Çıkış Tarihi     : 06 Mayıs 2002 Pazartesi, Yapım Yılı : 2002
Türü                : Drama,Gizemli
Taglar             : Romana dayalı
Ülke                : İngiltere
Yapımcı          :  The UK Film & TV Production Company PLC
Yönetmen       : Justin Chadwick (IMDB)(ekşi), Myles Connell (IMDB), Coky Giedroyc (IMDB)(ekşi)
Senarist          : T.R. Bowen (IMDB)(ekşi),Frances Fyfield (IMDB),Jacqueline Holborough (IMDB),Shelagh Stephenson (IMDB)
Oyuncular      : Amanda Burton (IMDB)(ekşi), Conor Mullen (IMDB), Nicholas Woodeson (IMDB), Martin Freeman (IMDB)(ekşi), Jessica Oyelowo (IMDB), Anthony Howell (IMDB)(ekşi), Richard Syms (IMDB)(ekşi), Dermot Crowley (IMDB), Robert Pugh (IMDB), Lynda Steadman (IMDB), Annabelle Apsion (IMDB), Tam Dean Burn (IMDB), Abigail Cruttenden (IMDB), Ian Puleston-Davies (IMDB), Michael Byrne (IMDB), Jay Villiers (IMDB), Rita Tushingham (IMDB), Julie T. Wallace (IMDB), Joe Mullan (IMDB), Cliff Parisi (IMDB), Scot Williams (IMDB), Tim Brown (IMDB), Georgina Bull (IMDB), Harry Eden (IMDB), Daniel Evans (IMDB), Angela Morant (IMDB), Peter McNicholl (IMDB), Diana Payan (IMDB), Kim Vithana (IMDB), Leanne Everitt (IMDB), Lucy Briers (IMDB), Jenna Stevens (IMDB), Megan De Wolf (IMDB), Simon Lowe (IMDB), Philip Ilic (IMDB), Vera Jakob (IMDB), Gary Powell (IMDB), Freddie Annobil-Dodoo (IMDB), Leonard Kirby (IMDB), Raffaello Degruttola (IMDB) >>devamı>>

Helen West ' Dizisinin Konusu :
Helen West is a TV series starring Amanda Burton, Conor Mullen, and Nicholas Woodeson. A workaholic with a messy personal life, Helen West juggles gruesome cases of domestic abuse, sexual molestation and murder alongside her rocky...


  • "(bkz: yunanlılar)"
  • "bati uygarliginin temelini atan ki$ilerdir."
  • "(ara: helen) sonra da (ara: helene)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    türklerin ısrarla yunanlılar dediği toplum, bu topluma türkler dışında kimse yunanlılar demez, bu isim ionian sözcüğünden kaynaklandığı için ve helenlerin tamamını simgelemediğinden, helenler bu ismi kabullenmez ve karşı çıkarlar. bu topluma anglosaksonlar da grek* derler fakat bu isim birinci dünya savaşı ve daha önceki yıllarda avrupada "haydut, hırsız, aşağılık" anlamında sıfat olarak kullanıldığı için helenler yoğun bir propaganda yaparak bu ismi reddettiler fakat kullanımını önleyemedilerse de yüklenen anlamların ortadan kalkmasını sağladılar. tahmin edebileceğiniz gibi helenlerin kendilerine verdikleri isim de helen*dir.


    (guru - 24 Kasım 2003 05:19)

  • comment image

    yunan demekte hiçbir sakınca yoktur. türk olarak bugün birçoğumuz mavi gözlü, açık tenli ve sarı saçlıyız.
    bu durumda, her ne kadar köken ve kültür olarak orta asya'daki türkleri kabul etmiş olsak da, buğday tenli, haifi çekik gözlü ve köse olan bu ırkla genetik olarak saf bir bağımız olduğunu kimse iddia edemez.
    öte taraftan bu durum, bizim kendimizi türk kabul etmemiz gerçeğini değiştirmez.
    yunanlılar için de durum çok farklı değildir.


    (arsenelupin - 24 Kasım 2003 05:52)

  • comment image

    dünya üzerinde birçok millet kendisine dünyanın geri kalanının verdiği isim dışında isimler verirler, örneğin irlandalılar irlandaya eire, gürcüler dillerine sakartvelo kendilerine de kartveli derler. bu dış dünyanın kendilerine ne ad verdiklerinin tamamen dışında bir olgudur ve dolayısı ile dış dünyanın ne dediği kendilerinin ne diyeceğini etkilemez, etkilemesi de düşünülemez. bir milletin, örneğin ingilizler kendilerine başka bir isim veriyor diye o ismi kullanması ve kendi verdikleri ismi kullanmaması ne anlama gelir bunu ayrıca tartışmanın da anlamı ve gereği yoktur sanırım. bununla beraber yunanistan coğrafyasında yaşayan insanlar hellenistik çağ denilen çağda birliklerini kurmuş ve bu dönemden itibaren kendilerine helen adını vermişlerdir bu gerçek ile anadolu coğrafyasında türklere de çok çok önce yaşamış hititlerin isminin verilmesinin aynı paralelde olduğunu savunmak abesle iştigaldir muhtelemen bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.


    (guru - 8 Aralık 2003 03:38)

  • comment image

    yugoslavyanın dağılma sürecinin ertesinde kurulan devletlerin arasında makedonya, diğer devletlerin yaşadığı sorunların yanısıra başka bir sorunla daha karşılaştı ki bu hiç ortaya cikacagi umulan bir sorun değildi.

    yunanistan devleti, bu yeni devleti tanımayı reddediyor dahası diğer devletlerin de tanımaması icin lobi yapıyordu ve sorunu birlesmis milletler'e taşıyordu. bunun sebebi yaşanılan her zamanki bildik sorunlar ve etnik farklılıklar değildi. helen tezine göre, makedonya eski helen devletlerinden birinin adı idi ve bu isimde bir devletin helenler dışında bir millet tarafından kurulması düşünülemezdi, dolayısı ile bu ismi veto etti ve bu devletin başka bir isim almasının şart olduğunu ısrarla empoze etmeye çalıştı.

    bu teze ilk tepki verip, birlesmis milletler'in bir ülke halkının kendi özgür iradesi ile seçtiği isim dışında bir ismi kabul etmeye zorlamanın hukuksuz olduğunu iddia eden ülke türkiye cumhuriyeti oldu. bu tartışma avrupa birligi üyesi olan yunanistan'ın zaferi ile sonuçlanmış ve makedonya, former yugoslavian republic of macedonia gibi tamamen saçma bir isim almaya zorlanmıştır.

    bu olayın bu bağlamdaki yerini ise kıvrak dimağlar hemen algılayacaktır. bu bilgiler ışığında "bir millete kendi uygun gördüğü isim dışında bir isim uygun görülebilir" tezini savunmanın ne akıl ile ne mantık ile ne de türkiye cumhuriyeti savundugu ve son derece akla, mantiga ve hukuga uygun olan bu politika ile ilişkisi yoktur, olsa olsa "ulan onlar yaptı madem öyle hadi biz de yapalım" şeklinde sığ bir intikam hevesi ile ilgisi olabilir onda da ben yokum zaten.

    bunu düşünmek yarın bir gün olası bir "türkiye cumhuriyeti ismi geçersizdir, bu ülkenin adı "yeni osmanlı cumhuriyeti" olsun" teklifini şimdiden kabullenmek demektir.

    son olarak, çok baydı evet.


    (guru - 9 Aralık 2003 22:58)

  • comment image

    bir önceki yazıları okumak gerekiyor buraya devam edebilmek için. o halde paylaşalım (#74496279) (#74496944)

    dinsel ve düşünsel hoşgörü itibariyle büyük övgüler hak eden helen-iyon muasırlıkları, konu siyasal idare, kadın hakları ve kölelik müesseselerine geldiğinde bu özelliğini yitirir.

    antik ege muasırlığı, kendisinden öncekilerden etkilenerek ortaya çıkmış ve sanat, politika, edebiyat, felsefe alanlarında sorgulayıcı bir anlayışla hayli gelişkin ürünler vermiştir. yönetim biçimini belirleyen siyasal sistem ile ilgili gerçekleştirdiği gelişme ise, ancak aristokratik egemenliğin ferdi diktatörlükle değil, aristokratların tümünün katılımıyla yürütülmüş olmasıdır.

    katılımcılığa dayanan demokratik işleyiş, siyaset sisteminin yapısına sokulmuştur. ancak bu işleyiş, nüfusun yalnızca küçük bir bölümünü oluşturan asiller sınıfının kullandığı bir imtiyaz olmaktan ileri gidememiştir. bu yüzden, “demokrasinin beşiği” olarak nitelenen antik çağ ege muasırlığı, aslında değişik biçimlerde de olsa benzerleri hemen tüm sınıflı toplumlarda görülen, belli bir azınlık egemenliğine dayanan bir devlet biçimini ortaya çıkarmıştır.

    insan topluluklarının, devlete geçişin ilk merhalelerinden beri bir kral veyahut egemen sınıfın temsilcileri tarafından yönetilmesi, devlet kuran tüm muasırlıklar gibi ege muasırlığının da özelliğidir. bu yüzden, kendilerine ayrıcalıklı bir konum ve demokrasi arayan batılılar, ege muasırlığına özel bir ehemmiyet vermiş, sparta ve atina’daki oligarşik yönetimleri “demokrasi” olarak niteleyip kendilerine örnek almış, kültürlerinin desteği saymış, onu tümüyle sahiplenmişlerdir.

    neden öyle?

    ege muasırlığı, ulaştığı düzey ile hem çekici bir tarihsel kalıt oluşturmuş hem batıda bugün de geçerli olan bir takım anlayışları bünyesinde barındırmıştır.

    bu muasırlıkta idareyle alakalı kararlara sadece asiller sınıfı katılabilirdi. bunlar, nüfusun küçük bir azınlığını oluşturur fakat tüm toplumu yönetirdi. bu vaziyetin, katılımcılığı imtiyazlılar için uygun gören bir anlayışa sahip olan batılıların dikkatini çekmemesi imkansızdı. nitekim az nüfuslu şehirlerin imkan verdiği karar alma biçimi, batılılarca “ileri bir demokrasi örneği” olarak görüldü; “azınlığın demokrasisi” olarak uygulandı.

    batılı araştırmacıların çoğu ilk çağ tarihine öyle bitaraf ve bilimsellikle bakmazlar. helen ve roma muasırlıklarının negatif yanlarını da pozitife çevirerek sergilemeyi tercih ederler. şüphesiz ara sıra konuya bitaraf ve ilmi yaklaşan yazarlar ve araştırmacılar da çıkar. bunlardan biri olan belçikalı tarihçi jacques pirenne’dir. şöyle demektedir: «atina demokrasisi pratik alanda özgürlüğü asla kabul etmemiş ve dar bir site milliyetçiliğine sıkışıp kalmıştır. atina ve diğer helen şehirlerinde topluma egemen olanlar, asiller sınıfının çıkarlarını diğer fertlerin en tabii sosyal gereksinmelerinin önüne çıkarırlardı. atina demokrasisi baş eğmeyi ve ses çıkarmadan çalışmayı kabul ettiren baskıcı bir düzendi.”

    başlangıçta asiller sınıfının tümünü kapsayan yönetime katılma hakkı, sonraki dönemlerde gittikçe daralmaya başladı. gelişen deniz ticareti ile zenginleşen ve ayrıcalıklı sınıf içinde daha da ayrıcalıklı bir grup haline gelen aristokratlar, yönetimin işleyişi üzerindeki tesirlerini artırdı. meclislere ve onu belirleyen seçimlere istikamet verenler onlardı; yönetim kararlarına katılmanın kıstası, artık aristokrasi düzeyinde dahi eşitlik değil varlıklı olmaktı. ayrıcalıklı sınıf fertleri, görünüşte hâlâ “eşit” yurttaşlardı ama bu görünüşte böyleydi.

    derken, asil sınıf içinde ortaya çıkan ayrışma neticesi, kararlara katılma hakkına sahip olanların sayısı azalmaya başladı. bu gelişme, yönetim biçiminin başka bir deyişle soylular demokrasisinin otokrasiye dönüşmesi ve oligarşik yönetimlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.

    küçük küçük devletçikler olarak yapılanan helen şehirlerinde nüfusun az olması, yurttaşlık haklarına sahip azınlığın toplanarak beraber karar vermesine olanak sağlıyordu. sparta nüfusunun 250 bine eriştiği en kalabalık dönemlerde bile, “agora” olarak hatıralan şehir alanında yapılan karar toplantılarına katılma hakkı, sadece altı bin kişiye tanınmıştı. katılım oranı, daha küçük şehirlerde daha da küçülüyordu.

    sparta’da “eşitler”in sayısı m.ö. 5. asırda altı bin iken, 4. asırda bir beş yüze, 3. asırda ise yedi yüze düşmüştür. yurttaşlık haklarına sahip imtiyazlı egemen sınıftan başka, tarım işleriyle uğraşan ve hudutlu haklara sahip “metekoiler” ile köle konumundaki “hilotlar” ise tüm siyasal haklardan yoksun tutulmuş sınıflardı.

    gerçek bir aristokrasi ortamı olan atina demokrasisinde ise, yarım milyona varan nüfus içinde yurttaşlık hakkına sahip olanların sayısı ancak otuz bin kadardı. atina yurttaşı olabilmek için atinalı ana ve babadan doğmak gerekirdi. nüfusun çok büyük bir bölümünü “metekoi” isimi verilen ve rastgele bir hakkı olmayan azatlı köleler ile yabancı orijinliler oluştururdu. egemenlik kurulan yörelerde mahalli halk hızla köleleştirilir, helenizmin’in hizmetine alınırdı.

    aristoteles, köleler için “canlı bir mülk” demiş ve onları “evcil hayvanlara benzeyen ve insan olan bir âlet” diye tanımlamıştır.

    atina ve sparta’da kadınlar, -hangi sınıftan olursa olsun- yurttaşlık haklarından istifade edemez, idare uzuvlarında bulunamazdı. kendi sınıfından olmayan herkesi baskı altına alıp köleleştiren erkek egemenliği, kendi sınıfından olsa dahi kadın üzerinde yoğun baskı kurmuş, onu bir tür “hane kölesi” vaziyetine getirmişti.

    kadın üzerinde yaratılan erkek egemenliğinin orijini elbette ege muasırlıklarıyla başlamaz. kadının köle gibi bir hayata zorlanmasına, mezopotamya muasırlıklarında da rastlanır.

    mezopotamya ve mısır’da kadınlar

    m.ö. 1200 senesi dolaylarındaki bir asur yasasına göre, kadının anne olarak sahip olduğu haklar ortadan kalkmıştır. boşadığı karısına herhangi bir şey verip vermemek, kocanın vicdanına kalmıştır. asur yasaları, bir bakirenin ırzına geçilmesini, her şeyden önce “kızın babasının mülkiyet ve ekonomik haklarına bir tecavüz” olarak değerlendirir. ırz düşmanı evli değilse, cezası kızın babasına bir bakire için ödenmesi şart olan bedeli ödeyip, kızla izdivaç etmektir.

    mezopotamya’da bu dönemde saltanat ailesi dışında, genelde evlilikler tek eşli olmakla birlikte, erkeklerin, ilk karılarından çocuk sahibi olamazlarsa, ikinci eş ve ya da cariye alma hakları vardı. evli kadının zinasının cezası ise ölümdü. ancak hamurabi yasası’na göre erkeğin zina yapan karısını kurtarma hakkı vardı. bunun yanı sıra kızıyla ahlâk dışı ilişkiye giren babanın cezası yalnızca şehir surlarının dışına atılmaktı. kadının yalnızca toplumsal konumu değil, bedeni de erkeğin denetimi altındaydı.

    asur yasalarında kimin peçe kullanması gerektiği, kimin buna hakkı olmadığı teferruatlı bir biçimde belirtilmişti. beylerin karıları, kızları, hanımlarına eşlik eden cariyeler ile sonradan izdivaç etmiş olan tapınak fahişelerinin peçe takması mecburi, köleler ve diğer fahişelerin ise yasaktı. bu yasağa uymayanların elbiseleri alınır, kırbaçlanır ve kulakları kesilirdi. saygınlıkları, onları savunan erkeğe ve cinsel etkinliklerine bağlı olan kadınlar için örtünmenin çok aşağılayıcı olan yanı ise, “sadece bir erkeğin kullanımına açık” ya da “tüm erkeklerin kullanımına açık” olarak iki kategoriye ayrılmalarıydı.

    mezopotamya’ya yakın bir coğrafi konumda olan mısır’da ise kadının vaziyeti, aynı devirde daha iyi sayılır. antik mısır’da kadının taşınmaz mal edinme ve yönetme, miras bırakma, şahitlik etme, ticarî ve adli işlemlerde taraf olabilme gibi haklarının yanı sıra, boşanma hakları da vardı.

    mısır’da firavunlar dışında tek eşlilik geçerliydi. devlet, izdivaç etme ve boşanmaya karışmazdı; bunlar kişiye özel işlemlerdi. izdivaç ederken ne hukuki ne de dinsel bir merasim yapılırdı. ancak zinada her iki taraf da eşit cezalandırılırdı. boşanan kadın kendi mallarını alıp götürebilirdi. kölelerin dışında her sınıftan kadın bu haklara sahipti. kadınlar sadece kamuda yönetici konumuna gelemiyordu. bir de bilhassa bir takım meslekler, -kayıt tutma ve hiyeroglif işleme gibi- sadece erkeklere mahsustu.

    antik mısırlı kadının, eş vakit kültürlere göre daha çok hak sahibi olduğu bu konumu, isis kültünden kaynaklanmış olabilir. isis kültü, sınıfsal ayırım tanımaz; hem erkek hem kadınların rahip olmasına imkan verirdi. isis tapınakları, hem fahişeler için sığınılacak bir yer hem kendilerini cinsel ilişki dışında tutmaya adamış kadınların barınabileceği bir tür “sığınma hanesi” görevi niteliği edinmişti. kimileri kadınların mısır’daki bu imtiyazlarını, “hermetik ananenin topluma tesiri” olarak görür.

    helen muasırlığında kadınlar

    antik çağ helen muasırlığında kadınların konumu ve kadın özgürlüğüyle alakalı çalışmalar, batılı araştırmacılarca uzun yıllar geri tasarıya atılmıştır. günümüz araştırmacılarının bu konudaki çalışmaları, antik helen muasırlığının bu istikametini gün ışığına çıkarmıştır. kadın hak ve özgürlüğünün kısıtlanmasına ait araştırmalar, antik helen dünyasındaki cinsellik anlayışının incelenmesini gerektirmiştir.

    bitaraf kalınacak bir incelemede, batı muasırlığının kendisine çıkış yeri olarak seçtiği antik helen kültürünün gerek kadına bakış açısının gerekse ahlâk anlayışının, muasır anlayışa -hele türk toplumundaki anlayışa- ne denli ters düştüğünü gözler önüne serer.

    sokrates, günümüze kadar gelmiş olan diyaloglarında incelikle, «kadınlar hiçbir şekilde erkeklerden aşağı değildir.» demişti. sonra da, yarattığı tesiri ortadan kaldıracak şu sözleri ilave etmişti: «gereksinmeleri olan tek şey, biraz daha fiziksel güç ve zihni enerjidir.»

    aslında bu sözleriyle hayli eli açık davranıyordu. zira helenlerin kadınlar hakkındaki düşünceleri hiç de hoş değildi ve uzun dönemler süresince bu duyguları pek değişmedi.

    atinalıların kadın konusundaki tutumlarının oğlancılıkla irtibatı hâlâ tartışmalıdır. bir takım akademisyenler, oğlancılığı bu konu ile tümüyle alakasız buluyor. kimileri de, daha oğlancılığın isiminin duyulmasından çok önce toplumda kadınların horlandığını müdafaa ediyor. helenli erkeklerin kadınları katiyen hor görmediğini iddia edenler de var. ancak, yazılı ispatların çoğu kadınların aşağı konumda bulunduğunu düşündürmekte ve bir teoriye göre de bunun nedeni m.ö. ikinci bin sene nihayetinde helen yarımadası’na akmaya başlayan dorların istilasıdır.

    tarihsel bulgular, dorların yerleştikleri yörelerde kadınlara atina’ya oranla daha özenli bir davranış gösterdiğini gösteriyor. dolayısıyla, bu sav pek de ikna edici bir nitelik taşımıyor.

    atina’da erkekler agora ve “gymnasion” olarak hatıralan spor alanı gibi yerlerde bir araya gelirdi. özgür kadınlar yani köle olmayanlar ise evden pek seyrek çıkar, çocuk ve köleleri yönetirdi. sitenin birer özgür yurttaşı sayılmalarına rağmen, tıpkı köleler gibi siyasal haklara sahip değildiler.

    atina’da köleci bir erkek demokrasisi egemenliği vardı. kadını sanki köle haline getirmenin batı dünyasındaki ilk örneği, roma imparatorluğu’ndan önce helen muasırlığında görülmüştür.

    haremlik ve selâmlık

    helen muasırlıklarında ev mimarisi ve hayatı osmanlıların haremlik-selâmlığını andıran bir düzendeydi. kadın kendi evinde sokağa uzak bölümde, dışarıyla ilişkisi olmayan ve akraba bile olsa erkeklerin girmesi yasak yerlerde yaşardı. evin üst katında olduğu düşünülen, kadınların yaşadığı bölüme “gyneaikeion” denirdi. erkeklerin yaşadığı, misafirlerin ağırlandığı, çoğu zaman ayrı bir girişi olan bölüm de “andron” olarak anılırdı.

    atina ve diğer helen kentlerinde genç kızlara yalnızca el işi ve dokumacılık öğretilir, pek azı okuyup yazma öğrenebilirdi. evlilikleri bile aile büyüklerince ayarlanırdı.

    kadın kocasıyla pek ender olarak yemek yiyebilirdi. kocanın misafirleri varsa asla onlarla birlikte olamazdı. evin dışına çıktığı zamanlarda da kendisine salt eşlik edilirdi. bir yere giderken yanına üçten fazla elbise, bir “obol”dan fazla değerde yiyecek ve içecek -günümüz şartlarıyla bir sandviç ve bir bardak süt- alması yasaktı. dışarıya hava karardıktan sonra çıkıyorsa, feneri yanan bir arabaya binmek zorundaydı.

    koca, karısını hiçbir neden göstermeden boşayabilirdi ve kadın mucize yapıtı zina yapmayı muvaffak olabilmişse(!) boşanması legal olarak zorunluydu.

    kadın ise ancak aşırı tahrik sebebiyle boşanabilirdi ve kocanın homoseksüel oluşu ya da zina yapması geçerli neden sayılmazdı.

    burada bir noktayı belirtmekte fayda var: zinanın erkek için kabul edilebilir, kadın için kabul edilemez olduğu görüşü hemen hemen günümüze dek varlığını savunmuştur. sözgelimi, ingiliz kadınlarının kocalarını yalnızca zina nedeniyle boşama hakkını kazanabilmesi 1923 yılını bulmuştur. bunun temelinde, antik helen muasırlığından kalma bir ananenin batı toplumlarında kaide edinilmiş olması yatar.

    kadınların hakları

    kadının helen muasırlıklarındaki vaziyeti ile irtibatlı olmak üzere karşıt düşüncede olanlara kalırsa, vaziyet göründüğü kadar kötü değildir. kadınların birtakım legal yoksunlukları olsa dahi, tiyatroya gitmelerine, heykeltıraş atölyelerini ziyaret etmelerine hem de birkaç gün uzaklaşarak erkeklerinin sayısız erotik olayın yaşandığını düşündüğü ve sadece kadınlara açık thesmophoria şenliklerine katılmalarına müsaade edildiği müdafaa edilir.

    euripides, -sophokles, tragedyalarında onu kadınlardan nefret eden, yatakta ise kadınlara bayılan biri olarak anlatmıştır- helen kadınlarının daimi olarak başka kadınları dedikodu yapma emeliyle hanelerine kabul ettiklerinden yakınır.

    bir fahişeyle alakalı bir davada savcı, görevli halk jürisine -şüphesiz tüm azalar erkektir- şunları hatırladır: “bu kadını salıverilme ettirirseniz, eve gittiğinizde karılarınıza ve kızlarınıza ne diyeceksiniz?... onlara, davanın detaylarını anlatacak ve suçlamanın nasıl dikkatle ve tümüyle ispat ettiğini söyleyeceksiniz. sözlerinizi bitirdiğinizde size, «ya siz ne yaptınız?» diyecekler. siz de «onu beraat ettirdik.» diyeceksiniz. o zaman kıyamet kopacak!”

    her iki tarafın da delilleri, helenli kadınların babilli, mısırlı ve ibrani muasırlarıyla aynı legal ve toplumsal konumda olduklarını gösteriyor. helenler politika, felsefe ve sanatta gök cisimleri müziği için yeni bir orkestrasyon yaratmaktaydılar fakat dünyevî düzeyde hâlâ yeryüzünün çamuruna saplanıp kalmışlardı. aralarından kimileri bağımsız ruha sahip olsa da, m.ö. birinci bin senede, her yerde olduğu gibi helen dünyasında da kadın bir “mal” sayılırdı.

    helenlere göre kadın, -yaşı veyahut uygar vaziyeti ne olursa olsun- bir “gyne” idi; başka bir deyişle “çocuk taşıyıcısı”... ancak görünüşe bakılırsa, daha önceki denkleme yeni bir öğe daha ilave etmişlerdi. babil ve mısır’da dişi cinsiyetle alakalı göndermelerde sıklıkla yakıntıcı bir ton görülmesine, ibranilerin serüvenci kadınlardan sanki nefret etmesine karşın, m.ö. 3. asra kadar helenler tüm kadınları akılsız, aşırı şehvetli ve ahlâk açısından kusurlu olmakla suçlamıştır.

    kadınların, eğitimden yoksun bırakıldıkları için “akılsız”, kocalarının kendileriyle pek ender yatmalarından yakındıkları için de “şehvet düşkünü”, geçim için para kazanmak yerine zamanlarını felsefe yaparak harcayan kocalarını tenkit etmeye kalkıştıkları için ise, “ahlâksal açıdan kusurlu oldukları” neticenine varılmıştır.


    (teslanin arkadasi - 26 Şubat 2018 00:25)

  • comment image

    bireyin fiziksel ve beyinsel yapısının vücudun dört ana sıvısı olan kan, siyah safra, sarı safra ve balgamın belirli oranlarda bulunmasıyla dengelendiğine inanan ve bu dengenin bozulması sonucu hastalıkların meydana geldiğini savunan toplum


    (ocean86 - 23 Ocak 2006 01:28)

Yorum Kaynak Link : helenler