Çıkış Tarihi     : 12 Mayıs 1992 Salı, Yapım Yılı : 1992
Türü                : Kısa Film
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  National Film and Television School (NFTS)
Yönetmen       : Chester Dent (IMDB)
Senarist          : Chester Dent (IMDB)
Oyuncular      : Liam Neeson (IMDB)(ekşi), Elaine Proctor (IMDB)(ekşi)

Revolver (~ Kierteessä) ' Filminin Konusu :
Revolver is a short starring Liam Neeson and Elaine Proctor. Trapped in time, a man and a woman meet at a deserted cross road, again and again.


Oyuncular
  • "(bkz: dostum guy ritchie yazmışsın ama bu david lynch)"
  • "iyi film ama hiçbir şey anlamadım. tam bir öküzüm yemin ederim."
  • "bu ask burada biter ve ben cekip giderim yuregimde bir cocuk cebimde bir revolver (bkz: ataol behramoglu) (bkz: kumdan kaleler)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    guy ritchie'ye bir kez daha hayran olmamı sağlamış olan film.
    --- spoiler ---
    jack greenin şizofren olduğuna dair yorumlar okudum oysaki hiç alakası yok filmde gördüğümüz kişinin zihniyle( bu da filmde sam gold oluyor) ve egosuyla yaşadığı kavga sadece. günlük hayatta hepimizin yaşadığı şeyler bunlar aslında, mesela bir karar verirken içimizde kafadan 2-3 ses konuşuyor (en azından benim öyle heheh) birisi evet bunu mutlaka yap derken öbürü saçmalama olmaz öle şey diyor, bir diğeri, haha bunlar saçmalıyo sen beni dinle diye aradan fırlıyor ve zihnimizin yorumları arasında boğulup gidiyoruz, zihin üzerimizde kontrolünü daha da güçlendiriyor. işte jack greenin asansoserde yaşadığı olay zihninin kontrolünü ele geçirmekten başka bir şey değildi, zihin onun üzerinde etkisini yitirdi, o yüzden macha (ray liotta) ona silah çektiği zaman tek bir korkma ifadesi göstermedi ve yanından geçti gitti, bu film sevgili seyirciler aydınlanma dediğimiz süreci en iyi şekilde gözler önüne sermiş filmdir kanımca. kişinin ancak zihninin etkisinden ve egosundan kurtuluğu zaman özgür olabileceğini bir kez daha ögrenmiş olduk.
    ---
    spoiler ---

    ray liotta'nın bütün odalarında bulunan solaryum olayı bitirdi beni helal olsun diyorum. klasik müzik kullanılmış filmde bol bol çok da iyi olmuş. jason statham gene çok karizmatik, gerçi o aksanla rol yapmasa sadece konuşsa bile yeter. mutlaka bir yerden edinip izleyin derim.8/10


    (venus - 24 Mart 2007 15:22)

  • comment image

    guy ritchie'nin seyirciyle dalga gecmesidir.

    the greatest trick the devil ever pulled was convincing the world he doesn't exist?*
    vanity is definitely my favorite sin*

    sozlerini almis, gelistirmis, film yapmis, aferin, ama o son sahnedeki yazi cikmayan siyah ekran neydi ulan?

    biliyordun degil mi bizim mal mal bakip bir sonraki sahneyi bekledigimizi...

    terbiyesiz.


    (lastjedi - 18 Ocak 2009 21:18)

  • comment image

    şizofreniyle uzaktan yakından ilgisi olmayan film. ilk izlendiğinde böyle bi etki varmış gibi dursa da ikinci izleyişimizde görürüz ki film sağ duyu ve ego çatışmasını gösterir. bu aslında gayet normal bi insanın iç çatışmasıdır.
    izleyene "ayol şizofren bu" dedirten sahne büyük ihtimalle asansör sahnesidir. böyle diyenlere soru; siz hiç bu duruma düşmediniz mi?
    "hangimiz biraz şizofren değiliz ki" diyenlerdenseniz es geçin zaten bu yazıyı.
    filme gelince beni tek rahatsız eden noktası en sonundaki röportajlar. kör göze parmak bi havası vardı o bölümün. gerçi entrylere bakınca az bile koymuş diyorum ya ayrı mevzu. her karakterin ayrı renkleri, çok ayrı karakterleri yönetmenin aslında ne biçim de psikoloji bildiğini gösteriyor bence. başroldeki o herifi hiç böyle izleyebileceğim aklıma gelmezdi. helal olsun ona da.
    sözün özü; iş, insanın iç dünyasını anlatmaksa, bu film en derinlere inebilmiş bi külttür. (ananı sikiyim ne biçim laf ettim.)


    (kisisel bilgi - 30 Haziran 2010 15:12)

  • comment image

    filmi bu kadar karmaşıklaştıran, nefret ya da aşık ettiren, anlaşılmaz kılan şeylerin bir ucunda guy ritchie'den olan aksiyon beklentisi, öbür ucunda da ritchie'nin izleyiciyle montaj ve anlatım teknikleri aracılığıyla kurduğu ilişkinin karmaşıklığı var sanırım. bu beklentiler çok basit, id-ego-süperego temasıyla ve insanin psişik makinesini altetmesine ilişkin bir hikayeyle çekilen bir filmin bile anlaşılmasını zorlaştırıyor. beklentinin, insan algısını nasıl bozduğuna ilişkin bir film çekmesini bekliyorum önümüzdeki yıllarda ritchie'nin...

    filmin omurgasını şizofreni, kişilik bozukluğu gibi hastalıklarin ya da bir modern bir ingiliz gangster hikayesinin oluşturduğu yanılgısı da büyük ölçüde bununla ilgili. green'in sürekli hayatını kurtaran, gerektiğinde saldırgan, acımasız, gerektiğinde anaç, kimi zaman sessiz kalan, gömleksiz, bakımsız ve ilkel zach'in (vincent pastore) id, hayatın ve sorunların karmaşıklığını anlayarak, onları birer durum olarak görmeyi tercih eden, green'e satranç oynarken sürekli kasten yenilen, green'i sürekli hayatı ve kendisini, isteklerini anlamaya çağıran avi'nin (andre benjamin) süperego olarak çalıştığı, id ve süperego'nun uyum içinde golf topunu gökdelen tepelerinde sektirdikleri ve ego'yu "herşey kontrol altinda olabilir" diyerek sakin olmaya çağırdıkları bu dünyada mr. gold'un (bildiğin god-tanrı) da sadece kafamızın içinde hüküm sürdüğünü anlatırken kendimi çok bilmiş sinema eleştirmeni ve geveze psikoloji öğrencisi gibi hissetmeme neden olduğunuz için çok kizginim size...

    sonuç : beklentiler, bazen herşeyi kıçımızla anlamamıza yol açar. çarpık beklentiler, çarpık şeyleri bazen doğru anlamamıza yol açabilir. ama bunun ihtimali zaten çok düşüktür.


    (ged - 26 Kasım 2010 20:58)

  • comment image

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---

    kendinizle ilgili bilmediginiz bir sey vardir. inkar edeceginiz bir sey. varligini, onunla ilgili bir sey yapmak icin cok gec olana kadar surdurse bile...

    sabahlari uyanmanizin tek nedeni budur. asagilik patronunuzdan aci cekmenizin sebebi. kan, ter ve gozyaslari.tum bunlar, insanlarin sizin aslinda ne kadar iyi, cekici, comert, komik ve akilli oldugunuzu bilmelerini istediginiz icindir. "benden korkun ya da saygi duyun.ama lutfen ozel oldugumu dusunun."

    bagimliligimiz ayni. hepimiz onaylanmis kesleriz. sirtimizin sivazlanmasina bayiliriz. ve de altin saate...
    yayaya sasasa, odulunu parlatan su akilli cocuga bakin ! shine on you crazy diamond !

    cunku bizler sadece maymunuz, takim elbiseli sicanlar...digerlerinin tasvip etmesi icin yalvaran...

    bunu bilseydik boyle yapmazdik. birileri bunu bizden sakliyor.

    ve ikinci bir sansimiz olsaydi... soyle sorardiniz : "neden"

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---


    (redial tusuna basmaya korkan adam - 19 Şubat 2012 11:49)

  • comment image

    hakkını vermek gerek film biraz karışık. sonunda ise her şeyin net açıklandığı bir film değil. yalnız dikkatle izlenirse içindeki felsefeyi anlamak zor değil.

    insanın en büyük düşmanı olan egoyu konu alan bir film. filmin bazı kısımları anlamsız ya da çözmesi zor bulmaca gibi gelebilir fakat böyle bir başyapıtın tüm sorulara cevabı olduğunu düşünüyorum.

    öncelikle filmde kesinlikle çoklu kişilik bozukluğu var. ister adına şizofreni deyin, ister çift kişilik olayı deyin. çünkü kapalı alanlardan korkan birisinin 10 yıl yerine 5 yıllık hücre hapsini seçmesini ancak böyle açıklanabilir. hücre cezası sırasında tanıştıgı santranç ustası ve üç kağıtçının parayı nerede sakladığına kadar kendi hakkında her şeyi bilmesi ve kendisinin onlar hakkında pek bir şey bilmemesi de onların aslında kendi kişilikleri olduğunu gösteriyor. bu iki arkadaşı, kendilerini tefeci olarak gösterip parayı aslında hiç geri alamayacakları ihtiyaç sahibi kimselere vererek egoyla ilk savaşı başlatmış oluyorlar.

    filmle ilgili en fazla ipucunun verildiği yer ise binanın çatısındaki golf oynama sahnesi. satranç ustası adam: "sam gold" kim diye soruyor ve sonra devam ediyor: "rakibinin saklanacağı yer neresidir". jake cevap olarak: "en son bakacağın" yer diyor ve santraç ustası: "onu o kadar uzun zaman dinledin ki onun sen olduğuna inandın". burada bahsettiği egosu. ve ayrıca sam gold'un da aynı kişi oldugunu burada anlıyoruz.

    sam gold = jake green = avi = zach

    zaten filmde bir çok kez vurgulanan şey sam gold'un canını sıkan kimse hayatta kalamaz. "o üçü hariç hiç kimse :)" ve devam ediyor. "bu onun dünyası. her şeyi o kontrol eder. yapman gerekenleri o söyler. ve ne zaman yapacağını da. var olan bütün acıların ardında o vardır. işlenen tüm suçların ardında. ve şimdi de sana var olmadığını söylüyor. biz sadece seni gelmiş geçmiş tek düşmanla şavaşa soktuk. sense onun en iyi dostun olduğunu sanıyorsun."

    burada tabii ki yine egoyu tarif ediyorlar. ve sam gold'un aslında jake'in egosunu simgelediğini anlıyoruz. filmde bir de bay macha'dan özür dileme ve asansör sahneleri var ki burada egosuyla mücadelesi açıkça gözümüze sokuluyor. "yatağın başına gittiğinde gerçek düşmanı yok etmek için algıladığım düşmanı kullanmalıyım" diyor. gerçek düşman egosu. algıladığı düşmansa etiyle kemiğiyle karşısında duran bay macha. burada hala egosuyla mücadele ettigini görüyoruz.

    egosu ona tam tersi şeyler söylüyor. onu hemen oracıkta öldürmesi gibi. ama o bunu yapmayıp bay macha'dan özür diliyor ve onu öven şeyler söylüyor. bu sırada iç sesi yani egosu sürekli tam tersi davranması için onu zorluyor ama o egosuna galip geliyor. burada asansör korkusu olduğu halde asansöre binebilmesinin sırrı da bu zaten. şimdiye kadar yapmak istediği veya yapmak istemediği her konuda kararı veren egosuydu. ama artık o andan itibaren tüm kararları kendisi veriyor. asansöre bindikten sonra yine egosunun bu durumdan hiç de hoşnut olmadığını ve inmesi gerektigini söylediğini görüyoruz ama tabi adamımız artık onu pek sallamıyor :)

    "seni duyabiliyorum" diyor ve bundan sonra jake'in egosundan farklı bir kişi olduğunun tamamen farkına vardığını anlıyoruz. ve iç sesi "ben senim" dediğinde, "hayır sen ben değilsin" diyor. ve santranç ustasının sözleri geliyor aklına: ''yaptığı en büyük numara seni buna inandırmaktı. yani kendisinin sen olduğuna'' ve artık verdigi savaşta egosuna galip geliyor. bunu da tabii ki algıladığı düşmanı kullanarak yapıyor. yani bay macha'dan özür dileyerek.

    filmin sonunda ise çeşitli doktor ya da profesörlerin ego hakkındaki görüşlerine yer veriyorlar. başından beri anlatmaya çalıştıkları şeyi biraz daha bilimsel şekilde açıklıyorlar. belki de filmin bu denli tartışılmasından dolayı insanların biraz daha iyi anlamarı için.

    filmin herkese hitap etmeyeceği bir gerçek, bu konuya ilgi duyanlar içinse şaheser niteliğinde. konusu itibariyle de daha önce bir benzeri hiç çekilmemiş. bu haliyle benim için kesinlikle bir başyapıt. her izlediğimde hayata dair bazı şeyleri sorgulamama sebep oluyor. insanlara bakış açım değişiyor. kendi egoma "sen ben değilsin" diyorum. gerçek düşmanla yüzleşmek yerine içimdekiyle yüzleşiyorum. az da olsa.


    (forzamakine - 5 Kasım 2012 22:32)

  • comment image

    guy ritchie'in o alıştığımız güzelim tarzından uzaklaşıp çeşitli mecralara doğru yelken açtığı bir film izledim sanırım. yer yer fight club, yer yer pi, yer yer usual suspects, yer yer oceans eleven, yer yer donnie darko, yer yer mulholland drive, yer yer kill bill, yer yer de snatch/lock stock kırması bir haz aldım. aslında bu hazların hepsi birleşince ortaya "20. yüzyılın son çeyreğinin eksantrik ve kült sineması"* çıkıyor ya, neyse. emin de değilim. ama şunu söyleyebilirim ki başına buyruk kendi halinde takılan bu savruk filmin bütünsel bir havası kesinlikle yok. (ki sanırım guy ritchie özellikle homojen olmasını istememiş filmin) ve anlaşılmaz olmak için özel çaba sarfedildiğini hissettiriyor insana. böyle düşününce damakta bıraktığı tad fena değil gibi, ben keyifle izledim. (özellikle renklerin kullanımı, anlatım teknikleri arasındaki kaymalar, fotoğraf gibi çekilmiş sahneler, ray liotta'nın finalde oyunculuk konuşturması vs.) ama daha iyi anlamak için oturup tekrar tekrar izleyenlere eziyetten zulümden başka bir şey değil bu film. yapmayın etmeyin. hatta konuşmayalım bu filmi birileriyle, guy ritchie'nin oyununa gelmeyelim. o ibnetor da bunu istiyor. istediği şeyi ona vermeyelim.*


    (sir gawain - 2 Aralık 2005 03:10)

Yorum Kaynak Link : revolver