Süre                : 2 Saat 2 dakika
Çıkış Tarihi     : 04 Şubat 2005 Cuma, Yapım Yılı : 2005
Türü                : Drama
Taglar             : deafblindness,SAĞIR,sessiz,sağır kör,Sağır sesini kapat
Ülke                : Hint
Yapımcı          :  Applause Bhansali Productions , Applause Entertainment Ltd. , SLB Films Pvt. Ltd.
Yönetmen       : Sanjay Leela Bhansali (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Sanjay Leela Bhansali (IMDB)(ekşi),Bhavani Iyer (IMDB),Bhavani Iyer (IMDB),Prakash Kapadia (IMDB)
Oyuncular      : Amitabh Bachchan (IMDB)(ekşi), Rani Mukerji (IMDB)(ekşi), Nandana Sen (IMDB)(ekşi)

Black (~ Escuridão) ' Filminin Konusu :
Paul ve eşi Catherine evlenmişler ve mutlu bir yuva kurmuşlardır. Kısa bir süre sonra Michelle adını verdikleri bir kız çocukları olur. Ama ailenin mutluluğu uzun sürmez zira Michellle ne görebilir ne de duyabilir. Anne baba Michelle’i dış dünyanın etkilerinden ne kadar korumaya çalışırlarsa çalışsınlar küçük kız büyüdükçe hırçınlaşmaktadır. Catherine bir kez daha hamile kalır ve Sara’yı doğurur. Bu sefer baba Paul Michelle’i bir kliniğe kapatmak ister. Tam da bu günlerde ailenin hayatına Debraj Sahai adında özel bir eğitmen girer. Hem sağır hem kör hem de dilsiz olan Michelle’i eğitmeye gönüllü olur. Küçük kız onun ellerinde hırçınlığını yavaş yavaş bir kenara bırakarak, eğitim almaya hatta normal çocuklar gibi okula gitmeye bile başlar… Film 20 yy.’ın başlarında yaşamış olan Helen Keller’ın gerçek hayat öyküsünü anlattığı otobiyografik kitabı The Story of My Life’ın Hindistan sinemasındaki uyarlaması. Filmin yönetmenliğini Sanjay Leela Bhansali üstlenirken, başrol Michelle McNally.


Şarap / 6
  • "bir neslin anasını, avradını sikmiştir bu şarkı."
  • "dürü düt düt dürürüüüdiye giden süpper bir pearl jam sarkisi.sonlarina dogru transa giriyorum diyebilirim.mükemmel bir eser."




Facebook Yorumları
  • comment image

    2005 yılında afrikalı bir çocuk tarafından yazılmış ve yılın en iyisi seçilmiş şiir. şöyle:

    when i born, i black
    when i grow up, i black
    when i go in sun, i black
    when i sick, i black, and
    when i die, i still black
    and you white fella,
    when you born, you pink
    when you grow up, you white
    when you go in sun, you red
    when you cold, you blue
    when you scared, you yellow
    when you sick, you green, and
    when you die, you gray
    and ..
    you calling me coloured?


    (hippychick - 15 Ağustos 2007 22:42)

  • comment image

    eddie vedder'ın gerçekten çok sevdiği ve asla unutamadığı, unutamayacağı birine yazdığı şarkı. 1992'deki bir konserinde mikrofona "it's her birthday." diye mırıldanması bundan olabilir ancak. ya da 2006 turnesinde "i know someday you'll have a beauitiful life" bölümünü söylerken yüzünün aldığı hal ancak böyle açıklanabilir. insan aslında hayatında sadece bir kez aşık olabilmesidir black. tek bir kişi için her şey. zaman silemiyor hiçbir şeyi, çünkü eddie vedder'da bu şarkıyı belki 20 yıldır aynı kız için söylüyor.

    1994'te böyle bitiriyordu şarkıyı:

    i don't...
    i don't think...
    ...these people understand...
    ...oh they don't understand....
    ...oh no one understands...
    ...we belong together...together...
    ...together

    2006'da böyle:

    time heals the wounds
    no one can see
    time heals the wounds
    no one can see

    but my memories, my memories, won't let me be
    my memories
    won't let me be

    2007'de ise böyle:

    what could have been
    what could have been
    will never be
    it could have been here
    i could have been there
    well i want to be here
    fuck you and them
    i'm with my friends
    i've got an end

    what could have been
    what could have been
    no longer care
    i no longer care
    it's all right, it's all right
    it's all right, it's all right

    artık "we belong together" diyemiyor belki, demek bile acı veriyor. ama böyle de kimseyi kandıramıyor, kendini bile...


    (causeway - 10 Aralık 2008 09:21)

  • comment image

    2005 yapımı bu hint filmi daha ne kadar süre insanların arşivlerine girmeyecek, insanların bu filmi keşfetmesi için daha ne kadar zaman gerekecek gerçekten merak ediyorum.

    filmle ilgili ufak bir detay da aktarayım. bu filmde öğretmen rolünde izlediğimiz aktör amitabh bachchan aynı zamanda slumdog millionaire filminde jamal karakterinin küçüklüğünde, uğruna bok çukuruna atladığı şahıstır.


    (slam drunk - 20 Haziran 2009 01:53)

  • comment image

    farkettim ki sözlükte şöyle içine yorum katılmamış, alkollü gecelerde rahatça okuyabileceğimiz sözleri yok bu efsanenin. ayıptır:

    hey...oooh...
    sheets of empty canvas, untouched sheets of clay
    were laid spread out before me as her body once did
    all five horizons revolved around her soul
    as the earth to the sun
    now the air i tasted and breathed has taken a turn
    ooh, and all i taught her was everything
    ooh, i know she gave me all that she wore
    and now my bitter hands chafe beneath the clouds
    of what was everything?
    oh, the pictures have all been washed in black, tattooed everything...

    i take a walk outside
    i'm surrounded by some kids at play
    i can feel their laughter, so why do i sear
    oh, and twisted thoughts that spin round my head
    i'm spinning, oh, i'm spinning
    how quick the sun can, drop away
    and now my bitter hands cradle broken glass
    of what was everything
    all the pictures have all been washed in black, tattooed everything...
    all the love gone bad turned my world to black
    tattooed all i see, all that i am, all i will be...yeah...
    uh huh...uh huh...ooh...
    i know someday you'll have a beautiful life, i know you'll be a star
    in somebody else's sky, but why, why, why
    can't it be, can't it be mine


    (pissed - 11 Temmuz 2009 17:51)

  • comment image

    yıllardır sözlerinde kendimi bulmaktan en çok korktuğum şeydir, black. şeydir diyorum çünkü black de, sadece bir şarkı olarak nitelendirmek istemediklerimiz arasındadır. ancak yıllar, sanki korktuğumu bilirmişçesine, hep bir satırını daha ekledi benliğime. son dizelerinin yükünü kaldırmak ise hepsinden daha zor. ve o sözlerin acısını, benden kilometrelerce ötede doğmuş bir insanın yaşanmışlıklarından, kaleminden çıkmış olsa dahi her hücremde hissedebiliyorum.kötüye giden sevginin, bir insanın dünyasını nasıl karartabileceğini artık tahmin değil, lanet bir şekilde tecrübe ediyorum.

    ancak sonra düşünüyorum, her gün birilerinin hayatından geçip gidiyor bu dizeler; kimisi sadece dinliyor, kimisi bağıra çağıra eşlik ediyor, kimisi hayatından vazgeçiyor, kimisi gözyaşları içinde kontrolünü kaybediyor. ve ne kadar ironiktir ki, hepsi sevmek dediğimiz aslında güzel bir hissiyatın sonucu. bir tek insanın sevgisini geri çekmesinin azabı. o zaman burada bir yerde bir yanlış olması gerekmiyor mu? sevgi düşündüğümüz kadar iyi niyetli bir his değildir belki de ya da yaşamın yükünü kaldıracak kadar dirayetli...

    bu soruyu bir tek benim sormadığım aşikar, kendi cevabım ise happiness is a warm gun. yani, mutluluk dediğimizdir aslında bizi sürekli yerden yere vuran. ruhlarımız, sadece acı içinde kıvrandığında bunun farkına varmamızdır asıl acı olan. her şey bittiğinde, bir vakitte mutlu olduğumuzu sürekli gözümüzün önüne getirdiğimizden yolumuzu kaybederiz ve gene mutluluğu ararken ölürüz her birimiz.

    mutluluk, her saniye birilerini vurmaya devam ettiği sürece de, black, dünyaları kararanların gözpınarlarında akmaya devam edecek.


    (everlasting fear - 31 Mart 2012 18:32)

  • comment image

    dürü düt düt dürürüüü
    diye giden süpper bir pearl jam sarkisi.
    sonlarina dogru transa giriyorum diyebilirim.
    mükemmel bir eser.


    (otisabi - 21 Nisan 1999 00:00)

  • comment image

    yas 18 iken bu sarki "i know someday you’ll have a beautiful life, i know you’ll be a star in somebody else’s sky, but why why, why can’t it be, why can’t it be mine" dir..
    yas ilerler, yasam ilerler, "how quick the sun can, drop away and now my bitter hands cradle broken glass" in manasini cozersiniz...
    ilerlediginiz yasam sizi ayriliklara, aldatmalara, aldatilmalara, one night standlere, yalnizliga ve/veya anlamsiz bir kalabaliga goturur ise; nihayetinde yuzeysellikle tanisa gelirsiniz..
    ve artik bu sarki "i’m spinning, oh, i’m spinning" dir...
    bu halinizle sehrin tuttugu aynalara aldanir iseniz sasirmayiniz.. nedeni "all the pictures have all been washed in black, tattooed everything..."dir...
    is bu asamalardan gectikten sonra farkedersiniz ki.. artik dinlerken gecmiste, simdi de veya gelecekte gozununuzun onune herhangi bir resim gelmemeye baslar... ve bu sarki artik " duru dut dut dururuuu" dur... anlarsiniz ki meger typo varmis.. aslinda black; black degil, blankmis...


    (cadi - 10 Mart 2005 16:39)

  • comment image

    sözleri, tenkite gönülden açık bir şekilde tarafımca aşağıdaki gibi tercüme edilmiş pearl jam parçasıdır:

    boş tuval yüzleri, dokunulmamış kilden tabakalar...
    sereserpe serilmişti benden önce, bir zamanlar onun bedeninin yaptığı gibi...
    beş ufuğun hepsi çevrelendi ruhunda...
    dünyanın güneşe olduğu gibi...

    şimdi tattığım, soluduğum hava değişti.
    her düşündüğümde, o her şeydi.
    biliyorum ki bana her şeyini verdi, giydiği her şeyi...

    ve şimdi...
    acıyan ellerim bulutların altında ısınacak.
    her şey neydi öyle?
    resimlerin hepsi siyaha boyandı, işlendi her şeye.

    bir yürüyüşe çıkarım...
    oynayan çocuklarla çevrilirim...
    gülüşlerini hissederim.
    peki ya ben niye kuruyup soluyorum?
    ah... ve başımı döndüren buruk düşünceler!...

    dönüyorum, dönüyorum, güneş ne kadar da çabuk batabiliyor...
    şimdi acıyan ellerim kırık bir bardağı koruyor...
    her şey neydi öyle?
    resimlerin hepsi siyaha boyandı, işlendi her şeye.

    kötüye giden aşk, dünyamı siyaha çevirdi...
    gördüğüm, olduğum, olacağım her şeye işledi... evet...

    biliyorum, bir gün güzel bir hayatın olacak...
    biliyorum, bir yıldız olacaksın birilerinin gök yüzünde...
    ama neden...
    neden, neden o, o benim olamıyor ki?

    *


    (meyve miktari - 23 Nisan 2006 14:01)

  • comment image

    soguk bir kis gunuydu.. hani o yagmurun inceden yagdigi ama ayazin insanin elini ayagini buz kestigi gunlerden.. istanbulda kis oldu mu sıkca yasananlarindan.. gunes yok, bulutlar griye yatkin bir beyazlik icinde. ne gri denebiliyor, ne beyaz.. oyle arada kalmis. hava durumunu sunani da arada birakacak cinsten hava.. biraz daha bozsa sagnak, yagmur yagmasa ayaz diyecegiz ama yok.. ortasında, kararsız.. tıpki bizim o donemki kararsizligimiz gibi. bir seyler aranan, bulamayan, caresizce dusunen, okuyan, okudugunu dusunen, dinleyen dinledigini dusunen, cogunlukla dusundugunden cok konusmayan.. bir de oyle soguk ki.. hic konusasi kalmiyor insanin.. yagmurun suratina carpmasindan urkuyorsun, agzini acinca titrek cikan sesten nefret ediyorsun.. zaten konusacak bir sey de bulamiyorsun.. oyle bir konusmamazlik...

    bu hisler vardi icimizde beni kadikoyde rihtimdan aldiginda.. hicbir zaman cok yakinim olmamisti. hicbir zaman oturup o icip konustugumuz gunler disinda telefonla birbirimizi aramamis, ortak samimi arkadaslarimiz vasitasiyla daha cok beraber vakit gecirmek icin firsat kollamamistik. kimi zaman taksimde, kimi zaman kadikoyde gorusuldugunde, ki bunlar da ortak arkadaslar ile toplanildiginda olurdu, birbirimizi yakin hissederdik kendimize. ama o mesafe, o durgunluk hep vardi, hep oldu. trip donemindeydik, belki ondandi, belki muzikler, takilirken icerken dinlenilen muzikler hep bastiriyordu muhabbetleri, belki bundandi ama dusunuyorum da nerede okudugunu, ne yaptigini bile hayal meyal hatirlayabiliyorum..

    beni kadikoyden aldiginda da uzun boyu, ince celimsiz bedeni titriyordu hep oldugu gibi. gozlerinin alti mosmor, elinde ufak tefek cizikler.. uyumadigi belliydi. kimbilir kac saat, kimbilir kac gundur uyku nedir bilmemisti. benim de cizikler disinda pek farkli oldugum soylenemezdi. sabahlara kadar goz kirpmadan muzik dinlemekten yorgunlugun otesindeydim ama serde bu sekilde bir hayat tarzi var diye kimseyi de dinlemez, takmaz haldeyim.. neyse.. rihtimdan ortak arkadaslarla bulusuldugunda her zaman gidilen bara yoneldik. o igrenc, o boktan otesi hava icinde icimden ne kadar kotu bir gunun otesinde dusunceler geciyordu. kivranasim vardi nedenini bilmeden. aglayasim vardi hicbir sey dusunmeden. siktir olup gidesim vardi bu nefes alinmaz sehirden. onun da oyleydi. her konuda kararsiz olmamiz yetmiyormus gibi askla da yoruyorduk kendimizi. ipe sapa gelmez, bir sonuca varilamayacak asklarin icine sokuyor, tek tarafliliginin verdigi mazosist aciyla yoguruyorduk benligimizi. onunki farkliydi.. onun o boktan hayatta tutunacak dali, olmayan ailesinin yerinde, inanmadigi tanrinin huvviyetinde sevdigi vardi. adi neydi bilemedim ama o kalabalik ortamda ondan bahsedecegi zaman hic anlamadigim bicimde gozleri acilir, mutluluk akardi kisa sureli. ne guzel diye dusunurdum, icten ice kiskanirdim da.. yalan yok. kiskanmamak elde degildi. bulustugumuz gun barda kimse yoktu. kimse gelmemisti. toplu gelinmedigi halde neden yalniz kaldigimizi dusunuyorduk yine uzun araliklarla konusarak, uzun uzadiya susarak. sonra kacinci bira oldugunu hatirlayamadigim bir anda aglamaya basladi. hic gormemistim gozyaslarini, hic yakininda olmamistim ki. ne yapacagimin saskinliginda kendine geldi, anlatmaya, konusmaya, sukunet icinde delirmeye basladi.. once sakinlikle sevgilisine duydugu hisleri, tamamiyla objektif, gormedigim bicimde tanrilastirilmis, bir degisik anlatti. hem tanrilastirilmis hem objektif ask nasil ifade edilir, suan bile dusunemiyorum, inanamiyorum buna ama boyle hissettigime eminim. ardindan ayrilik sureclerini, sakin sakin uzun uzun enine boyuna acikladi. sonunda da ayrildik dedi. sustu. gidelim dedi. hesabi verdik, kalktik.. hava cok kararmisti. rihtima birakmak istemisti beni, sonra evine donecekti. tamam dedim, sevindim. derken bir telefon.. hadi gelin, biz surdayiz diye.. sinirlenmistik onlara ama icimde eve donmeye dair hic istek yoktu. kabul etti, insanlarin yanina donduk..

    cok fazla olmasa da bir guruh oturmus, iciyor, muzik dinleyip transa dogru yavas yavas ilerliyordu. biz de birbirimizden uzak taraflara dogru oturduk.. klasik bir iki muhabbetten sonra derin sessizlik hakim oldu masaya.. herkes ickisiyle, dusuncesiyle, dusleriyle, kendisiyle ilgileniyor, ortamdan soyutlanmanin boyutu her an ilerliyordu. taa ki black calana kadar..

    black baslayinca ufak tefek tingirtilar da kesildi. zaten mekanda bir tek biz vardik.. mikrofonu eddie aldi ve soylemeye basladi.. patlamaya hazir gibiydik ya da yok olmaya hazir, bilmiyorum. dusunceler icinde bitti sarki. o cikti ortaya, hic yapmadigi bir atiklik, hic cikartmadigi bir ses tonu ile "abi boyle sarki sozu olur mu ya, bu nasil yazilir" dedi abiyi gelisine soyleyip masaya vurucu uc cumleyi indirirken..

    "i know someday you’ll have a beautiful life, i know you’ll be a star
    in somebody else’s sky, but why
    why, why can’t it be, why can’t it be mine"

    hizla hizla soyledi cumleleri ve sustu. biz de sustuk. ickisini hizla icti, kalkti, cikti bardan. cikarken goz goze geldik, bir sey demedik, sanki bundan sonra daha cok vakit gecirelim demek istercesine bir bakismayla son verdik o gunluk muhabbetimize.
    ama ben bunun o bakismanin, o daha cok vakit gecirelim ifadesinin gozlerle aksettirilisinin birbirimizle son iletisimimiz oldugunu bilmiyordum. kiz arkadasinin ertesi gun amerikaya gittigini, ondan iki gun sonra onsuzlugun verdigi gucsuzlukle asiri dozdan hayata o guzel gozlerini yumdugunu.. ben kadikoyde yururken o boktan havada, o boktan gunlerde neden daha cok konusmadigimizi bilmiyordum. ben hayata dair bir bok bilmiyordum o zamanlar.. simdi de bildigimi iddia etmiyorum zaten.

    ama onu, hicbir zaman cok yakinimda olmayan adami ozluyorum. onun gokyuzunde olmayi tercih etmeyen sevgilisi amerikada ne yapiyor diye dusunuyorum. neden o ince yagmurun bizi islattigi gun, o bulutlarin ne yapacagina karar veremedigimiz gokyuzunun oldugu gun boyle yakinlastigimizi dusunuyorum. elimden daha fazla bir sey gelmeli miydi diye dusunuyorum.

    ve ne zaman bu sarki calsa o son bakisi geliyor gozumun onune.. ne zaman eddie sozlere girse sesim titriyor o gunku sogugun titretisi gibi sozlere eslik ederken.. ne zaman o puslu, kuru ayazin oldugu soguk istanbul gununde kadikoyde bulunsam onun benim gokyuzumde bir yerlerde oldugunu dusunuyor, havaya bakiyor, goremiyorum.

    bu sarkiyi duydugum her an icimden hayata dair bir seyler kopuyor, icim gidiyor, icim titriyor, gokyuzume butun o cekim kuvvetlerini bir kenara birakip bir iki damla gozyasi gonderiyorum.


    (lovehippi - 21 Mayıs 2006 01:18)

Yorum Kaynak Link : black