Süre                : 1 Saat 44 dakika
Çıkış Tarihi     : 07 Haziran 2007 Perşembe, Yapım Yılı : 2007
Türü                : Komedi
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Insomnia Media Group , Eleven Eleven Films , IMG Film 7
Yönetmen       : Zak Penn (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Zak Penn (IMDB)(ekşi),Matt Bierman (IMDB)
Oyuncular      : Woody Harrelson (IMDB)(ekşi), David Cross (IMDB)(ekşi), Dennis Farina (IMDB)(ekşi), Cheryl Hines (IMDB), Richard Kind (IMDB)(ekşi), Chris Parnell (IMDB), Werner Herzog (IMDB)(ekşi), Jason Alexander (IMDB)(ekşi), Ray Romano (IMDB), Mike Epps (IMDB), Judy Greer (IMDB), Gabe Kaplan (IMDB), Michael Karnow (IMDB), Michael McKean (IMDB), Julie Claire (IMDB), Barry Corbin (IMDB), Shannon Elizabeth (IMDB), Estelle Harris (IMDB), Andrew Hill Newman (IMDB), Andrea Savage (IMDB), Phil Gordon (IMDB), Doyle Brunson (IMDB), Phil Hellmuth Jr. (IMDB), Daniel Negreanu (IMDB), Hank Azaria (IMDB), David Pressman (IMDB), Brett Ratner (IMDB), Avi Arad (IMDB), K.D. Aubert (IMDB), Tommy 'Tiny' Lister (IMDB), Tim Mikulecky (IMDB), Rusty Meyers (IMDB), Peter O'Meara (IMDB), Alec Holden (IMDB), Hailey McCann (IMDB), Orly Shani (IMDB), Marc Chaiet (IMDB), Garrett McKechnie (IMDB), Sean Patrick Flaherty (IMDB), Bonnie Joy Ashley (IMDB) >>devamı>>

The Grand (~ Loooser - How to win and lose a Casino) ' Filminin Konusu :
The Grand is a movie starring Woody Harrelson, David Cross, and Dennis Farina. An improvisational comedy using a handful of actors playing characters competing in an actual poker tournament.


  • "kadrosu real madrid'in beckham'lı zidane'lı kadrosuyla boy ölçüşebilecek bir film."
  • "keşke tüm kötü ve mutsuz insanlar bu filmi izlese.. kötüler belki iyi, mutsuzlar da mutlu olurlar. lar lar lar..."
  • "(bkz: yine düşe soktun kardeş)"
  • "hani ihsan oktay'ın kitaplarındaki konuyu anlatamazsınız ama '' güzel mutlaka oku'' dersiniz ya işte öyle bir film. anlat desen anlatamam ama tarif etsem '' tatlı'' derim."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yonetmenin her sahnesinde ne yapip edip simetriyi yakaladigi bir film. kusursuz, hatta oldukca takintili bir simetri soz konusu film boyunca. cok cesitli renkler kullanilmasina ragmen yakalanan renk uyumlari da cok etkileyici. izledigim en "duzgun" film diyebilirim.

    hikayesiyle degil, estetigiyle etki ediyor insana. sinemadan cikinca fark etmeden koridorun ortasindan yuruyorsunuz falan. alttan alttan ocd veriyor bunyeye.


    (cmaddict - 17 Mart 2014 05:17)

  • comment image

    ne zaman bir wes anderson filmi izlesem; tüm külliyatını yeniden, teker teker izlemek gelir içimden. bu film bitti ve yine aynı his geldi buldu beni. düşündüm niye? pek saygıdeğer ya iste boyle senden naber'in de bir zamanlar dediği gibi; "anderson'dan masallar" çünkü bunlar. tekrar tekrar dinlesek de sıkılmayacağımız, ezbere bilsek de her gece duymaya can atacağımız türden masallar... her yeni filminde, en baştan alma isteği işte hep bundan.

    ralph fiennes'ın mükemmel bir şekilde can verdiği m. gustave karakteri; insanlık denilen bu barbar dünyada hala umut ışığı olduğundan dem vurur, hem de iki kere. işte bu film de; bu barbar, renksiz, kötü niyetli dünyada parlayan umut ışığı gibi. yine rengarenk. yine akıp giden. yine akıp giderken seni de alıp götüren.

    bu filmi izleyiniz, saklayınız, sonra ileride çocuklara, çocuklarınıza, içinizdeki çocuğa anlatınız...


    (dolls - 11 Nisan 2014 00:06)

  • comment image

    filmi bilmiyorum da, cast şampiyonlar ligi

    imdb'ye göre

    1.torba: bill murray, edward norton, jude law

    2.torba: harvey keitel, tilda swinton, ralph fiennes

    3.torba: willem dafoe, adrien brody, owen wilson

    4.torba: jeff goldblum, tom wilkinson, f. murray abraham

    ben bunları tanınmışlıklarına göre sıraladım, zaten büyük ihtimalle the thin red line'daki gibi tek sahnede felan göreceğiz, ama yine de insanı heyecanlandırmıyor değil. ışığı gören gelmiş aq.


    (estruda - 11 Nisan 2014 03:18)

  • comment image

    boş odanız var mı?

    wes anderson deyince aklınıza ne geliyor? öncelikle çok genç. bu genç yaşına çok güzel filmler sığdırmış, yetenekli bir yönetmen. moonrise kingdom, fantastic mr. fox, the royal tenenbaums desek?

    ben galiba en çok tenenbaum'ları sevmiştim. rengarenk ve çok komikti. üstelik hem böyleydi hem de bir hayli karanlıktı aslında. uzun yıllar geçmiş üstünden, hâlâ aklımda olan sahneleri var filmin. işte bu tuhaf aileyi yaratan adam wes anderson bu yıl berlin'de ödül alan filmi büyük budapeşte oteli'yle (the grand budapest hotel) önce istanbul film festivali'ne konuk oldu, bugün görücüye çıkıyor.

    büyük budapeşte oteli çok sevdiğimiz yazar stefan zweig'a selam çakarak başlıyor, sonra bir yazarın kitabının yazılış hikâyesini anlatmasıyla devam ediyor. hem konuğu olduğu hem de geçmişi ve şimdisi hakkındaki gerçekleri öğrendiği bir otelin; büyük budapeşte oteli'nin, otelin sahibi, çalışanları ve konuklarının hikâyesi bu.

    ikinci dünya savaşı'nın başlamasına ramak kalmış yıllarda karlı tepelerin üzerine inşa edilmiş bu görkemli otel zengin, seçkin müşterilerini ağırlıyor ve bu sürede onları rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor. bu memnuniyetin hem sorumlusu hem de başmimarı olan kişi otelin "konsiyerj" i yani bütün otel görevlilerinin başı olan gustave.

    gustave dakik, titiz, kimi zaman sert, "müşteri her zaman haklıdır" ın ayaklı kanıtı adeta. müşterilerinin, ama özellikle de zengin ve yaşlıca kadın müşterilerinin, şahsi sıkıntılarını dahi bilen, çözen, derdini dinleyen bir adam gustave. ama aslında onlardan faydalanan, çıkarcı, cingöz bir karakter gerçekte. bir gün otelde işe yeni başlayan lobici çocuk "zero"yu yanına alıp onun hamisi olmasıyla film boyunca başımızı döndürecek bir tempoda anlatılan olaylar da başlamış oluyor. fimin bu temposunu sırtlayan, çoğu perdede bir görünüp bir kaybolan oyunculara da değinmek lazım.

    tilda swinton, adrien brody, willem dafoe, jeff goldblum, harvey keitel, jude law, bill murray, edward norton bu isimlerden bazıları. rolleri kısacık da olsa hakkını harika bir şekilde veriyor ve perdede parlıyorlar deyim yerindeyse. gencecik toni revolori "zero" da çok başarılı bir performans sergilerken filmi ve gustave rolünü harika bir şekilde sırtlayan ralph fiennes yine kendine hayran bırakıyor.

    bahsettiğimiz zengin, yaşlı kadın müşterilerden birinin ani ve şüpheli ölümü gustave için bir kısmete dönüşüyor çünkü ortada kendisine miras olarak bırakılmış pahalı bir tablo var. öte yandan o tabloyu gustave'a yâr etmek istemeyen bir oğul, şüpheli ölümü araştıran bir polis şefi, mirası onaylayacak bir avukat, ailenin tuttuğu bir kiralık katil, zero'nun gönlünü kaptırdığı genç ve güzel bir kız var. hal böyle olunca ortalık karışıyor elbet. kaçmalar, kovalamacalar, hapse düşmeler var. suçsuzluğunu kanıtlamak için türlü işlere girişen gustave ve ona yardım eden zero var. etraflarındaki dost-düşman kim varsa herkes koşuşturmaya başlıyor, biz de alexandere desplat'ın muhteşem müziği eşliğinde gözümüzü alamadan izliyoruz tüm bu olan biteni.

    filmin hikâyesinin anlatabileceğimiz kısmı bu kadar. ancak hikâyeye takılmamak lazım belki de. çünkü anderson öyle bir otel yaratmış, öyle renklerle, öyle bir simetriyle bezemiş ki orayı büyülenmemek imkansız. renkler, eşyalar, insanların yürüyüşü, konuşması, her şey çok acayip bir düzende ve uyumda. geçmiş zamanın insanları, eşyaları, olayları bunlar ama bir taraftan da tuhaf bir zamansızlık duygusu yaşatıyor seyirciye hepsi. başta gustave olmak üzere aslında her biri aslında karikatür olan karakterlerini öyle güzel yazmış ki onları karikatür gibi görmüyoruz. kendi aralarındaki önemsiz sayılabilecek konuşmalarında alttan alta hayattan, ilişkilerden, savaştan, siyasetten, öteki olmaktan bahsediyorlar; dinleyip duyabilene çok keyifli diyaloglar bunlar. bütün olan bitenin hayal gücümüzü zorlayacak durumuna, olayların absürtlüğüne bakınca bir hayli iyimser bir finali var filmin.

    umursuyor muyuz finali?

    hayır, çünkü böyle bir otel yok, böyle müşteriler, böyle maceralar da yok aslında. hepsi wes anderson'un fantastik dünyasında yaşıyor, orada gerçekler, perdede çok güzel görünüyor, sinemada geçirdiğimiz süreyi keyifli kılıyorlar. siz de belki izledikten sonra soran eşe dosta anlatmakta zorlanacak, gidip kendiniz görün diyecek ama filmi hatırladıkça tatlı tatlı gülümseyeceksiniz. iyi seyirler. (gö/hk)

    kaynak: http://www.bianet.org/…este-oteli-bos-odaniz-var-mi


    (sanver - 11 Nisan 2014 09:05)

  • comment image

    çok başarılı film.

    arkamda çok sıkıcı yaaa diye sayıklayan kızlar, yanımda filmi tek başına izlemeye gelmiş bir başka kız. siz niye geldiniz? o niye geldi?

    tipik wes anderson filmi. tiyatro havası var. film olduğunu o kadar belli ediyor ki. lakin renkler, sanat yönetmenliği, sanat tasarımı ve oyuncuların tiplemeleri çok hoştu, bana kendini izlettirdi, yer yer güldürdü. hiç sıkılmadım filmden. zaten o kadro için bile izlenirdi film.

    haftasonunu değerlendirmek için ideal bir film bence. sanat filmi diyerek hakaret etmek istemiyorum filme. bana sanat yönetmenliği çok iyi yapılmış, dizaynların harika olduğu bir tiyatro filmi gibi geldi. gidip, salondan mutlu ayrılıp, gününe renk katmalık bir film bence.

    he birde bill murray yaşlandıkça iyice hulusi kentmen'e benzemiş. hele ki o bıyık ile. son olarak da kaç yıllık sinema izleyicisiyim, film içinde tarihin 2 defa geri gittiğini ilk defa gördüm. yazardan, yazarın gençliğine, yazarın gençliğinden, mustafa'nın gençliğine. senaryonun böyle bağlanması açıkçası çok hoşuma gitti.


    (kopuksenaryoo - 11 Nisan 2014 23:14)

  • comment image

    keşke tüm kötü ve mutsuz insanlar bu filmi izlese.. kötüler belki iyi, mutsuzlar da mutlu olurlar. lar lar lar...


    (hietzsche - 12 Nisan 2014 22:20)

  • comment image

    gene bir içine girilesi, hep orda yaşanası türden wes anderson filmiyle karşı karşıyayız. benim için moonrise kingdom la biraz düşen çıtanın tekrar tavan yapmasını sağlamıştır wes abimizin diğer filmleri bazında.

    kadro o kadar harika ki, karakterler sahneye çıktıkça sırıtmaktan sahneyi kaçırıyor insan bazen.
    görsellik, sahnelerdeki simetri manyaklığı, filmi tek başına anlatmaya yetecek derecede olan ince ince detaylar, renklerin kaosu, artık bir klasik olan tiyatro dekoru naifliği bu filmde doruğa ulaşmış.

    müziklere ise ayrıca değinmek istiyorum çünkü gerçekten dahice. her zaman müzik seçiminde çok başarılı olan wes anderson bu kez müzikleri daha da öne çıkarmış sanki. bazı sahneler adeta dans ediyor o müzikle. hele de bir teleferik sahnesinde, kabinlerin salınış gıcırtısının müziğe eklenmesi müthişti.

    başlıkta da uzun uzun anlatılmış zaten; kısacası adam dahi beyler. genç yaşına da güvenerek daha çok fazla filmini izleyeceğimizi umuyorum. *


    (aksi seytan - 13 Nisan 2014 18:50)

  • comment image

    wes anderson'un the royal tenenbaums ile birlikte içerik-biçim-oyuncu kadrosu bileşimini en iyi oranda tuttuğu iki filmden biri. akıp giden, izlerken bitmesini istemediğiniz, bittikten sonra kafanızda sahne sahne çevirdiğiniz filmlerden. çocukken izlediğiniz herhangi bir film gibi yani.

    --- spoiler ---

    filmdeki simetriyi adrien brody'nin burnu bozuyor.

    ---
    spoiler ---


    (charles h duell - 17 Nisan 2014 19:02)

  • comment image

    absürd derecede naif bir karakter olan m. gustave h.'in her cümlesiyle izleyicileri mest ettiği filmdir. her detayı ayrı masalsı, aşağı yukarı hepsine değinilmiş tekrara düşmek istemiyorum. izleyen kimsenin pişman olacağını sanmıyorum. nitekim dünyanın en rasyonel adamı babamın bile önce bir "bu ne yea nelerin filmini yapıyor millet" dediği, ikinci yarı bitince de "her şeyin çok gerçekçi, çok ciddi olmasına gerek yok, tatlı ve eğlenceli olmuş" dediği film.

    --- spoiler ---

    filmin başında zero mustafa hikayeyi chapter chapter anlatmaya başladığında daha uzun zamanı kapsayacak zannettim. ilk yarının bitiminde olayların öyle anlatılmayacağı belli oldu ve sonra hikaye biraz ilerlemiyor gibi geldi, bir süreliğine bunu düşündürtmesini tek olumsuz yönü olarak nitelendirebilirim filmin. ama küçük detaylarıyla toparladı bence kendini. otele m. gustave'ı cinayet şüphesiyle almaya geldiğinde polisler, kendisinin "yani siz de benden şüpheleniyorsunuz" dedikten sonra yine olanca naifliğiyle açıklama yapacağını zannederken, bir anda arkasını dönüp koşarak otelin merdivenlerine kaçmasına 5 dakika filan güldüm abartısız. adam o anda bile yine naif. hapisten kaçarken o yarma tutukludan yardım alıp kendisine merdivenden inerken gülümsemesi ve defalarca teşekkür etmesi çok tatlıydı. hapishanenin avlusunda zero mustafayla birlikte aşırı panik olması gereken bir anda, parfüm hakkında dakikalarca konuşması; dağ başında askerlerden kaçmaları gerekirken, kaybettikleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulunmaları…çok sevimli bir film haline getirmiş bütün bu detayların toplamı.
    ---
    spoiler ---

    iyi insan olmaya iltifat edilen güzel film. kaçırmayın.


    (cap ou pas cap - 27 Nisan 2014 21:21)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmin sonlarına doğru dimitri asansörden çıkan m.gustave ve zero'yu görünce ateş açmaya başlar, sonra kapılardan askerler çıkar, askerler birbirlerine ateş açmaya başlarlar, sebebini bilmeden. wes anderson'dan insanlığa koca bir dersti işte bu.
    ---
    spoiler ---

    ayrıca ayrı bir başlıkta incelenmesi gereken, léa seydoux'un o 1 dakikacık performansını es geçmemek lazım. filmdeki rolünün aksine kadın her yere asalet saçıyordu. sadece 1 dakikada bu kadar etkileyebilirdi seyirciyi. la vie d'adèle filminde sonra kendisini 1 dakikalık performansı resmen doyurdu. tabii ki alkışların çoğu ralph fiennes'a gitti. izlenmeli.


    (michonne - 11 Haziran 2014 13:54)

  • comment image

    wes anderson özellikleri:

    1) görüntü

    -renkler
    -ışık
    -kamera açıları
    -simetri (not: bu simetri müşterekliğinde bir ilişki yaşa)

    2) karakterler

    -kadın karakterlerdeki özellikler
    -tüm karakterlerdeki surat ifadesi
    -büyük oyunculara verilen küçük roller
    -ayrıca varis, coen kardeşlerin barton fink'ine benziyor.
    -edward norton ep polis rolünde.

    3) belirgin özellikler
    -tren
    -aile
    -otel
    -sigara
    -beklenmeyen vahşet (her şey pembe ve mor olduğu için daha da garipsiyor insan)
    -chapter halinde sunulması
    -kitap kapağı açarak başlanması
    -güçlü diyaloglar
    -edebiyat
    -yazı stili
    -güzel müzikler
    -tenis
    -müstakil evler
    -otel asansörleri
    -bellboy'lar
    -lobi
    -ailesiz kalmış çocuk
    -kopan parmak
    -güzel mizah
    -akıl hocalığı
    -buruk hüzün
    -çizim yöntemine ne ad verildiğini bilmediğim, genelde masal kitaplarında kullanılan yöntem ile bölüm anlatıları.
    -doğu kültürüne saygı

    not: egon schiele'yı sevmemesi, bende ufacık bir etki dahi yaratmadı. :(bkz: #39383732)

    tüm formüller oturuyor. burada sayılan her şeyi, tüm wes anderson filmlerlerinde görebilirsiniz. ama gene de aynı olmuyor, gene de bambaşka bir film çıkarıyor.

    sonrası; tatlılık, şekerlik, iyilik, güzellik.


    (yuzmebilmeyenamasipidiksipidikyuzenbalik - 12 Haziran 2014 00:13)

  • comment image

    wes anderson, ''in bruges gibisi gelmez'' diyenlere inat cekmis sanki. bu derece harika bir kurgu, uyumlu muzikler, muhtesem diyaloglar ve ahenk tanimlamasi gibi renklerin sonunda, fazla tahmin edilebilir ve klasiklesmis bir sonu da olmasaymis, cok daha iyi olmasi mumkunmus. ancak, klise bir sona ragmen, guzelliginden ve hatta ''tatliligindan'' pek bir sey kaybettigi de soylenemez.

    ozellikle, neredeyse her karede farkli bir tanidik yuzun belirmesi, aldiginiz keyfi daha da katliyor. zaten yuzunuzden ''siritmanin'' eksildigi cok az sahne oluyor ve bazi sahnelerinde dayanamayip gulmeye basliyorsunuz. bu standart neredeyse film boyunca bozulmuyor. aralara kontrol noktasi gibi siritmadan gulmeye gecis noktalari koymuslar gibi adeta. bu sekilde tanimlayinca komedi filmi gibi bir algi olusmasin tabi. komik olmaya calismayan ve zaten bu yuzden gulumseten bir yapim. simetri manyakligi disinda, hicbir sey icin ozel bir caba icinde degilmiscesine bir hava var -ki bu bilincli dahi yapilmis olsa, hicbir sekilde goze batmadigi, dikkat cekmedigi icin her bicimde basarili demek mumkun.

    --- spoiler ---

    dagin basinda, ucurumun kenarinda, yerde metrelerce kar varken ve olumden de henuz 1 dakika once kurtulmus, etraflari da asker tarafindan sarilmisken ''bir dakikalik saygi durusu'' yaptiklari sahne ile birlikte, hapishaneden kactiklari sahne, zannediyorum izledigim en absurd ve basarili sahnelerden biriydi.

    ---
    spoiler ---


    (mikua - 12 Haziran 2014 00:48)

  • comment image

    stefan zweig'ın notlarından esinlenerek wes anderson ve hugo guinness'ın senaryosunu oluşturduğu, wes anderson'ın yönettiği filmin başrollerinde, ralph fiennes, adrien brody, willem dafoe hatta edward norton, bill murray(7), harvey keitel, jude law ve fragmanından görüp de asıl komediyi katacağını düşündüğüm ama çok az rol verilen jason schwartzman.

    --- spoiler ---

    alp dağlarındaki hayali bir avrupa ülkesi olan zubrowka cumhuriyeti'nde geçiyor hikaye. hikayeyi kaleme alan ve bize dış ses olarak olayı anlatan yazar, gençliğinde tanıştığı ve otelinde kaldığı mr. moustafa'nın oteli nasıl aldığını anlatıyor.

    1930'lu yıllar anlatılıyor ve o zamanki odacı m. gustave'ın yanında mr. moustafa'nın onun yaveri olarak yaşadıklarını mizahi bir dille sinemaya aktarılıyor. m. gustave yaşlı ve sarışın kadınlara duyduğu ilgi sebebiyle çok ünlü birisi. hatta çok sevdiği madame d. vefat edince vasiyetinde son değişiklikle boy with apple tablosunu ki mirasının en pahalı parçasını m. gustave'a bırakıyor.

    ancak madame d.'nin oğlu ve oğlunun arkadaşı bunu kabul etmeyerek, m. gustave'a iftira atarak tutuklanmasını sağlıyorlar. m. gustave hapisten enteresan tüneller ve geçişler sonucu kaçıyor.
    tekrardan madame d.'nin oğlu ile karşılaşıyorlar, o sırada tablonun arkasındaki notu fark ediyorlar ve notta cinayete kurban gitmesi halinde madame d.'nin yeni bir vasiyet mektubu ortaya çıkıyor. bu mektubunda the grand budapest hotel dahil tüm servetini m. gustave'a bıraktığı ortaya çıkıyor.
    m. gustave, mr. moustafa'yı baş odacı yapıyor, kendisi de yaşlı ve sarışın kadınlarla gününü gün ediyor.
    ardından savaş zubrowka cumhuriyeti'ni siyasi olarak haritadan siliyor ve onlar da lutz'a doğru yola çıkıyorlar. ancak o sıra lutz da işgal altında ve daha önce de başlarına geldiği ve henckels'ın sayesinde kurtuldukları olay gibi mr. moustafa göçmen olduğu sebebiyle onu götürmek istiyorlar. bu sefer işler kolay gitmiyor maalesef ve m. gustave vurularak öldürülüyor. her şeyin sahibi de mr. moustafa oluyor.

    mr. moustafa çok zengin olsa da zubrowka cumhuriyeti'ndeki her şeye el koyan hükümete bir servet ödeyerek the grand budapest hotel'i geri alıyor. oteli her ziyaretinde de odacıyken kaldığı odada kalıyor.

    - lutz'u işgal eden askerlerin üniformalarındaki semboller nazi askerlerini andırıyor. aynı sembolü filmin ortalama 68. dakikalarında jopling telefon açtığında masadaki zig-zig division sembolünden de çıkarabiliriz.
    - otelin iç çekimleri görlitzer warenhaus'da, dış çekimleri için karlovy vary'deki palace bristol oteli'nin benzer bir minyatürü kullanılmış. çekimlerin çoğu da saksonya, almanya'da gerçekleştirilmiş.
    - henckels'ın boynundaki sembol the fantastic mr. fox'taki fox'un kafası
    - zubrowka cumhuriyeti'nin adı polonya votkası zubrowka'dan geliyor.
    - johnny depp düşünülmüş ilk olarak m. gustave karakterine, iyi ki değişmiş.
    - cameo olarak da jean dujardin oteldeki çatışma sahnesinde gözüktü diyorlar, tekrar tekrar izledim benzetemedim hiçbir adamı
    ---
    spoiler ---

    edit: simetriye dair; http://vimeo.com/89302848


    (feritezgi - 22 Temmuz 2014 20:40)

  • comment image

    hani ihsan oktay'ın kitaplarındaki konuyu anlatamazsınız ama '' güzel mutlaka oku'' dersiniz ya işte öyle bir film.
    anlat desen anlatamam ama tarif etsem '' tatlı'' derim.


    (kuturkuturyesilpapazerik - 20 Eylül 2014 01:38)

  • comment image

    masalsı anlatımıyla, masalsı dokusuyla dört dörtlük sevimli bir masal. masalı masal gibi, yani masalsılığına halel getirmeden anlatan, daha fazla masalsılaştırabilinecek bir noktası kalmamış, masalsılaştırılabileceği kadar masalsılaştırılabilmiş bir 20. yüzyıl masalı.

    masalsı edit: http://bit.ly/1yi5ycr


    (mea minima culpa - 25 Ocak 2015 23:26)

  • comment image

    hem sinema sektöründe olmayıp hem sanatımızı, reklerimizi, simetrimizi, kamera açılarımızı yiyen insanların eleştirdiği film. oscar bile almışmış. güzel kardeşim en iyi kostüm, makyaj ve müzik ödüllerini aldı zaten budapest. kend içimizde çelişmeyelim, sırf eleştirmek için, sırf oscar aldı diye bok atmak için entry girmeyin.


    (johnrobinson - 24 Şubat 2015 09:05)

Yorum Kaynak Link : the grand budapest hotel