Çıkış Tarihi     : 30 Ağustos 1985 Cuma, Yapım Yılı : 1985
Türü                : Animasyon,Kısa Film
Taglar             : inek,Günlüğü
Ülke                : İsveç
Yönetmen       : Birgitta Jansson (IMDB)
Senarist          : Beppe Wolgers (IMDB)

Ur en kos dagbok (~ En kos dagbog) ' Filminin Konusu :
Birbirlerine büyük bir tutkuyla aşık olan Lola ve Manni Berlin'de yaşayan iki genç sevgilidir. Bir çete için bazı işler yapan Manni, metroda giderken içinde yüksek miktarda para olan çantayı kaybeder. Parayı bulmak ve çetenin patronuna vermek için sadece 20 dakikası vardır. Bu süre içinde parayı bulamazsa hayatını kaybedecektir. Hemen Lola'ya telefon eder ve durumunu anlatır. Böylece Lola parayı bir şekilde bulmak için koşmaya başlar...

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:C.I.F.E.J. Award - Honorable Mention


  • "sacma sapan bir yazidir, okuyup zaman harcamamanizi öneririm."
  • "temizlik görevlisi denen bir kişinin varlığı nedeniyle mağaza müdürünün böyle bir şey istemeyeceği için uydurulmuş ama tutturulamamış hikayedir."
  • "(bkz: lcwc)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    bir lc waikiki çalışanı olarak hak verdiğim olay. öncelikle bir aydır çalışıyorum onu belirteyim... ancak bu bir aylık sürede bir ürünün tüm serisini alıp kabine bırakanını da gördüm pislikten artık koyu kahverengi renge dönüşmüş beyaz atleti deniz şortunun cebine koyup kabine koyanını da. bu bir aylık sürede 4 kez hırsızlık oldu, bir müşteri reyondaki tüm tshirtlerin düğmelerini açıp kaçtı vs... en az 8 saat ayakta duruyorsunuz, kabinlerde ağır bir ter ve ayak kokusu hakim, gerginsiniz, ürün kalmadığı için size trip atan müşterilerle uğraşmışsınız ve o anda size kabinin ne işe yaradığını soran müşteriler oluyor. çekilecek dert değil.


    (dolandor - 17 Temmuz 2015 22:43)

  • comment image

    şaşırtmamış olaydır.arefeden bir gün önce annemle alışverişe çıkalım dedik.her zamanki gibi ben mağazaların koltuklarında oturuyorum annem de bakınıyordu.lc waikiki ardından defacto'ya girdik,ben oturduğum yerde bakamadım mağazaya, zavallı çalışanlara,insan kılığındaki alışveriş yamyamlarına.delice bir karıştırma var zaten yanında çocuk katlıyor diziyor kadın onun dizdiklerini yok beden arıyorum yok bunun modeli nasılmış diye tek tek açıyor.askılara çarpıp bir ton kıyafeti düşürüp üstüne basan mı demezsin,inatla katlıları açıp bakmak isteyen mi.dayanamadım ben,icimden her çalışana helal olsun dedim.bu yapılan alışveriş felan değil bu görgüsüzlük.


    (hayat bos kirlara kos - 18 Temmuz 2015 02:10)

  • comment image

    girdiğim bir mağazada bayan çalışanlara kabinin perdesini açık bırakarak teşhircilik yapan sapık bir adama şahit olmuştum birde gülerek denediği ürünü almayacağını söyleyip çıkmıştı mağazadan..malesef hiçbirşey artık şaşırtmıyor..


    (ellelem - 18 Temmuz 2015 02:42)

  • comment image

    olayın lcw ile ne alakası var anlayamadim. oraya giden insanlar biziz. ınsanlar, orayi duzenleyenlerin de insan oldugunun farkinda degilse burada firmanin yapabilecegi ne var ki?!.. tek tek müşterileri mi dövdürüp terbiye etsin? malasef magara insanindan hallice oldugumuzu her alanda ispatliyoruz. birisi kiyafetlerin kalitesinden falan soz etmis. ayilip bayildiginiz tommy hilfiger, lacoste, bodytalk vs. ile lcw ayni atolyelerde dikiliyor.. ayni makinelerden cikiyor. bunlarin ustune kumaslar, boyalar surekli test edilip insan sagligina zararli kimyasalllarin kullanilmasi engelleniyor. saydigim firmalarin kaci tum calisanlari icin iftar vermis? kendi ulkenizin firmasini karalayin kucumseyin. 20000den fazla calisanina ekmek sagliyor cunku. siz gidin ayni tshirte 200 tl verin rahat edersiniz.


    (herdaimhuysuz - 18 Temmuz 2015 02:58)

  • comment image

    temizlik görevlisi denen bir kişinin varlığı nedeniyle mağaza müdürünün böyle bir şey istemeyeceği için uydurulmuş ama tutturulamamış hikayedir.


    (baskuler dondurucu - 18 Temmuz 2015 10:29)

  • comment image

    lcw'ye zaten gitmezdim. hem ürün kalitesini hem hizmet kalitesini beğenmiyorum. hem de ihtiyacım olmadıkça alışveriş yapmam.

    şu ihtiyaç dışı, sırf harcamak olsun diye 'çılgınlar gibi' yapılan, arefe günü alışverişini de hiç anlamam. ben bıraktım o bayram alışverişlerini üniversiteye başlayınca. diğer günlerden hiçbir farkı yok, o gün kalabalıktan kaçmak için sessiz bir yerlere gidiyorum.

    hikayeye inanmayanlar olmuş, velev ki uydurulmuş olsun. mağazada çalışanlar, lcw'yi görenler bunun gerçekçiliğini çok iyi anlar, bilirler. sizin inanmamanız bilenlerin umrunda değil.


    (alainderon - 18 Temmuz 2015 16:35)

  • comment image

    ben müşteri olarak es kaza lc waikiki'ye girdiğimde daralıyorum, adam çalışarak iyi dayanmış harbiden. ha halk pazarına gitmişsin ha lc waikiki'ye, bir fark yok. tek eksik, satış danışmanlarının reyonların üzerine çıkıp "gel ablam gel" dememesi. iyi ki kurtulmuşsun kardeş. inşallah daha iyisini bulursun...

    bu arada, avm'de çalışmak gerçekten dünyanın en zor mesleklerinden birisi. öğrenciyken part time olarak tefal'de çalıştım. sürekli olarak ayakta olmak, standlara dayanmanın, kol bağlamanın yasak olması, özellikle kapanmaya yakın ayakların artık inanılmaz ağrıması ve yürürken acı vermesi, sigara içtiğin ya da yemek yediğin yerin tüm mağazaların arka tarafından açılan, aynı zamanda mağazaya yeni gelen ürünleri de taşıdığın o havasız, loş ışıklı koridor, buna rağmen o saat tam 21:59'da mağazaya giren, içinden küfrettiğin müşteriye dışından güleryüzle "hoşgeldiniz efendim" demek... yazarken bile gerildim yemin ederim. ama asıl kızdığım mevzu başka. asıl kızdığım patronların tutumu. kendi çalıştığım patronu söyleyeyim en azından. bizim patronun sahibi olduğu tüm tefallerin aylık satış rakamlarını mağazadaki bilgisayardan aylık olarak görebiliyorduk. toplam ciro, en düşük ayda bile 2 milyon tl'nin altına düşmüyordu (anneler gününün olduğu mayıs'ta 7 milyonu görüyordu) ki ürünlerin kar marjı %25-30 arasında değişiyordu. aylık ortalaması 800bin-1,5 milyon tl arasında değişen outlet mağaza vardı ki onun da kar marjı %100'dü direkt olarak.

    ulan el bağlatmama, standlara dayandırmamayı anlarım. kurumsallık vs açısından dışarıdan bakıldığında doğru. iyi de haftaiçi sikik bir günde, avm'de bile düzgün bir kalabalık yokken, ne olur her saat 10'ar dakika arayla bir personel arkaya geçip çay-sigara yapsa. zaten 6 kişi çalışıyor, her seferinde 1 kişi eksik olsa kurumsallığın mı zedelenir. hadi biz erkeğiz neyse de kızların neredeyse hepsi istisnasız varis tedavisi görüyordu amk! verdiği para asgari ücret, bir de her mağaza için uçuk satış rakamları belirlemiş, onlara göre ekstra prim veriyor. atıyorum ciro 200.000'i geçerse 50 tl, 210.000'i geçerse 100 tl, 225.000'e 200, 240.000'e 300, 275.000'e 500 tl prim gibi. sözde motive ediyor ama mağazanın o zamana kadar o ayki ortalaması hiç 180.000 bile olmamışken! bir tek mayıs ayı kotaları tutturalabiliyordu ki o da yukarıda da yazdığım gibi anneler günü çılgınlığı sayesinde. o da herifin cebine belki fazladan 2 milyon para sokuyorsun (tüm mağazalar) dağıttığı prim 10.000 tl falan işte. ha bir de mağaza aylık yapılan sayımda 1 tane spatula eksik mi çıktı (spatula diyorum bak, kalabalıkta biri atmış çantasına) o spatulanın parası, hem de satış fiyatı olan 12 tl üzerinden 6'ya bölünüp herkesin maaşından 2 tl kesilirdi anında. her şeyi geçtim, en çok sinir bozanı da şuydu. senede bir kez tefal, bizim patronun tüm çalışanlarına mekan ayarlayıp çalgılı malgılı, sınırsız alkollü eğlence düzenliyordu. servisler falan her şey bunlardan. 5 kuruş çıkmıyordu ne patrondan ne de bizden. neyse işte, bizim patron da buna özenerek demiş ki bir de tefal olmadan biz kendi aramızda yapalım böyle bir gece. bizim mağaza müdürü bir geldi. patron mekanla anlaşmış, kişi başı 25 tl veriyoruz, fix menü-2 duble içki dedi! ulan alt tarafı 50 kişi falanız. bu 50 kişinin mağazalarından senede 30 küsür milyon tl ciro yapıyorsun, bok gibi kazanıyorsun. 50 kişi için ödeyeceğin para 1250 tl lan! bunu bile ödemedi adam. ben de tepki olarak gitmedim zaten de benim dışımda herkes gitti.

    adamın lc waikiki istifasından buralara kadar döküldük. neyse işte, gerçekten insan gibi davranın güler yüzlü olan satış danışmanlarına. insan lan onlar. çoğu da imkansızlıklarından yine avm içinden birisiyle evleniyor. çünkü çalışma saatleri haftalık 60 saatin üzerinde ve bunu ancak aynı şartları yaşayan anlayabiliyor. bizim mağazada çalışan kızlardan 2'sinin nişanlısı da yine avm'de çalışıyordu. bir tanesi de öğretmen olan sözlüsünden bu sebeple ayrıldı. adamın izni haftasonu, kızın ise haftaiçi tek gün. bir de bir gün hariç diğer her gün ya 22:00'da ya da 20:00'da çıkabiliyorsun işten. (sağolsun haftada bir gün 14:00'de çıkma izni vermişti, bok var gibi 10:00'da mağaza açıp 4 saatliğine geliyordun o kadar yolu)


    (evlicocuksuz - 19 Temmuz 2015 00:36)

  • comment image

    yazıyı okumamın ardından, zamanında başımdan geçen bir olay geldi aklıma.

    2012 yılı yazında work and travel programıyla abd'ye gitmiştim. yapacağım iş festival alanlarına gezici yiyecek karavanları kurmak ve festival boyunca orada fast food tarzı ürünler satmaktı. bir eyaletten ötekine, nerede festival varsa oraya karavanlarla gidiyor, kamp alanlarında karavanda konaklayıp festivali tamamlayıp dönüyorduk.

    karavanda kaldığımız için tuvalet ve banyo kullanımı da çoğu zaman umumi tuvalet ve banyolarda oluyordu. fakat gittiğimiz bazı yerlerde umumi tuvaletlerde durum o kadar vahimdi ki ya da o kadar uzağa konumlandırılmışlardı ki, karavanın içerisindeki iki tuvaletin hortumunu bağlayacak bir rögar bulabilirsek onları kullanmaya çalışıyorduk.

    10 günlük bir festivalin ardından toplanma zamanı geldi. festival boyunca ben uzak olsa da umumi tuvalet ve banyoları kullandım. karavanın içerisindeki hiç şeyetmedim anlayacağınız. ne hikmetse toplanma zamanı o bokun aktığı kalınca hortumu sökme sırası geldiğinde gözler bana çevrildi. "no way!" diyerek gözlerimi devirdim, yapacağız işi sikeyim minvalinden laflar ettim. bir başkasının sıçtığı boku temizlemek istememiştim.

    velhasıl, moldova'lı arkadaş hortumu söktü, tanya (bir diğer çalışma arkadaşımız) sifona basmadığı için bok borunun içerisinden hoop aşağı kaydı, önümüze düştü. moldovalı arkadaş "bled, idi na huy" şeklinde söverken bir güzel kustu. ben sigaramı içerek hayatımı gözden geçiriyordum.

    demem o ki, bazen insana zor gelebiliyor bu tarz durumlar. o mağazada çalışan arkadaş haklı olarak "sikerim böyle işi" demiş. bunu yapmakta da sonuna kadar haklı. her zaman bu taraftan olaylara bakmak zor gelebiliyor, fakat insanın halinden anlamak diye de bir şey var; onu birazcık becerebilmek lazım.


    (moltbeat - 19 Temmuz 2015 01:46)