Süre                : 2 Saat 29 dakika
Çıkış Tarihi     : 11 Nisan 1968 Perşembe, Yapım Yılı : 1968
Türü                : Macera,Bilim Kurgu
Taglar             : Monolit,Yıldız çocuk,Başlığında sayı,bilgisayar
Ülke                : ABD,İngiltere
Yapımcı          :  Metro-Goldwyn-Mayer (MGM) , Stanley Kubrick Productions
Yönetmen       : Stanley Kubrick (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Stanley Kubrick (IMDB)(ekşi),Arthur C. Clarke (IMDB)(ekşi),Arthur C. Clarke (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Keir Dullea (IMDB)(ekşi), Gary Lockwood (IMDB)(ekşi), William Sylvester (IMDB)(ekşi), Daniel Richter (IMDB), Leonard Rossiter (IMDB)(ekşi), Margaret Tyzack (IMDB)(ekşi), Robert Beatty (IMDB)(ekşi), Sean Sullivan (IMDB), Douglas Rain (IMDB), Frank Miller (IMDB), Bill Weston (IMDB), Ed Bishop (IMDB), Glenn Beck (IMDB), Alan Gifford (IMDB), Ann Gillis (IMDB), Edwina Carroll (IMDB), Penny Brahms (IMDB), Heather Downham (IMDB), Mike Lovell (IMDB), John Ashley (IMDB), Jimmy Bell (IMDB), David Charkham (IMDB), Simon Davis (IMDB), Jonathan Daw (IMDB), Péter Delmár (IMDB), Terry Duggan (IMDB), David Fleetwood (IMDB), Danny Grover (IMDB), Brian Hawley (IMDB), David Hines (IMDB), Tony Jackson (IMDB), John Jordan (IMDB), Scott MacKee (IMDB), Laurence Marchant (IMDB), Darryl Paes (IMDB), Joe Refalo (IMDB), Andy Wallace (IMDB), Bob Wilyman (IMDB), Richard Woods (IMDB), Martin Amor (IMDB) >>devamı>>

2001: A Space Odyssey (~ 2001: Uzay Yolu Macerasi) ' Filminin Konusu :
class="text-collapsed" style="overflow: hidden;" 2001: Bir Uzay Destanı (İngilizce: 2001: A Space Odyssey), 1968 yılında Stanley Kubrick tarafından yönetilen bilimkurgu filmi. Senaryosu Kubrick ve ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke tarafından kaleme alınmıştır.Stanley Kubrick, Dr. Garipaşk filmini bitirmesinin üzerine bir bilimkurgu filmi çekmek ister; filme dönüştürülebilecek bir fikir geliştirmek üzere bilimadamı ve bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke'a danışır. Clarke da 'Sentinel' adlı kısa öyküsünü önerir. Bunun üzerine önemli bir ortaklık kurulur: Kubrick ve Clarke, eleştirmenler, sanatçılar ve izleyiciler tarafından sıklıkla en başarılı bilim-kurgu olarak anılan '2001: A Space Odyssey'i kurmaya başlarlar; Kubrick senaryoyu yazıp, geliştirirken, Clarke da aynı ismi taşıyan romanı yazar. Stanley Kubrick'in isteği üzerine, bu roman filmin gösterime girmesinden sonra yayınlanır.Film, alışılageldik anlatım yöntemlerinin dışına çıkması, zamanına göre son derece şaşırtıcı olan görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girdiğinden beri tartışılan sonu (Yıldız-çocuk sekansı) ile sinema tarihinde ün kazanmıştır.

Ödüller      :

Academy Awards - Oscar:En İyi Görsel Efekt
Academy of Science Fiction, Fantasy & Horror Films:Best DVD/Blu-Ray Classic Film Release


Görsel / 13
  • "kitap o kadar etkili olmuş ki (not:kitap daha aya ayak basılmadan önce yazıldı ve basıldı)aya ilk ayak basan neil armstrong ayda siyah bir taş bakınmış etrafında"




Facebook Yorumları
  • comment image

    kitap o kadar etkili olmuş ki (not:kitap daha aya ayak basılmadan önce yazıldı ve basıldı)
    aya ilk ayak basan neil armstrong ayda siyah bir taş bakınmış etrafında


    (sir erdoquan - 31 Mayıs 2000 22:57)

  • comment image

    belki de ben bu filmin derinliğine varamadım ama acaip bayik bir film... filmin ilk 5 dakkasında sadece karanlık ve müzik olduğunu da tekrar edeyim, sinema ortamında süper etkileyici atmosfer yaratıcı olabilir {ki bundan şüphe ediyorum} ama evde insanın o bölümleri geçesi geliyor ve hatta geçiyor {ben geçtim mesela} ayrıca acaip temposuz bir film, mesela uzay gemisinin süzüle süzüle on dakikada yere konduğu sahne de aynı şekilde fast forward kurbanı olmuştur... belki ayıyım ama mutlu bir ayıyım...


    (portakal - 19 Şubat 2001 20:03)

  • comment image

    hal ve dr poole* satranc oynarken hal "queen to bishop three. bishop takes queen. knight takes bishop. mate." der ve oyunu kazanır. fakat işin içinde bir yanlışlık vardır. "queen to bishop three" yerine "six" demesi gerekmektedir ki bu da hal'ın kafayı sıyırmaya başlayıp insanlarla oynamaya başlamasının filmdeki ilk göstergesidir. poole duruma uyanamaz ve masayı terkeder. hal içinden pis pis sırıtır.

    not: kubrick satranç hastasıdır. bir film hatası değildir.


    (kenny - 18 Eylül 2003 19:51)

  • comment image

    kubrick'in film hakkındaki birkaç yorumu:

    "eğer leonardo, mona lisa tablosunun altına şöyle yazsaydı ona nasıl değer verebilirdik: ‘hanımefendi gülümsüyor çünkü sevgilisinden sakladığı bir sır var.’ bu, izleyiciyi gerçeğe zincirlerdi ve ben bunun 2001: a space odyssey’e olmasını istemiyorum."

    “aynı kalıba girebileceğim bir senaryo yazarıyla işbirliği yapmayı çok isterdim. 2001: a space odyssey’i arthur clarke ile birlikte yazdığımızda bu olmuştu. sinemanın asıl çelişkilerinden biri şu ki, gerçek yazarlar senaryo yazmıyorlar, yazanlar ise aynı zamanda yönetmen. o zaman da yalnız kendileri için yazıyorlar. ben de bunu yapmayı deniyorum.”

    yavuz turgul'un yorumu:

    "benim için en önemli eser, bugüne kadar gördüğüm en önemli sinema olayı, stanley kubrick’in 2001 a space odyssey filmidir. blow-up da öyle bir film."

    edit: imla


    (hanging rock - 7 Kasım 2013 12:50)

  • comment image

    arthur c. clarke'ın sentinel adlı hikayesinden yola çıkalarak oluşturulmuştur. insanoğlunun zaman içindeki gelişimi anlatmaya çalışmış ve geleceğiyle ilgilide öngörülerde bulunmuştur. filmin başında gördüğümüz siyah taş tabletin adı monolith'tir. bir tür zaman tünelinin kapısı gibi bir şeydir bu. film boyunca üç kez karşımıza çıkar ilk iksinde insanlar ona sadece dokunmakla yetinirler üçüncüsünde astronot dave bu monolithin içinden geçer. bu geçişle zaman mekan kavramlarının üstüne çıkar ve insanüstü bir varlığa dönüşür. bir başka değişle beyninin tamamını kullanmayı başarır ve bedeninden bağımsızlaşır. taşın ilk çağlarda insanın önüne çıkması sağlayan şeyin ne olduğu sorusuna herkes değişik yaklaşımlar yapabilir ama bana göre bu güç dünya dışı varlıklardır. zaten kubrick de burada açıkça tanrının varlığını sorgulamaktadır yani dünyada yaşamın dünya dışı varlık tarafından oluşturulup oluşturulmadığını ve gene bu varlıkların insanın gelişimini yönlerdiğini sorgulamaktadır. daha sonraları yapay zekaya sahip bir bilgisayarla insanoğlunun mücadelesini anlatmış teknolojik gelişmelerin insanoğlunun sonunu getireceğini öngörmüştür. hal astronotların hayatı ve görevin yerine getirilmesi arasında kalmış ve bu yüzden cozurtmuştur. insanoğlunun kendi yarattığı ve mükemmel diye nitelendirdiği bir bilgisayarda kendine has bütün zaafların ortaya çıkması mükemmel olmayan bir varlığın mükemmel bir şey yaratamayacağı anlamına gelir ki bu dünyada yaşamın tanrı tarafından değil dünya dışı varlıklar tarafından oluşturulduğunu vurgular. çünkü insan mükemmel değildir o halde onu yaratanında bu mükemmelliğe sahip olduğu ileri sürülemez oysaki tanrı mükemmel olmak zorundadır. elbette nasıl insanlar makineleri belli aşamalardangeçirip geliştirdiyse bu varlıklarda insanoğlunu belli aşamalrdan geçirmiştir film sonunda ise bu varlıklar insanoğlunu kendine çağırmaktadır. ve dave bu çağrıyı gerçekleştirir ve taşın içinden geçer bir çeşit solucan deliğinde ilerlediğini düşündüğüm dave bu yolculuğun sonunda zamandan ve mekandan bağımsız bir varlık haline gelir. insanoğlu zamanı kavrama yetisine sahip değildir. zamanı bir trene benzetecek olursak bizler ancak bulunduğumuz vagonu anlayabiliriz trenin tamamını görmemiz mümkün değildir çünkü biz trenin içindeyiz yani zamandayız işte dave monolith sayesinde zamanın dışına çıkmış ve çeşitli evrelerden geçtikten sonra cenin halinde insanüstü bir varlığa dönüşmüştür bir nevi tanrı-insan olmuştur. o, dış varlıkların insanoğluyla iletişime geçmesini sağlayacak bir mesih tir artık!

    yada ben bunu anladım.


    (mehmetmartin - 8 Temmuz 2004 20:15)

  • comment image

    ne diyeyim, iyi filim, hoş filim. süper görüntüler var. kübrik de saygı duyduğumuz bir abimizdir. şahsen aksiyon filmlerinin hastası olduğum kadar yavaş seyreden kurguların da hastasıyımdır. ne bileyim, bir mayıs sıkıntısını mest olarak izlemiş, rüzgarda hışırdayan ot görüntülerine dakikalar boyu neş'e ve huşu içinde bakadurmuşumdur. bu filimde de sıkılmadım, gayet ilgi ve alaka ile izledim. bir film olarak mükemmel. fakaaaat filmin anafikri hakkındaki fikrimi soracak olursanız, bu filmin anafikri, kaavede söylenen "aabi uzay nassı biyer amına koyyim yaa, çok acayip yaa" cümlesinin arkasına klasik müzik döşemektir derim.

    belki bu filmi alien'den önce seyredebilmiş olsaydım böyle demezdim. trt'nin 2001 filmini yayınladığı o gece (sene bindokuzyüzseksenbilmemkaç) ebeveynlerim tarafından ertesi günkü yazılıya çalışmam için odama kapatıldığım için filmi kaçırmasam, ertesi gün sınıfta filmi seyredenlerin "çok acayipti yaauv", "neydi olum o siyah taş?", "ben hiç bişey anlamadım amunakkoyyim" türünden muhabbetlerine maruz kalmasam, yıllar yılı filmi seyredemeyerek deliler gibi "uzaydaki siyah taş"ın ne olduğunu merak etmesem, ve malesef bu filmi seyretmemin bir kaç yıl evvelinde sinemada "aliyen iki" filimini izleyerek aliyenin salyalarına maruz kalmasam böyle demeyebilirdim. belki körpe dimağıma uzayın yaratık salyası ve sümüğünden mamul olduğu bilgisinden evvel uzayın gizemli taşlardan mamul olduğu bilgisi girseydi, girebilseydi, uzayın ne kadar yüce, ne kadar gizemli, ne gadder acayip olduğunu anlatan bu filmi sevebilirdim. ama sevmedim, sevemedim.

    efendim, siz hiç vapurdayken, iskeleye yanaşan vapur bir ileri bir geri manevra yaptıkça, içinizde uhrevi bir takım duygulanımlar oluştu mu? yahut ankara'dan gelip esenler otogarına girmekte olan bir otobüste otururken, ve içinde oturduğunuz otobüs esenler otogarının çevresinde dolana dolana bir türlü içine giremeyen o acayip yollarda dönenip dururken, hiç içinizin maneviyatla dolup taştığı oldu mu? hiç sanki şöyle fondan bir klasik müzik sesi geliyormuşçasına ruhen coştuğunuz? benim olmadı. ezici bir çoğunluğun da benim gibi, coşmadıklarını söyliyecekleri beklentisi içerisindeyim. peki soruyorum size, neden sayın kübrik biz seyircilerin, biz o uzay gemisine yanaşmak için manevra yapan, büyük geminin devrine uymak amacıyla bulunduğu yerde dönenip duran o uzay mekiğini seyreden biz sabırlı seyircilerin, uhreviyat ve maneviyatla dolmamızı beklemektedir? niye o makine öbürkü makineye değecek diye dönerken yönetmen bize bunu onbeş dakika seyrettirmekte ve arkadan da klasik müziği pompalamaktadır? niye?.. çünkü efenim, uzaaaaay, çok müthiş bir yerdiiiir, çok süper bir yerdiiiir, çok acayiptiiiiiir... uzayda bir makine dönmeye görsün, içimiz coşar, gönlümüz betofın'ın opus 28 numaralı uvertürünün şeysi gibi acayip olur... hele hele o mekiğe manevra yaptıran şöför (evet şöför), ve o mekikte giden yolcu nasıl ruhen kıpır kıpır olurlar, nasıl içleri içlerine sığmaz anlatamam...

    pekiii, siz hiç otobüste giderken kaleminiz cebinizden fırlayıp düştüğünde "vay be şuna bak, yer çekimi etkisinde nasıl da kavisler çizerek yere doğru yol katediyor!" diye hayret ve sevinç gösterdiniz mi? peki bir otobüs yolculuğu kadar sıradanlaşarak gündelik yaşantıya girmiş olarak bize aksettirilen uzay yolculuğunda adamın cebinden fırlayan kalem neden klasik müzik eşliğinde kavisler çizmektedir? yer çekiminin ortadan kalkışı mı olayı hemen yüceleştirivermektedir? her gün mesai saatlerinde hosteslik yaptığı gemide yine ayak işleriyle ilgilenmekte olan hostes kadın uyuyan adamın uçan kalemine hakkaten böylesine şefkatle muamele yapar mı?

    iddia ediyorum: ister yer yüzünde olsun ister ayda; tarih boyunca cepten fırlayan hiç bir kalem klasik müzik eşliğinde kavisler çizmedi ve çizmeyecek!.. uyuklayacak denli uzay gemisine alışkın yolcularla ilgilenen her hostes fırlayan kalem gördüğünüde tarih boyunca "hassiktir" dedi, şu an "hassiktir" diyor, gelecekte de "hassiktir" diyecek!.. neden bu filimde hiç hassiktir, ananısikiyim, götüne koyyim duygusu yok? neden çamur yok, bok püsür, salya sümük yok? neden senaryo icabı kötü karakter olmak zorunda kalan bilgisayar dışındaki insanların gündelik meseleleri ve küçük hesapları yok? neden herkes kendini sadece ve sadece insanlığın ilerlemesine ve gelişmesine adamış durumda? o taş ne? ne ulan o taş?..

    efenim her şeyin bu denli steril, mükemmel ve klasik müziksel bir coşkunlukta olması, biz seyredenleri uzayın çok süpersonik bir yer olduğuna inandırmak için çekilmiş numaralardır. tabi aslında numara diyerek kübrik abiye çamur atmayalım, her halde kendisi de uzayın çok acayip biyer olduğuna inanmaktadır ki filmi böyle çekmiştir. belli ki kübrik de muhtemelen geceleri yatağına yattığında "ulan şu uzay ne acayip biyer amına koyyim yaaauv" şeklindeki düşüncelere garkolmaktadır. işte filimdeki o siyah taş kübrikin dilinden (sinama dilinden) dökülen kocaman bir "vay amına koyyim"dir. kübrik maymunların evrim geçirmelerini anlayamamakta "vay amına koyyim, daha dün kemiklen oynaşıyorlardı, aha şindi uzaya çıktı ibneler" demektedir. fakat uzayı da anlayamamakta, anlayıp adlandırabildiği bir kaç şeyin her biri için bir vay amına koyyim çekmektedir. bunların ilki "vay amına koyyim aya çıktı ibneler" şeklindeki yakın uzay, yani ay, ikinci ve sonuncusu ise "vay amına koyyim, jüpitere de gidecek ibneler"şeklindeki uzak uzay, yani jüpiterdir. jüpiterden ötesini ise hiç kafası basmamakta, düşünmeye çalıştıkça beyni bulanmakta, gözlerinin önünde bööyle ışıklar mışıklar çakmakta, görüşü dumanlanmaya kulakları uğuldamaya başlamaktadır. sankim ölecek gibi olmakta, kendini yaşlanmış, boku bokuna geçmiş bir ömrün sonunda çocukları tarafından yalnızlığa terk edildiği evinde yemek bile yemekten aciz bir zavallı olarak tahayyül etmekte, ödü bokuna karışmaktadır. işte o vakit "nabıyorum ben ya, deli mi sikti beni bunları düşünüyorum" diye silkinip kendine gelmekte, ölümün karşısına koyabildiği tek alternatifi, yani doğumu, kabak gibi kör gözüm parmağına ekranın tam orta yerine dünya kadar kocaman yerleştirmektedir. tabi ki klasik müzik eşliğinde.

    bu film yapay zeka üzerine bir film olabilir, bir gerilim filmi olabilir, klasik müzik eserlerine çekilmiş bir klip olabilir, "vay amına koyyim" kavramının açılımlanışı olabilir, ama kanaatimce uzay ve evrenin sırrı üzerine bir film değildir.


    (bindokuzyuzseksendort - 24 Temmuz 2004 04:54)

  • comment image

    neredeyse 120 entry boyunca, filmden umdugunu bulamamislarin serzenisleri bir kubrick sever olarak icimi burktu; umutlu bakindim saga sola, bir yoldas aciklama yapmis olsun, sair burada sunu demek istedi desin diye. olmadi, cikmadi boyle biri; ciktiysa da ben gormezden geldim, tum basariyi kendime maletmek istedim. evet, isbu entryler ve beraberindeki subjektif yorumlar, bu sahane filmi izleyip de bir anlam veremeyenlerin yardimina kosmak icin yazilmis oldugundan hatirlatalim, gunluk dozajin cok ustunde spoiler ihtiva eder:

    insanin dogusu *
    ilk sahneler zeki hayatin baslangic safhalariyla ilgilidir. insanin oncullerinin hayatina tanik oluruz. mucadele mutemadidir ve korku heryerdedir. bu karmasa arasinda yekpare tasimiz uzaylilar tarafindan oraya konulur ve meraki, korkusunu yenecek kadar gelismis olan bireylerin dokunmasiyla bir evrim katalizoru gorevi gorur. [bu arada romanda tasin boyutlari verilmis ve 1 4 9 un katlari oldugu gorulmus] insan ilk defa gercek ustunluk duygusunu tadar, etrafindaki dunyayi sekillendirmeye ve aletlerle diger canlilara hukmetmeye baslar. iste o kaval (yahut kaburga) kemigi bu surecin baslangicini temsil eder. bu noktada, hic de uzmani olmadigim sinema tarihinin en muthis gecis sahnelerinden biriyle uzay cagina baglaniriz…


    (immanuel tolstoyevski - 28 Ocak 2005 12:32)

  • comment image

    aydaki monolith

    bu sahneler cok gorkemli ve uzundur. uzun olmasinin nedeni kubrickin kafaniza sokmaya calistigi gorusudur. o gorus ki bir tek bana malum olmadi elbet, internet sitelerinden de yardim aldim veee: insan alet yapiminda cok ileri gitmistir (yani evrimi bu yonde degismektedir) ve havada suzulen kemikten uzayda suzulen gemilere gelmistir surec. nitekim uzayin korkunc sessizligi ve boslugu arka plan olarak kullanilarak burada insanin bu aletlere iyice bagimli olmus oldugu, onlarsiz bir halt yiyemeyecegi anlatilir. dahasi kemigin geri gelecegi noktayi bilmemize karsin, gemilerin suzulmesi, suruklenmesi on plana cikarilmis, yani kontrolun eskisi kadar insan da olmadigi vurgulanmis. (buralarda yazar almis basini gitmistir, ciddiye almayiniz)

    ayrica uzay sahnelerin bu kadar uzun gorunmelerinin bir nedeni de, sacma sapan ses efektlerinin kullanilmamis olmasidir. gercekten de bu bilimkurgu filmleri oyle bir hava yaratti ki, uzay gemisi gorunce motorlarindan ve lazer toplarindan soyle esasli sesler gelmesi gerektigini dusunuruz. oysa ses havanin titresimiyle olusur; klasik muzik haricinde uzayda birsey duyulmaz.

    bu noktada ayrintilar mukemmeldir. ornegin uzay gemisinde tuvaletlerin nasil kullanilacagi anlatilir, koca koca adamlar bebek mamasi yer, yurumeyi bile yeni ogrenirler, vs. yani dunyayi tamamen kontrol altina almis olan insan, uzayda ise daha macerasina yeni baslamaktadir, hala bir bebektir.

    ay gezisinde baska bir monolite rastlanir. geride birakilmis olan bu tasin gorevi insanligin gelisimini kontrol etmek, bilinc gelimisini incelemek ve romanda da anlatildigi gibi zararli otlari ayiklamaktir. gercekten de insanlarin burnu buyumus, uzayda daha bebek olduklari gercegini unutmuslardir. dikkat ediniz, ilk tasa dokunan maymun cok korkmus ve kafasi karismis iken, insanlar o kadar rahat ve umarsizdirlar ki, isi eglenceye vurup fotograf cektirirler. o anda filmin kopmasi, insanlarin hala gidecek cok yolu oldugunu ve onlara yapilmis bir uyariyi temsil eder.

    bu uyari sonucunda kisa bir sure gecmesi gereklidir, o jupiter yolculugu baslayana dek.


    (immanuel tolstoyevski - 28 Ocak 2005 12:37)

  • comment image

    jupiter gorevi
    18 ay sonra jupitere gidilir, nitekim birtakim garip radyo dalgalari buradan yayinlanmaktadir ve esrarengiz monolitlerin sirri cozulebilir. bu yolculuk sirasinda protagonistimize karsilik, filmin tek kotu adami hal’la tanisiriz.

    bu hal serefsizinin o kirmizi-sari karisimi “gozu”nun, kac geceyi bana zindan ettigini bir bilseniz. bu kadar basit bir tasarimla, bu kadar inceden bir gerilim yakalanmistir yani. o halin gozudur. sizi degerlendiren, yargilayan, fikir yuruten bir goz. ve bu goz sayesindedir ki hal murettebatin, insan dogalarindan gelen zayifliklarinin farkina varir. o uzun uzun inceleme sahneleri, medical aletlerin bip bipleri filan bunu vurgular. bunlar usurler, yorulurlar, yemek yerler, olurler. hal kendi farkliliginin farkina varmak suretiyle bilinclenir. satranc sahnelerinin de onemi buradadir; o insanlardan ustundur.

    eninde sonunda hal da hata yapar ve murettabat onu kapatmak isteyince artik o coktan kritik esigi gecmistir. yani bu dudukler de kim oluyor da benim gibi sahane birseyi oldurebilirler? evet, olum her “canli”nin yuzlesmekten korkacagi ve kacinacagi bir durumdur. hiclik kadar korkutucu birsey yoktur. hal buna razi olamaz.

    --- spoiler ---
    evet murettebatimiz, daha tam taniyamadan, kanimiz kaynayamadan sizlere omurdur. bu sahneler de takdire deger. son derece sogukkanli, basit sekilde oldurulur hepsi. butun olumler insanin acizligini ve kendi yaratimlarina olan asiri bagimliliklarini vurgular.
    ---
    spoiler ---

    bu bolumlerde acizligin vurgulandigi bir baska yer daha var: o da esas oglanimizin uzaya tamir gorevi icin ciktigi sahne. burada astronot kiyafetiyle, tek bir kamera acisindan, seyahati uc dakika kesintisiz gosterilir. arkada bombos uzay vardir sadece, klasik muzik bile yoktur, hicbirsey yoktur. bir tek sey haric: nefes alma sesi. o kafadaki cam fanusun disarisi insanin egemenliginde degildir hala, dedik ya, hala bir bebek o.

    evet, hal halinden memnundur, kendine guveni tamdir ve esas oglanimizla girdigi agiz dalasini erken noktalar **. ama hesap etmedigi, edemeyecegi birsey vardir: insanin deliligi, cesareti, tahmin edilemezligi. olmadik bir yoldan kahramanimiz gemiye girince, hal’in ses tonunda saskinlik ve korku belirir. bu sahnelerdeki diyaloglar ve daha onemlisi halin ses tonu cok etkileyicidir, insanin icini burkar.

    insanoglu, evriminin bu evresinde, kendi yaptigi aletlerin en muthisi tarafindan az daha yok ediliyordu. bu sorumsuz gelisme ve kendine guven az kalsin pahaliya patliyordu. iesas oglan, bu mucadeleyi, bir tornavida darbesiyle kazanir. o tornavida ki, aletlerin en basiti oldugu halde, en mukemmelini yikmakta kullanilmistir. yani kendimizi biraz daha zorlarsak, uygarlik degerlerinden bir geriye donusu gorebiliriz. bu evrim, yanlis ve tehlikeli bir evrimdir ve bir girdap gibi bizi icine cekerek kendi mahvimizi hazirladigimizi bize farkettirmez. fakat artik insane, bu donguden kurtulmustur. jupiter’e gitmesinin ve tanrisiyla tanismasinin artik zamani gelmistir…


    (immanuel tolstoyevski - 28 Ocak 2005 12:56)

  • comment image

    yildiz cocugu *

    film bu bolumlerde kendini asar, yonetmen bile ne yaptigini anlamaz. daha dogrusu sanirim arthur clarke demisti, ben bu sonunu anlamadim diye. neyse uzulmeyelim, biz daha akilliyiz.(daha dogrusu onun zamaninda internet yoktu). insan kendi evriminin tuzaklarina dusmemistir. yani aletlerine ve egosuna bu kadar baglanip kendisine yabancilasmaya bir dur demistir.

    o monolitleri yerlestirenler de insani almis, fantastik bir yolculuktan sonra bilinmeyen bir yere getirmislerdir. efektlerden anladigim kadariyla (bazi renk katmanlarinin ustunde mason kelimesini gordugume de eminim) zamanin ve mekanin otesine geciyor insan. burada kurtulmasi gereken o son yukten de kurtulacak ve evriminin (tekamul mu yoksa) bir sonraki basamagina yukelecektir: bu yuk, olumdur, bedendir.

    o son sahnelerdeki kuruluma kapilmayin. yani bu otel odasi da ne boyle, beyaz beyaz, iyice sapitti bu film demeyin. o sahne, kelimenin tam anlamiyla bir "sahnedir" artik. hicligin ortasinda son derece surreal bir tecrubedir. bu sahnede yasliligini gorur, bedeninin gittigine tanik olur. ama beden sadece bir aractir; bilinc olumsuzdur. yemek sahnesinde yasli adam bardai devirir ve bardaki kirilir. bu bedendir ama bardagin icindeki yokolmamistir. olum korkusunu yenerek ozgurlugunun onundeki son engeli de asar ve bedeni olmayan, zamandan bagimsiz, bilincten ibaret bir varliga donusur: yildiz cocuk olmustur. [her ne kadar nietzsche ustinsan taniminda bu kadar iddiali olmamis olsa da..]

    evet kardeslerim, filmin bana ifade ettikleri, gonul telimi titreten taraflari bunlardir. bunlar entel dantel ayagi midir, yoksa gercekten de kubrick yaratici bir usta midir, vicdaniniz karar versin. her ne kadar bu seviyede bir cigir acmamis olsa da (unutmayin, sinemacilik bakimindan hicbirsey soylemedik bile, ozel efektleri, renkleri, muzikleri, kisaca herbir ogesi ozenle yaratilmis) bir baska eksik anlasilmis ve haketmedigi kadar kotulenen film icin (bkz: blade runner) * *


    (immanuel tolstoyevski - 28 Ocak 2005 13:15)

Yorum Kaynak Link : 2001 a space odyssey