Süre                : 1 Saat 57 dakika
Çıkış Tarihi     : 22 Nisan 1998 Çarşamba, Yapım Yılı : 1998
Türü                : Drama,Romantik
Taglar             : Beğenilenler,Pin,Aşk,Amerikan,yabancı
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Jagtoria Films , Revere Entertainment , The Rainbow Film Company
Yönetmen       : Henry Jaglom (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Victoria Foyt (IMDB),Henry Jaglom (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Stephen Dillane (IMDB), Victoria Foyt (IMDB), Vanessa Redgrave (IMDB)(ekşi), Glynis Barber (IMDB), Michael Brandon (IMDB)(ekşi), Vernon Dobtcheff (IMDB)(ekşi), Graydon Gould (IMDB), Noel Harrison (IMDB), Aviva Marks (IMDB), Anna Massey (IMDB), Rachel Kempson (IMDB), Wael Jolani (IMDB), Karin Loevy (IMDB), David Rubin (IMDB), Amnon Meskin (IMDB), Sabrina Jaglom (IMDB), Simon Orson Jaglom (IMDB), Vladimir Bershevitz (IMDB), Simon Goshmir (IMDB), Alexander Shtempel (IMDB), Carl Duering (IMDB), Lily Martin (IMDB), Thomas Poncelet (IMDB), Maureen Rimmer (IMDB), Barbara Hicks (IMDB), Cathryn Harrison (IMDB), David Gant (IMDB), Jeremy Stoner (IMDB), Earl Cameron (IMDB), Robert Rietty (IMDB)

Déjà Vu (~ Déjà vu - matka rakkauteen) ' Filminin Konusu :
Déjà Vu is a movie starring Victoria Foyt, Stephen Dillane, and Vanessa Redgrave. L.A. shop owner Dana and Englishman Sean meet and fall in love at first sight, but Sean is married and Dana is to marry her business partner Alex.


  • "bu nick'li bir insana -genelde bayan- "sanki sizinle daha once konu$mu$tuk eki eki" denir ."
  • "bir anı birden çok kez yaşamış olma hissibir anı birden çok kez yaşamış olma hissi"




Facebook Yorumları
  • comment image

    zihin aynen bir bilgisayar gibi çalışır, her bilgiye bir tarih atar, created modified gibi. bazen bu ilişki aşırı şartlar sebebiyle(stress,alkol,radyasyon) hatta sebepsiz yere bozulur , o an gördüğünüz bişeye geçmiş bir tarih etiketi yapıştırır beyin. kısaca yer zaman ilşkisinin bozulması sonucu oluşur, bir arızadır,iyi bişey diildir yani.


    (trenchkot - 19 Mart 2000 00:52)

  • comment image

    beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışması, bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayı daha önce yaşamış gibi olur. sinir aksonlarındaki minik bir sapmadan kaynaklanır.


    (clown - 11 Nisan 2000 02:41)

  • comment image

    günlerin değiştiğine emin olmama rağmen, çevremdeki tüm insanların aynı saatlerde aynı şeyi yapmaları sonucu içine girdiğim döngü.

    dün sabah bir otobüs şirketinin yazıhanesinin önünden geçerken, hürriyet'in güzeller galerisinde dolaşan adamı görüp "sabah ereksiyonu" diyerekten yoluma devam etmiştim. simitçi her zamanki gibi, iki tane müşteriye simit veriyordu. o sırada kırmızı tenekeden otobüs köşeyi döndü ve korna çaldı. otobüs durağında insanlar bekliyordu. siyah pantolonum, mavi pumalarım ve kırmızı beyaz liverpool montum vardı üzerimde. telekom'un reflekte camlarından yansımama bakıp kafamı kazıttığım için mutluluk duymuştum. ileride altı tane köpek vardı. ofise girdiğimde patron sigara ve türk kahvesi içiyordu. geç kaldığım için özür diledim ve yerime oturup karmamı kontrol ettim.

    bunun dün olduğuna eminim.

    bu sabah yatağımdan kalktım. dişlerimi fırçaladım, aynada kendime bakıp göz kırptım. siyah pantolonumu giyip ayakkabı opsiyonlarına baktım. kırmızı-siyah air jordan xii'lerimi ya da nike cortez'imi giyebilirdim belki ama yine sağ ön tarafı açılmış mavi pumalarımı tercih ettim. bugün wigan ile maçımız olduğundan, şüphe bile duymadan liverpool montumu aldım askıdan. hala farklı bir sabaha uyandığımı düşünüyordum. ölüme bir gün daha yaklaştığıma emindim.

    otobüs şirketinin yazıhanesinin önünden geçerken hürriyet'in güzeller galerisindeki adamı görüp " sabah ereksiyonu" dediğim an jeton düştü. zamanda ilerleyememiştim. o sırada kırmızı otobüs köşeyi döndü ve korna çaldı. simitçinin önünde iki tane müşteri vardı. aynı günü yeniden yaşayacak olmak açıkçası canımı sıktı. ulan maaşa da sayılı gün kalmışken, çekilecek dert mi diye düşündüm. dün boşa çalışmıştım.

    telekom'un reflekte camlarına baktım, kafamı kazıtmak yakışmıştı. köpeklerin sayısı da tutuyordu. birazdan ofise girdiğimde, patronun sigara ve türk kahvesini içeceğine emindim. ve zamanda durmakla cezalandırılmak için nasıl bir hata yaptığımı bilmiyordum.

    ofise girdim, patronun masasına baktım. tepesindeki ışığa doğru yükselen sigara dumanlarının mistik bir hava kazandırdığı bu güzel kadına günaydın diyecekken, masanın boş olduğunu gördüm. aynı günü yeniden çekmeye şartlanmışken, zamanda ilerlemiş olmak keyiflendirdi. patronun işleri varmış, öğlene doğru gelecekmiş dedi sekreter. sabah kahvemi kendim yaptım, tost makinesinde simitimi ısıtıp bilgisayarımın başına uzun saatler kalkmamak üzere oturdum.

    her günü aynı geçen bir tek ben değilmişim, tüm insanlık olarak takvimlerin anlamsız olduğu tek bir günü yaşıyoruz. aslında iki günü. işe geldiğimiz gün ve gelmediğimiz gün. o kırmızı otobüs her gün, belki beş dakikada bir aynı hareketi yapıyor. simitçinin önünde yedi dakikada bir iki kişi toplanıyor. yazıhanedeki ereksiyon gazisi, dokuz dakikada bir erotik resimlere bakıp iç geçiriyor. bir akvaryuma sıkışıp kalmış lepistesler gibi geçiyor günler. kısa süre içerisinde her şey yeniden sıfırlanıyor ve aynı şekilde başlıyor. her gün işe geç kalıyorum, akşam aynı yoldan eve gelirken köşeden kırmızı otobüs dönüyor.


    (mies - 29 Ocak 2009 01:06)

  • comment image

    bir yaz gecesiydi, belki de ağustosun ortasında yazlık sinemada bir arabanın içi...

    ikinci dünya savaşını ölmeden tamamlamamın üzerinden neredeyse on sene geçmiş ve savaşın izlerini yavaş yavaş üzerimden atmaya başlamıştım. büyük bir chevrolet arabam, yeşil gözlerinde dünyanın tüm ormanlarını görebildiğim güzel eşim ve geleceğe dair planlarım vardı. tüm gün çizim masasında oturup rapidoyla bir şeyler çizmek ve california'nın yeniden inşasında aktif rol oynamak zor gelmiyordu, sadece eşimi özlüyordum. boş zamanlarımda faulkner'den dörtlükler ezberliyor ve akşam esintilerinin güzel şarkılar getirdiği yaz vakitlerinde, bunları onun kulağına fısıldıyordum. sanki birbirimizi bin senedir seviyor gibiydik; başka bir kıtada, başka bir yüzyılda yarıda kalmış bir aşkın devamını 50'lerin amerikasında devam ettiriyor gibi hissediyor ve bunu birbirimizin gözlerinden anlıyorduk.

    o gece sakince fısıldadığım bir dörtlükten sonra, üstü açık arabamızın içinde bana dönüp:

    "şu an bir deja vu yaşadım sanırım, ben bu anı daha önce yaşadım sanki" dedi. gerçekten de yaşamıştık, yaklaşık 300 sene önce ispanya'nın zeytin ağaçlarından başka bir şeyi olmayan bir kasabasında, ona cervantes'ten bir dörtlük daha okumuştum. dünya tarihinde birçok şey değişmişken, değişmeyen tek şey onun isimsiz ormanlar kadar yeşil gözleriydi. bir de yakasız beyaz elbisesi. aradan geçen asırlar yahut kültürler fark etmiyordu; beyaz elbiseli kıza bakıp sadece bir dörtlük okumak ve onun "ben bu anı daha önce yaşamıştım" demesinin tadına doyamıyordum. öyle bir bağdı ki aramızdaki, yazı bulunmadan önce bile var olduğumuza ve şiir okumasam bile ona şiir okurmuş gibi baktığıma emindim. binlerce kere ölsek de birbirimizi buluyor ve o hayat içerisinde ayrılmıyorduk. ölüm bizi ayırmıyor, sadece başka bir zamana atıyordu. aramızda oynadığımız bir oyun gibiydi. ne tanrı, ne de zaman; hiçbir şey engel olamıyor bilakis heyecan katıyordu. birbirimizi bulduğumuz zamanlar gülümsüyor ve o hayatı da birlikte geçirecek oluşumuza kadeh kaldırıyorduk. 1800'lü yıllarda italya'da da bulmuştuk birbirimizi, 1916'da birinci dünya savaşı'nın mahvettiği kıta avrupası'nda da. yüzüne o kadar bakmıştım ki binlerce sene boyunca, retinasını ve parmak izinin zarif kıvrımlarını bile ezberlemiştim.

    1956'da deja vu yaşadığında beyaz elbisesi üzerinde, dikkatle dev ekrana bakıyordu. 300 sene öncesini hatırlamak kolay değildi elbette ama anımsaması hoşuma gitti. ona, ispanya'dan ve küçük kasabamızdan bahsedebilirdim belki ama sustum. susmayı sevdiğimi bildiğinden dönüp bana baktı, onun hatırlamadığı ama benim bildiğim bir şeyler olduğunu, gülmemek için kendisini kasan dudaklarımdan anladı. kim bilir kaç kere yaşamıştık bu sahneyi de?

    aradan uzun zaman geçtikten ve yeni bir binyıla başladıktan sonra, bir gün yine karşılaştık. bazı ömürler oluyor, birbirimizi hiç bulamadan geçip gidiyoruz. aramaktan vazgeçmesek bile koca dünya'da bulamıyoruz, bir sonrakini bekliyoruz. ama yeni bir binyılın ilk yıllarında karşılaşmak oldukça güzel oldu, birbirimizin yüzünü görmeden anladık; eski zamanlara oranla iletişim oldukça gelişti. internet diye bir şey bulmuşlar, bu 50 sene önce yoktu. data kablosunun diğer ucunda onun olduğunu biliyordum, 50 sene önce dev bir beyaz perdeye bakan yeşil gözler bu sefer bilgisayara bakıyordu. o olduğuna emindim, 50 sene önce ona okuduğum dörtlüğü yazdım da yolladım. cevap yazdı:

    "şu an bir deja vu yaşadım sanırım, ben bu anı daha önce yaşadım sanki" diye. bir şey söylemedim, sadece gülümsedim ama ilk defa gülümsediğimi görmedi. ona yüzyıllardır sadece bir dörtlük okuyordum ve o her seferinde daha önce o anı yaşadığını söylüyordu. şaşkınlığını seviyordum, hatırlamaya çalışmasını. beyaz elbisesini de giymiş miydi acaba? onu bulmuş olmanın keyfiyle yavaşça yerimden kalkıp buzdolabından bira çıkarmaya gittim.

    rafta dizilen kırmızı tuborgları görünce "ben bu anı daha önce yaşamıştım sanki" deyip elimi uzattım.

    2009 en güzel senem olmaya en büyük adaydı, bilgisayarın başına yavaşça çöküp kendime bir dörtlük okudum.


    (mies - 11 Ağustos 2009 22:58)

  • comment image

    arada bi beyin yorgunluk veya baska sebeplerden oole bi duruma gelir ki, bir goruntu, ses, veya bunun gibi iceri giren herhangi bisey giris (oorenilme) ani sirasinda farkedilmez, beyin onu bi anda icerde buluverir. bu da hatirlama gibi bi histir, cunku ne zamandan beri o ani'nin orda oldugu bilinmez.


    (mc - 23 Mart 1999 00:00)

  • comment image

    aga beynin zavallı vücutlara oynadığı, kendince eğlendiği bir olay. bilimselliğini, açıklamasını ben bilmem ama bana çok oluyor bu. böyle yolda yürürken mesela aha diyorum birazdan gülben ergen'den uçacaksın çalacak diyorum laak diye 5 saniye sonra bir yerden duyuyorum. uçacaksın örneğini de hani güncel bir şarkı olmasın diye verdim yoksa gülben ergen dinlediğim falan yok. tamam lan tamam dinlemiştim bir ara.

    neyse konu dağılmasın ama bu deja vu her gün olmasa da 2-3 günde bir olur bana. hani sadece yaşamışım gibi de gelmez böyle 2-3 saniye sonrasında ne olacağını söylerim kendi kendime ve %71 de kendime söylediğim şey gerçekleşir. bilmiyorum ya nostradamus'un bir alt versiyonu bir insanım ya da gerçekten kafayı sıyırdım bu sefer.

    şu ana kadar anlattıklarım benim için normal ama geçenlerde bu deja vu sikinin öyle bir türlüsü geldi ki başıma bunca yıllık ateistim açıklayamayıp namaza duruyodum az kalsın:

    yıllık izinde karaman'dayım arkadaşın yanında (he ne var yıllık iznimde karaman'a gidiyom ne bakıyon) 23 ekim 2013 galatasaray köbenhavn maçını izlemeye bir kahveye gittik. kahvenin alt katına indik hem de böyle karanlık bir yer, telefon çekmiyor öyle değişik bir yer. neyse oturduk. kahvenin gençleri votka getirmişler gizliden pet şişelere bölüştürüp maç boyunca çaktırmadan demlenecekler. lan işte o an deja vu zinciri başladı resmen bende böyle 10 dakika falan süren o şişeyi görür görmez. aha dedim şimdi eleman bana soracak sen de ister misin diye çaat sordu "birader ister misin" diye. hadi teklif edebilirler misafirim normaldir dedim ama yok durmadı aha dedim şimdi diğeri "adam bizim gibi ayyaş mı pet şişeden içsin sefil gibi" diyecek dedim içimden ama bir yandan da demesin diye dua ediyorum, korkuyorum kendimden amına koyim. çaat söyledi allahım kafayı yiyecem. bitsin diye yalvarıyorum artık ama durmuyor aha dedim şimdi çocuk yere biraz votka dökecek 10 saniye sonra eline başka biri çarptı votka yere döküldü amına koyim bildiğin korku filmlerindeki psişik sorunlu veletler gibiyim. gözlerim kocaman açıldı kimseye de bir şey diyemiyorum. ne diyecem? ben karaman'da izbe bir kahvenin alt katında votkayı pet şişeye dolduran gençlerin muhabbetini daha önce yaşadım mı diyecem? tamam artık herhalde diyorum erdim bundan sonraki hayatım böyle geçicek sıçtım falan. kadınlar ne ister'i düşünüyorum bir yandan iyi olabilir, geliştirirsem maç sonuçlarını bile tahmin edebilirim falan diyorum. ama yok durmuyor deja vu akıyor resmen paçalarımdan. bunların hepsi 8-10 dakikada oluyor ha. aha dedim şimdi gol olacak. rıdvan gibi "gol olur" diyerek ekrana döndüm tam önceden sevinecem burak yılmaz kardeşim sağolsun kaçırdı %100'lük golü. benim deja vu da orada kırıldı her şey normale döndü. allah'tan kendisi bu ara beceriksiz de benim kahinlik olayımı başlamadan bitirdi. orada burak yerine drogba olaydı şimdiye medyum bürosu (var mı lan böyle bir şey) açmıştım.

    özetle sağol burak yılmaz. kazmalığın beni bu sıradan, güzel hayatıma geri döndürdü.

    bir de son olarak "uçacaksın" iyi gibiydi be. uçacaksın, uçacaksın havalara uçacaksın. bak uçtu bildim yine. tamam tamam sustum.


    (life is drunk - 11 Kasım 2013 20:20)

  • comment image

    bu nick'li bir insana -genelde bayan- "sanki sizinle daha once konu$mu$tuk eki eki" denir .


    (set - 13 Mayıs 2001 10:52)

  • comment image

    şaşırtıcı karşılaşma

    "çok eskiden yaşadım bu anı ben"
    dersiniz şaşkınlık içinde.
    ilk girdiğiniz bir ev, bir merdiven,
    birden güneş vuran pencere,

    ve tam sırasında tiren düdüğü...
    işte böyle gelmişti siz dünyada
    değilken bir gün öğle üstü
    bu renklerle bu sesler bir araya.

    yaşamak anımsamak mıdır yoksa?
    sanmam, biz de bir sestik belki
    birileri için yıllar önceki
    şaşırtıcı karşılaşmada.

    melih cevdet anday


    (sddksuhvs - 29 Eylül 1999 00:00)

  • comment image

    içinde yaşadığımız sistemin simülasyon olduğunu ya da zamanın dairesel* olduğunu düşünmek kadar akıllıca, simülasyonun yalnızca bize gizli işaretler vereceğini düşünecek kadar iyimser ve bencilce, gerçek'ten ayırt edilememe iddiasında ve başarısında olan simülasyonda işleyişsel hata bırakılacağını veya işleyişsel hata olarak sadece dejavunun olabileceğini düşünecek kadar ahmakça, "ama bu daha önce oldu eminim" diyecek kadar da insancadır.

    beynin lobları arasındaki milisaniyelik gecikme diyip kestirip atılacak kadar vurdumduymazca değil. yaşadığımız ve yaşayacağımız her bir anın, her an yaşanıyor olduğuna ve bizim bunlar arasında sadece oynatılan filmin fotoğraf karelerinde gibi ileri doğru yolculuk ettiğimize inandıracak kadar paranoyakça bir insanlık hali.


    (zokondor - 18 Temmuz 2014 00:00)

  • comment image

    bir anı birden çok kez yaşamış olma hissi

    bir anı birden çok kez yaşamış olma hissi


    (levantin - 4 Ekim 2005 14:44)

Yorum Kaynak Link : deja vu