• "arkadaşımın tüm barmenlerinden hoşlandığı, boğaziçi üniversitesi civarında bulunan bar."
  • "ortamcı türkler ve elmanderler ile dolu hisarüstü barı. artık sigara içirmez içeride. la liberta'nın da artikel'i bile olamaz."
  • "dalı* çok meşhur olan bir ağaç türü."




Facebook Yorumları
  • comment image

    oliver stone'un sozde muhalif ve amerika karsiti filmidir. sinematografik onemi, stone'un ilk yonetmenlik denemesi olmasidir. 1986 tarihli filmde, james woods* ve james belushi* oynamıştır. woods, yalniz kendisi dusunen, cikarci ve gazetecilik mesleginden bihaber gazeteci richard boyle karakteri ile en iyi erkek oyuncu oscar'ina aday olmustur. filmin baska da bi numarasi yoktur..


    (arsenic - 5 Kasım 2006 14:35)

  • comment image

    manuel huerga'nin yonettigi, daniel brühlün salvador puig antichi canlandırdığı film.

    "moda" üzerine düşündürten bir film oldu beni. ilk defa el crimen del padre amaro ile tanıştığım ve birçokları gibi benim de rahatça benimsediğim gael garcia bernal geldi öncelikle aklıma. amores perros ve la mala educacionda karakterini oturtan bernal'i, motorcycle diariesde izlemek, iyi bütçeli, naif bir "che" anlatımı sorusu ile birlikte, benimseyebileceğimiz bir devrimci profili çizdi bile. "benimseyebileceğimiz"den kastım, sanki biraz oyunculuk ve iyi bir makyaj ile, güzel bir set önünde kendimizi yerine koyabilmemiz anlamında tabii. "önemli" konularda, ünlü ve belirli karakterler sonucunda kendi kimliğini oturtmuş oyuncuların oynamasının anlamı ne olabilir? gael garcia bir orta amerikalı (meksika), daniel brühl, canlandırdığı karakter gibi bir katalan ve eminim ki her ikisi de en az, birçok gencin içinde deniz gezmişi hissettiği kadar hissettiler oynadıkları karakterleri. zaten soru da buradan geliyor.

    filme dönersek: salvador puig antich, baba karakteri ile çatışma halinde olan, orta-yüksek gelir tabaka bir ailenin çocuğu. kendi iç çelişkilerinden biri de muhakak ki, daha sonra hapishanede gardiyanın da kendisine ifade ettiği gibi "burjuva devrimcisi" olup olmadığıdır. manuel huerga filmle birlikte kesinlikle bu duygunun üzerine oynuyor. "burjuva bir aktörü, burjuva bir seyirci kitlesine sunarak" diyebilecek kadar kaba bir prototip kurabiliriz. 1970'ler kamplaşmasının bir parçası olmayı, evde hiçbirşey yapmadan sessiz durmaya, ve futbol seyretmeye yeğleyecek kadar da girişimci (!) kendisi gibi birkaç arkadaşı ile birlikte, banka soyarak elde ettikleri parayı, işçi hareketlerine sermaye olarak kazandırmak istiyorlar. film boyunca, "mil" adı verecekleri bu örgütlerinin herhangi bir sendikal veya diğer işçi örgütlenmeleri ile ilişkiye girdiğini görmüyoruz halbuki. peki o zaman puig ve arkadaşları neyi amaçlıyorlardı? aslında, karşı durmaları gereken bir şey olduğunu farkeden bir grup genç olarak, "almaları gereken bireysel tavırları kolektif bir bütün içinde alabildiklerini görebilen" bir grup insanı mı? aslında, huerga, bu sorgulamayı karakterlere yaptırdığı gibi izleyiciye de yaptırırken, eminim kendisi de sıklıkla aynı süreçten geçmişti.

    ufak bir flashback'le filmin başında akan jenerikteki "che ve diğerleri" görüntülerini hatırlayayım. çok mu tanıdık demeliyiz? puig'in "mil" grubunun hareketleri 1973 civarlarında gerçekleşiyor. dolayısıyla, (her ne kadar filmde bunu dile getirmese de) ilk seçimle iktidara gelen sosyalist lider salvador allendenin pinochet'nin kanlı darbesi devrilmesi anını televizyondan izlemelerine karşı verilen coşkulu tepkiye, "evet, gerçek devrimci ruhu bu" mu demeliyiz yoksa "mütevazi ama içten bir içerik ile tutarlı davasını yansıtmaya devam ediyor yönetmen" diye ümitlenmeli miyiz? die fetten jahre sind vorbeida genç anarşistlerin (!) iç çelişkilerini en saf haliyle dışarı vurmalarına yardımcı olacak bir zengin patron karakterimiz vardı. bakınız ki, o filmin de başrol oyuncusu daniel brühlidi. 1970ler anarşisinden ziyade 68 kuşağı'nın 2000ler versiyonu olarak berlin sokaklarında gezinen arkadaşlarımız, gerçek 68liler gibi "freelove" olgusunu kabullenip, iç çatışmalarına gem vurabilecekler miydi, bunu izledik. sinir bozucu derecede gerçekçi ve içten gelmişti o reçete. burada ise, gittikçe başarılı bir duygusallığa kayan, içten içe "puig benim" dedirten ama bir yandan da, sırf bu yüzden ufak karın ağrıları çektiren güzel bir film var elimizde.

    puig'in, ne kadar da konu ile ilgisi olduğu konusunda seyirciyi çelişkiye düşüren ufak aşk hikayesinin (tabii ki, filmin ikinci yarısından sonra tamamen drama'ya dönüşen yapısına katkı olması için konulmuştu) dişi kahramanı da, gene bu "yöre"lerden ve bu "janr"lardan ingrid rubioki, bu güzelliği en belirgin olarak noviembrede izlemiştik. taşlar iyice yerine oturuyor. malesef karşımızda, "celebrity"lerden oluşan bir anarşist çete ve yandaşları ve yoldaşları var. kendimizi biraz fazla özdeşleştirebiliyor olmamızdan korkuyorum. çünkü, gerçekten de 1970ler ispanya'sında (elbette 1975'e kadar) sokağa "ölmek" için çıkanlar, bir film setinde yapma tabancalarla birbirlerine ateş edip, filmlerinin galasına güzel arabaları ile gidecek değillerdi. ve biz de "kanyon" sinemasında filmi seyrettikten sonra, eve sağ salim gideceğimizi bilirken, ya da en azından sokakta çatışmalardan değil de, metro hattına yanlışlıkla inebilecek bir "doğalgaz çalışması sondaj ekibi aleti" yüzünden hayatımızın tehlikede olabileceğini düşünürken; o "gerçek" mücadeleyi 138 dakikalık ufak bir porsiyon olarak almış olmuyor muyuz? "mücadele" hevesimiz de bu ufak 2 saatlik porsiyonlar ve artık "ailemizden" sayılan bu tanıdık aktörlerle birlikte harcanıp gitmiyordur umarım, diye düşünerek ayrılmama neden olan, artık-duygusallığa-vurulduğu-andan-itibaren en azından samimi ve güzel bir duygusal; öncesinde de hazmedilebilir bir "anarşiye giriş" temalı film.

    metroda dönüşte, ellerinde tespihli iki mütevazi seyirci, "yeteri kadar sınıf çatışması"nın sergilenmediğinden dem vuruyorlardı. bir tanesi diğerine "sovyet sinemalarında bazı örneklerini bulabileceğini" söylerken (izlemediğim) eve dönüşten kat be kat iyi, ve sinema-tarih buluşması kapsamındaki filmler arasında, izledikleri en iyi film olduğunda hem fikirdiler. şükür ki, herhangi bir boru metroya isabet etmedi veya eve dönüşlerimizde, serseri kurşunlardan birine denk gelmedik.

    (bkz. http://ocavusoglu.blogspot.com/…alvador-zerine.html)


    (hergele - 21 Aralık 2006 01:32)

  • comment image

    jamie t şarkısıdır. oldukça güzel ilgi çekici bir şarkıdır ve aynı özelliklerde bir klibi vardır.

    from here to salvador, the ladies dance
    to fill us reckless sons with passions of the heart

    i’ve been round this town for so long, she’s been dancing since the first day
    i’ve been all around but i love coming back to see lucy

    she swings me over to pull me out,
    twirls around and i fall about, in giggles and laugher, oh i’m plastered, can’t damn help it i’m sorry love

    whats to falling feeling feet
    great for bouncing round these streets
    theyre lonely like you, are for me, to ask for a dance or two

    a heart of gold, and a face so pale, with a second hand dress and lips of a temptress

    bar stool banshee, howled out at me,
    the kings and queens at the clubs evolved from pubs
    and two much broken heart love
    singing up the blues in locked boxed bedroom,
    a wop bop baloo bop ta wop bamboo
    are you going to take the chance
    why do you care no one plays fair
    and neither do the lords of the dance

    from here to salvador, the ladies dance, to fill us reckless sons, with passions of the heart

    well it’s a bang bang anglo saxons at the disco
    a tish you all fall down
    hound dogs round on the prowl
    for the next young girl, who told her daddy,
    “i’m going round gemma’s to learn and study, i’m young and so free and i’m kinda sexy, and when i’m on the floor all the boys they feel me, and old dear diary’s never been a friend of mine.”

    from here to salvador, the ladies dance, to fill us reckless sons, with passions of the heart


    (divina - 9 Ocak 2007 21:50)

  • comment image

    brezilya'da bahia eyaletinin baskenti. sokaklari eski avrupa sehirlerini andirir. ara sokaklar orospu kaynar. her sehirde oldugu gibi , karnaval zamani gidilirse fiyatlarin 2 katina ciktigi bilinmesi gerekir. hostellerde kalmakta fayda vardir.


    (juninho de macedo saudade - 22 Aralık 2007 15:07)

  • comment image

    1940 yılında nazilerden kaçan yahudileri filistine götürmek için bulgaristandan yola çıkan ve marmara denizinde fırtınaya yakalanarak batan 342 yolculu gemi.
    zaten bu tarz bir yolculuk için uygun teknik özellikleri olmayan gemi fırtınaya dayanamayıp silviri açıklarında parçalanır. kaza sonucunda 70i çocuk 231 kişi hayatını kaybetmiştir.


    (bosgezen - 9 Şubat 2009 12:58)

  • comment image

    "..12 aralık 1940 romanya’nın köstence limanından aldığı 342 yahudi mülteci ile istanbul’a varan ‘yüzen tabut’ namlı salvador’un (aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir mil bile gidecek hali olmadığı açık olduğu halde türk makamları, gemiyi yoluna devam etmesi için zorladı. sonuç hazindi: 13 aralık günü silivri açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan salvador’un parçalarından tam 219 ölü toplandı. buz gibi denizden sağ kurtulmayı başaran 123 kişiden 63’ü bulgaristan’a geri gönderildi, gerisi ise darien ii adlı bir gemiyle 19 mart’ta filistin’e ayakbastı.."
    http://www.taraf.com.tr/makale/3949.htm

    (bkz: parita)
    (bkz: struma)
    (bkz: mefküre)


    (dopermen - 12 Şubat 2009 03:00)

  • comment image

    oliver stone'un çogu filminde oldugu gibi, sol gösterip sonra sagi suratimiza çakan filmlerinden biri... abd'in güney amerika ülkelerini arka bahçesi gibi kullanmasini elestirir gibi görünür ama altan alta da bi amerikan milliyetçiligi islenir ki alt metin dedigimiz seyin önemi de bu noktada ortaya çikar... eh, amerikali da ancak bu kadar solcu olabilir denilebilir... napar oliver amcam? isi öyle bi noktaya getirir ki, aslinda bireysel hatalardan kaynaklanir orda yasanan vahset, katliam... sanki sistemli bir devlet politikasinin ürünü degildir de, bir avuç cia ajani ve basiretsiz bir elçi yüzünden olmustur her sey... yerseniz... haa, kötü bi film mi, oliver stone kötü bi yönetmen mi? yooo, kesinlikle degil... ama söyledigi ya da inandigi sey olmadigi da ortadadir... ben sadece film çekiyorum deseydi biz bu satirlari yazmaya zahmet eder miydik? hayir. ya yaaa...


    (galileo - 24 Ekim 2002 16:32)

  • comment image

    filistin'e geçmek üzereyken türkiye karasularında şüpheli bir şekilde batan diğer bir mülteci gemisi:

    "1940 yılının sonlarına doğru, nazi almanyası orduları bulgaristan sınırına dayanmıştı. bulgaristan'daki nazi işbirlikçisi hükümet, birbiri ardına antisemit kanunlar ve kararnameler çıkartıp duruyordu. ülkedeki yahudilerin bir kısmı nazilere teslim edilmişti; ingiltere'den büyük güçlüklerle filistin sertifikası alabilenler ise can havliyle filistin'e kaçmaya çalışıyorlardı. bu insanların bir kısmı salvador gemisindeydi.

    salvador gemisi aslında bir nehir gemisiydi. beş metre genişliğindeydi ve ahşaptan yapılmıştı. uruguay bandıralı gemi 3.12. 1940 tarihinde yola koyuldu ve üç günlük yolculuktan sonra istanbul limanına vardı. içinde 342 kişi vardı. gemi kesinlikle deniz yolculuğu yolculuk yapabilecek teknik vasıflara sahip değildi ve 40 kişilik bir kapasiteye sahipti.

    "milli şef" yönetimi altında nazi almanyasıyla sıkı dostluk ilişkileri kurmuş olan türk hükümeti, limana giren salvador gemisin, altı gün sonra limandan ayrılması uyarısında bulundu. bu süre zarfında çeşitli yahudi yardım kuruluşları gemidekilere yardım etmeye çalışmıştı, ancak hükümet bu çabaları da engelliyordu.

    hükümetten aldığı tehditler karşısında salvador limandan hareket etmek zorunda kaldı ve bir kılavuz kaptanla marmara'ya açıldı. gemi silivri açıklarına geldiğinde şiddetli bir fırtınaya yakalandı. fırtınaya dayanamayan çürük geminin her iki direği de kırıldı ve dağılarak parçalara ayrıldı. yüzlerce yolcu kendisini soğuk denizin ortasında buldu.

    yüzme bilenlerin bir kısmı büyük güçlüklerle karaya çıktı, fakat silivri-çorlu karayolu üzerinde bir kısmı soğuktan donarak hayatını kaybetti. toplam 342 yolcudan 231'i öldü. ölenlerden 70'i çocuktu. ölenler arasında türk hükümetinin görevlendirdiği türk kılavuz kaptan da bulunuyordu.

    bir süre sonra olay yerine gelen ekipler, cesetleri üst üste yığdıkları at arabalarıyla silivri'deki yahudi mezarlığına gömdüler. silivri ve civar köylerde oturanlar, kurtulan yahudilere ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştı. ancak jandarma kayıtlarına geçen soyguncular da oldu. jandarma karaya vuran cesetleri soyan hırsızları yakalayarak mahkemeye sevk etti.

    bir ölüm gemisine dönüşen salvador'dan 111 yolcu kurtulabilmişti. bunlar istanbul'a getirilerek galatasaray'da minare sokak 17 numaralı eve yerleştirildi. türk hükümeti bu insanları bulgaristan'a geri göndermek istedi ve iki ülke birbirlerine sert notalar verdiler. kazazedelerin bir kısmı çeşitli yöntemlerle illegal olarak filistin'e ulaşabildi, bir kısmından da bir daha haber alınamadı."

    http://www.marksist.org/…ahudileri-olume-terk-etti-


    (kunta kinte - 28 Aralık 2011 14:35)

  • comment image

    sokaklarında capoeira yapan gençlerini sıklıkla görebileceğiniz, bölgenin fakir şehirlerinden olmasına rağmen oldukça mutlu bir halka sahip. bunda tabii okyanus kıyısında olmasının ve güzel kızlarının da payı yok değil. ayrıca şehirdeki tüm üst geçitlerin, yani en azından denk geldiğimiz tüm üst geçitlerin bazılarının merdiveni dahi olmadan doğrudan engellilere göre tasarlanmış olması çok etkileyici.


    (feynman - 3 Ocak 2012 15:46)

  • comment image

    bahia eyaletinin başkenti. brezilya’nın kuzeydoğusunda bulunuyor ve güney amerika’daki ilk yerleşim yeri. ve haliyle ilk portekiz başkenti. brezilya’daki en kalabalık 3. şehir rio ve sao paulo’dan sonra. nüfusun yaklaşık %80’i afrika kökenli. bu bölge ülkenin en fakiri, yani eyalet olarak. afrika’dan gelenler birçok adetlerini koruyorlar. farklı bir dinleri dahi var. bölgenin yemekleri de dünyaca meşhur. baharatlı, deniz ürünlü falan. capoeira zaten buradan çıkmış. kelime anlamı da tavuk kümesi, ne sik alakası var bilmiyorum. en önemli olan bilgi de adriana lima’nın salvador’da doğmuş olması. vay amına koyım. tekrarlıyorum: adriana lima.


    (direct my wrath - 14 Haziran 2012 18:49)

  • comment image

    bu akşam cnbc-e de gösterilecek film. her zamankiş gibi oliver stone yapılan siyasi hataların, ölen insanların amerika birleşik devletleri'nin politikalarından degil idarecilerin basiretsizliğinden ve yetersiziliğinden kaynaklandıgını ileri süren gudik anlayışı ile örülü bir filmdir.

    (bkz: amerikan solculugu)


    (fortuneteller 657 - 25 Aralık 2003 17:50)

  • comment image

    nüfusunun %80'i zenci olan brezilya şehri. google images'deki güzel plaj fotolarına kanıp geldim, barra denen plajın denizi kıçı kırık tömük denizinden kötüydü. diğer plajları bilemiycem.

    nüfusunun çoğu zenci olduğundan ilk başlarda götünüz atabilir. havaalanında belediye otobüsü beklerken, kafasını dışarı çıkarıp bakan bir otobüs dolusu zenci görünce götüm atmıştı en başta ama sonra beyaz görünce garipser oldum. rio'dan daha güvenilir bir yer olduğunu düşünüyorum şimdi de.
    barra kısmı daha güvenilirdir ama deniz dışında bi numara yok.
    old town'a yakın olmak istiyorsanız pelourinho'da kalınız. kolera sokağı atmosferi var ama hava karardıktan sonra tek başınıza çıkmadığınız sürece sorun yok. şehrin kültürünü hissetmek istiyorsanız bu civarlarda kalınız zaten.
    uygun fiyatlı kalacak yer tavsiyesi olarak, che lagarto hostel'ler zincirini şiddetle tavsiye ederim. barra'daki şubesi hemen denizin dibinde. arada sadece yol var. kesinlikle uzak durmanız gereken hostel'imsi yer ise barra guest hostel. hostelworld vs. gibi sitelerdeki yorumları fake ve sahibi olan kadının psikolojik sorunları var. hostel de leş zaten.

    göt kadar bi havaalanı var ve ebesininkinde. işin ilginci, barra-pelourinho civarından gündüz vakti otobüsle tamı tamına 2-2,5 saat uzaklıkta* ve havaalanı, belediye otobüslerinin son ya da ilk durağı değil. 500t mübarek.

    hediyelik eşya inanılmaz ucuz ve değişik. nüfusundaki afrikalı baskınlığı nedeniyle hediyelik eşyalar da afrika çizgileri taşıyor. rio gibi şehirlerdeki hediyeliklerden çok çok farklı.

    gece hayatı fena değil. salı geceleri sokak partisi oluyor merkezde, kaçırmayın.
    gitmişken bi capoeira stüdyosunu ziyaret etmenizi de öneririm.

    şehirde aman aman gezecek bi yer yok. deniz mevsimi değilse gitmeseniz de olur. muhteşem, yaşanılabilir, güzel bir şehir görecem diyorsanız florianopolis'e alalım sizi.


    (black sabahat - 18 Ekim 2013 02:29)

  • comment image

    bir oliver stone filmi. stone'un üçüncü filmi (yönetmenlik alanında). stone bizleri amerika'nın karıştırdığı, kan döktüğü salvador'a götürür. amerika'nın eğitip ülkeye sokup darbe yaptırdığı askerler bu ülkeyi yönetmektedirler. tabii yönetim denirse. amerika destekli askerler sudan sebeplerle katliam yapmaktadırlar. böyle bir dönemi hayatta kalmak için her şeyi yapabilecek, iyi bir gazeteci olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, duygularına gem vuramayan, günahkâr richard'ın gözünden izleriz. güçlü bir atmosfere, çarpıcı sekanslara ve yönetmenliğe sahip olduğunu belirtmek gerek. bazı şeyler atlandığında amerikan karşıtı bir film görünüyor. evet, bir amerikan filmi ne derece abd karşıtı olabilirse o kadar oluyor salvador. amerika'nın kendi halklarını katledenleri cia aracılığıyla eğittiğini rich'in ağzından söylüyor film. rich'in amerikalıyla pasaport için görüştüğü sekansta gene duygularını kontrol edemiyor ve amerika'nın yaptıklarını bir bir döküyor ortaya. vietnam'da yaptıklarını, askerleri eğittiklerini vs söylüyor. buraya kadar hoş; vay be diyoruz, amerika'yı eleştiriyor. lakin sonra rich, "ben ülkemi en az senin kadar seviyorum. biz örnek bir ülke olmamız gerekirken yaptığınız şeylere bakın," cümlelerini sarf ediyor.

    amerika'yı suçlaması senaryonun artılarından. ama tam anlamıyla amerika suçlanmıyor. daha çok oradaki "beceriksiz amerikalılar" hedef tahtasına oturtulmuş. e sen oradaki memurları eleştirip sisteme dokunmazsan ne anlamı kalır ki yaptığın şeyin, değil mi ama? dediğim gibi yönetmenliği güçlü, eleştirel tarafları hoş, karakterleri iyi yazılmış, oyunculuklar (bilhassa james woods) şahane. bu ülkeleri hep karıştıran amerika'ya lanet ettiriyor tekrar. lakin altmetinleri biraz sorunlu. dolayısıyla "amerika örnek ülke," gibi cümleleri yüzünden buruk bir tatla kapatıyoruz filmi. bu arada belirtmek gerek. stone bu filmden sonra vietnam'ı konu alan platoon'ı çekti. oscarlara baktığımızda iki film de aday olmuş. akademi amerika'yı eleştiren bu film yerine "askerlerimizin psikolojileri bozuldu, hepisi manyak oldu," diyen savaş filmi platoon'ı ödüllendirmiş. salvador, senaryo ve erkek oyuncu (woods) adaylıklarıyla yetinirken platoon; film ve yönetmen ödülü, yardımcı erkek adaylığı (tom berenger ve willem dafoe), senaryo adaylığı (aynı anda iki senaryoyla aday olmuş stone), sinematogrofi adaylığı vs almış. yani akademi resmen stone'a eleştirel değil de platoon gibi amerikan askerini mazlum gösteren filmler çek demiş. o da sonra doğum günü 4 temmuz'u çekmişti, ki bu filmde ülkesinin kendisine iyi bakmadığını görüp 360 derece fikir değiştirip hippileşen bir gaziye odaklanır.

    izlenmeli... ama tam anlamıyla eleştirel bir film beklenmemeli. yer yer abd'yi yalaması sinir bozucu.


    (sherlock holmes 90 - 11 Kasım 2014 22:12)

  • comment image

    güzel bir politik gerilim örneği olan film. oliver stone didaktik olmakla eleştirenler olabilir. ama söyleyeceklerini kafa ütülemeden söylüyor. filmdeki baş karakter sadece bozuk yönetime yükleniyor sanabilir bazı izleyiciler. ama stone'un söyeleyecekleri sadece var olan iktidarla ilgili değil. amerikan'ın yıllar sürdürdüğü politikanın karşısında. vietnam'dan beri akıllanmamış bir yönetim söz konusu. amerika'nın her istediği müdahele edemeyiceği, bazı toplumların kendi kaderlerini tayin hakkı olduğuna dikkat çekiyor. ama tabiiki amerika'nın her ülkeye örnek olması gereken bir abi olduğunun altını çizmesi bir-iki puan götürüyor stone'dan. filmdeki komünist düşmanı amerikan yönetiminin suçlamalarını orta yol bularak kaçıyor stone. biraz yan çizdiği söylenebilir.
    bunun haricinde kurgu ve sinematografi olarak üst düzey bir film. gerilla'ların (filmde sadece 5 dakka gözükmelerine karşın) 4000 kişi ile yaptıkları intihar olarak nitelendirilebilecek devrim denemesi kalplerde buruk bir tat bırakıyor.
    oyunculukdan öne sıyrılanlar james woods ve john savage. yozlaşmış savaş muhabiri olarak woods hem nefret hem empati duygularımızı aynı anda tetikliyor. savage ise adeta savaş fotoğrafçılığının isa'sı konumuna yükseldi gözümde. hair'dan beri görmediğim bu abimizle de özlem gidermiş oldum.
    güney amerika ülkelerindeki diktatörlüklerin durumunu ve amerika olan bağlantılarını incelemek için de ideal bir film.


    (khaotik - 24 Ağustos 2004 13:54)

  • comment image

    portekizlilerin 1500lerde geldiği brezilya şehri. brezilyanın ilk şehri ve ilk başkenti de yine bu şehirdir. ayrıca sanırım brezilyanın en büyük körfezi olan "baia de todos os santos" da bu bölgededir ki türkçe karşılığı azizler körfezi olsa gerek.


    (0v3rm1nd - 9 Mart 2006 03:41)

Yorum Kaynak Link : salvador