten american beauty ile bunu pek iyi şekilde başarmış olan sam mendes, burada da başarılı bir anlatım gerçekleştirmiş ( jarhead, her ne kadar bir savaş filmi olsa da söylemek istedikleri american beauty ile tamamen aynı: dışlanmış genç nesil).film öncelikle kendi türünden pek çok yapımdan esinlenen karma bi film gibi. içinde black hawk down misali ışık oyunları, saving private ryan tarzı yerden düşe kalka ilerleyen kamera hareketleri içeriyor. konu ise bi tutam all quiet on the western front, bi tutam apocalypse now, biraz fazlaca the thin red line, bol bol da full metal jacket baharatlı. hatta filmin ilk başı neredeyse tam bir full metal jacket yeniden çekimi gibi... sam mendes özellikle full metal jacket ın sertliğini, the thin red line nin de şiirsel anlatımını birbirine karıştırmak istemş ve pek de lezzetli bir iş çıkarmış.ama jarhead diğer filmler gibi savaş karşıtı bir söylem peşinde koşmuyor, ya da bunu ayan beyan bir şekilde dile getirmiyor. çünkü savaşa karşı nutuklar atabilecek, onu sorgulayacak karakterleri yok filmin. filmdekiler, amerikanın white trash denilen işe yaramaz, ne parası ne işi ne de doğru düzgün bir aile ilişkisi olan 20 yaşlarında, kendini bir şekilde bir yerlerde ispatlamak isteyen gençler... savaş hakkında bildikleri tek şey öldürmek ve ne anlama geldiğinden bihaber oldukları ''vatan sevgisi'' uğruna birşeyler yapabilmek. vatan sevgisi için savaşmanın ne demek olduğunu ise ancak savaşın acı yüzünü gördükten/göremedikten sonra bilinçli/bilinçsiz bir şekilde aynen all quiet on the western front da olduğu gibi savaş sonrası evlerine döndüklerinde keşfedebiliyorlar.ve aslında bu bakımdan film en önemli savaş karşıtı söylemlerden birini de hiç söylemeden/duyurmadan/kaş göz yarmadan gerçekleştiriyor. yüzyıllardır savaşlar, savaşların asıl nedenini bilmeyen ama bunun yanında vatan uğruna/din uğruna/kral uğruna savaşarak ölmenin kutsal olduğuna inanmış binlerce insanın birbirlerini boğazlamasıyla gerçekleşir.(pek az savaş vardır ki tarih boyunca gerçekten dürüst ve onurlu bir nedeni olsun). burada da karakterler neden kuveytlileri korumak zorunda olduklarını bilmiyolar. film içinde ne full metal jacket ın joker i gibi entellektüel biri, ne de the thin red line ın orta sınıftan gelmiş romantik kahramanları var... sadece bir ara birisi petrolden, saddam ın bu kadar silahı nerden bulduğundan bahseder gibi oluyor,ama ülkelerine sonsuz güven içindeki diğer askerler tarafından susturuluyor.herhangi bir savaş karşıtı söylem üstlenmeden çok gerçekçi olabilen film aynı zamanda hiç bir çatışma sahnesi göstermeden de çok iyi bir şiddet gösterisi olabilmiş. ama bu silahlardan çıkan, mermilerin neden olduğu maddi bir şiddet değil, askerlerin savaş içinde ve dışında yaşadıklarının, kendi içlerinde yarattığı bir şiddet. şöyle ki filmde ki tüm karakterler itilmiş ve dışarıda kalmış gençler. kendilerini ispat edecekleri tek yer olan orduya gelmişler, kahraman olabilmek için onca zorlu eğitimden geçmişler, yerlerde sürünme, sabah akşam koşma, sürekli üstler tarafından aşağılanma hatta bok temizleme ile karşılaşmışlar, tüm bunlara göğüs germişlerdir. bir yandan da sürekli olarak katil oldukları kafalarına sokulmuştur. ama gel gör ki ellerinde ki tüfekleri ateşlemek, hayatlarında ki tek amaç omuş olan ''bir ıraklı öldürmek''* fiilini bile yerine getiremiyorlar. yani loser her yerde loser. aynı tatminsizlik, aynı beceriksizlik, aynı kendini göstermek için ''fırsat yakalayamama'' durumu devam ediyor. erkekler, aletlerini kullanamıyorlar;ne silahlarını ne de silahın erkek vücudunda ki simgesi olan cinsel organlarını... (film boyunca adam öldürmek için yanıp tutuşan filmin baş karakteri, tuvalette sevgilisinin resmine bakıp başarılı bir masturbasyonda gerçekleştirememektedir). sonuç olarak jarhead, belki körfez savaşının siyasi yanlışlarına sağlam bir gönderme yapmıyor ama normal bir bireyin toplum içinde 'var olma' mücadelesini ve başarısızlığını çok güzel bir şekilde gözler önüne seriyor. ellerine sağlık sam amca...
(jesus vs mohammed - 13 Şubat 2006 22:22)
şu ana dek pek girilmemiş ve işlenmemiş bir yerden savaşı gördüğümüz sam mendes filmi.. genel kanıyaysa katılıyorum; bu bir savaş filmi değil, kesinlikle bir asker filmi. ve öyle klasik bir "savaş psikolojisi" üzerine oturtulmuş bir asker filmi değil. biz savaş filmlerinde şu ana dek hep kahramanlık gördük. çatışan, aksiyon içinde olan, ölen, öldüren askerler gördük. ama jarhead'de durum çok farklı, ve kim ne derse desin 20.y.y. gerçeklerine göre çok daha gerçekçi. konu sadece amerika olmamakla birlikte; geçtiğimiz yüzyılda yapılan savaş ya da en azından savaş girişimlerinde kahramanlık olmadı. ölen ya da öldürülen askerler orana vurduğumuzda o kadar da önemli bir kitle değildi. teknolojinin ve emperyalizm politikasının olduğu bir savaşta pek çok asker aslında kelimenin tam anlamıyla "işlevsiz"di ve sadece rakamsal çoğunluğu sağlamak adına o üniformayı giyiyordu. orta çağdan itibaren kılıçla kalkanla kazanılan kahramanlık savaşları, dünya savaşlarıyla birlikte geride kaldı. ama onlarda dahi ortada işlevini yerine getiren tüfekler, miğferler vardı. ama jarhead'de gördüğümüz körfez savaşı'nda ve çıkan bir kaç tek tük mini-savaşta daha sonucu belirleyen ne kılıç, ne tüfek, ne de miğfer oldu. "güç" değerleri hayli değişmişti çünkü. savaşlar çok daha soyut ve değersel etkenlerle kazanılır olmuştu. (en büyük örnek tabi ki amerika) hal böyle olunca savaşa gönderilen yarım milyon askerin sadece sayısal bir rakamdan ve ve ülke vatandaşlarına verilen milliyetçi bir pompadan ibaret olduğu açık. bu filmde askerler bu yüzden bekliyor. aylarca alınan eğitim, televizyonda ceset görünce midesi bulanan insanları öldürmeye programlı bir hayvan haline dönüştüren sanal psikoloji, ve niçin savaştıklarını bile bilmeyen apolitik askerlerin üzerine örtülen suni bir vatan sevgisi, yapay bir kahramanlık sevdası. bu savaşta hiç bir işlevlerinin olmadığı ve savaşa hiç bir şekilde müdahale edemeyecekleri gerçeğini hissettirmeden onları bir çölün ortasında aylarca bekletebilme kabiliyeti. ve sonunda aylarca tam teçhizat nöbet tutmasına rağmen bir kez bile düşman göremeyen askerin bir ıraklı subay görünce onu vurmak ve en azından bir şey yapabilmenin tadına varmak için üssüne yalvarması. havaya atılan ateşler.. yakılan kamuflajlar.. topu topu bir kaç dakika süren ama yine "boş" bir aksiyon, ve savaş bitince yapılan nedensiz bir kutlama.. savaşın anlamsızlığını pek çok film işledi şu güne dek, savaşı eleştiren yüzlerce sinema filmi çekildi. ama bir askerin hissettiği bu "işlevsizlik" duygusunu irdeleyen ilk ve tek güncel film oldu jarhead.. o yüzden bu filmi full metal jacket'la ya da diğer savaş klasikleriyle kıyaslayıp bir yardıya varabilmek neredeyse imkansız. işlenen tema "sıkıntı", hiç bir şey yapmadan aylarca asker üniforması içinde oyalanmak, askercilik oynamak. dünyanın her yerinde olduğu gibi.
(sir gawain - 6 Mart 2006 03:53)
Yorum Kaynak Link : jarhead