Gisaengchung (~ Parazit) ' Filminin Konusu : Parasite is a movie starring Kang-ho Song, Sun-kyun Lee, and Yeo-Jeong Cho. All unemployed, Ki-taek's family takes peculiar interest in the Parks for their livelihood until they get entangled in an unexpected incident.
Ödüller :
Madeo(2009)(7,8-36886)
Tokyo!(2008)(7,1-8434)
Gwoemul(2006)(7,0-84307)
Flandersui gae(2000)(7,0-3778)
Best International Feature Film
En İyi Film
En İyi Özgün Senaryo
Best Film Not in the English Language
Best Screenplay (Original)
Best Motion Picture - Foreign Language
Best International Film
Academy Awards - Oscar : "En İyi Yönetmen"
snowpiercier, memories of murder gibi harika yapımlara imza atmış güney kore'li yönetmen bong joon ho'nun cannes film festivalinde gösterilecek filmidir. bence altın palmiyenin en büyük adayıdır kazanırsa sürpriz olmazedit: adam kazandı.
(starboyka - 18 Mayıs 2019 18:52)
bu filmin izleyicilerinde iki karşılığı var diye düşünüyorum: birincisi, sisteme,sosyal adaletsizliğe ettiği zarif küfürlerin yarattığı tokluk hissi; ikincisi, tam da bizzat bu düzenin parçası olan bireylere(hepimize) ulaşan ‘çok aptalız’ hissi.sinemanın elinde bulundurduğu araçları etkin kullanımı üzerinden inanılmaz başarılı bulduğum, izlediğim sinema salonunda resmen ağzımın suyunu akıtan film. filmin daha önce rastlamadığım kendine özgü akıcı bir dili var. bu dili yukarıda da bahsettiğim gibi sisteme, sosyal eşitsizliğe, sınıf farkına uzatıyor. bunu nasıl yapıyor?--- spoiler ---filmde konu edilen aile, mevcut sosyal adaletsizlikte alt tabakayı sembolize ediyor. filme ismini veren parazit göndermesi bu ailenin hayatta kalabilmek için adeta parazit gibi zengin bir aileye yapışmasını anlatıyor. ancak beklemedikleri şey bu parazit yaşantısına talip, savaşmak zorunda oldukları ve onlardan çok daha azını talep eden başka parazitler de var.aile kendini tam da mükemmel bir şekilde bu yaşantıya adapte ettiğini düşünse de zengin aileden gizleyemedikleri ‘sınırı aşan’ bir şeyler var:koku. üzerlerine yapışmış bu koku onları hayalini kurdukları sınıf atlama yarışında ele veriyor. mükkemmel bir şekilde yerinde oturan bir metafor! filmde bir diyalogda hamamböceği göndermesi var. hemen ardındaki sahnelerde gerçekten de ailenin adeta mobilyaların altında karanlığın yardımı ile gizlenmek zorundayken hamam böcekleri gibi resmedilmesini görüyoruz.bodrumda yaşayan adamın sadece orda yaşayabildiği için ev sahibine duyduğu minnet, teşekkür ve tapınma hissi ayrıca parantez açılması gereken bir konu. sistemi ve parazit yaşantısını kanıksamış kişiler asla durumun garipliğinin ayırdına varmıyor.filmde, günümüz insanı ve akıllı telefonlar üzerinden göndermeler var. kovulan hizmetçi kadının parazit aileyi kaydettiği videoyu patronlarına gönderecek olan tuşa basmak ile tehdit etmesi ironisi ve sonrasındaki diyaloglarda artık internetin bu gücünün atom bombasından etkili olduğundan bahsedişi dikkate değerdi.yine film alt tabakada artıklar için yaşanan çekişmemin ve savaşın acımasızlığını ve şiddetini tüm çarpıklığıyla gözümüze sokmaya çalışıyor.mekan değişikliğine bağlı sahne geçişleri ile (mesela evin bodrumuna inilen sahne) her ayrı mekanın sembolize ettiği dünyaların farkını vurgulamada çok etkili bir görsellik kullandı ve bu fark güçlü şekilde hissettirildi. burada dikkatimi çeken husus tamamen farklı renk filtreleri kullanılması oldu. filmin tümüne ait baskın bir renk tonu yok.filmin sonunda bir an için gerçek sandığımız, çocuğun zengin olup babasını evin bodrumundan kurtardığı ‘hayali’, inanılmaz bir kapanış ve aynayı izleyicilerin kendisine çeviren bir ters köşe oldu. harari’nin sapiens’i ile okuyabileceğimiz bu son bize bizi anlatıyor. sapiens’de insanların mitlere inancı ile ilgili olan kısımdan hareketle, hepimizin tüm zorluk ve akıl almazlıklarına rağmen ‘parazit’ yaşantımızdaki biricik motivasyonu olan bir gün zengin ve onlar gibi olacağımıza dair ‘hayal’, daha ne kadar güzel bir şekilde izleyicinin suratına çarpılabilirdi ki? nitekim bu filmden sonra artık biliyoruz ki her şey değişse bile ‘koku’ kalıyor.--- spoiler ---
(kabiliyetsiz yazar - 3 Ağustos 2019 03:52)
sinemanın, etkin kullanılabildiğinde ne kadar güçlü bir dili olabileceğini anımsatmasını sevdim. neden? çünkü, film temelde, sosyal adaletsizlik ve sınıf çatışmasını anlatıyor. normalde bu konular zorda kalan veya tıkanan her senaristin ve yönetmenin çıkış kapısı olduğu için, seyircide belirli ölçüde doygunluk oluşturdu. zaten çok yapıldı, çok işlendi, haliyle çok izlendi. parasite'ı diğerlerinden ayıran ise, kullanılan metaforların çok geçmeden, belki bir sonraki sahnede karşılık bulması, ancak bunun olabilecek en yalın ve doğal haliyle yapılmasında saklı. ölçülü mizahın da dahil olduğu bu anlatım şekli sayesinde ne yaşanırsa yaşansın, hikaye nereye doğru kayarsa kaysın, bütün yaşananları normal, hayatın akışına uygunmuşcasına karşılıyorsunuz. --- spoiler ---kevin ve babasının spor salonunda konuştuğu sahnede, babası şöyle diyordu:''bak bu insanlara, bu geceyi spor salonunda geçirelim diye düşündüler mi? ama bak şimdi. herkes yerde yatıyor. biz dahil. bu yüzden insanlar plan yapmamalı. plan yapmazsan hiçbir şey ters gitmez. ve bir şey kontrolden çıkarsa önemi olmaz.''zaten işler kontrolden çıkmış, bu konuşmalar da o yaşananlara bir atıf diye düşünüyorsunuz ama değil, henüz hiçbir şey başlamamış bile. olaylar tam anlamıyla kontrol çıktığında, yani şiddet sahneleri başladığında, olayları, birbirlerini ezmeye çalışan böcekleri izler gibi izlemeye devam ediyorsunuz. aslında onlar açısından hiçbir şey ters gitmiyor. yaşananların hiçbiri şaşırtıcı değil. olayların ne derece kontrolden çıktığının da bir önemi kalmıyor haliyle. her şey bittiğinde, bodrumlarda yaşamaya devam ediyorlar. ayrılmalarının mümkün olmadığı, sabunla, çamaşır deterjanı ile geçeceğini sandıkları alt sınf kokusunun üzerlerinde sindiği bodrumlar.aynı koku metaforu ezel dizisinde de çok güzel anlatılmıştı. orada barış falay bunu mükemmel sahnelemişti. ezel'i kokladıktan sonra ''ben bu varoşun kokusunu alırım. istediğin parfümü sık, o koku geçmez'' derdi. koku önemlidir. zira sınıf çatışmalarının en ayırt edici etmenlerinden biridir. bu filmdeki gibi iyi bir anlatımla sunabiliyorsanız, her zaman etkileyici metafordur. neoliberal politikaların esiri yarı bodrumlarda kendi hallerinde yaşayan varoş wi-fi avcılarının, acıma duygularını tamamen yitirmiş bencil ve tehlikeli parazitlere dönüşmesinin önündeki tek engelin, sadece böyle bir fırsatla karşılaşmamış olmalarının hikayesi. --- spoiler ---
(mikua - 11 Ağustos 2019 12:49)
"türk yapımı olsaydı..." he mi? ben sana söyleyeyim gardaşım. türk yapımı olsaydı dizi olurdu, 38 sezon... pardon, ne sezonu tabii, yıl, 38 yıl sürerdi. komedi kısmı uçup giderdi, dramın ve gerilimin amua goyulurdu. anırtı, bağırtı, salya, sümük... önü alınamazdı. her neyse, yel alsın götürsün. bir başka gardaşımın dediğine ise katılmamak elde değil. gerçekten de pek alışkın, aşina olduğumuz cannes filmlerinden değil. tam olarak imdb'de tanımlanan türü gibi; comedy, drama, thriller!fekat çok daha başarılı joon-ho bong filmleri seyrettiğini düşünen, reytingi kıt bir fani olarak sana puanım 7/10 panpa.
(kahmut - 17 Ağustos 2019 16:34)
pek çok bakımdan mükemmel film--- spoiler ---çocuğu kriz geçirirken, insanlar ölürken bile fakir insan kokusu tabir ettiği kokudan tiksinen adamın karısı ile sevişmeden önce fakir kadın iç çamaşırını giymesini istemesi--- spoiler --- --- spoiler ---bir ara konağın sahibi gibi davranan aşçısı, hizmetçisi, uşağı ve esas oğlanı ile yeşilçam’a bağlayıp u dönüşü ile kalbimize taht kuran, nerede ulan uzak doğu şiddeti sorularımıza taşla kafa ezip yanıt veren filmdir de ayrıca--- spoiler ---
(mansonilized - 17 Ağustos 2019 21:54)
iyi, hoş film. bir alegori, simge, metafor çorbası ama. bunlar filmi kötü yapmıyor. az buçuk siyaset, sosyolji, politika, felsefe, tarih vs bilen herkes zaten filmin meselesini okuyabilir. o yüzden yönetmene olan tüm sevgime rağmen kör gözüne göndermelerini demode buldum. yani hamam böceği göndermesi, köpekler gibi merdiven inip çıkmalar, kan, koku, kaya vurgusu vs o kadar bariz ve galiz bir farkındalıkla atılıyor ki izleyici önüne sanki bundan daha derin bir hikaye anlatılamayacak oluşun bahanesi hazırlanıyor yönetmen tarafından. işin içine biraz da kara mizah katarak zaten ince ve benzer olan zeminini biraz daha sağlam tutmaya çalışıyor yönetmen biraz kurnazlıkla. bir şey aşırılığa vardırıldığında alegoriye kaçar. yani simgeselliğini yitirir. izleyicisine de çözümleme alanı bırakmaz. maalesef filmin genel yapısı bu şekilde seyrediyor. kaldı kı mantık hatası denebilecek birçok şey var. bundan çok daha incelikli şeyler izledik bazılarınız sıkıcı olduklarını düşünüyor olsa bile. burada filmi genel anlamda diğerlerinden ayıran şey güney koreli sinemacıların kodları. filmlerinin gramerinin hep ayrı bir ritmi ve perdesi var. yani ana akıma paçayı kaptırmıyorlar o açıdan. kurgu konusunda her zaman iyi iş çıkarıyorlar. filmin ne hikayesi, ne anlatımı daha önce görmediğimiz bir şeylere denk geliyor. ama kendi içinde özel bir sinemacının dokunuşlarını da sonuna kadar hissettiriyor. joon-ho bong hollywood sularında orta karar iki film çektikten sonra memleket sularına dönüş yaparak birkaç başyapıtının izlerini sürmüş nihayet. chan-wook park'ın memleket sularına dönerek sinemasının özünü hatırlamasına benzer bir dönüş joon-ho bong'un dönüşü de. umarım bu adamlar kendi toprakları dışında film çekme maceralarına girmezler bir daha. ha bu arada geçen sene beoning gibi asırlık bir başyapıt çekildi. yani kısacası güney kore sineması bizim canımız ciğerimiz küçük aksamalara rağmen.
(kulotsuzcorap - 21 Ağustos 2019 11:39)
(bkz: joon-ho bong)'ın palme d'or ödüllü parasızlığın gözü çıksın dedirten filmi. yönetmenin izlediğim ilk filmi o yüzden izlemeden önce pek fikrim yoktu cannes'da büyük ödülü aldığından beri malum ortamlara düşmesini bekliyordum.bolca sınıf çatışması içeren, birçok metaforla sınıflar arasındaki ayrımı göze hatta bazı sahnelerde göte sokan - örneğin yağmurun iki aileye iki ayrı etkisi, kim ve park arasındaki koku olayı - bunun dışında garibanın en büyük düşmanının yine gariban olduğunu da yüze vurmaktan çekinmeyen, içinde birçok farklı türden - kara mizah, gerilim, dram - esintiler barındıran bir garip filmdi. açıkcası bu kırılımları oldukça sevdim. filmi 3'e bölecek olursak en sevdiğim kısım filmin 3. kısmı oldu. teknik olarak ise kusursuz bir görüntü yönetimi olduğunu düşünüyorum, çok başarılı kadrajlar içeriyordu film. bazılarını shot alıp koleksiyonuma ekledim bile. (bkz: kyung-pyo hong)yine de sanki pek palme d'or kafası değil gibi bu film. juri gerçekten çok fark ediyor bu festivalde. 8/10.
(ask ekmek ve uranyum - 22 Ağustos 2019 14:48)
film iyi hoş da, uzakdoğu filmi izlerken şöyle bir problem yaşayabiliyorum ben. filmde az görünen bir karakter varsa ve daha sonra tekrar görünürse, onun kim olduğunu çıkaramıyorum ben. mesela filmin sonundaki hastane sahnesinde görünen doktor min miydi değil miydi emin olamadım ben. illa ki filmin o sahnesini açıp bakmam lazım.
(futurama - 25 Ağustos 2019 20:58)
filme başlarken 1 saat 56 dakika sonrasına alarm kurup çalınca filmi kapatırsanız, yılın en iyi filmi çeyrek altınını düşünmeden takarsınız. son 10 dakikasını mahsun kırmızıgül'ün çektiğinden şüpheleniyorum.
(paperrockscissors - 1 Eylül 2019 02:03)
fakirliğin kokusu... nedense beni en çok bu etkiledi filmde. resmen aldım o kokuyu: ıslak yer bezlerinin ruhu üşüten çürüksü kokusu, ne kadar fırçalanıp temizlense lağım kokusunu hissettiren tuvalet, kavrulmuş soğan, haşlanmış lahana ve taşan sütten oluşmuş, evin ve yaşayanların her zerresine sinmiş o uğursuz koku. niye bilmem klozeti bile absürd yerde olan bu dehliz (cehennem?) ev içinde yaşayanlara ne kadar yıkansalar, parfüme bulansalar bile başka türlü kokma imkanı vermez hissi film boyunca lanet gibi ensemdeydi.sosyal tabakanın en altındaki hep aç, hep kokan fakirlerin birbirlerinin yerlerini almaktaki acımasızlığı ve zenginlerin çok da umursamaz ve farkında değilmişler gibi göründükleri fakirlere karşı tiksintisi, aslında en ufak yanlışlarını bile gözden kaçırmayan dikkatleri, bunların işlendiği sahneler son derece direkt, cesur ve sarsıcıydı. kısacası ben beğendim, mide bulandıran kore dizisi kavramından uzak, pek güzel bir film. neydi bu kavramın ana hatları: güney kore işi şaşırma efekti (hani ağız oooo yapılır, gözler sonuna dek açılır, kıçına hıyar kaçmış pokemona dönen şerefsizin cildi o kadar porselendir ki çoğu kadına on basar parlaklıkta, eşşoğleşşek), kadın erkek alayının uçuk pembe likit rujlu dudakları, tek gözü zinhar göstermeyen yandan sarkmış emo saçlar, dış görünüşe aşırı odaklı adeta karikatürize, karakter değil tip olabilen insanlar, biliyorsunuz işte.kahrolsun k-pop, kahrolsun orijinalı kore senaryosu olup "hayat treni", "eltimin görümcesi", "elma şekeri sokağı" gibi akla zarar ve düşük iq'lu çakma adlarla bizdeki seyirciye kakalanan tüm diziler der giderim. amerigan kültür emperyalizmi out, güney kore in. "midesi hasta olduğu halde donut yiyip acı kahve içen amerikan polisi 101" i alalı daha ne oldu ki zengin erkeğe aşık şaşkaloz ve anoreksiya nevroza hastası mı aşırı zarif mi karar veremediğimiz çırpı bacaklı kız bu denli hayatımıza girdi? neyse ki entriye konu film bizi her anlamı ile cilalı kore'den alıp yer altına indiriyor, orada da bırakıyor.tavsiye ederim. şiddetli olabilir hatta.
(snegurochka - 9 Ekim 2019 14:27)
Yorum Kaynak Link : gisaengchung