Süre                : 25 dakika
Çıkış Tarihi     : 06 Şubat 2009 Cuma, Yapım Yılı : 2009
Türü                : Kısa Film
Ülke                : Belçika
Yapımcı          :  Stempel
Yönetmen       : Leila Albayaty (IMDB)
Senarist          : Leila Albayaty (IMDB)
Oyuncular      : Hana Al Bayaty (IMDB), Leila Albayaty (IMDB)

Vu ' Filminin Konusu :
Kısaca Deja Vu olarak bilinen olayın rahatsız edici gizemini herkes bir şekilde deneyimlemiştir. Birisiyle yeni tanıştığınızda sanki onu yıllardır tanıyormuş gibi bir hisse kapılırsınız. Veya herhangi bir yere ilk defa gittiğiniz halde sanki orada daha önce bulunmuş gibi hissedersiniz. Kısacası Deja Vu adı verilen duyguyu bilmeyen yoktur denilebilir. Peki, ya bu tuhaf ve tüyler ürpertici duygu aslında geçmişten gönderilen bir uyarıysa… Veya bilinmeyen geleceğe dair ipuçlarını barındırıyorsa...   Yapımcı Jerry Bruckheimer ve yönetmen Tony Scott’un yeni aksiyon-gerilim çalışmasında deja vu duygusu başroldedir. İnsanların hayatını paramparça eden bir suç olayını araştırmakta olan ATF ajanı Doug Carlin’e (Denzel Washington) hiç umulmadık bir anda rehberlik eder.   New Orleans’taki bir feribota konulan bombayla meydana gelen büyük patlamanın ardından kanıt toplaması için çağrılan Carlin, insanların beyninin içindeki “deja vu”ların herşeyden daha güçlü olduğunu keşfeder. Bu da, yüzlerce masum insanın hayatını kurtarmak için beyninin en derin dönemeçlerinde bir yolculuğa çıkmasına yol açar.

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:Special Mention-Best Short Film


  • "yaşanmış bir anın tekrar yaşıyormuşçasına kapılınan hislerdir. nerde ne yaşatılıyorsa (bkz: reha muhtar)matrix'de bunla ilgili kedi geyiği vardi ya. süperdi. kedi çıkıyordu falan."
  • "déjà: daha öncedenvu: görmek fiilinin geçmiş zamanda çekilmiş hali"
  • "bu nick'li bir insana -genelde bayan- "sanki sizinle daha once konu$mu$tuk eki eki" denir ."
  • "bir anı birden çok kez yaşamış olma hissibir anı birden çok kez yaşamış olma hissi"
  • "matrix te sinematografiye yansitilamayacagini gordugumuz olgu"




Facebook Yorumları
  • comment image

    epik filmlerle uğraşan kardeşinin* aksine paranoyalı mevzulara kafayı takmış tony scott'ın, denzel washington'la çevirdiği, man on fire'dan sonraki ikinci filmidir.
    bununla beraber son zamanlarda izlediğim en sıradışı filmlerden biri. bilimle metafiziği birleştirip sunarken, iş ayrıntıya gelince çuvallayan her amerikan yapımı gibi "deja vu" da mantık hatlarından nasiplenmiş olsa da, genel anlamda başarılı bir yapım.

    film, daha önceden event horizon'da işlenmiş” zaman içinde yolculuk kavramına” tekrar değiniyor. bu kavramın bilimsel yanını kısaca özetlemek icap ederse, şunları söyleyebiliriz :
    bilim camiasında; zaman eğrisinin, farklı iki noktası, üst üste getirip çakıştırmak suretiyle ikiye katlandığında, çakışan noktalar arasında geçişin mümkün olduğu savunulur. ama bu görüş henüz gerçek kılınamadığı için şimdilik sadece amerikan film senaryolarına meze.

    dini propagandası neresinde yapıldı onu da farkedebilmiş değilim. oerstadt’ın “bu bir yazgı, yazgıyı değiştiremezsiniz” demesiyle, geçmişe dönüp yazgının gayet güzel değiştirilebilmesi mi başarılı bir dini propaganda?

    geleceğe dönüş gibi farklı kulvardaki bir film ile kıyaslaması da bana tuhaf geliyor. geleceğe dönüş serisininde, zamanlar arası yolculuk için bilmem kaç bin wattlık enerjinin gerektiğinin söylenmesi dışında, zamanda yolculuk kavramına dair hiçbir bilimsel açıklama yapmadığı için, bu serinin, üzerine gidilecek, “şurası saçmadır“ denilecek bir yanı yok. zaten kimse de, fantastik öğeleri ağır basan geleceğe dönüş filmlerinden zamanda yolcuğu mantıklı kılan bir açıklama beklemedi,beklemiyor. déjà vu, illa ki bir film ile kıyaslanacak ise, event horizon kıyaslama için daha uygun gözükmekte.

    filmin işlemek istediği; zamanda yolculuktan çok, déjà vu’nun daha önce ele alınmamış, geçerliliği kanıtlanmamış, sadece varsayılan bir yönü.
    tagline’da denildiği gibi : ya deja vu, geçmişten günümüze gönderilen bir mesaj ise ?

    öyle olduğunu farzedelim…

    peki ajan doug carlin (denzel washington) bu mesajı nasıl aldı ?
    feribot patlamasından sonra claire’e ait olan cesedi incelerken, claire’e karşı, daha önceden onunla ilgili hatıraları ve duygusal bağları olduğıunu keşfetti. bu da kendisini, facianın sorumlusuna götürecek bir anahtar olarak gördüğü claire’in geçmişini araştırmaya yönlendirdi. sonra…

    --- havyani spoiler ---

    fbi ajani pryz (val kilmer) atf ajanı doug carlin'i, feribot faciasının zanlısını yakalamak üzere oluşturulan ozel ekibe katılması için yanına alır. çünkü doug, doğma büyüme new orleans'lı, ve çevreyi iyi tanıyan bir ajandır. ekibin tanışması sırasında, herhangi bir yerde geçmiş 4 gün ve 6 saati gozlemlemesine olanak sağlayan futurüstik bir aletin varligi ortaya konur. soruşturma ekibinin açıklamalarına gore, uydu goruntulerinin, uydu görüntüleriyle birlikte kaydedilen termodinamik verilerinin ve diğer gozetimlerin 3 boyutlu senteziyle, geçmişin simulasyonunu yaratıp, geçmişteki olayları 4 gün ve 6 saat öncesine kadar gözetleme imkanı sunan bu alet, cok buyuk miktardaki veri akışı sebebiyle ileriye veya geriye sarılamamaktadır. başka bir deyişle, ekibin, verinin silinmesinden önce geçmişe bakabimesi için tek bir sanşı vardır. pryz’nin takımı, feribot bombalamasindan sorumlu olan kişiyi yakalamak amacıyla, new orleans'ı avucunun içi gibi bilen doug’dan, kendilerine, nereye bakmaları gerektiğini göstermesini ister. onlar feribotun bombalanmasını görmek icin 4 günün geçmesini beklerken, doug gözetim cihazının, olayın kurbanlarından olduğunu sandığı claire’i izlemesini sağlar ve onun olaya nasıl dahil olduğunu keşfeder. bombacı, bombalama için onun arabasını satın almak istemiştir.
    bu esnada çok sıradışı bir olay gerçekleşir. geçmişin simulasyonunu yaratan cihazla, ölmeden önceki anları gözlemlenen clarie, paranoya göstermeye ve “birinin onu izledigini” hissettini söylemeye başlar. bunun uzerine doug aletten şüphe etmeye başlar. aletin bir gözlem aracından daha öte bir alet oldugundan feci derecede kıllanarak ekrandaki claire'e bir laser pointer tutar. claire doug'un tuttuğu ışını farkeder. alet shut down olur ve yeniden çalıştırılır. doug takımla yuzleşir, bir anaçatı bilgisayardan çok daha ileri oldugunu farkettiği bu alet için bilmediği yönlerine dair bir açıklama talep eder. takım, aletin aslında zamanı, uzayı bükebilme ve katlayabilme kapasitesine sahip oldugunu kabul eder. özde, zamanin akışını kendi uzerine geri yönlendirebilmekte ve bu sayede gecmişteki olaylari bir solucan deliğinden (wormhole) gorebilmelerini sağlamaktadir. burası filmin en saçma noktasıdır. zira aleti kullanan beyin takımının, basit bir deney sonucu, kullandıkları aletin bir zaman makinesi olduğunu kavramaları bana bir hayli tuhaf geldi. neyse. bu olayın üzerine doug ekiple zaman yolculuğunun olasılığını veya bir mesajı (notu) ileterek gecmişi etkileme olasılığını sorgulamaya baslar. takım kuşkuludur, çünkü kısa zamanda geçmişi nasıl etkileyebilecekleri veya neyi başarma kapasiteleri olduğuna dair sağlam teorileri olmadığını öne sürerler. doug, aleti kullanıp gecmişteki kendisine anonim bir not göndererek feribot faciasını önleme umuduyla, ekibi zaman yolculuğuna ikna eder. fakat bu not ne yazik ki , geçmişteki doug yerine feribot bombalanmasında oldüğü duşünülen ortağına ulaşır. takım, partnerin şupheliyi tutuklamaya calışırken oldürüldüğü sahneyi izlemeye yönelir ve bu sahneye acıyla tanık olur. akabinde aralarında, gecmişle oynamanın bir federal ajanın ölümüne yol açıp açmadığı konusunda tartışma çıkar fakat ortam sakinleşince doug’un ortağının kaderinin feribot faciasından önce çoktan çizilmiş olduğu, ölmesinin kaderinde yazılı olduğu inancında birleşilir. bu nokta, geleceğin geçmişin değiştirilmesiyle değiştirebileceği fikrine ters düşer. fim burada kaderciliği savunmuştur.

    doug, claire'in evinde kanlı kıyafetlerini çıkarırken ,kendisinin butun bu olaylar zincirini başlatan kişi olduğunu farkeder; şimdiki zamanda kanıt toplarken gördüğü "u can save her" notunu ve kanlı bandajları bırakan kendisidir. yani, geçmişe dönmeden önce, "şimdiki zamanda gozlemlediği" herşey, kendisinin geçmise gitmesiyle zaten oluşmuştur. rahatsiz edici bu bilgiye ragmen, ikisi de feribottaki bombanın patlamasinı engellemek icin hareket ederler. (işte doug’un claire’in cesedini incelerken, keşfettiği duygusal bağın sebebi de bu noktada ortaya çıkar. ama burada bir de çelişki doğar. film az önce, federal ajanın ölümünün engellenememesiyle savunduğu kaderciliği, gelecekteki olayların geçmişin yeninden yaşanmasıyla değiştirebileceğini gösterek, elinin tersiyle itmiştir.)

    peki zamanda yolculuk, solucan deliği, bilimsel açıklamalar bunlara eyvallah ama filme adını veren kavramın filmde yer aldığı sahneler hangileri ?

    ben iki tane yakaladım, ilki :
    geçmişteki, henüz yakalanmamış ve sorgulanmamış oerstadt ( jim caviezel ), şimdiki zamanda kendisini sorgulamış olan doug'dan, şimdiki zamanın sorgusunda yumurtladığı lafları işitince deja vu yaşamış gibi gozukur.

    ikincisi:
    clarie faciadan kurtulduktan sonra olay hakkında sorgulanacakken, doug’un geçmişteki versiyonu ortaya çıkar fakat bu versiyon ne feribot faciasından sonra olay yeri inceleme için çağrılan ne de geçmişe dönüp kendisinin hayatını kurtaran diger iki versiyonuna dair hiçbir iz, hiçbir anı taşımamaktadır. claire, doug'un arabayla uzaklasmadan once onu tanıyıp tanımadığını sorgular, hatta bu sorguyu gelecekten gelip hayatını kurtarn doug'un kendisine sarfettiği sözlerden biriyle pekiştirir. doug hatırlar gibi gözükür, fakat bir déjà vu yaşadığını düşünerek bu hissine güler.

    --- hayvani spoiler ---

    çelişen ve mantıksız yerleri göz ardı edersek, (ki baştan sona çelişki ve mantıksızlıklar silsilesi olmadığı için gönül rahatlığıyla edebiliriz.) deja vu’nun yüksek bir tempoyla başlayıp aynı tempoyla sona eren, bu yüzden sıkılmadan, tek solukta izlenebilen bir film olduğunu vurgulayabilirim. denzel washington’ın her zamanki kaliteli oyunculuğu da seyir keyfini artıran bir faktör.


    (sitare durmus - 9 Ocak 2007 23:27)

  • comment image

    son derece sıradan bir mutlu son uğruna, sıradışı bir film olma şansını yitirmiş bir yapım.

    oysa filmde geçen "olanları değiştirmek uğruna yapacağınız her çaba aslında bunların yaşanmasına yardım etmekten başka işe yaramaz" mealindeki replik ne kadar da umut vaat etmişti muhteşem bir final için.


    (piston dede - 9 Ocak 2007 23:42)

  • comment image

    mantık hatasını açıklamaya çalışacağım film. swh

    --- spoiler ---

    iddiam şu ki, filmin alternatif sonu falan var, çünkü bu son ekstra saçma.

    şimdi izlemeyip de spoiler ı okuyanlar için bir özet geçeyim;

    filmin başında bir terörist bir gemiyi havaya uçurur, insanlar ölür. bunun üzerine denzel abimiz araştırmaya başlar, bir sürü delil bulur, ve teröristin patlamadan birkaç saat önce öldürdüğü bir kızla bir takım bağıntılarının olduğunu bulur. o sırada film atraksiyonlanır, ve adamlar madem sen bunu buldun, gel bize ne yapacağımızı anlat diye bir geçmişi görme makinasına sokarlar. ufak tefek detaylar falan, sonuç olarak bizim denzel, katili yakalatır. fakat kızı da kurtarmak isteyen denzel geçmişe gitmek ister. geçmişe gider, kızı kurtarır, üstüne üstlük gemiyi de kurtarır.

    peki bunun nesi garip, şimdi söylüyorum;

    1- makina ile yapılan deneyler sırasında denzel abi geçmişe bir not gönderiyor, ve geçmişi değiştiriyor, geçmişte notun gittiği arkadaşının ölmesine sebep oluyor. demek ki ne anlıyoruz, bizim evrenimizde geçmiş değişebilirmiş, bir not ya da bir çiçek yollayarak herşey farklılaşabilirmiş. ve anladığımız kadarıyla bu değişim daha sonra üzerinde bulunduğumuz dünya üzerinde yaşanırmış. çünkü ölen bu arkadaşının feribotta öldüğüne dair bir kanıt olarak çekilmiş arabasını görmüştük, ve adamımız olay yerine gidince de arkadaşının yakılarak öldüğünü görüyor.

    bu durumda diyoruz ki, geçmiş değiştirilebilir, ve etkileri bugüne yansıyacaktır.

    buna eyvallah diyoruz ve devam ediyoruz.

    2- denzel araştırmaları sırasında bir alana gidiyor, ve bir binaya bir ambulansın resmen girmiş olduğunu görüyor, üstüne de binanın patlatılmış olduğunu görüyor. bunu aklımıza yazmışken, birkaç dakika sonra denzelin geçmişe geri döndüğünü, ve orada bu patlamayı gerçekleştiren kişi olduğunu görüyoruz. aynı zamanda vakit ilerledikçe denzelin geçmişe gittiğini, ve dünya üzerinde kalıcı etkilerinin bugün bile görülebildiğini görüyoruz. yani diyoruz ki, geçmiş bir şekilde yaşanmıştır, ve hiçbir şekilde değiştirilmemiştir.

    bu durumda diyoruz ki denzel zaten geçmişe çoktan gitmiş, ve etkileri bugünden görülebilecek durumda.

    evet, iki önerme arasındaki çelişkiyi farkettiniz sanırım. olsun. devam ediyorum.

    3- tam ilk önermenin aslında yanlış olduğunu, ama ikinci önermenin doğru olduğunu düşünürken, ve film baya baya bir kült olmaya yaklaşırken, bir de üstüne sabit geçmiş üzerinde giderken her olay "cuk" tam yerine otururken, bir anda denzel bütün geçmişi değiştirip, büyük patlamayı engelliyor.

    yani durum şu, yönetmen ve prodüktör abilerimiz, zamanda yolculuğa getirilebilecek iki birbiriyle çelişen önermeyi almışlar, ve kafalarına göre çevirip bize sunmuşlar.

    şimdi insan diyo ki, madem ambulans orada, demek bizim denzel abi geçmişe gitti, ama o zaman kızın cesedi de orada, kız nasıl öldü?

    ---
    spoiler ---

    ama güzel filmdi


    (otcan - 17 Ocak 2007 18:43)

  • comment image

    gecmişi incelerken ,sakallı abinin açı değişimleri için yaptığı joystick hareketleri , bu arkadasın, hayatını atari salonlarında street fighter oynayarak harcadığını gostermektedir.zira aduket ,depdepdep hepsini yaptı walla.


    (snowblind - 4 Şubat 2007 23:58)

  • comment image

    filmi seyrederken en çok dikkat ettiğim geleceğe dönüşden beri( yaklaşık bir onbeş sene) zamanda kayma kavramının anlatımı değişmemiş. koskoca phd abiler alıyorlar kara tahtayı bir çizgi çek ortasına bir x yap ordan aşşağı bir ok uzat, zaman kırıldı de sonra üstteki çizgiye bir paralel at sonrada büyük birşey başarmış gibi baş karaktere bak. ulan teknoloji almış yürümüş siz hala aynı şeyi yapıyonuz.

    bir de zamanda bükülme kavramı var, onu da kağıdı katlayarak gösterdi. bu da hazine adasının bilim kurgu versiyonu olan bir filmde vardı. tony scott'a yakıştıramadım copy paste yapmayı. hayır madem katladın sok onu denzel'ın bi tarafına yıllardır yakalamaya çalıştığı burnu havada zenci modu yerlere düşsün de bu film de bir şey başarmış diyeyim.


    (asden - 15 Haziran 2007 11:30)

  • comment image

    bana deja vu nedir diye bir soru yöneltirseniz, size deja vuyu şu şekilde somutlayabilirim;

    finallerde giren * sınavlar;

    -borçlar hukuku genel hükümler
    -ceza hukuku genel hükümler
    -türk hukuk tarihi
    -maliye
    -hak ve devlet teorisi
    -idare hukuku
    -medeni hukuk

    bütünlemelerde girecek * sınavlar:

    -borçlar hukuku genel hükümler
    -ceza hukuku genel hükümler
    -türk hukuk tarihi
    -maliye
    -hak ve devlet teorisi
    -idare hukuku
    -medeni hukuk


    (nahita - 21 Haziran 2007 00:16)

  • comment image

    zihin aynen bir bilgisayar gibi çalışır, her bilgiye bir tarih atar, created modified gibi. bazen bu ilişki aşırı şartlar sebebiyle(stress,alkol,radyasyon) hatta sebepsiz yere bozulur , o an gördüğünüz bişeye geçmiş bir tarih etiketi yapıştırır beyin. kısaca yer zaman ilşkisinin bozulması sonucu oluşur, bir arızadır,iyi bişey diildir yani.


    (trenchkot - 19 Mart 2000 00:52)

  • comment image

    beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışması, bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayı daha önce yaşamış gibi olur. sinir aksonlarındaki minik bir sapmadan kaynaklanır.


    (clown - 11 Nisan 2000 02:41)

  • comment image

    günlerin değiştiğine emin olmama rağmen, çevremdeki tüm insanların aynı saatlerde aynı şeyi yapmaları sonucu içine girdiğim döngü.

    dün sabah bir otobüs şirketinin yazıhanesinin önünden geçerken, hürriyet'in güzeller galerisinde dolaşan adamı görüp "sabah ereksiyonu" diyerekten yoluma devam etmiştim. simitçi her zamanki gibi, iki tane müşteriye simit veriyordu. o sırada kırmızı tenekeden otobüs köşeyi döndü ve korna çaldı. otobüs durağında insanlar bekliyordu. siyah pantolonum, mavi pumalarım ve kırmızı beyaz liverpool montum vardı üzerimde. telekom'un reflekte camlarından yansımama bakıp kafamı kazıttığım için mutluluk duymuştum. ileride altı tane köpek vardı. ofise girdiğimde patron sigara ve türk kahvesi içiyordu. geç kaldığım için özür diledim ve yerime oturup karmamı kontrol ettim.

    bunun dün olduğuna eminim.

    bu sabah yatağımdan kalktım. dişlerimi fırçaladım, aynada kendime bakıp göz kırptım. siyah pantolonumu giyip ayakkabı opsiyonlarına baktım. kırmızı-siyah air jordan xii'lerimi ya da nike cortez'imi giyebilirdim belki ama yine sağ ön tarafı açılmış mavi pumalarımı tercih ettim. bugün wigan ile maçımız olduğundan, şüphe bile duymadan liverpool montumu aldım askıdan. hala farklı bir sabaha uyandığımı düşünüyordum. ölüme bir gün daha yaklaştığıma emindim.

    otobüs şirketinin yazıhanesinin önünden geçerken hürriyet'in güzeller galerisindeki adamı görüp " sabah ereksiyonu" dediğim an jeton düştü. zamanda ilerleyememiştim. o sırada kırmızı otobüs köşeyi döndü ve korna çaldı. simitçinin önünde iki tane müşteri vardı. aynı günü yeniden yaşayacak olmak açıkçası canımı sıktı. ulan maaşa da sayılı gün kalmışken, çekilecek dert mi diye düşündüm. dün boşa çalışmıştım.

    telekom'un reflekte camlarına baktım, kafamı kazıtmak yakışmıştı. köpeklerin sayısı da tutuyordu. birazdan ofise girdiğimde, patronun sigara ve türk kahvesini içeceğine emindim. ve zamanda durmakla cezalandırılmak için nasıl bir hata yaptığımı bilmiyordum.

    ofise girdim, patronun masasına baktım. tepesindeki ışığa doğru yükselen sigara dumanlarının mistik bir hava kazandırdığı bu güzel kadına günaydın diyecekken, masanın boş olduğunu gördüm. aynı günü yeniden çekmeye şartlanmışken, zamanda ilerlemiş olmak keyiflendirdi. patronun işleri varmış, öğlene doğru gelecekmiş dedi sekreter. sabah kahvemi kendim yaptım, tost makinesinde simitimi ısıtıp bilgisayarımın başına uzun saatler kalkmamak üzere oturdum.

    her günü aynı geçen bir tek ben değilmişim, tüm insanlık olarak takvimlerin anlamsız olduğu tek bir günü yaşıyoruz. aslında iki günü. işe geldiğimiz gün ve gelmediğimiz gün. o kırmızı otobüs her gün, belki beş dakikada bir aynı hareketi yapıyor. simitçinin önünde yedi dakikada bir iki kişi toplanıyor. yazıhanedeki ereksiyon gazisi, dokuz dakikada bir erotik resimlere bakıp iç geçiriyor. bir akvaryuma sıkışıp kalmış lepistesler gibi geçiyor günler. kısa süre içerisinde her şey yeniden sıfırlanıyor ve aynı şekilde başlıyor. her gün işe geç kalıyorum, akşam aynı yoldan eve gelirken köşeden kırmızı otobüs dönüyor.


    (mies - 29 Ocak 2009 01:06)

  • comment image

    bunun atak şeklinde olanları da olabiliyor. arka arkaya aha ben bunu daha önce yaşamıştım, ahanda bunu da yaşamıştım, yok artık bunu da yaşamıştım!! şeklinde ilerliyor bu ataklar. hayatımda ilk kez deneyimlediğim için araştırmasını da hemen yaptım, korkulacak bir şey yok gibi. bilim de çok bir şey bilmiyor konuyla ilgili zaten, en çok kabul gören açıklaması hafızanın oynadığı bir oyun olduğu yönünde. yani beynin ilgili bölümü o anla ilgili bilgiyi alıp işleme koymadan hafıza daha hızlı davranıyor ve anı kaydediyor. an algılanmadan önce kaydedildiği için, algılandıktan sonra bir tuhaflık hissediliyor: e ben bunu daha önce yaşamıştım durumu oluşuyor. biz her zamanki gibi stres, anksiyete vb şeylere yoralım, koyuverelim gitsin. bu entryi de daha önce yazmıştım bu arada.


    (fake plastic love - 10 Ağustos 2009 16:42)

  • comment image

    bir yaz gecesiydi, belki de ağustosun ortasında yazlık sinemada bir arabanın içi...

    ikinci dünya savaşını ölmeden tamamlamamın üzerinden neredeyse on sene geçmiş ve savaşın izlerini yavaş yavaş üzerimden atmaya başlamıştım. büyük bir chevrolet arabam, yeşil gözlerinde dünyanın tüm ormanlarını görebildiğim güzel eşim ve geleceğe dair planlarım vardı. tüm gün çizim masasında oturup rapidoyla bir şeyler çizmek ve california'nın yeniden inşasında aktif rol oynamak zor gelmiyordu, sadece eşimi özlüyordum. boş zamanlarımda faulkner'den dörtlükler ezberliyor ve akşam esintilerinin güzel şarkılar getirdiği yaz vakitlerinde, bunları onun kulağına fısıldıyordum. sanki birbirimizi bin senedir seviyor gibiydik; başka bir kıtada, başka bir yüzyılda yarıda kalmış bir aşkın devamını 50'lerin amerikasında devam ettiriyor gibi hissediyor ve bunu birbirimizin gözlerinden anlıyorduk.

    o gece sakince fısıldadığım bir dörtlükten sonra, üstü açık arabamızın içinde bana dönüp:

    "şu an bir deja vu yaşadım sanırım, ben bu anı daha önce yaşadım sanki" dedi. gerçekten de yaşamıştık, yaklaşık 300 sene önce ispanya'nın zeytin ağaçlarından başka bir şeyi olmayan bir kasabasında, ona cervantes'ten bir dörtlük daha okumuştum. dünya tarihinde birçok şey değişmişken, değişmeyen tek şey onun isimsiz ormanlar kadar yeşil gözleriydi. bir de yakasız beyaz elbisesi. aradan geçen asırlar yahut kültürler fark etmiyordu; beyaz elbiseli kıza bakıp sadece bir dörtlük okumak ve onun "ben bu anı daha önce yaşamıştım" demesinin tadına doyamıyordum. öyle bir bağdı ki aramızdaki, yazı bulunmadan önce bile var olduğumuza ve şiir okumasam bile ona şiir okurmuş gibi baktığıma emindim. binlerce kere ölsek de birbirimizi buluyor ve o hayat içerisinde ayrılmıyorduk. ölüm bizi ayırmıyor, sadece başka bir zamana atıyordu. aramızda oynadığımız bir oyun gibiydi. ne tanrı, ne de zaman; hiçbir şey engel olamıyor bilakis heyecan katıyordu. birbirimizi bulduğumuz zamanlar gülümsüyor ve o hayatı da birlikte geçirecek oluşumuza kadeh kaldırıyorduk. 1800'lü yıllarda italya'da da bulmuştuk birbirimizi, 1916'da birinci dünya savaşı'nın mahvettiği kıta avrupası'nda da. yüzüne o kadar bakmıştım ki binlerce sene boyunca, retinasını ve parmak izinin zarif kıvrımlarını bile ezberlemiştim.

    1956'da deja vu yaşadığında beyaz elbisesi üzerinde, dikkatle dev ekrana bakıyordu. 300 sene öncesini hatırlamak kolay değildi elbette ama anımsaması hoşuma gitti. ona, ispanya'dan ve küçük kasabamızdan bahsedebilirdim belki ama sustum. susmayı sevdiğimi bildiğinden dönüp bana baktı, onun hatırlamadığı ama benim bildiğim bir şeyler olduğunu, gülmemek için kendisini kasan dudaklarımdan anladı. kim bilir kaç kere yaşamıştık bu sahneyi de?

    aradan uzun zaman geçtikten ve yeni bir binyıla başladıktan sonra, bir gün yine karşılaştık. bazı ömürler oluyor, birbirimizi hiç bulamadan geçip gidiyoruz. aramaktan vazgeçmesek bile koca dünya'da bulamıyoruz, bir sonrakini bekliyoruz. ama yeni bir binyılın ilk yıllarında karşılaşmak oldukça güzel oldu, birbirimizin yüzünü görmeden anladık; eski zamanlara oranla iletişim oldukça gelişti. internet diye bir şey bulmuşlar, bu 50 sene önce yoktu. data kablosunun diğer ucunda onun olduğunu biliyordum, 50 sene önce dev bir beyaz perdeye bakan yeşil gözler bu sefer bilgisayara bakıyordu. o olduğuna emindim, 50 sene önce ona okuduğum dörtlüğü yazdım da yolladım. cevap yazdı:

    "şu an bir deja vu yaşadım sanırım, ben bu anı daha önce yaşadım sanki" diye. bir şey söylemedim, sadece gülümsedim ama ilk defa gülümsediğimi görmedi. ona yüzyıllardır sadece bir dörtlük okuyordum ve o her seferinde daha önce o anı yaşadığını söylüyordu. şaşkınlığını seviyordum, hatırlamaya çalışmasını. beyaz elbisesini de giymiş miydi acaba? onu bulmuş olmanın keyfiyle yavaşça yerimden kalkıp buzdolabından bira çıkarmaya gittim.

    rafta dizilen kırmızı tuborgları görünce "ben bu anı daha önce yaşamıştım sanki" deyip elimi uzattım.

    2009 en güzel senem olmaya en büyük adaydı, bilgisayarın başına yavaşça çöküp kendime bir dörtlük okudum.


    (mies - 11 Ağustos 2009 22:58)

  • comment image

    yaşanmış bir anın tekrar yaşıyormuşçasına kapılınan hislerdir. nerde ne yaşatılıyorsa (bkz: reha muhtar)

    matrix'de bunla ilgili kedi geyiği vardi ya. süperdi. kedi çıkıyordu falan.


    (kris - 17 Mart 1999 00:00)

  • comment image

    arada bi beyin yorgunluk veya baska sebeplerden oole bi duruma gelir ki, bir goruntu, ses, veya bunun gibi iceri giren herhangi bisey giris (oorenilme) ani sirasinda farkedilmez, beyin onu bi anda icerde buluverir. bu da hatirlama gibi bi histir, cunku ne zamandan beri o ani'nin orda oldugu bilinmez.


    (mc - 23 Mart 1999 00:00)

  • comment image

    aga beynin zavallı vücutlara oynadığı, kendince eğlendiği bir olay. bilimselliğini, açıklamasını ben bilmem ama bana çok oluyor bu. böyle yolda yürürken mesela aha diyorum birazdan gülben ergen'den uçacaksın çalacak diyorum laak diye 5 saniye sonra bir yerden duyuyorum. uçacaksın örneğini de hani güncel bir şarkı olmasın diye verdim yoksa gülben ergen dinlediğim falan yok. tamam lan tamam dinlemiştim bir ara.

    neyse konu dağılmasın ama bu deja vu her gün olmasa da 2-3 günde bir olur bana. hani sadece yaşamışım gibi de gelmez böyle 2-3 saniye sonrasında ne olacağını söylerim kendi kendime ve %71 de kendime söylediğim şey gerçekleşir. bilmiyorum ya nostradamus'un bir alt versiyonu bir insanım ya da gerçekten kafayı sıyırdım bu sefer.

    şu ana kadar anlattıklarım benim için normal ama geçenlerde bu deja vu sikinin öyle bir türlüsü geldi ki başıma bunca yıllık ateistim açıklayamayıp namaza duruyodum az kalsın:

    yıllık izinde karaman'dayım arkadaşın yanında (he ne var yıllık iznimde karaman'a gidiyom ne bakıyon) 23 ekim 2013 galatasaray köbenhavn maçını izlemeye bir kahveye gittik. kahvenin alt katına indik hem de böyle karanlık bir yer, telefon çekmiyor öyle değişik bir yer. neyse oturduk. kahvenin gençleri votka getirmişler gizliden pet şişelere bölüştürüp maç boyunca çaktırmadan demlenecekler. lan işte o an deja vu zinciri başladı resmen bende böyle 10 dakika falan süren o şişeyi görür görmez. aha dedim şimdi eleman bana soracak sen de ister misin diye çaat sordu "birader ister misin" diye. hadi teklif edebilirler misafirim normaldir dedim ama yok durmadı aha dedim şimdi diğeri "adam bizim gibi ayyaş mı pet şişeden içsin sefil gibi" diyecek dedim içimden ama bir yandan da demesin diye dua ediyorum, korkuyorum kendimden amına koyim. çaat söyledi allahım kafayı yiyecem. bitsin diye yalvarıyorum artık ama durmuyor aha dedim şimdi çocuk yere biraz votka dökecek 10 saniye sonra eline başka biri çarptı votka yere döküldü amına koyim bildiğin korku filmlerindeki psişik sorunlu veletler gibiyim. gözlerim kocaman açıldı kimseye de bir şey diyemiyorum. ne diyecem? ben karaman'da izbe bir kahvenin alt katında votkayı pet şişeye dolduran gençlerin muhabbetini daha önce yaşadım mı diyecem? tamam artık herhalde diyorum erdim bundan sonraki hayatım böyle geçicek sıçtım falan. kadınlar ne ister'i düşünüyorum bir yandan iyi olabilir, geliştirirsem maç sonuçlarını bile tahmin edebilirim falan diyorum. ama yok durmuyor deja vu akıyor resmen paçalarımdan. bunların hepsi 8-10 dakikada oluyor ha. aha dedim şimdi gol olacak. rıdvan gibi "gol olur" diyerek ekrana döndüm tam önceden sevinecem burak yılmaz kardeşim sağolsun kaçırdı %100'lük golü. benim deja vu da orada kırıldı her şey normale döndü. allah'tan kendisi bu ara beceriksiz de benim kahinlik olayımı başlamadan bitirdi. orada burak yerine drogba olaydı şimdiye medyum bürosu (var mı lan böyle bir şey) açmıştım.

    özetle sağol burak yılmaz. kazmalığın beni bu sıradan, güzel hayatıma geri döndürdü.

    bir de son olarak "uçacaksın" iyi gibiydi be. uçacaksın, uçacaksın havalara uçacaksın. bak uçtu bildim yine. tamam tamam sustum.


    (life is drunk - 11 Kasım 2013 20:20)

  • comment image

    bu nick'li bir insana -genelde bayan- "sanki sizinle daha once konu$mu$tuk eki eki" denir .


    (set - 13 Mayıs 2001 10:52)

  • comment image

    bir anı birden çok kez yaşamış olma hissi

    bir anı birden çok kez yaşamış olma hissi


    (levantin - 4 Ekim 2005 14:44)

  • comment image

    klibinde beyonce etrafında büklüm büklüm kıvrılıp, omurgasını aldırmışçasına gerdan kırarken, sakin ve oturaklı tavrını bozmayan, hatta bakışı ve duruşuyla "beyonce, git bi rakı koy lan" ya da "lan zilli, git bi kavun kes gel şerefsiz" edasını taşıyan jay z'nin beni benden aldığı çerez şarkı.


    (felixia - 23 Temmuz 2006 00:43)

  • comment image

    şaşırtıcı karşılaşma

    "çok eskiden yaşadım bu anı ben"
    dersiniz şaşkınlık içinde.
    ilk girdiğiniz bir ev, bir merdiven,
    birden güneş vuran pencere,

    ve tam sırasında tiren düdüğü...
    işte böyle gelmişti siz dünyada
    değilken bir gün öğle üstü
    bu renklerle bu sesler bir araya.

    yaşamak anımsamak mıdır yoksa?
    sanmam, biz de bir sestik belki
    birileri için yıllar önceki
    şaşırtıcı karşılaşmada.

    melih cevdet anday


    (sddksuhvs - 29 Eylül 1999 00:00)

Yorum Kaynak Link : deja vu