The Countess (~ Kontes) ' Filminin Konusu : Film, insana özgü her türlü tutkuyu, ihtirası odağına alan ve aşkın, gururun ve intikam arzusunun yaktığı ateşte yürüyen insanoğlundan dem vuran bir hikaye ile geliyor. Kontes Bathory, henüz on dördündeyken bir Lord ile evlendirimiştir. Hikayede, kendisi erkeklerin dünyasında bir başkaldıran rolündedir. Bir davet esnasında kendisinden genç bir adam olan Istvan ile aşkı duyumsar. Ancak Istvan’ın babası bu işe engel olmak ister. Kontesin yaşının büyük olması nedeni ile oğlunun asla mutlu olamayacağını iddia eder. Bunun üzerine Kontes de bakirelerin kanı ile yıkanmakla genç kalacağına inanmak gibi bir noktaya gelir. Yalnız bu yolda saplantılı bir ruha bürünen Kontes aslında bir oyunun içine düştüğünün farkında değildir. Oyunun arkasında ise yine Istvan’ın babası vardır. Efsaneye göre 650 genç kıza işkence yaparak onların kanı ile yıkanan Kanlı Kontes diye tanınan Macar Kontesi Elizabeth Bathory’nin hikayesidir.
2 Days in Paris(2007)(6,8-29023)
Erzsébet(2013)(6,4-16)
Le Skylab(2011)(6,4-1861)
2 Days in New York(2012)(6,0-13221)
Bathory(2008)(5,9-3943)
Lolo(2015)(5,7-3163)
Looking for Jimmy(2002)(4,9-80)
Lady of Csejte(2015)(3,8-364)
Elizabeth Bathory(2014)(3,6-17)
julie delpy'nin yazıp yönettiği ve de oynadığı film. william hurt, daniel brühl ve radha mitchell filmdeki diğer isimler. http://www.imdb.com/title/tt0496634/
(constantine - 11 Şubat 2008 02:23)
dönemin atmosferini ve acımasızlığını oldukça iyi yansıtan, soylu kan sahibi olduğu iddia edilmesine rağmen evliliklerle büyüyen topraklar ve yapılan fedakarlıklar ile duygu sömürü yapan bir kaç sahne ile sizi ürpeten ama gene de festival filmi olmaktan uzak, iyi zaman geçirmek için ilk film tercihi olmasa da ikincisi olabilecek bir yapıt olmuş. güzellik, hırs, duygusuzluk, harcayabilirlik gibi duygular ile toprak sahibi olmak, savaşlar, politika ve entirikalar,casusluklar konusunda da başarılı olmuş. julie delpy ortalamanın üstünde bir performans gösterirken, daniel brühl sanki çok olmamış.william hurt de doğru bir casting ürünü müdür tartışılır.film beklentileri karşılamasa da ortalamanın üstünde. http://www.imdb.com/title/tt0496634/
(ride - 8 Nisan 2009 22:57)
before sunset’te filmin senaryo ve müziklerinde payı olan julie delpy’i, sonrasında kendi filmlerine ağırlık vermek konusunda çalışmalara başlamış. aslında kafasındaki fikir, büyük bütçeli, belki tarihi bir film çekmekmiş ama ilk etapta böyle bir işe kalkışmanın zor olacağını düşünmüş olmalı ki 2 days in paris ile kendi beyanatıyla before sunrise/before sunset filmlerinin zıttı bir film çekmiş. işte the countess’le aslında başından beri kafasında kurduğu, görkemli filmini hayata geçirmiş. sadece oyunculukla değil, senaryo yazımı ve yönetmenlikte de filmin her yerinde olduğunu gözümüze sokmuş. tarihi filmleri genel olarak taraflı ve çok görkemli bulduğumdan pek sevmeyen biri olarak, the countess’te farklı bir yan bulduğumu söylemeliyim. ya yönetmenlik konusundaki tecrübesizliğinden ya da aslında yapmak istediği bu olduğundan film hiç de şaşaalı değil. bu yer yer çok yerindeyken bazen filmin aleyhine olmuş.tarihin en kanlı kadın karakterlerinden macar konteserzsebet bathory’nin (aslında gerçek adı bu olmasına rağmen birçok yerde elizabeth bathory diye geçer. niyeyse macarca bu ismi insanlar pek sevmiyor.) katlettiği yüzlerce bakire kızın hikayesinden ziyade, bu güzel kontesi bir caniye dönüştüren süreci anlatması bakımından enteresan bir film. 28. uluslararası istanbul film festivali sayesinde, dünyada birçok yerden önce izleme fırsatı bulduğumuz bu film, baştan aşağı aşk acısının ızdırabı üstüne. izlerken ‘’başlarım böyle aşkın ızdırabına*’’ demeden geçemiyor insan. özetle; türkleri kitir kitir kesmesiyle ünlü macar savaşçı olan kocası öldükten sonra üç çocuğuyla kalan kırklı yaşlarındaki erzsebet bathory’in yirmili yaşlardaki bir gence aşık olup, bir takım entrikalarla ayrı düşmeleri üstüne bu film. bu ayrılığın sebebinin yaşlılığı olduğunu düşünen ve tesadüf eseri yaşana bir olayla gençleşmek için bakire kanına muhtaç olduğunu düşünen kontes, bir deli mi yoksa iflah olmaz bir aşık mı belli değil. belki aşkın kendisinin bir çeşit delilik olması üstüne söylüyor bu sözleri… yer yer adama duyduğu aşkın tanrıya duyduğu aşkla karışması ise ilahi aşkın kanıtı. (beni özellikle etkileyen bir sahne var ki, değinmeden geçemeyeceğim. aşkını kalbine gömmek ne demekmiş ben bu filmde gördüm.)film cüretkar sayılabilecek bir söyleme sahip. tuhaf bir şekilde izleyiciye, ‘’aslında bu kadın böyle oldu ama sor bir niye oldu’’ diyor. utanmasa haklı bile çıkaracak kanlı kontesi. tabi bunda julie delpy’nin oyunculuğundaki başarı büyük bir pay oynuyor. yönetmenlikteki eksikliğini oyunculuğuyla örtemese de tek kişilik şovunda* iyi bir performans sergilemiş. hiçbir karesinde sırıtmıyor. diğer filmlerindeki oyunculuğuna bir hayli ters bir rol olmasına rağmen karakteri çok sevdiği belli…(ne yalan söyleyeyim oldum olası julie delpy’nin soluk benizli, durgun ifadeli, ruh halini ele vermeyen görünüşünden korkmuşumdur)taşın altına koyduğu elini ezmemiş delpy, etkileyici bir film yapmış. daha çok film çekip yönetmenliğini de ustalaştırdığında aklımızdaki sevimli fransız kadın imajından sıyrılacak ve yeri sağlamlaştıracak gibi. hadi hayırlısı…
(pul - 21 Nisan 2009 11:49)
tarihteki ilk kadın seri katilin hayatını anlatan bu filmde gördük ve bir kez daha anladık ki aşk çoğul kişiliklerin devreye girdiği bir tür manyaklık. ve julie delpy o mağrur, olgun ve insanın her türlü halinden anlayan ifadesini terkedip, bakışlarıyla bile nefret ettiren ruh hastasını oynamış.filmde sırıtan tek şey genç aşık. william hurt olduğundan şüphe duyduğum adam ise ta kendisiymiş.dönemi anlatan kıyafetler, viran ve korkunç kaleler ve her fırsatta türklüğü aşağılayan diyaloglarıyla tarih filmi klasmanına cuk oturan başarılı bir film.
(biskuvi - 21 Nisan 2009 13:32)
diablo 2'de forgotten tower questinin sonunda gelen super unique monster. "here for a bloodbath?" veya "your blood will boil!" diyerek karşılar konuklarını. kendisi bir dark stalker'dır ve orada burada karşılaşılan unique monsterlardan çok bir farkı yoktur esasen. doğal olarak civarında bir kaç minion vardır. çok bir olayı yokmuş gibi görünmesine rağmen kendisini önemli kılan özelliği, kesildiği vakit mutlaka en az bir rune düşürmesidir. bundan dolayı rune avcıları kendisini sık sık ziyaret ederler. rune haricinde, hell zorluk seviyesinde 1:14 ihtimalle, pandemonium event için gereken key of terror'u düşürmektedir. "...and so it came to pass that the countess, who once bathed in the rejuvenating blood of a hundred virgins, was buried alive… and her castle in which so many cruel deeds took place fell rapidly into ruin. rising over the buried dungeons in that god-forsaken wilderness, a solitary tower, like some monument to evil, is all that remains. the countess’ fortune was believed to be divided among the clergy, although some say that more remains unfound, still buried alongside the rotting skulls that bear mute witness to the inhumanity of the human creature."
(fragman - 21 Nisan 2009 14:23)
(bkz: the duchess)
(aagrid - 21 Nisan 2009 14:28)
aşkın bir insana, özellikle de duygusal konulardan uzaklaşmış, kendini çocuklarına ve işine vermiş bir kadına, yeri geldiğinde neler yaptırabileceğini göstermesi bakımından etkileyici bir film the countess. insanlık tarihi başlangıcından beri varolan sıkıntılar***, zamanın koşullarına göre filme düzgün bir şekilde yansıtılmış ve genel anlamda gayet iyi bir iş çıkarmış julie delpy; hem oyunculuk hem de yönetmenlik bakımından. dördüncü kez yönetmen koltuğuna oturduğu düşünülürse, konu ve zaman bakımından diğer filmlerinden daha farklı bir çerçevede ele aldığı the countess'i kendisine yakışır şekilde yönetmiş. kansa "al sana kan" demiş, korkmamış, psikopatlık mı "bırak bakire kızları kendimi keserim" demiş, yaşlılık kompleksi mi istediğin, "dorian gray'i aratmam" demiş ve işin hakkını verebildiği kadar vermiş. aslında içten içe "beni izlemeye devam edin - daha ne cevherler var bende" demiş.
(larsson - 21 Nisan 2009 22:05)
kontes bathory denilen kadın zamanında bakire kadınların kanlarının cilde iyi geldiği düşüncesiyle onları teker teker doğrayarak ünlü seri katil charles manson'ın yanında bebe kalacağı psikopat bir karakter olarak black metal müziğin en ciddi ikonlarından biri olmuştur. cradle of filth'in onun hikayesini anlatan cruelty and the beast isimli konsept albümün kapağında kendisini görebiliriz örneğin (http://3.bp.blogspot.com/…+-+cruelty+and+the+beast+), ya da bathory isimli grubun direk isminde... metal aleminde o kadar çok konusu olmuştur ki pek çok insan gibi merak edip araştırmış, hatta bir süre önce bu konuyla ilgili bir film çekilip çekilmemiş olduğuna bakmıştım. hakkında kayda değer hiçbir film olmaması beni şaşırtmıştı. hollywood'un senaryo diye kıvrandığı bir dönemde gerçekten yaşanmış bir korku öyküsünü değerlendirememiş olmaları büyük bir hataydı kesinlikle. film festivalinde o yüzden the countess filmini görünce kayıtsız kalamadım. kaldı ki bu filmle birlikte söz konusu ulu şahsiyet üzerine film çekme furyasının başlamış olduğunu da böylece öğrendim. iff'de izlediğimiz konunun julie delpy yorumu da fena bir başlangıç olmadı esasında, bir kadın olarak onun bir seri katil ya da bir black metal ikonu değil öncelikle aşkı uğruna herşeyi yapabilecek bir kadın olduğunu anlatıyor. filmde onun yetiştiriliş tarzı, yaşadıkları ve dönemin koşulları ile arkasından çevrilen oyunlarla onun nasıl bu hale geldiğini hoş bir empatiyle ortaya koyuyor. özellikle kendi oyunculuğunun başarısıyla gerçekten onun içinde bulunduğu durum ile sanrılarını izleyiciye hissettirmeyi başarıyor. aslında ona çocuğunun kusurlarını en kötü ihtimalle arkadaşlarının kötülüğüyle açıklayabilen bir anne gözüyle baktığını söyleyebiliriz.ancak objektifliği bir yana bırakırsak, kimsenin bu hikayenin altında yatan gerçekleri çok da merak ettiğini düşünmüyorum. bilenler konusu erzsebet bathory olan bir filmi, kan, vahşet, dehşet içeren bir korku ya da fantastik bir film ister gibi geliyor daha çok. bu konuda klipleri ve sözleriyle çok başarılı olan cradle of filth'ten danışmanlık alınabilir gibi geliyor bana.
(ceseth - 25 Haziran 2009 13:45)
henuz izlemeden film yorumlamak gibi bir adetim yoktu, ama bu filmleri izleyerek kendime i$kence etmekle ilgili de bir sorunum var. o yuzden yazan ki$inin filmi izlememi$ oldugunu, muhtemelen izlemeyecegini, ve dahi julie delpy adli hatun ki$iye son derece kil oldugunu bilmenizde yarar var sayin okur.bu kari (bkz: julie delpy) oyle bir garip insan ki, oyle bir megalomanyak havasi veriyor ki $ahsima, o kadar entelektuel havalarda ve ama o kadar na-yaratici ki, kendisini bizim mahallede gorsem tepiklerim sanirim. yamulmuyorsam 2 days in paris fikri de bu hatun ki$iden cikmi$ idi maalesef, hatta before sunrise'in tersini yapmak istemi$ filan fi$man. pelin batu ayarinda, "param var oyleyse neden yari-entelektuel senaryolar yazip ama bir yandan da bir $eylerle dalga gecerek (!) insanlara ula$miyorum ki?" sorusunu sordu herhalde kendine. uc kuru$ etmeyen fikirleriyle filmler cekip hem yonetmeni hem yapimcisi hem ba$ aktristi hem bestecisi olur mu insan minakoim. bu nasil bir egodur, nasil bir "kendi" filmini yaratmaktir, nasil "ben"cil uretimlerdir yahu? yanli$ anlamaya mahal vermeyeyim: sonuna kadar inandigi projesi icin kaynak bulamayan ve kendi imkanlariyla bunu kotaran insanlara saygim sonsuz; "ben ben ben" diye bagiran, bunu ihtiyactan degil de poposunun keyfinden yapip filmden ziyade kendini yeniden ureten bir zihni sevmiyorum.julie delpy, o donuk baki$larini al da git.sevmiyorum seni.
(willow is still blessed - 17 Ağustos 2009 23:48)
düşündürücü replikleri ile bünyede iz bırakmayı başarabilmiş filmdir.--- spoiler ---tarih, galiplerin anlattığı bir hikayedir. peki galipler kimdir... barbar savaşçılar, krallar ve aç gözlü hainler. tarihimizin büyük bir kısmı bu şanslı galipler tarafından uydurulmuş masallardan oluşur...--- spoiler ---'''--- spoiler ---savaşta yüzlerce insan öldürülüyor ve işkenceye uğruyor. akbabalara terkediliyor. ama savaşçıları yüceltiyoruz... onlara yüksek payeler ve onur veriyoruz... peki, benim yaptığımın farkı ne?--- spoiler ---
(barba azul - 3 Ekim 2009 17:57)
sinemada izlediğim, tarihin en büyük manyaklarından olan erzsebet bathory'i gariban gösteren dönem filmi.aşkından kuduran, her önüne gelenle yatan bathory, filmin yönetmeni,yazarı ve oyuncusu olan julie delply vasıtasıyla bize şöyle seslenmiştir:yaptım ama niye bir sor...
(seyuranto - 26 Ekim 2009 22:39)
öncelikle filmi beğendiğimi söyleyim. heralde filme yapılacak en sert eleştiri; erzsebet bathory'i iyi! anlatamamış ya da gerçek, bilinen hikayeyi anlatmamış olması*.beklendiği gibi filmde şiddet öğesi de kullanmamış, julie delpy'den dram ağırlıklı bir film izledim.
(tanrek - 1 Aralık 2009 01:47)
bu film, yıllar yılı ilk kadın seri katil, cani, sapık ruhlu olarak bildiğimiz erzsebet bathory'i neredeyse aklamak, aklamak değilse bile o da insan dedirtmek üzerine yapılmış gibi. tamam hepimiz korkuyla, nefretle karışık hayran olduk, tarihte farklı bir yeri var, öyle bir kadın gelmedi bir daha, bugünün estetik çılgınlarının öncüsü denebilecek, gençlik-güzellik sevdasının en şahane figürü. ancak gençlik saplantısının kaynağını genç bir erkeğe aşık olmasına bağlamak bathory'e haksızlık gibi.üstelik bugüne kadar işlediği cinayetler, elimizde resmi belgeler olmasada tarih tarafından olsun, bizlerce olsun kabullenilmişken, filmin sonunda acaba mallarına sahip olmak isteyen ahlaksız thurzo'nun bu işi mi bu dedirtmekte neyin nesi oluyor? çocukluğuna dönelim, yaptı ama sebepleri var sendromlarını geçmek gerekiyor. o dönemde şiddetse buna her çocuk, her genç, her yaşlı şahit oluyordu, uçuşan kelleler, idamlar, savaşlar, hastalıklar... yine aynı şekilde her kadın gençliğini kaybederken elinden birşey gelmiyordu, aşklar gizli kapaklı, kadın ikinci sınıf, din baskısı vs.. erzsebet bathory her kadının yaşadığını yaşadı, fakat yüzlerce kızın bunları yaşamasına mani oldu. anlatılacak en güzel hikaye gerçek neyse oydu.
(sheen - 8 Aralık 2009 00:38)
filmin ilk kadrosu yapılırken, kadroda ethan hawke'ta yer alıyormuş.
(haknurrr - 12 Haziran 2010 00:46)
"güzelliğini ve aşkını ölümsüz kılmak için sadece kana ihtiyacı vardı".kimin:kontesin?låt den rätte komma in filminden sonra başka bir kadın vampiri daha izlemeye hazırlanın.julie delpy daniel brühlwilliam hurtgotik bir atmosferde bizleri bekliyor..--spoiler--gerçekten de her tarafı kan götüren bir film olmuş.. gençlik ve güzellik saplantısı ile genç kızları kurban edip kanlarını orasına burasına sürerek gençleşeceği zannındaki düşesin eylemlerindeki arka plana geçilemediğinden biraz havada ve yüzeysel kalmış doğrusu.--spoiler--(bkz: erzsebet bathory)bir de avrupa'daki türk korkusu'nun kökenlerinin çok açık biçimde ifşa edildiği bir yapım bu. http://www.imdb.com/title/tt0496634/
(the tempest - 9 Mart 2013 20:17)
educators yani "die fetten jahre sind vorbei" ve "good bye lenin" filmlerinden tanıyıp, oyunculuğu en başta olmak üzere, çok beğendiğimiz daniel bruhl' ün bir diğer filmi.ayrıca before sunset ve before sunrise gibi iki "güzellik ve naiflik" akan filmlerde oynamış olan julie delpy de kontes rolünde karşımıza çıkmaktadır.evet hikaye buz gibidir. korkunçtur hatta.ancak, vampir efsanesinin (kontes kan içmese de) başlangıcı sayılmaktadır, kontesin yaşam öyküsü.
(kelebeklerinviziltisi - 27 Mayıs 2013 17:20)
aşkın bir insanı ne kadar mallaştırabileceğini anlatan film.bu filmin ardından bir de freud'un aşk hakkında "aşık olunan kişi narsizm giderme aracıdır" mealindeki cümlesiyle karşılaşınca aşk algım iyice tuhaflaştı.aşk insanın iradesini felç edip kontrolü yitirmesini sağlayan gayr-i ihtiyari yönelim oluyor.--- spoiler ---koskoca kontes nasıl da zıvanadan çıktı kendisinden 18 yaş küçük bir zibidi için. nereden baksan mantıksız, nereden baksan tutarsız.--- spoiler ---
(ezeldenebede - 16 Ocak 2014 09:53)
Yorum Kaynak Link : the countess