Little Annie Rooney (~ A Pequena Annie) ' Filminin Konusu : Little Annie Rooney is a movie starring Mary Pickford, William Haines, and Walter James. The tenements are home to an international community, including the friends and family of a tough young ragamuffin named Annie Rooney, but...
Flesh and the Devil(1926)(8,0-3709)
My Best Girl(1927)(7,5-735)
The Taming of the Shrew(1929)(7,1-450)
Coquette(1929)(7,1-1854)
The Lost World(1925)(7,1-4116)
filmi izlemeden once cekincelerim vardi, ancak izleyince bu cekincelerimin gereksiz oldugunu anladim. ben, sıkılırım, zor dayanirim saniyordum ama hic de oyle olmadi, road to perdition bana seyrinden keyif aldigim iki saat sundu. sam mendes'in bazi sahnelerde tiyatrocu gecmisinin iyiden iyiye kendini belli ettigi bir film ayrica bu..--- spoiler ---benim gozume takilan iki sahne var. birincisi, cocugun bekleme salonundaki sahnesi. herkesin elindeki gazete ve mizansenin mekanikligi, tasarlanmisligi bir olcude yapayligi. ama bu yapaylik hic de rahatsiz edici degil.ikinci sahne, tom hanks'in 'baba'nin adamlarini hacemat ettigi sahne. burada ayni mekaniklik ve olcululuk var. iyi film. gercekten iyi film.--- spoiler ---
(whatdreamsmaycome - 5 Mart 2009 17:49)
klasik bir trt 2 ya da hallmark filmisenaryoda , klasik baba oğul ilişkisi, babasının iyi iş yaptığını sanıp ardından dumur olan çocuk ve intikam ateşiyle yanan bir baba ele alınmıştır.
(roland the knight - 10 Kasım 2002 01:54)
tam bir tom hanks kalitesi, geçen sene oscarı kaçırdı ama bu yıl eğer aday olursa bence başka bir oyunculuk onu geçemez. sam mendes de her zamanki gibi gayet sade anlatımlı ama çok kaliteli bir senaryoyu başarıyla işlemiş. filmin görüntü yönetmeninin de hakkını yememek lazım 1930 ların amerikasını gayet gerçekçi bir şekilde yansıtmışlar. dekorlar kostümler ve özellikle yağmurlu çekimler son derece kaliteli. noir tarzını seven biri olarak filmden çok keyif alınabileceğini garanti ederim.
(sante - 10 Kasım 2002 20:33)
böylesine klasik bir öyküyü işleyen çizgi romanın özellikle çetrefil son meraklısı izleyici kitlelerine nasıl sunulacağını merak etmekteydim uzun süredir. en büyük korkum da hikayenin uyarlanması sırasında dallandırıp budaklandırıp piç edilmesiydi. korktuğum pek başıma gelmedi. öyküyü çok fazla değiştirmeden hatta bazen çizgiromandaki kareleri bire bir beyaz perdeye taşıyarak yapmış bu işi mendes. basit bir intikam öylüsünü mtv kuşağına anlatmak zor ve anlamsız olduğundan en akıllıca yol izlenmiş. görsellik ve etkileyici müziklerle klasik epik anlatıma gidilmiş ve sonuç gayet başarılı olmuş. "meğer öyle değil de böyleymiş"," meğer katil uşakmış"." meğer hepsi rüyaymış", "meğer halam amcammış" sonlarına alışan kitle elbette filmi beğenmeyecektir. beğenmesi de gerekmez. bazı filmler herkes için çekilmez. tom hanks olmamış daha "cool" biri olmalıymış diyenler için çizgiromanda yer alan ama filmde gözün gördüğünü dilin söylememesi için es geçilen bir noktayı belirtelim. cizgiromanda michael sullivan'ın lakabı melektir. bunun sebebi çok temiz yüzlü olması ve adam öldürürken yüzünde beliren acıma ifadesidir.
(saruman - 20 Kasım 2002 06:38)
iyi film."konu klişe, aman zaman kaybı, sam mendes bu sefer becerememiş" falan gibi yorumlara bakıyorum da. sinema sanatı sadece özgün hikaye üretmek vs. bambaşka şeyler peşinde koşmak değildir ki, bazen anlatmak istediğini en doğrudan en basit haliyle, en yalınını vermektir.neymiş verilen; "bir babanın evladı için yapamayacağı yoktur" "erkek evladın kötülüğü babanın başarısızlığıdır" vs. vs. gayet de verdi değildi mi? filmin ortasında bir spiker girip, bakın filmin mesaj kaygısı var ve bu şudur, o kadar da boş film değildir demedi. en vasat sinema seyircisi bile bunu alabilir...peki izlenebilir kılan neydi ki bu kadar klişe bir konuyu derseniz; --- spoiler ---tom babanın, paul newman'ın elemanlarını harcadığı sahne ve paul newman'ın oradaki duruşudur.--- spoiler ---
(in tyler we trust - 6 Ekim 2010 02:16)
sam amca'nın amerikan güzeli'nden sonra, 2. ve son başyapıtı."konu klişe" klişelerini bir kenara bırakırsak, uzun zamandır böylesine drama izlemedim.ulan el insafsızlar, paul newman - tom hanks sahnesi için, o olağanüstü sinematografi için bile izlenir bu film.conrad l. hall'a, paul newman'a selam olsun.sam mendes'e de sayısız şükran. bu başyapıtı yarattığı için.
(cd rom failure - 10 Temmuz 2011 08:57)
daniel craig'in bence kariyeri boyunca gösterdiği en iyi performans bu filmdedir, keza jude law da feci yardırmıştır. alex delarge kılıklı bir garip psikopatı canlandırmıştır. paul newman babanın son filmlerinden birinde döktürüşüdür ayrıca bu film, hani bir söz atasözü var ya "itin hatırı yoksa bile sahibinin hatırı var." diye ben de o yüzden izledim filmi. kötü film mi? değil. süper film mi? o da değil. ikisinin ortası işte izlediğinizde pişmanlık duymuyorsunuz. zaten imdb 7.8 puan vererek tam puanını vermiş bence. 1930'ların atmosferi de çok iyi yansıtılmış. dramatik bir film, mayfa filmi değil. zaten böyle film pek fazla yok ancak sonu feci şekilde zorlama ve sırf twist yapmak uğruna, dram olsun diye yazılmış. bariz sam mendes ibneliğine çok güzel bir film olabilecekken sıçıp sıvamıştır.--- spoiler ---michael sullivan, soygunlardan sonra muhasebecinin peşine düşer. otel odasına girdiğinde borsa bülteni zırıl zırıl öter lakin her türlü pusu ve ibneliği çakozlayan sullivan kafa siken bu sese katlanır hem de oğluna "bir şey olursa 2 kere korna çal." demesine rağmen. bunu bile bile, çocuk korna çalsa bile duyamayacağı o sese katlanmış ve muhasebecinin kasayı açmasını beklemiştir. zaten öyle olmasa sullivan kornayı duyacak, daha erken tedbir alıp maguire'yi bekleyecek. gel gelelim bu sahnede maguire çıkar, sullivan çok iyi mevzilenerek göte bala maguire'i yaralar. tesadüfen de ölen muhasebeciyi görür, onun yanında da yine tesadüfen aradığı belgeleri bulur. ancak maguire'in suratına saplanan cam kırıklarına ve lavuğun sorunlu olmasına hiç aldırış etmeden, çeker gider. kafasına sıkarak öldürme imkanı varken yapmaz bunu. daha sonra kaçarken kolundan vurulur ve bir çiftliğe yakın bir yerde duraksarlar. o sırada sullivan'ın oğlu michael jr yardım ister, çiftlikteki dayı ve nene sullivan'a bakarlar. iyileştirirler, birkaç gün güzelce takılırlar orda. nene ile sullivan sohbet ederken zaten finalin bir şekilde oraya bağlanacağı çok belliydi keza sullivan'ın maguire'i öldürmeme sahnesi de filmin 'hadi babuş dramatik bir şeyler yapak da oscara oynasın film' mesajını alenen veriyordu. hele sullivan'ın neneye sorduğu "çocuğunuz yok mu?" sorusu nenenin "çok geç tanıştık biz, olsun isterdik. senin oğlan da pek bir hamarat, maşallah seni de çok seviyor. ehehe" tarzı yaklaşımı, michael jr'ın tarla eşiklemesi falan filan çok kestirilebilir bir sona sahipti. he feci güzel sahneleri de vardır. mesela sullivan'ın manevi babası rooney'i vurma sahnesi süperdir. özellikle adamlarının teker teker slow motion olarak ölmesi, rooney'in arkasının dönük olarak beklemesi ve son olarak sullivan'ın rooney'i bitirmesi muhteşemdi. hele hele sullivan'ın oğlu michael jr'a araba öğretme sahnesini görüp gülmeyen varsa ben de götüm arkadaş. herkes kendinden bir şey bulmuştur o sahnede. 1930'larda amerika'da bile bu kanun, bu kural aynı ahaha. kahkaha atmıştım o sahnede. velhasıl film uzadıkça uzuyor, sonlara doğru bitmiyordu. en sonunda tom hanks'in eve girip camdan dışarı oğlunu seyrederken o meşhur "kesin bir bok olacak ve bana zarar gelecek" bakışını camdan dışarı atarken olanlar oluyor. yani çok belliydi sonu, en salak adam bile anlamıştır yani süper zeka olmaya gerek yok.--- spoiler ---iyidir, hoş filmdir. lakin kült olmayan, büyük beklentilerle izlenilmemesi gereken bir filmdir.
(hayrullah amazingogullari - 3 Mart 2012 05:35)
son dönemde izlediğim en iyi filmlerden biriydi road to perdition. buna şaşırmak mı lazım? hayır aslında. evvela bu filmi sevecek izleyici kitlesi pek geniş değildir. kadınlar gangster filmlerine zaten vakit harcamazlar, hele bu film işleyişi, hikayeyi ağırdan alıyorsa "cool" karakterler yoksa, daha yarısına bile gelmeden sıkılırlar. yaşı hayatını yarılamamış sinema meraklılarınınsa, sinemada 1930'ların amerika'sını, buhran görüntüleri, baba-oğul-aile hikayesini izlemekten başka tercihleri olacaktır mutlaka. kaç kadın severek izlemiştir veya çok değerli bir film demiştir godfather'lara, kaç tanesi goodfellas'ı defalarca izleyebilir? "yeni sinemacılar"dan ne kadarı bu filmleri seviyordur, sözünü ediyordur, beğeniyordur. dolayısıyla bu film, daha en baştan, büyük sayıda izleyiciden feragat ederek çıkmıştır yola.ben gangster filmlerini severim, nedendir, eski amerika ile ilgili filmleri de, karanlık filmleri, suç filmlerini, thompson (yahut gangster camiasındaki klasik adıyla tommygun) kullanan adamları da, adaleti kendisi belirleyen; öldürme gereği yokken öldürmeye sevkedildiğinde anında hedefinin biletini kesen adamların hikayelerini de severim, ki bu teks'den veya punisher'dan kalma bir bağımlılık olmalı.filmin, çizgi roman'dan uyarlandığı, karakterlerden, karelerinden belli zaten. yağmur altında, karanlıkta, tommy gun'la 7 kişiyi öldürmek, küvetteki adamın kafasına sıkmak, bir çocuğun tahtaların arasından göz sığdırıp cinayet izlemesi çizgi roman kareleridir. "i shoot the dead. i mean, i take pictures of them, i don't kill 'em."i bir çizgi roman karakteri söyleyebilir; ve bu söz öyle ki, sadece bu söz için uzunca bir makale yazılabilir. kısaca, ölüleri öldürüyordur, çünkü birisinin fotoğrafını çekmesini isterlerse, o zaten ölü demektir. "onları öldürmem" der ama, öldürür fakat, fotoğraflarda yaşamalarını sağlar.filmdeki klasik bir intikam öyküsü ya da daha net olarak kan davası. kan davası konulu filmleri ya türk'ler yapmıştır yahut mafya filmleridir bunlar. bu da bir mafya filmi. kara film olup olmadığı tartışılır, karakterleri ve sonuyla yer yer kara filme çalsa da, kara film olmak istemiyor gibi, değişip duruyor sürekli. aynı zamanda film, cehenneme gideceğini zaten kabullenmiş bir babanın, oğlunun cennetlik olduğuna inanması ve onu cehennem azabından korumaya çalışması olarak da görülebilir. böylelikle "road to perdition" isminin iki anlamı olduğunu film sırasında öğreniyoruz. baba ve oğul, "perdition" isimli kasabaya doğru yola çıkıyorlar ama "perdition", aynı zamanda "cehennem azabı" anlamına gelen bir kelime. michael sullivan (sleepers'da brad pitt'in oynadığı karakterin de ismiydi), kendisi, bir şekilde pis işlere bulaşmış fakat ailesini sürekli bu işlerin dışında tutmaya çalışan bir adam. john rooney' (paul newman)i babası gibi seviyor, onun için canını verebilir, onun gibi olmak istiyor fakat, kendisine benzeyen oğlunun, kendisi gibi olmasından korkuyor. rooney'le piyano çaldıkları sahnede, sullivan ve rooney'in, birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını görüyoruz. baba ve oğul bunlar. gelgelelim sullivan'ın oğul'luğu, mahkumiyet gibi, rooney'e kendi deyimiyle "hayatını" borçlu olduğundan, onun oğlu. hepimiz babalarımıza borçluyuzdur, babamız olduğu için, babalık yaptığı için, fakat ev aldığı, yanında iş verdiği için değildir borçluluğumuz... cool bir adam değil sullivan, öne çıkmıyor, "boyun eğmeyen" bir adam da değil, sadece kendi gücünün neye yeteceğini ve sınırlarını biliyor. michael sullivan'ı canlandıran tom hanks için söyleyebileceğim tek şey bu role cuk oturduğu, daha doğrusu michael sullivan'ı mükemmel canlandırdığı. tom hanks'i pek sevmem, "çocuk filmlerinin adamı o" olarak kabullenmişimdir bir kere, ama bu filmde gördüm ki, tom hanks artık kemale ermiş. öne çıkmayan, hantal ama akıllı, öldürmekten acı duyan, mağdur ama intikam isteyen, oğlunu seven ama onun kendisine benzememesi için, ona "soğuk, kötü bir adam" gibi görünmeye çalışan biri ancak bu olabilir. bir çok filmde, ana karakter için değil de, yan karakterler için, "iyi mi, kötü mü, ölse mi, ölmese mi" ikilemine düşülür. bu durum, yan karakter için değil de, ana karakter için varsa, ana karakter daha sonra doğruyu bulur, hakettiği biçimde öldürülür veya sonu mutlu sondur (natural born killers, vincent vega, michael myers...) fakat bu filmi izlerken, afişinde yer alan "pray for michael sullivan" (micheal sullivan için dua edin) çağrısına ister istemez uyduğunu farkediyor insan. "michael sullivan ölmesin" diye bekliyoruz, ölmemesi için, dua bile edebiliriz hatta. michael sullivan iyi bir adam değil, mafya, adam öldürüyor, fakat peşinde bir kiralık katil var, üstelik orospu çocuğunun teki, belki hakettiği biçimde öldürecek sullivan'ı, ama bunu istemiyoruz. biliyoruz ki hikaye sullivan'da değil, çocuğun hikayesi, ama ölmemeli. jude law, maguire karakteri için biraz genç gibi, her ne kadar saçları dökülmüşse de, yaşlandırılmaya çalışılmışsa da, genç, üstelik züppenin biri, lüks içinde yaşayan bir kiralık katil. "villain" veya kötü adam daha baskın, spekteküler bir karakter olabilirdi. bir de nedense, neden izin vermişlerse, "artifical intelligence"'de olduğu gibi sürekli para çeviriyor parmakları arasında, hatta hatırlayamadım, bir filmde daha vardı bu hareketi. anladık adam bunu becerebiliyor ama, her filmde de izin vermeyin yahoo.com.paul newman için de sadece şunu söylemek isterim; filmin başında, john rooney bayağı havalı bir adamdı, dediği dedik, işlerin başında, herkesin alkış tuttuğu, bir dediği iki edilmeyen, herkesin korktuğu bir adam. oysa filmin sonlarına doğru iyice zavallı, bitmiş bir adamdı. bu iki farklı rooney'i, paul newman değil de başka başka insanlar canlandırmış gibi sanki. neticede demek ki, bu usta oyunculuk.filmin görüntü yönetimi beni çok etkiledi, daha çok karanlık sahneler. bu filmin %50'si görüntü yönetmeninin diyebilirim. sullivan'ların evinin bahçesinin kar altındaki görüntüsü, yağmur altındaki çatışma, otel; mükemmeldi. karın üstünde yatan bisikletse, sam mendes'in bir numarası olmalı, american beauty'deki poşet gibi, takmadım bu defa kafayı."kan davası soğuk yenen bir yemektir" mi? o yüzden belki film bu kadar ağır işliyor, aksiyon ardarda sıralanmıyor. filmin bu işleyişi, ağırdan alışı, izleyenleri, bir şeyler bekleyenleri sıkabilir. lakin, bence tam olması gerektiği gibi bir filmdi bu. beklediğim bir çok filmde hayal kırıklığına uğramışken, hiç bir şey beklemeden ve boş vakit dolayısıyla izlediğim bu filmde ironiktir, bir filmi ne kadar sevebileceğimi görerek, ve akılda kalıcı şekilde hoşlaşarak, çok sevdim.yeter beha, karnım çok acıktı mna koym.
(cyrano - 21 Mayıs 2003 23:06)
su ve ölum arasinda baglanti kurmus mukemmel bir sinematografiye sahip film.
(aksakkirkayak - 17 Ocak 2013 22:34)
1) sam mendes'in gözüne ve aklına milyonuncu kez hayran olduğumuz film.2) bond olarak burun kıvırdığımız daniel craig'in belki de en iyi oyunculuğunu sergileyerek bizi kendine hayran bıraktığı film.3) tom hanks'e, forrest gump'taki oyunculuğundan sonra ikinci kez hayran olduğumuz film.**4) jude law'a iyi bir yönetmenin elinde o şeytan tüyünden pekala da soyunabileceğini ispat ettiği için ayrı bir hayran olduğumuz film.5) son olarak sam mendes'e "arada bir de totonla çektiğin bi film olsun abicim, kazandığın parayı bu kadar hak etmene gerek yok bu devirde" diyerek mevzuyu kapattığımız film.
(violet wine - 9 Mayıs 2013 08:45)
Yorum Kaynak Link : road to perdition