• "şimdi de pink floyd ve arkadaşları söylüyor: the wall.. <trt3 spikeri>"
  • "the wall bir album degil, devasa bir single’dir."
  • "filmini bikaç kez izledikten sonra albüm eskisi gibi dinlenemez, gözlerinizin önüne çekilen perdede sahneler hiçbir notayı kaçırmadan yerini bulur.."
  • "şimdiye kadar yaratılmış en iyi konsept albüm, bir pink floyd klasiğidir.filmi ise ömür boyu o lanet beyninizden çıkmayan flashbackler yaratır.''...open your heart im coming home''"
  • "sadece bir müzik eseri bir albüm ya da bir film değil... bir bakış açısı, bir paralel evren..."
  • ""bunu yapan insan olamaz" söyleminin dünyada en çok uyabileceği müzik albümüdür."




Facebook Yorumları
  • comment image

    her eserin ideal olarak tam isabet ettiği bir yaş vardır. mesela suç ve ceza için bu yaşın 17-19 arası olması, buna karşılık tutunamayanların 22-25 olması tutunamayanlar'ın suç ve ceza'dan daha yüksek kapasite işi olduğu anlamına gelmez; yine suç ve ceza'dan 35 yaşında bir adamın tat almayacağı anlamına da gelmez. ama suç ve ceza en çok 17-19'da çarpar adamı, yeni ufuklar açar önünde, 35'inde o etkiyi yapmaz. 35'inde o etkiyi mesela belki kayıp zamanın izinde yapar. böyledir bu işler. ama bu yaş olayı, eserler arasında bir hiyerarşi anlamında değildir.

    the wall'un da 19'un asi gencine hitap etmesi onu eric clapton'ın herhangi bi albümünden aşağı koymaz. en çok o yaştaki adam için çarpıcıdır yani, önünde yeni ufuklar açar.


    (efendilerus - 4 Ağustos 2009 15:57)

  • comment image

    dikkatli dinlenildiginde ilk sarkinin basinda kisik bir sekilde "...where we came in" bolumunu, albumun son sarkisinin sonunda da "isn't this..." sozlerini arka fonda ayni melodi calarken duyabilirsiniz. bu sayede albumun sonu basina "isn't this where we came in" seklinde baglanmistir.

    daha da eglencelisi, filmin dvdsinde de, creditsin sonunda da ayni cumleyi duyabilirsiniz.


    (sacredone - 20 Aralık 2002 16:55)

  • comment image

    the final cut gibi roger waters'ın solo albümü niteliği taşımasa da, yine de ona yakındır. bakıldığında bütün sözler birçok pink floyd albümünde olduğu gibi yine roger waters tarafından yazılmıştır. ayrıca, parçaların müziklerinin de çok büyük kısmı da kendisi tarafından bestelenmiştir. david gilmour sadece young lust ve run like hell'in müziklerini bestelemiş ve comfortably numb'un müziğini de roger waters ile beraber yapmıştır. albümün prodüktörlüğünü üstlenen bob ezrin de the trial'ın müziğini bestelemiştir.

    albümdeki pink karakterinin babasının 2.dünya savaşında ölmesi gibi birçok örnek roger waters'ın hayatını yansıtır. bu da albümün otobiyografik yönü olduğunu gösterir. zaten grubun kariyerine bakıldığında da, albümü en çok sahiplenen haklı olarak roger waters olduğu gözükür. kendisi her zaman dark side of the moon'u omuz omuza çalışılmış tam bir grup albümü olarak görürüken, the wall'un her zaman kendi eseri olduğunu düşünmüştür. zaten konserde sahneye duvar inşaa edip grubun kendisini seyirciden soyutlama olayına diğer üyeler pek bayılarak bakmamıştırlar. david gilmour seyirciyle bir sorunu olmadığını, rick wright ise bu fikre şiddetle karşı çıktığını ama konserde duvarın tiyatroya dönüşmesiyle bambaşka bir hal aldığını söylemiştir.

    albümün kayıtlarının gergin geçmesinin bir sürü nedeni vardır. ama bunlardan en önemlisi pink floyd'un 1978'de mali müşavirleri yüzünden düştükleri vergi batağından bu albümü yaparak kurtulma çabasıdır. bu olay grubun ve özellikle projenin lideri roger waters üzerinde büyük baskı yaratmıştır. tabii o dönemde roger waters'ın grup içindeki kontrolü iyice ele alması ve diktatörlüğe giden yolunda david gilmour'la çok fazla sürtüşme yaşamaları da önemli bir konudur. bu albümün kayıtları sırasında roger waters'ın rick wright'ı haksız yere kovduğu söylenir hep. ancak olay da rick wright'ın suçu da büyüktür. albümün esas yükünü çeken roger waters, emi'nin eğer albümü 1979 christmas'ına yetiştirilmesi durumunda bir sürü kolaylık sağlayacaklarını söylemesi üzerine, albümü planlanandan biraz daha erken bitirmek için tatil yapan rick wright'tan gelmesini ister ama rick wright siktire yakın bir cevap verir. bu durumda roger waters kayıtlarının bitmesine yakın rick wright'a dönüp artık onun grubun üyesi değil maaşlı olduğunu söyler. nick mason bu durumu roger waters'ı kötü adam pozisyonuna düşürdüğünü ama mali krizden gözü korkmuş olan rick wright'ın işine geldiğini söylemiştir, çünkü maaşlı olması durumunda parasını alıp konserlerin kar ve zararına ortak olmayarak aradan sıyrılmıştır. ama yıllar geçtikten sonra her röportajda "evet ama roger beni kovdu" gibisinden ağlar. bu da pek akla mantığa sığmaz. çünkü 1985 yılında pink floyd'dan ayrıldıktan sonra grubun devam etmemesi için diğer üyelere dava açan roger waters, davayı kaybetmiştir. bu da roger waters'ın rick wright'ı kovmak gibi bir yetkisi olmadığını apaçık göstergesidir. bu davada bu albümle ilgili önemli bir detayda, the wall'un bütün haklarının roger waters'a verilmesidir. bu durumda roger waters olmadan pink floyd'u devam ettirme hakkını elde etmiş david gilmour, the wall konserlerini yapabilme hakkı roger waters'ın olmuştur. bunu da solo kariyerinde, roger waters gayet kullanmıştır. 1990'da the wall live in berlin'i gerçekleştirmiştir, sonra da onu cd ve video olarak da piyasaya sürmüştür. 2010'dan beri yeni bir the wall turnesi sürdürmektedir. hatta turnenin sonunda, konser dvdsini çıkaracağını söylemiştir.


    (roger waters - 11 Şubat 2012 10:15)

  • comment image

    albümün en başında, müzikten önce, dikkat kesilirseniz, çok kısık bir şekilde, where we came in denildiğini duyarsınız. aynı şekilde albüm biterken, son şarkı da tamamlandıktan sonra aynı adamın isn' t this dediğini duyarsınız.

    böylelikle albüm komple loop' tayken isn't this where we came in şeklinde bir cümleye dönüşür, tek başına anlamsız olan bu kelimeler.

    albümün ismi ve içeriği duvarken elbet burada kast ettiği, bu toplumla bizi ayıran duvarların arkasına tam da bu noktada girmeye başlamadık mıdır roger waters'ın.

    hayatın birbirini takip eden, arada bir sosyalleşilen, ama ekseriyetle dış dünyadan kopuk bir bunalım(bunalımın tanımı burada çok önemli hale geliyor) yolculuğu olduğunu bile ima ediyor olabilir hani roger waters burada, bununla.

    nihayetinde burada; duvarları asla tam olarak arkamızda bırakamayacağımızı, kanayan kalplerin(!), bizi sevenlerin(!) asla bunalımımızı yaşamamıza, kozaysa kozamızda, hapishane ise bize özel hapishanemizde kalmamıza asla izin vermeyeceğini, sırf belki de bu iç dünyaya olan yolculuğumuzun tam olarak yaşanamamasından dolayı, veya sadece insanın doğası gereği, tam da bir önceki duvarımızın yıkıldığı yerde, bir çoğu aynı olan tuğlalarla yeni duvarımızı ilk günden tekrar örmeye illaki başlayacağımızı söylüyor sanki roger waters benim algıma.

    roger waters'ın dehasının çok ufak bir kısmı sadece. kanımca.


    (rogerian - 21 Haziran 2012 20:00)

  • comment image

    daha kuccukken soyle yazmisim:
    "harikulade bir album, harikulade bir film. daha iyisi olamazdi.
    zaman makinasinda yapacagim yolculuklardan biri kesinlikle the wall albumunun ciktigi gune ingiltere'yedir."

    hala gercekten de the wall'un ciktigi ilk gune gitmeyi istiyorum. dusunsene radyodan haberini duyuyorsun ya da arkadastan ogreniyorsun ki pink floyd yeni bir album cikaracakmis. o gunun gelmesini bekliyorsun. "acaba yine cok guzel olacak mi?" diye merak ediyorsun. sonunda o gun geliyor ve pink floyd'un yeni albumunu alip eve gidip dinlemeye basliyorsun. another brick in the wall'lar basliyor -ne oldugunu sasiriyorsun, egitim sistemine; ikinci dunya savasi yuzunden cocuklari babasiz buyuten igrenc savaslara, politikalara giydiriyorsun-. sarkilar gectikce sanki bir romandaki gibi bir cocugun nasil "kayboldugunu" takip ediyorsun. arada "mother" diye hakkinda gunlerce konusabilinecek bir sarki geciyor, hey you'lar, comfortably numb'lar falan... derken the trial, outside the wall ve album bitiyor... ne yapti insanlar, ne dusunduler gozlerimle gormek, o gune sahit olmak istiyorum. "pink floyd bozmus ya son albumleri olmamis" diyen zibidiler var miydi mesela? yasca bu doneme yetisenlere sordum birkac kez lafi gecince de boyle tatmin edici yanit alamadim...


    (kelek - 1 Eylül 2012 21:21)

  • comment image

    duvar (1): isim bir yapının yanlarını dışa karşı koruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran, taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan veya örülen dikey düzlem. (tdk'ya göre.)

    duvar(2): iletişimsizlik, önyargılar, korkular, toplum baskısı, düşünce kontrolüne dönüşen eğitim, insanın benliğini ele geçiren tüketim ve sahteliği, savaş ve yıkımlar, faşizm, yalnızlık gibi tuğlalardan oluşan, kişinin kendini izole etmesine sebep olan bir çeşit deliliğin ve savunma mekanizmasının imgesi.

    buydu benim için duvar, the wall adındaki progressive rock tarihinin şüphesiz ki en iyi albümünü dinledikten ve alan parker'ın gerald scarfe'ın müthiş görselleriyle süslenmiş filmini izledikten sonra.

    1979 yılında çıkan the wall sadece bir albüm değildi benim için, özgürlüğümün savaşıydı. evet, yukarıda anlattıklarımın yanı sıra the wall bir özgürlük hikayesiydi. çünkü duvarları, önyargıları, beyni kemiren tüm kurtçukları yok etmeyi anlatıyordu insanlara. ayrı ayrı oluşan tuğlaların, insanlarda bir araya gelerek oluşturduğu duvarı, bireyin duvarı yıkmak için aradığı çekici ve duvarın yıkılışından sonra yaşadıklarını anlatan bir yalnızlık hikayesiydi benim için. bu yüzden özdeşleştirmiştim kendimle pink karakterini. roger'ı ve syd'i.

    insan garip bir varlık. korktuğunda, çekindiğinde kendini hapsetmek istiyor bazen. duvarı örüyor etrafına, tüm kötü duygularıyla ve nefretiyle harmanladığı harçla bir araya getiriyor tuğlaları. buna gerek duyuyor, çünkü, kendini anlatamıyor, ifade edemiyor. bunu yapıyor çünkü, önyargıları var. insanları umursuyor, üzülüyor, yargılanmaktan hoşlanmıyor fakat yargılıyor. bunu yapıyor çünkü o sadece...yalnız.

    işte duvarın ilk tuğlaları oluşmaya başlıyor. farkında olmadan ''anne'' tarafından besleniyor bu tuğlalar (bkz: mother). acımasız dünyaya karşı korumak istiyor çocuğunu, ona zarar gelmesini istemiyor, onu seviyor her şeyden çok çünkü tek varlığı o. savaşta ölen kocasının ardından tek varlığı çocukları. onların başına kötü şeyler gelmesini istemiyor çünkü onun da bir ''duvar''ı var. ölüm korkusuyla, annelik içgüdüsüyle örülmüş kocaman, zaman zaman çocuklarını boğan bir duvar...işte bu yüzden istemeden kendi korkularını empoze ediyor çocuklarının üstüne, işte bu yüzden kapıdan içeri girene kadar bekliyor onları uykusuz gecelerinde ve işte bu yüzden yardım ediyor duvarın örülmesine. tamamen iyi niyetle ördüğü bu duvar özgürlüğünü kısıtlayan en temel hapishane oluyor. ve bu yüzden küçük çocuk kendinden büyük duvarı ördüğünde soruyor annesine:

    ''anne bu kadar yüksek olmalı mıydı bu duvar?''

    ***

    başka bir tuğla babanın eksikliğinin fark edilmesiyle konuluyor duvara. hiç tanımadığı insanları öldürmek uğruna savaşa giden baba, bir daha gelmiyor. işte bu yüzden yaşlı ve nazik kral george, anneye mektup yazıyor. fakat çok da umursamıyor çünkü c bölüğünden birkaç sıradan hayat silinip gidiyor ingiltere topraklarından.

    ***

    bir başka tuğla okul ile birlikte ekleniyor duvara. acımasız, öğrencilerini küçümsemekten geri durmayan, temelde kendi sorunlarını halledememiş öğretmenler -zira kasabadaki herkes onların egolarının şişman ve psikopat karıları tarafından ayaklar altına alındığını biliyor.- yeni bir tuğlayı daha ekliyorlar küçücük beyinlerin kafasına. ve eğitim adı altında öğretilen milliyetçilik, kültür vs vs bireyin yaratıcılığını tamamen engelliyor. ve savaşlar için yeni komutanların yetişmesine zemin hazırlıyor. bu sefer önyargılarla örülü kocaman bir duvar çıkıyor karşımıza, nazik kral george bile nazikliğiyle aşamaz bu duvarı.

    ***

    ve işte bunlar olurken waters uyarıyor bizi. masmavi gördüğümüz gökyüzünün, uzaktan ılık olduğuna inandığımız denizin imgelerini kullanarak. evet, çocukken gökyüzü sana masmavi gözükecek, deniz sıcacık gelecek belki ama eğer bir gün paten kaymak zorunda kalırsan modern zamanların ince buzulunda, sakın şaşma ayaklarının altındaki buza. kendi derinliğinin ve aklının dışına kayıp tırnaklarınla parçalaman gerekecek o buzulu duvarı örmeden önce.

    ***

    biraz daha büyüdüğünde modern zamanların ince buzuluna ayak uydurmak için tüketim çılgınlığını yaşayacaksın. kendini tatmin etmek için, hiç ihtiyacın olmayan şeyler alıp gerçekten istemediğin işleri yapacaksın. şan, şöhret, para üçlüsü aklını başından alacak ve delicesine isteyeceksin onları. fakat zamanla onlar yeni tuğlalar haline gelecek senin için. çünkü gerçekte ihtiyacın olan şöhretin parlak ışıkları değil. denizin ılıklığını ve gökyüzünün maviliğini tekrar görmek isteyeceksin belki de. ama üzgünüm, buzu kıramadan ördün duvarı. aydınlığı görebilecek kadar yaşayacak mısın bilemiyorum.

    zamanla delireceksin aslında, ilk başta başını döndüren para, şöhret ve kızlar tiksindiğin şeyler haline gelecek. seni anlamayan ve seni aldatan, yaptığın tüm hataları tıpkı öğretmenlerin gibi yüzüne vuran karın da terk edecek seni. sen ona beni şimdi bırakma diyeceksin çaresizce ama o gidecek, ardına bakmadan. senden başkasını seviyor artık çünkü. büyüdün artık, modern yaşamın sahteliğiyle kirlendin yanında seni küçükken yaptığı gibi kucağında avutacak annen yok artık. en büyük korkusunun ardına saklandı o çünkü. öldü. ansızın.

    deliliği kabul ettiğinde favori baltanı yanında taşıyacaksın. çünkü krizlerinden biri her an gelmek üzere olacak. o zaman her şeyi yıkacaksın, küçücük parçalara böleceksin, her şeyi. tüm hislerini. görünen ve görünmeyen her şeyi. evindeki tüm camları, televizyonu kıracaksın. çünkü seni deli eden tuğlalardan birini buldun. ama tek korkun duvarı yıkmak. duvarı yıkmaktan korkuyorsun çünkü duvarın ardındakini bilmiyorsun.

    işte bu yüzden hiçbir omza ihtiyacının olmadığını düşüneceksin, hiçbir ilaç yardım edemez artık senin için. haklısın aslında duvarın büyük bir çoğunluğunu ördün artık. kendini boğmak üzeresin tuğlaların arasında.

    şu ana kadar eklediğin tuğlalarda korkuların, kendine olan güvensizliğin, mutsuzluğun, aldatılman, zamanın sahteliği, gençliğinin şehveti, bitim tükenmeyen isteklerin, tüketimin sana dayatmaları vardı. öyle değil mi? son bir tuğla kaldı eklemediğin. o da en başta korkularınla birlikte var olan çok yakından tanıdığın bir histi. yanızlık.

    yavaş yavaş onu da ekliyorsun boyunu sen küçükken aşmış olan duvara. şimdi beyhude bir haykırışın var duvarın ötesindekilere. hey sen, orada mısın? bana dokunmak ister misin? yalnızlığımı paylaşmak ya da? duvarı yıkmama yardım etmek belki ya da duvarı tamamlamak için son tuğlayı eklemeyi ister misin? seni duyamıyorum, duvar gereğinden fazla büyük. aşamayacak kadar hem de. bunların hepsi birer fantezi mi? ama duvar çok büyük, göremeyeceğin kadar! sakın başaramayacağımı söyleme. kurtçukların beynimi kemirmesinden çok korkuyorum. bugüne kadar birlikte dayandık öyle değil mi? dağılırsak yıkılırız!

    yavaş yavaş hissizleşmeye başlıyorsun. geçmişteki kırgınlıkların, öfken, yalnızlığın, çaresizliğin hissizleştiriyor seni. yeni şeyler arıyorsun. ilaçlar ya da uyuşturucu. ilk başta iyi geleceğine inanıyorsun. fakat zamanla onlardan da tiksiniyorsun. çünkü sana sahte bir mutluluk sahte bir comfor ve uyuşukluk veriyorlar. gerçeklikten kaçmanın tek yolu onlardı ama gerçekliğin tam ortasında buldun kendini. yalnız başına, silahlarını ve zırhını kuşanmadan. bu yüzden onlara olan inancını da kaybediyorsun. çünkü uyuşturucu da ve ilaçlarda tüketimin sahteliğini görüyorsun birçok şey de gördüğün gibi.

    sana kalan birkaç şey var. elektrik, sağduyu, henrix permaların, şiirlerinin olduğu siyah defter. ne kadar da maddi öyle değil mi? fakat yanında hiç etten bir dost durmuyor! onu arıyorsun, karını, ama açmıyor. oh bebeğim, sana telefon ettiğimde evde hiçbir kimse yok! ama bir çift izci botum var.

    keyifli huzursuzluklarından sonra ölmek istiyorsun ama show devam etmeli, öyle değil mi?

    ***

    bunları devamlı düşünmek deli ediyor seni, varoluşundan nefret ediyorsun. her şeyden garip bir nefretle tiksiniyorsun. duvarı çoktan ördün, tuğlaları sağlamlaştırdın. asla yıkılmayacak bir şekilde. her şeye olan nefretin aslında kendine. mahkemeye hoş geldin!

    ve işte tüm hayatın boyunca seni yargılayanlarla yüz yüzesin. onurlu solucan yargıç ve diğer onurlu solucan yargıçlar seni yargılamak için çoktan hazırlanmışlar. kızıl ellerinle yakaladılar seni ve onlar insanca duygular hisseden onurlu solucanlar olduğu için seni aşağılamak zorundalar!

    okul müdürü geliyor, eğer fırsat verselerdi ona, iki tane şamar ve belki daha fazlasıyla adam edebilirdi seni! çünkü belliydi senden bir bok olmayacağı çocukluğundan beri!

    o sırada içeri giriyor annen, tekrar alıyor seni kollarına tıpkı çocukluğundaki gibi, kundaktaki küçük bir bebek misali sallıyor seni kucağında. eğer onun yanından ayrılmasaydın, bunların hiçbiri gelmeyecekti başına.

    karın geliyor içeri. seni aldatan karın. bir güzel de o paylıyor ve diyor ki 'eğer beni dinleseydin, sana yardım etmeme izin verseydin olaylar bu kadar büyümeyecekti.'

    çok garip geliyor sana deli gibi hissediyorsun kendini. evet, garip çünkü, duvarı örmene bu kadar çok yardım eden bu insanlar, duvarda onlarında birer tuğlasının bulunduğunu fark etmediler!

    ve işte bu yüzden solucan yargıç mahkum etti seni duvarı yıkmaya!

    yıkım, çok zor oldu senin için. çocukluğundan parça parça anılar hatırladın. önce hangi tuğlayı çekeceğini bilemedin. fakat çekici bulduğuna inandın. nereden başladığını bilmeden delicesine yumrukladın duvarı, parçaladın tuğlaları birer birer. kaç milyar yaşındaki dünya görmemişti bu ana kadar böylesine bir yıkım.

    ve işte enkazını topluyor insanlar, işe yarar şeyler arıyorlar senin yıkılmışlığının ardında. ya da sağlam olan tuğlaları arıyorlar başka duvarları örmek için. ama aralarında seni gerçekten sevenler de var öyle değil mi? bundan sonra kolay olmayacak biliyorsun, ama korumalısın yüreğini yeni tuğlalara karşı!

    ***

    tuğla pis bir kiremit parçası değildir. sana dayatılan her şeydir. seni izole eden, özgürlüğünü elinden alan, kalbini karartan, her güzelliğin altında bir sahtelik aramana sebep olan, aklına gelebilecek her şey. çevrendekiler, sen, hükümet ve modern dünya farkında olmadan yardım etti duvarı inşaya. biliyorum, örmesi kolay değildi bu duvarı, yıkması da kolay değil. bir an olsun, seni yargılayan her şeyden, mutsuz eden, sahtelik maskesini takmana sebep olan, aptal önyargılarının olmasını ve bunları savunmanı sağlayan her şeyden kopamaz mısın? onlar sadece bir araya geldiklerinde bir işe yarayan -tabii buna da işe yaramak denirse- işe yaramaz tuğlalar.

    hemen çekicini bul ve bireysel özgürlüğünü elinden alan, seni ve çevrendekileri mutsuz eden, kırılganlıklarını, hayal kırıklıklarını parçala gitsin. çünkü korku duvarı örer! nefret duvarı besler! önyargı içinden çıkılamaz hale getirir duvarı!

    ***

    işte bana bunları öğretmişti the wall albüm. bu yüzden her duyuşumda ağlarım bu olağanüstü samimilikteki şarkıları. çünkü bana beni bu kadar iyi anlatan başka hiçbir şey tanımadım hayatımda. bu yüzden adeta bir sosyolog titizliğiyle toplumu gözlemleyen hem duygusal bir şair olan, hem de sert bir müzisyen olan roger waters'a kendimi bu kadar yakın hissediyorum.


    (freddie mercury nin disleri - 26 Mayıs 2013 22:14)

  • comment image

    roger waters tarafindan yazilan, pink floyd tarafindan calinan ve yüzde yüz anlayabilmenin cok zor oldugu albüm, film, konsept, fikir. düz bir cizgide dinlenen albümün ya da düz bir sekilde izlenen filmin düz bir anlami olmadigini belki de bininci* tekrardan sonra anlayabildim. albümde kabuguna cekilmis, yalniz ve depresyonda olan bir rock'cinin gecmisiyle birlikte yavasca hayattan soguyup bir diktatöre dönüsmesi ve özellikle (final cut'ta da cokca deginildigi gibi) savas sonrasi iyi bir dünya hayallerinin polisle ve diktatörlükle cöktügü anlatilsa da, insan psikolojisine dair su ana kadar dikkat etmedigimiz bir cok detay da anlatiliyor.

    bunlari da cocukluk travmalari(anneler, babalar, arkadaslar, okul), kadinlarla yasadigi problemler ve hayattan ve getirdigi her seyden soguma olarak siralayabiliyorum.

    pink'in cocukluk travmalariyla baslayacak olursak bunlar albümde babasinin ölümü, yalniz olmasi, annesinin cokca üzerine düserek hayatini karartmasi ve okulun ne kadar kötü bir yer olmasi üzerinden anlatiliyor. fakat bence sarkilar bu üst hikayeden daha fazla sey anlatmak istiyor; cünkü sonucta herkes pink'in yasadigi sikintilari cekmese de kendinden bi sey bulabiliyor. bu da roger waters'in zekasini ortaya koyuyor bence.

    the thin ice'da cocuklarin yasayabilecegi sikintilarin ilerde hayatlarini nasil etkileyebilecegi anlatiliyor. özellikle ilk iki dize olan "momma loves her baby/and daddy loves you too" cok ironik; cünkü bu sarki ve another brick in the wall pt.1 ebevynlerin cocuklari terk edip yalniz birakabilecegi, onlara hic bir sey birakmayabileceklerini ve hatta belki de hic sevmeyebileceklerini anlatiyor. bunlarin insanin ileriki hayatinda yaratabilecegi etkileri de "dragging behind you the silent reproach / of a million tear stained eyes / don't be surprised, when a crack in the ice / appears under your feet / you slip out of your depth and out of your mind / with your fear flowing out behind you / as you claw the thin ice" dizelerinden anliyoruz. burdaki buz, sarkida bahsedildigi gibi modern life'i temsil etse de kisinin psikolojik sagligini da temsil ediyor; cünkü cocukluk en kirilgan yillar ve bir cocugun psikolojisi de "the thin ice" kadar narin. bu yüzden anne ve babalarin acabilecegi hasarlar ilerde korku, ice kapaniklik veya depresyon olarak dönebilecegi ve bu etkilerin insanlari hayatlari boyunca takip ettigi mesaji veriliyor.

    not: hayatimda belki de en büyük etkiyi yaratan albümdür the wall. ben de yillardir düsündügüm, kafamda kurdugum, parca parca da arkadaslarimla tartistigim teorilerimi burda derleyip genis capli bir analiz hazirlamak istedim; fakat düsüncelerimi toparlaybilmek su yaz günü baya bir zor oldugundan müsait oldugum zamanlarda üstüne ekleyerek gidecegim. umarim the wall'la ilgilenen ve bu albümden benim kadar etkilenen herkesin begenecegi bir is olur.


    (bundesschriftsteller - 27 Ağustos 2013 15:18)

  • comment image

    filmini bikaç kez izledikten sonra albüm eskisi gibi dinlenemez, gözlerinizin önüne çekilen perdede sahneler hiçbir notayı kaçırmadan yerini bulur..


    (euhemuhu - 17 Aralık 2003 08:13)

  • comment image

    "-we came in?" diye başlar albüm. müzik tarihinin, müzikal açıdan olmasa da (ki kişisel fikrime göre, öyledir de), hikaye anlatımı, karakter gelişimi ve psikolojik çözümleme gibi ögeleri açısından en başarılı albümü belki de. bir müzik albümü için karakter gelişimi tamlamasını kullanmak, the wall için hiç de yanlış olmayacaktır. çünkü baştan sona dikkatlice, sözlere ve müziğe dikkat edilerek dinlenirse bu görülecektir. pink'in neden duvar ördüğü, neden bu kadar kızgın olduğu ve neden pis bir faşiste dönüştüğü aralara serpiştirilmiş sözcüklerde gizli.

    "if you wanna find out what's behind these cold eyes, you'll just have to claw your way through this disguise!" yani aslında.

    bu cümleyle perdeyi açan faşist pink, doğumundan başlayarak hayat hikâyesini anlatmaya koyulur. the thin ice'ta, annesinin hayata dair "don't be surprised when a crack of ice appears under your feet" tavsiyeleriyle hayata adımını atar. yıllar sürecek baskı ve kontrol mekanizmasının ilk adımları da böylece atılır.

    daha çocukken babasını savaşta kaybeden pink, ölümün insan elinde olan bir şey olmadığını bilmediğinden, babasına kızar onu bırakıp gittiği için. "bir fotoğraftan başka," der pink, "ne bıraktın bana?"

    "all in all it was just a brick in the wall."

    bu sırada büyür pink. okula başlar. okulda, motomot ezberci mantıkla ders anlatan hocaları dinlemek yerine şiirler yazmayı tercih ettiğinden, hem arkadaşları hem öğretmenleri tarafından dışlanır; onlardan baskı görür. duvarına birkaç tuğla daha ekler tabii ki. yavaş yavaş içine kapanacaktır. olmayan arkadaşlarından kopacak, annesine sığınacaktır.

    "mother should i trust the government?"

    no fucking way. hayata atılmaktan korkan pink, annesine koşar. içini rahatlatsın ister. "canımı yakmaya çalışmazlar di mi?" der. "peki ya kızlar," diye sorar, "bana uygunlar mı sence?" annesi, korumacı tavrını bir kenara bırakamaz. kaç yaşına gelirse gelsin onu koruyup kollayacağını, topluma ve sisteme dair bütün korkularını ona aktaracağını, kız arkadaşlarını onun için kontrol edeceğini söyler. "of course momma's gonna help you build the wall." der bir de. duvarın en büyük parçalarından biri daha tamamlanır.

    karısının kendisini aldattığını öğrendiğinde verdiği ilk tepki "i need a dirty woman" olur. gecelere akar. one night stand'ler yaşamaya çalışır. yapamaz. eve getirdiği kızlardan da, karısından da, annesinden de, hayattan da nefret etmektedir çünkü o sırada. önce öfkeyle karısına karşılık vermeye çalışır, başaramaz; sonra içine biraz daha kapanır, "n'olur beni terk etme" diye yalvarır ona. giden geri gelmez. duvar yükselir.

    pink eline bir çekiç alır, etrafa saldırır. haykırır, şah damarını çatlatırcasına, "all in all, you were all just bricks in the wall!" diye. artık kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmeyen pink, duvarın son tuğlalarını da koyup veda eder dış dünyaya. ilk perde biter, seyirciler çay kahve eşliğinde, oyuncunun inanılmaz performansını tartışmaya koyulurlar.

    ikinci perdede, duvarın içinden söylenen ilk sözcükler hey you olur. dışarıdakilere seslenilir, "ışığı gömmelerine izin vermeyin," denir. "savaşmadan vazgeçmeyin," denir. altın yaldızlı büyük harflerle "open your heart, i'm coming home," denir.

    bundan sonra, tek cümlelik, üç dakikalık efsane yerini alır hikâyede: is there anybody out there?

    pink oturur piyanosunun başına, ev hâlini anlatır. artık hiç mutlu değildir. hiç olmamıştır. kaçıp gidesi gelir, ama gidecek bir yeri yoktur. her şey boş gelir ona, ama bir şey yapamaz. öylece oturur.

    babasının anısını yaşatmak istercesine, sevdiği birini savaşta kaybetmiş başka bir kızın hikâyesini anlatır pink. insanlığın ne kadar insanlık dışı davranabildiğini haykırır. içi yanar, iç yakar. "çocuklarımızı evlerine geri getirin!" der. kimse onu dinlemez. kafasında, geçmişindeki film karelerinden sesler yankılanır. birkaç dakika önce dış dünyaya gönderdiği "is there anybody out there?" mesajı gerekli yerlere ulaşmamış olacak ki, tekrarlar. bir kapı daha kapanır.

    "hello, is there anybody in there?"

    işte bu altı küsur dakikayı anlatmaya ne sözcükler yeter, ne hayal gücü. bu altı dakika yirmi dört saniye, insanı oturduğu yere saplar. gözlerden birkaç damla yaş gelmesi beklenir. kendi kendini anlatır bu altı dakika.

    ama bir dakika. şimdi öylece oturup anlamsızca gözlerini televizyona dikmenin sırası değil! çürümenin hiç değil! kalk ayağa, gösteri devam etmeli. dünyanın bize çektirdiklerinin hesabını sormalıyız. intikamımız için savaşmalıyız! "will i remember the song?"

    elbette. ilk perdenin başındaki pink geri döner. her zamankinden daha güçlü, daha öfkeli ve daha faşist. insanları ayırır. duvarın önünde idam eder bütün azınlıkları ve farklıları. hatta bir de ekler: "elimden gelse hepinizi öldürürdüm!" diye. kana susamış, gözü dönmüş müritleriyle beraber uygun adım ilerler. ellerinde çekiçler. dudaklarında "trust us." ve "everything will be ok, just keep consuming." cümleleri.

    "kaçın bizden!" der faşist pink. artık hiçbir şeye tahammül yoktur. insanlara yüzlerini gizlemelerini ve gözlerden uzak yerlerde sevişmelerini salık verir. "yoksa," der, "kafanızı bir mukavva kutuda annenize geri göndeririz." pink monarşisi yükselir. britannia yükselir. duvar, zaten her zamankinden yüksektir.

    "you cannot reach me now, no matter how you try."

    artık gerçekten de kimse pink'e erişemez, karışamaz. duvarının arkasında mutlu mesut yaşamaktadır. içindeki diğer bir kişiliğiyle monologa girer, "would you like to see britannia rule again?" kim istemez ki? tek yapmamız gereken solucanları beklemektir artık.

    faşizmin doruk noktasında, birden kendine gelir pink. bir uykudan uyanmışçasına. "ne yapıyorum ben?" der. annesine, karısına, zarar verdiği bütün insanlara yaptığı bütün kötülükleri, kendi kurduğu mahkemede yargıç karşısına çıkarır. yargılanır.

    "go on judge, shit on him!"

    yargıç, seyirciden aldığı gazla pink'i sürgün eder, duvarı yıkar. nihai karar çoktan bellidir: "tear down the wall!"

    "isn't this where-" diye biter müzik tarihinin en akıl almaz albümü. kafalarda george orwell'a ait "everything was alright. the struggle has finished. he had won the war over himself. he loved the big brother." cümlesini andıran bir iz bırakarak.


    (dzgndrtyzl - 1 Ekim 2013 11:52)

  • comment image

    bircok insan gibi benim icin de muzik tarihinin en iyi albumudur, oyle kalacaktir.
    basladigim zaman bitirdigim tek albumdur ayrica the wall. o yuzden bircok guzel seyi yasarken yanimda olmustur hep.

    insan guzel ya da kotu, dramatik, travmatik bir olay yasadiginda o olayi gordugu, duydugu, hissettigi seylerle hatırlar. guzel bir sey yasarken arkadaki muzigi asla unutmaz insan, onu tekrar dinlediginde tum yasadigi guzellikleri hatirlar yine. kotu seyler icin de aynisidir bu. muzik, anilarin, yasanmisliklarin kapisini acan bir anahtardir hep.

    benim hayatimda the wall, en guzel olaylara tanik olmustur. mesela interrail esnasında hic bilmedigim, anlam veremedigim, "burasi neresi yeeeaa" tarzında merak da etmediğim yerleri, trenin camına kafamı dayayıp izlerken gördüğüm güzellikleri, hissettigim ozgurlugun tarifidir. grafiti dolu duvarlar, yemyesil, bombos arazileri getirir aklıma. bazen de terkedilmis yerlesim alanlari, bazen de sadece tren gurultusu.

    bazen sevisirken arkada calan bir fon muzigidir sadece. ama asla oyle olmaz aslında, sana karsindaki insani hissettirir, ne zaman dinlesen hatırlatır onu. mutlu eder seni. o yuzden sadece deger verdigim kisilerle, anlamini yitirmemesine cabalayarak dinlerim.

    herneyse, ergen albumudur the wall. cogu insan, kabugundan cikarken dinlemeye baslar pink floyd. ama su unutulmamali ki, her insan tekrar tekrar ergenligine donmek ister. hayatta her zaman birseylere karsi olmak ister. o yuzden the wall, yillardir hala dinlenen albumler arasindadir, ne kadar eskirse eskisin, boyle kalmaya devam edecektir. tum pink floyd parcalari bu kadar goz onunde degildir, bunun sebebi albumun, grubun daha onune cikmasidir.

    aslında roger waters'in bir yansımasıdır bu album, r.w'nin buyuklugu de buradan gelir zaten.


    (archely - 28 Ocak 2014 18:04)

  • comment image

    pink floydun en iyi zamanina ait bir album olmasa da, kuskusuz en gorkemli zamaninin albumu. konserlerde ilk bolumde sahneye bir duvar orulur, daha sonra ikinci bolumun sonunda bu duvar yikilir. albumdeki diger karakterlerin (ogretmen, sevgili...) devasa kuklalari da kullanilmistir.. filmdeki animasyonlarin hepsi konserler icin yapilan animasyonlardir.. filmin yapilis sebebi de bu yuksek maliyeti kurtarmanin bir yolunu bulmaktir..


    (osric - 16 Haziran 2001 19:08)

  • comment image

    üzerine çok konuşulmaması gereken ,konuşulduğu taktirde "aabi","oha","yok daa neler" gibi saçmalıkların çıkması oldukça muhtemel olan ve şarkılarının tamamen sırasıyla dinlenmesi gereken ve asla ayrı ayrı playliste alınmaması gereken bütünlük..


    (lazycoder - 19 Ağustos 2004 08:24)

  • comment image

    pink floyd'un 1979'da kaydettiği roger waters liriklerinden oluşan, gelmiş geçmiş en büyük müzikal modernişte eleştrisi.. 2 cd'den oluşur.. bütünlüklü olarak anlayabilmek için üst üste haftalarca dinlemek ve araştıormak gerekir..
    (bkz: another brick in the wall) (3 part), (bkz: empty spaces) , hey you, comfortably numb vr run like hell bu albümdedir..


    (gimeno - 20 Aralık 1999 22:31)

  • comment image

    roger waters'ın absürt titizliğiyle yarattığı sanat eseri.

    bu dünyada genellikle çok kaliteli şeyler kuru kalabalığı arkasına alamaz. popüler kültür her daim ucuzdur. işte bu durumun yegane istisnalarından biridir the wall... hem "pahalıdır" hem populer kültür olmuştur zamanında.

    (bkz: hey racirim)


    (solak - 1 Aralık 2005 23:25)

Yorum Kaynak Link : the wall