Süre                : 1 Saat 48 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Ocak 1800 Çarşamba, Yapım Yılı : 0
Türü                : Komedi,Drama,Romantik,Komedi,Drama,Romantik
Taglar             : written by cast member,Disney,cannes 2020
Ülke                : Almanya,ABD
Yapımcı          :  American Empirical Pictures , Indian Paintbrush , Studio Babelsberg
Yönetmen       : Wes Anderson (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Wes Anderson (IMDB)(ekşi),Wes Anderson (IMDB)(ekşi),Jason Schwartzman (IMDB),Roman Coppola (IMDB)(ekşi),Hugo Guinness (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Saoirse Ronan (IMDB), Timothée Chalamet (IMDB)(ekşi), Elisabeth Moss (IMDB)(ekşi), Léa Seydoux (IMDB)(ekşi), Cécile De France (IMDB)(ekşi), Bill Murray (IMDB)(ekşi), Edward Norton (IMDB), Willem Dafoe (IMDB)(ekşi), Christoph Waltz (IMDB), Tilda Swinton (IMDB), Liev Schreiber (IMDB), Owen Wilson (IMDB), Adrien Brody (IMDB), Rupert Friend (IMDB), Benicio Del Toro (IMDB), Alex Lawther (IMDB), Anjelica Huston (IMDB), Fisher Stevens (IMDB), Frances McDormand (IMDB), Jeffrey Wright (IMDB), Jason Schwartzman (IMDB), Morgane Polanski (IMDB), Henry Winkler (IMDB), Lois Smith (IMDB), Griffin Dunne (IMDB), Tony Revolori (IMDB), Bob Balaban (IMDB), Mathieu Amalric (IMDB), Denis Ménochet (IMDB), Sam Haygarth (IMDB), Anjelica Bette Fellini (IMDB), Steve Park (IMDB), Samuel Blenkin (IMDB), Lyna Khoudri (IMDB), Wallace Wolodarsky (IMDB), Antonia Desplat (IMDB), Nicholas Croucher (IMDB), Hippolyte Girardot (IMDB), Guillaume Gallienne (IMDB), Vincent Macaigne (IMDB) >>devamı>>

The French Dispatch (~ Untitled Wes Anderson Project) ' Filminin Konusu :
Film 1950’li yıllarda geçiyor ve 1950’lerin Paris’indeki bir Amerikan gazete bürosunda çalışan gazetecilere odaklanıyor. Filmde Benicio Del Toro'nun acı çeken bir ressam olduğunu ve en önemli eserini Adrien Brody'ye satmak istemediğini görüyoruz. Timothee Chalamet ise şehirde yapılmaya çalışılan devrimin önde gelen genç isimlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Film The French Dispatch Magazine" de yayınlanan öykülerden oluşan bir koleksiyon sunuyor


  • "reis yine fotoğraflardan film yapmış dediğim fragmana sahip olan film."
  • "büyülü gerçekçiliğin sinemaya düşümü olan adamın filmi. bottle rocket hariç her filmi dvd ve download olarak var."
  • "bir gün wes anderson hakkında; "wes anderson diye bir yönetmen vardı, kendisi hareketli tablonun mucididir" şeklinde konuşulacak. bundan eminim. yine şaheser gibi film yapmış."
  • "2020 cannes film festivaline yetiştirilmeye çalışılıyor sette çalışan arkadaşımdan bildiriyorum."
  • "yüksek beklenti içerisinde sabırsızlıkla bekliyorum."




Facebook Yorumları
  • comment image

    en beyaz hayallerimizin yaratıcısı wes anderson, the grand budapest hotel’den sonraki ilk live action filmiyle sinemalara geri dönüyor. searchlight yine kendine vizyon tarihi olarak yazı seçmiş. birbirinden ünlü isimlerin yer aldığı kadrosuyla göz boyayan yapım, filme adını veren bir dergide çalışan gazetecilere odaklanacakmış. yine hayali bir şehir, yine 20. yüzyıldan kesin olarak verilmemiş tarihte geçen bir öykü ve yine avrupa. wes anderson’ın bütün yol arkadaşları da yanında: adam stockhausen (prodüksiyon tasarımcısı), andrew weisblum (editör), robert d. yeoman (görüntü yönetmeni), milena canonero (kostüm tasarımcısı) ve alexandre desplat (besteci).

    açıkçası wes anderson’ın bir noktada oscar ile buluşacağına inancım tam. the grand budapest hotel o aday edilme barajını aşmak adına iyi bir fırsat oldu. yalnız sadece şahane görünmekten, tatlı öyküler anlatmaktan, simetriden, muazzam renk skalalarından öteye geçmesi şart. tıpkı ısle of dogs’ta olduğu gibi bir katman daha istiyor senaryoları, ki ben bir gün wes anderson ödül alır ise bunun yönetmen değil senaryo dalında olacağını düşünüyorum. gazeteciliğe aşk mektubu olarak pazarladığı the french dispatch’te de uğruna canımızı vereceğimiz bir kadroyla yine arşa değdirecek başımızı belli ki. cannes’a da uğrarmış gibi geliyor bana. parasite’ın geçtiği yollardan yürüse çok keyifli olmaz mı?


    (sinemost - 15 Şubat 2020 15:57)

  • comment image

    fragmanını izledikten sonra hayatın tüm stresini, gelecek kaygısını ve üzüntüsünü unutturmuş; içimi yaşama sevinci ile doldurmuştur. filmin geldiği tarihi beklemek, güneşli güzel bir temmuz günü sinemaya gidip filmi izlemek...

    wes anderson tek fragmanda içime mutluluk hormonu salgıladı resmen. muhteşem bir yönetmen.

    temmuz'u iple çektiren wes anderson'ın 2020 model filmi.


    (hemengelmesimdigel - 20 Şubat 2020 10:29)

  • comment image

    "sayın anderson, ne yapıyorsunuz efendim???" demek istediğim filmdir. fragmanı yayınlanmış. yine tam simetrik öğeleri, canlı renkleri gördüğünüzde aklınıza bir isim geliyor. (bkz: wes anderson)
    ayrıca cast'e çıplak gözle bakabilene aşkolsun.

    imdb full cast


    (edepsizadam - 13 Şubat 2020 13:39)

  • comment image

    bir gün wes anderson hakkında; "wes anderson diye bir yönetmen vardı, kendisi hareketli tablonun mucididir" şeklinde konuşulacak. bundan eminim. yine şaheser gibi film yapmış.


    (chekirdek13 - 13 Şubat 2020 13:54)

  • comment image

    2020 cannes film festivaline yetiştirilmeye çalışılıyor sette çalışan arkadaşımdan bildiriyorum.


    (pampalar - 6 Aralık 2018 13:07)

  • comment image

    filmin görüntü yönetmeni robert yeoman'ın söylediğine göre wes anderson, filmin hazırlık aşamasında oyunculardan 5 filmi izlemelerini istemiş.

    vivre sa vie - jean-luc godard

    ilk dönem godard filmlerin biri. ayrılık konuşması yapan çiftin sırtlarının kameraya dönük olması, kameranın silah seslerine jump cut'larla dönmesi, zaman zaman kamerayı tutup çevirme isteği uyandıran asimetrik kamera açıları ve hiç beklenmedik anlarda nana (anna karina) ile izleyicinin göz göze gelmesi gibi güzel tatlara sahiptir. nedenselliğin reddedildiği varoluşçu bir film olmasından dolayı varoluşçu birçok felsefeci üzerinden okumak mümkün olabilir. ama bana daha çok descartes'ı ve meşhur sözünü anımsatmıştı. özellikle nana ve ''bir yabancı''nın felsefe üzerine yaptıkları konuşmada, düşünme ve konuşma üzerinde dururlar. ''düşünüyorum, o halde varım.'' nana'nın söylemek isteyip de söyleyemediği, aslında bizzat yaşadığı ama farkında olamadığı motto diye düşündürmüştür bana. düşünüyorsam, varsam, bedeni varlığımın hiçbir önemi yoktur. hatta bir bedenimin olup olmadığının da bir önemi yoktur. tıpkı nana'nın, özgürlüğünü bedeni üzerinden tanımlaması ancak nihayetinde bedeninin onu öze ulaştıracak bir araç olması gibi. bir de fransa'da fahişeliğin kurallarının anlatıldığı bir kısım vardır, ayrıca etkilemişti beni. sanki ''bu film, bir kadının fahişe olma hikayesini anlatan bir film değildir'' diye bağırmışlar gibi gelmişti.

    le plaisir - max ophüls

    birbirinden bağımsız üç hikayeden oluşan 1952 yapımı bir film. üç hikayenin tek ortak teması zevktir. zevki merkez alıp etrafına aşk, saflık ve ölümü döşer. zevki bu üçü ile birleştirince absürdlüğün çizgilerine basmamak da mümkün değildir elbette. özellikle ikinci ve en uzun hikaye, türün en iyileri kadar olmasa da iyi bir kara mizahtır. ayrıca jean-luc godard ve stanley kubrick'in de favori filmleri arasında yer alır.

    quai des orfevres - henri-georges clouzot

    ilk yarım saati müzikal tadında geçen fakat sonrasında büründüğü esas kimliği olan polisiyenin hakkını muhteşem bir şekilde veren, 1947 yapımı bir fransız polisiye klasiği. basit görünen, fakat çözüldükçe göründüğünden daha basit bir olay örgüsü olduğu ortaya çıkan, bu haliyle de hayranlık uyandıran bir yapım. özellikle suzy delair'in bulunduğu her sahneyi nasıl domine ettiği mutlaka izlenmelidir. bir de sanırım gördüğüm en net müfettiş karakterilerinden biri müfettiş antoine'dir. konuşması, düşünmesi, olayları ele alış tarzı öylesine net ki, keşke on bölümden on sezon dizisi çekilmiş olsa da izlesem diye düşünmüştüm.

    les quatre cents coups - françois truffaut

    klasiklerin klasiği, fransız yeni dalga sinemasının başlangıcı, gerçekçiliğin acımasız tokatları. tıpkı vivre sa vie'deki gibi yine bir varoluş ve özgürlük mücadelesi. bu sefer kahramanımız sonunda gözlerimizin içine bakmaktan çekinmeyecek kadar cesur bir çocuk. anotine. sevilmemiş, umursanmamış, önemsenmemiş, dışlanmış. bütün bunlara duyduğu derin özlem bir türlü dinmeyen, nasıl dineyeceğine dair bir fikri de olmayan, nihayetinde yalnızca özlem duyduğu bir başka şeye, denize, ardına bakmaksızın koşan, bununla birlikte özgürlüğüne koşan ve ona kavuşan bir çocuk. onlarca filmde gönderme yapılmış, birçok yönetmene ilham vermiş ve yol göstermiş bir başyapıtın yeniden yol gösterici olarak tavsiye edilmiş olması şaşırtıcı değil.

    les diaboliques - henri-georges clouzot

    yine bir clouzot filmi. 1955 yapımı. hem de hitchcock'a meydan okur cinsten. bana göre psycho'daki duş sahnesi ne kadar ikonikse, bu filmdeki küvet sahnesi de o kadar ikoniktir. gizem-gerilim olarak ortalama bir seyir sürerken, finalde gerilimin yerini korkuya bırakması ve bu korku basamağının küvet sahnesi ile zirveye ulaşmasıyla film apayrı bir boyut kazanır ve hafızalara kazınır.


    (mikua - 28 Mart 2020 15:11)

Yorum Kaynak Link : the french dispatch